Suriye'deki savaş sekiz yılı aşkındır devam ederken, ülkenin kaderini iki stratejik bölgede yaşanacak gelişmelerin belirlemesi bekleniyor: İdlib ve Fırat'ın doğusu.
19 Ağustos'ta Suriye ordusunun İdlib'in güneyinde kilit bir kasaba olan Han Şeyhun'u isyancılardan aldığı bildirildi. Bölgedeki askeri harekâta açıkça onay veren Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye ordusunun İdlib'deki “terör tehditlerini ortadan kaldırma” çabalarını desteklediklerini söyledi.
Suriye Hükümeti'nin diğer önemli müttefiki İran'ın ise kuzey Suriye'deki gelişmeler konusunda oldukça sessiz olduğu dikkat çekiyor. Öyle ki üst düzey bir İranlı yetkili en son 16 Nisan'da İdlib'e dair açıklama yaptı. O yetkili Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif idi ve İdlib'deki durumdan dolayı “ciddi endişe” duyduklarını söylemişti. Ayrıca İdlib harekâtının başladığı nisan ayından bu yana İranlı veya İran yanlısı güçlerin İdlib'de kayda değer bir varlık gösterdiğine dair herhangi bir bilgi kamuoyuna yansımış değil.
Fırat'ın doğusuna gelince, Türkiye ve ABD aylar süren tartışmaların ardından 7 Ağustos'ta Suriye-Türkiye sınırında güvenli bölge oluşturma ve bunun ilk adımı olarak ortak harekât merkezi kurma konusunda anlaşmaya vardılar. Mutabakata giden günlerde Türk Hükümeti Washington'u defalarca uyarmış, Türkiye'nin güvenlik kaygıları doğrultusunda müşterek çözüm bulunamadığı takdirde tek taraflı harekete geçeceğini söylemişti.
Genel yaklaşım olarak Suriye'nin kuzey ve kuzeydoğusunda dış müdahalelere karşı çıkan İran, Türkiye-ABD mutabakatına hemen tepki vermedi. Tahran'dan ilk resmi açıklama günler sonra 18 Ağustos'ta Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Musevi'den geldi. Kuzeydoğu Suriye'deki Amerikan planlarının “provokatif ve endişe verici” olduğunu söyleyen Musevi, buradaki güvenlik kaygılarının komşu ülkeler arasında işbirliği zemininde ele alınması gerektiğini, “dış güçlerin müdahalesine ihtiyaç olmadığını” vurguladı. İlginçtir ki sözcü tüm suçlamalarını ABD'ye yöneltti ve Ankara'nın son gelişmelerdeki rolüne hiç değinmedi.
Bu durum, Suriye'de öne çıkan en önemli iki meselede İran'ın neden düşük profilli bir tutum izlediğini bir ölçüde açıklayabilir. İran hem İdlib hem kuzeydoğu meselesinde Türkiye'nin menfaatlerine aykırı hareket etmemeye, Ankara'nın hamlelerini açıkça eleştirmemeye özen göstererek Türkiye ile arasını iyi tutmaya çalışıyor. Suriye topraklarının tamamında Beşar Esad yönetiminin kontrolünü savunan İran, Ankara'yı da hoş tutmaya çalışıyor, Türkiye'nin sınırdaki güvenlik kaygılarının “meşru” olduğunu söylüyor.
Bunun başlıca nedeni şu: Tahran ABD'nin “azami baskı” politikasının olumsuz etkilerine karşı Ankara'yı güvenilir bir ortak olarak görüyor. İran ve Türkiye, ABD yaptırımlarına rağmen ekonomik ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor, ikili ticaret hacmini yılda 10 milyar dolardan 30 milyar dolara çıkarmak istediklerini söylüyorlar.
Türk yönetimi de İran'ı yaptırımlar karşısında desteklemek ile Suriye'de İran'ın desteğini almak arasında doğrudan bağ olduğunu görüyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 5 Ağustos'taki konuşmasında İran ve Rusya'yla Astana sürecindeki işbirliğini överken ABD'nin İran'a yönelik yaptırımlarının tüm bölgeye zarar verdiğini söyledi.
İran'ın son gelişmelere ilişkin sessizliğinin bir diğer nedeni, Suriye krizindeki odak noktasını bir süredir siyasi boyuta kaydırıyor olması. İran, Esad'ın içeride ve dışarıda meşru lider olarak kabulünü sağlamak için çaba sarf ediyor.
Bu yeni eğilim, Kazakistan'ın başkenti Nur Sultan'da 1-2 Ağustos'ta yapılan son Astana görüşmelerinde de dikkat çekti. İran temsilcisi Ali Asgar Hacı Astana sürecindeki diğer ortaklar ve Suriye hükümetinin temsilcileriyle yaptığı görüşmelerde iki konuya odaklandı: Anayasa komitesinin kuruluşunun hızlandırılması ve Suriyeli mültecilerin dönüşü.
İran, Suriye krizine yaklaşımında insani boyutlara her zaman yer vermiş olsa da mülteciler konusunu ilk kez gündeminin üst sıralarına aldı. Görünen o ki aynı anda hem anayasa komitesine hem mültecilere vurgu yapılarak Suriye'nin artık savaş döneminden çıkmakta olduğu mesajı veriliyordu.
İran bu argümanı sadece Suriye'deki nüfuzunu korumak için değil, Amerikan varlığının sona ermesi gerektiğini savunmak için de kullanabilir. İran Esad'ın meşruiyetini diğer aktörlere kabul ettirebilirse Türk askeri varlığı da çözülebilir bir konu haline gelir. Çünkü İran kuzey ve kuzeydoğu Suriye konusunda Ankara'yla Şam arasında doğrudan görüşmeler için bastıracak kadar manivela gücüne sahip olur. Bu herhalde uzun vadeli bir süreç olur ama görünen o ki İran Türk varlığına diplomatik çözüm bulunabileceğine inanıyor.
Son olarak, İran'ın bahsi geçen iki meselede sessiz kalması Suriye'de başka menfaatlerinin takibini bıraktığı anlamına gelmiyor. Nitekim dünyanın ilgisi İdlib ile kuzeydoğuya yönelirken İran Esad yönetimiyle yeni ekonomik anlaşmalar yaparak Suriye'deki konumunu güçlendirmeye çalıştı. İran Ticaret Odası geçtiğimiz günlerde Şam'da temsilcilik açtı. İran mallarına vergi muafiyeti tanınması için Suriye yönetimini ikna çabaları devam ediyor. Tahran ayrıca Suriye-Irak sınırındaki Ebu Kemal-Kaim kapısının açılma sürecini hızlandırmaya çalışıyor. Sınır kapısının açılmasıyla İran Suriye'ye Irak üzerinden karadan erişim sağlayacak.
Sonuç olarak İran'ın rolüne dair bugünlerde gördüklerimiz İran'ın Suriye'deki uzun vadeli menfaatleri açısından strateji değişikliği değil, ancak taktik değişikliği olarak okunabilir.
Hamidreza Azizi
Al-Monitor