IrFoc150714-al-quds_day_in_tehran-0341_4e7c006105bf226258410ecef49bbd93.nbcnews-ux-2880-1000.jpg

“Cehennemin kapıları” açılıyor mu?

İran, Afganistan ya da Irak değil. İran'a yönelik bir ABD saldırısı da salt İran'la sınırlı olmayan çok daha büyük bir savaşın sadece başlangıç noktasını oluşturacak. Arap Birliği Başkanı “ABD Irak'a saldırırsa, cehennemin kapılarını açmış olacak” diyordu, ama “cehennemin kapıları” asıl ABD İran'a saldırırsa açılacak ve Körfez ülkelerinin son tutumları bunun açık bir ifadesi…

13 Ağustos 2019 Salı
Haaretz gazetesinin İsrail istihbarat ve ordu kaynaklarına yakınlığıyla tanınan “güvenlik editörü” Amos Harel son yazısında haber verdi: “Amerikan yönetiminin İran'ı dizginlemesi için umutlu olduğu bölgesel ittifakta çatlaklar büyüyor. Bu İsrail için kötü bir haber.”
 
Amerikan yönetimi Nükleer Anlaşmadan ayrılıp, İran üzerinde ekonomik ve politik baskıyı arttırırken esas olarak “İran'ı kendi belirlediği koşullara sahip yeni bir anlaşma için masaya oturtmayı hedefliyordu” diyor Harel ve ekliyor “ama İran inatçıydı ve ABD'nin baskılarına kontrollü bir basınçla karşılık verdi.” Harel'e göre, yönetimindeki Bolton gibi kimi unsurların daha ileri gitmek istemesine rağmen Trump daha dikkatliydi ve İran'la askeri bir çatışmadan kaçınıyordu.
 
Harel'e göre, İki ay önce bir ABD dron'u İran tarafından düşürüldüğünde, Trump'ın karşılık vermeyerek aynı tutumunu sürdürmesi, özellikle “bölgesel ittifak” ülkeleri üzerinde ciddi bir etki yarattı. İttifakın İsrail'le birlikte asli unsurları olan Körfez ülkeleri, İran'a karşı politik konumlarını yeniden gözden geçirme gereğini duydular.
 
Harel, Birleşik Arap Emirlikleri Sahil Koruma Komutanı'nın pek fazla alışık olunmadık bir tarzda Tahran'a gitmesini ve İranlı mevkidaşıyla bir anlaşma imzalamasını, bu “politik gözden geçirmenin” önemli bir sonucu olarak değerlendiriyor. Harel'e göre, bunun daha önemli bir işareti ise, BAE'nin Yemen savaşındaki askeri varlığını azaltma yönünde aldığı kararı duyurması.
 
BAE'nin savaşa katılım düzeyini düşürdüğünde Suudi Arabistan'ın savaş kapasitesinin daha da zayıflayacağını belirten Harel, bunun sonucunun Husi'lerin Yemen'in kuzeyindeki kontrollerinin pekişmesi olacağını ileri sürüyor. Bu durumun, İsrail perspektifinden kötü bir haber olarak kabul edildiğini vurgulayan Harel'e göre, Hamas'a İran tarafından iletilen silahlar Kızıl Deniz üzerinden geliyor ve Husilerin kontrol ettiği coğrafya bu sevkiyatlarda büyük önem taşıyor.
 
Birkaç hafta önce Yemen'de öldürülen bir Filistinli'nin, Hamas'a silah sevkiyatlarında önemli bir rol sahibi olduğunun düşünüldüğünü belirten Harel, Husilerin varlığını kalıcılaştırmasının Bab el Mendeb'den geçen İsrail ticari ve askeri gemileri için de bir tehdit oluşturduğu değerlendirmesinin sıkça tekrarlandığını gündeme getiriyor.
 
BAE'nin son kararlarının ve Yemen'deki askeri-politik gelişmelerin dışarıya yansıtılmasa da en fazla İsrail'de kaygılar yarattığını dile getiren Harel'e göre, Trump ve Netanyahu'nun bu gelişmeler nedeniyle birlikte yeni bir durum değerlendirmesi yapması kaçınılmaz görünüyor.
 
Harel'in vurguladığı unsurlar, yaşanan gelişmelerin yönünü doğru saptıyor. Bunlara ABD müttefikleri Almanya, Fransa ve Japonya'nın, bir ABD İngiltere inisiyatifi olarak gelişen Basra Körfezi'nde bir Deniz Gücü oluşturma önerisine olumsuz yanıt vermelerini de eklemek gerekiyor. Trump'ın dün Macron hakkında sarf ettiği sözler hoşnutsuzluğun en açık göstergesiydi. Trump dün Macron'u Tahran'a olası müzakereler konusunda karışık sinyaller vermekle suçladı.
 
Körfez ülkelerinin “İran'a karşı politik konumlarını gözden geçirme” gereksinimi duymalarının en önemli nedenleri özellikle Suudi Arabistan içinde askeri tesisleri ve havaalanlarını vuran Husi füzeleriydi. BAE'ye yönelik birkaç füze saldırısı etkisini hemen gösterdi.
 
Basra Körfezinde oluşturulması öngörülen deniz gücüne ABD'nin müttefikleri olumsuz bir yanıt verdi; İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz İsrail Parlamentosu Dış İlişkiler ve Güvenlik Komitesi'nde 5 Ağustos günü yaptığı bir konuşmada, İsrail'in Körfez'de oluşturulacak deniz gücüne katılacağını söyledi. Kısa bir süre önce yaptığı bir ziyarette, BAE yetkilileriyle İran tehdidini ve deniz gücü oluşturulması konularını konuştuklarını belirten Katz, İsrail'in esas olarak istihbarat sağlanması noktasında yer alacağını söyledi.
 
Temmuz ayı sonunda İsrail basınına düşen haberlere göre, İsrail savaş uçakları Irak'ta Haşdi Şabi'ye bağlı bazı milis güçleri vurmuştu. Habercilerin sorularını yanıtlayan ismi açıklanmayan İsrail ordu yetkilileri, İsrail'in ciddiyetini göstermek amacıyla Irak'taki düşmanlarına ani bir saldırı düzenlediğini iddia ediyorlardı. Bu iddialar hakkında Haşdi Şabi'ye bağlı güçlerden herhangi bir açıklama gelmedi.
 
ABD ve İsrail'in Ortadoğu'da savaşın cephesini genişletmek istediği bir sır değil ama bunun için gerekli dizilişi sağlamakta büyük zorluklarla karşı karşıyalar. Lübnan ve Irak cephelerini açmak istiyorlar ancak bu ülkelerde sahadaki gerçeklik onlar için umut vaat etmiyor. Suriye'de Suriye Ordusunun İdlib operasyonunda elde ettiği yeni kazanımlar ABD ve İsrail için hep kötü haberler.
 
Türkiye'nin Rojava'yı işgale yönelik tehditlerinin ardından gelen “uzlaşma” esas olarak bu bütünsel bölge tablosunun içine oturuyor. ABD'nin bölgesel hegemonyası için İran operasyonu yaşamsal öneme sahip ama bu operasyonun başarısı için bölgesel dizilişte en fazla ihtiyaç duyduğu aktörler Türkiye ve Kürtler. Senelerdir oluşturmak için çalıştığı “İran karşıtı cephenin”, Yemen'de Husi'ler karşısında düştüğü durum ortada.
 
Cephelere genişletilmiş olarak bakıldığında, Irak, Lübnan ve Suriye yayılımında İran'ın el üstünlüğü açık biçimde gözler önüne seriliyor. ABD'nin bölgede oluşan mevcut güç dengesini değiştirebilmesinin yegane yolunun, Türkiye ve Kürtleri kapsayan genişletilmiş bir “İran karşıtı cepheyi” örebilmesi olarak görünüyor ancak mevcut koşullarda bu ancak çok uzak bir hayal. Ortadoğu Halklarının ortak geleceğine işaret eden ise, “Halkların anti-emperyalist, anti-şövenist, anti-sömürgeci Cephesidir”.
 
Amerikan emperyalizminin jeo-stratejik yönelimleri ve “sürekli savaş” politikaları hakkında önemli çalışmalar yapana araştırmacı Michael T. Clare yeni bir yazısında konuya değiniyor ve ABD'nin İran'a yönelik savaş tehditleri hakkında şunları ifade ediyor:
 
“İran'a yönelik herhangi bir ABD saldırısının bölge genelinde daha fazla kaos yaratacağı, daha fazla insanı yerinden edeceği, daha fazla mülteciye neden olacağı, geride çok daha fazla ölü sivil bırakacağı, harap olmuş şehirler ve altyapı ile ortaya çıkacak bir sonraki terör grubuna katılmaya hazır çok daha öfkeli ruh ortaya çıkaracağı konusunda çok az şüphe duyulabilir. Kesinlikle bu Amerikan askerleri için devam etmekte olan çatışmalardan da oluşan bir bataklığa daha yol açılacaktır.”
 
Clare'nin öngörüleri doğru ama bölgesel güç dengesini yeterince dikkate almıyor. İran, Afganistan ya da Irak değil. İran'a yönelik bir ABD saldırısı da salt İran'la sınırlı olmayan çok daha büyük bir savaşın sadece başlangıç noktasını oluşturacak. Irak istilası başlamazdan önce düzenlenen bir toplantıda konuşan Arap Birliği Başkanı “ABD Irak'a saldırırsa, cehennemin kapılarını açmış olacak” diyordu, ama “cehennemin kapıları” asıl ABD İran'a saldırırsa açılacak ve Körfez ülkelerinin son tutumları bunun açık bir ifadesi…
 
Cenk Ağcabay
Umut Gazetesi
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar