nato afgan.jpg

“Sürekli savaş” Afganistan’da devam ediyor

Amerika’nın Sovyetler’in yıkılışı sonrası başlattığı “sürekli savaşlar”, şimdi bu savaşları sona erdireceğini defalarca haykırarak Beyaz Saray’a tırmanan Trump’ın “komutası altında” devam ediyor ve edecek. ..ABD’nin “sürekli savaşı” önsüz ve sonsuz ve bu nedenle dünyanın yüz yüze olduğu en büyük ve önemli tehdidi oluşturuyor.

26 Ağustos 2017 Cumartesi
İşgalci Amerikan askerleri Obama yönetimi döneminde Afganistan'da bazı Afgan askerleri tarafından saldırıya uğradığında, Trump Twitter'da, “Sonunda dönüp Amerikan askerlerini öldüren bu Afganlıları hâlâ neden eğitiyoruz?”, “Afganistan boş bir atık. Eve dönme zamanı” mesajını paylaşıyordu.
 
Obama Afganistan'daki asker sayısını azaltmaya karar verdiğini açıkladığında, onun neredeyse her kararına sert eleştiriler yönelten Trump, bu kararını hararetle destekliyor ve “Hızla geri çekilmeliyiz, paramızı orada neden israf edelim? Amerika'yı yeniden inşa et!” diyordu.
 
Trump seçim kampanyası boyunca ABD'nin Afganistan ve Irak işgallerinin “aptallık” olduğunu söylüyor, “Orada ne yapıyoruz bilmiyorum”, ama “Milyarlarca dolar harcıyoruz, bunu biliyorum” diyor ve seçimi kazandığı takdirde bu saçmalığa bir son vereceğini dile getiriyordu.
 
Trump bir süredir beklenen yeni “Afganistan planı”nı açıkladı. Trump'ın yeni planı iki ana unsurdan oluşuyor; bunların ilki Trump'ın daha önce sarf ettiği tüm bu sözlerin aksine Afganistan'daki Amerikan askeri varlığının arttırılmasını öngörüyor, ikincisi ise Pakistan üzerindeki baskının yoğunlaştırılması yönünde.
 
Trump, yeni planı açıkladığı uzun konuşmasında, Afganistan konusunda geçmişte ve seçim kampanyasında benimsediği yaklaşımla aldığı yeni kararın birbirinden farklı olduğunu, bu farklılığın nedeninin Beyaz Saray'da uzun zamandır devam eden geniş kapsamlı toplantılar sonucunda elde ettiği detaylı bilgiler olduğunu söyledi.
 
Oysa Trump'ın yeni Afganistan kararı önceki görüşlerinden sadece farklı değil, aynı zamanda önceki görüşlerinin toptan reddi ve daha önce çok sert eleştirdiği, “aptalca” bulduğu yaklaşımın kabulü anlamını taşıyor.
 
Trump konuşmasında; geçmişte ABD'nin Afganistan'dan hemen geri çekilmesi gerektiğini ileri sürdüğünü, ancak Irak'taki IŞİD deneyiminden sonra, böylesi hızlı bir çekilme sonunda doğacak boşluktan teröristlerin yararlanabileceği ve boşluğu teröristlerin dolduracağı yönündeki uyarıları dikkate aldığını, bu nedenle çekilme değil, askeri varlığın artırılması yönünde karar verdiğini dile getirdi. Trump konuşmasında, Afganistan'da “Ulus inşa etmeyeceğiz”, onlara “Nasıl yaşamaları gerektiğini empoze etmeyeceğiz”, “Kendi karmaşık toplumlarını nasıl yöneteceklerini söylemeyeceğiz”, orada “Biz teröristleri öldüreceğiz” dedi.
 
ABD askeri aygıtı kesintisiz olarak tam 17 yıldır Afganistan'da zaten “teröristleri öldürmüyor” mu? Bu kararın yeniliği neresinde? Yenilik kuşkusuz ki kararla ilgili değil, yeni olan Trump'ın tutumundaki değişim. Seçim kampanyası boyunca seslendirdiği dış politika yaklaşımında ilk olarak Suriye'deki Amerikan askeri varlığı ve saldırganlığını artırarak başlattığı değişikliği, şimdi Afganistan'a da taşımış olmasında.
 
Trump son konuşmasında, dört kez Afganistan'da “kazanılacak zafer”den, yedi kez Afganistan'da “düşmanı yenilgiye uğratmak”tan söz etmiş ama konuşmasında bu konuda ne somut bir hedef ne de somut bir zaman planının bulunmaması dikkat çekiyor. Trump'ın gündeme getirdiği tek unsur “Teröristleri öldüreceğiz” yani “Ben daha iyi öldürürüm” ve bu da Amerika'nın Afganistan'daki 17 yıllık işgali bağlamında zaten hiçbir yenilik içermiyor. Amerika'nın Sovyetler'in yıkılışı sonrası başlattığı “sürekli savaşlar”, şimdi bu savaşları sona erdireceğini defalarca haykırarak Beyaz Saray'a tırmanan Trump'ın “komutası altında” devam ediyor ve edecek.
 
Trump'ın Afganistan kararı hakkında ABD basınında çıkan haber ve yorumlara bakılacak olursa, Amerikan politik sistemi çok güçlü bir “askeri vesayet” altında ve bu liberal Amerikan basınının ve liberal Demokrat Parti yönetiminin kuvvetle savunduğu bir politik seçenek haline gelmiş durumda. New York Times'ın Beyaz Saray içinde güçlü haber kaynaklarına sahip tecrübeli yazarları Maggie Haberman ve Mark Landler'in geniş haber-analizine göre, Trump'ın açıkladığı yeni karar kabinesindeki emekli ABD ordusu generalleri Savunma Bakanı Mattis ve Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster tarafından ilkbaharda önerilmişti. Rusya'nın ABD seçimlerine Trump lehine müdahalesi iddiası ve Kuzey Kore ile yaşanan nükleer gerginlik gündemi kaplarken, Beyaz Saray'da esas olarak bu konu tartışılıyordu ve Beyaz Saray'da farklı yaklaşımlar vardı (Angry Trump Grilled His Generals About Troop Increase, Then Gave In, August 21).
 
Trump'ın generalleri aylarca Afganistan'da “büyük bir askeri yaklaşım”ın zorunluluğu konusunda ısrar ederken, Beyaz Saray'daki toplantılarda konuya ilişkin oldukça farklı sesler çıkaran unsur, Trump'ın Afganistan hakkındaki yeni kararını açıklamazdan birkaç gün önce Beyaz Saray'daki görevine son verilen Steve Bannon olmuştu. Bannon toplantılarda, Trump gibi ABD'nin savaşlarına muhalefet ederek seçimi kazanan Obama'nın da generaller tarafından yönlendirilerek politika belirlediğini ve bu nedenle de bazı konularda başarılı olamadığını, neo-conlardan Obama'nın ilericilerine tümünün 16 yıldır aynı yönde “büyük” kararlar aldığını ve bu kararların sonuçlarının da ortada olduğunu söylemiş, “Afganistan'daki asker sayısını artırmamız neyi değiştirecek? Bu karar alındığında bizi öncekilerden akıllı yapan ne olacak?” sorularını sormuştu. Konunun görüşüldüğü bir Ulusal Güvenlik Konseyi toplantısında Bannon ve Trump'ın “sorumluluk sahibi” generali McMaster arasında sert tartışmalar yaşanmış, bu sert tartışma ilişkilerinin iyice bozulmasına neden olmuştu.
 
Trump'ın generalleri, Trump'a karşı keskin bir muhalefet yürüten Amerikan politik elitinin ve ana akım basınının başından beri güçlü bir biçimde arkalarında durduğu ve bu grupların yeni yönetimin selametine bu unsurların varlığı nedeniyle kefil olduğu temel aktörlerdi. Bu aktörlerin Trump'ı ve yönetimini ana akım çizgiye çekeceği, ona keskin sınırlar çizeceği güvenle vurgulanıyordu. Trump'ın baş stratejist olarak görev verdiği ve Ulusal Güvenlik Konseyi'nde önemli bir pozisyona getirdiği ırkçı-faşist Bannon ise başından beri aynı odakların hedef tahtasına yerleştirdiği, Trump'ın gerisindeki gerçek “tehlike” olarak resmedilen unsurdu. Bannon'un ırkçı-faşist eğilimlere sahip olması bir gerçeklikti, kısa bir süre öncesine kadar yönetmekte olduğu Breitbart adlı ırkçı yayın organı Amerika'da beyaz üstünlüğünü savunan faşizan eğilimleri temsil eden önemli bir odaktı. Bunlar kesinlikle doğruydu, ancak bunların yanında Amerika'da gerçek iktidarın kaynağı ve temeline ilişkin başka doğrular da vardı. Amerikan emperyalizminin gerçek ve güçlü yönetim aygıtı sahnelenen “demokrasi tiyatrosunun” gerisinde sağlam ve derinlere kök salmış bir temele sahipti.
 
Görevine son verilmesinin ardından yazılanlardan öğrendik ki; Bannon sadece Trump'ın generallerinin “Afganistan'da büyük bir askeri yaklaşım” yönündeki önermelerine karşı çıkmamış, aynı zamanda, Trump'ın önemli destekçilerinden biri ve kız kardeşi Trump yönetiminde Eğitim Bakanı olan Black Water adlı paralı ordunun kurucusu Eric Prince ile kafa kafaya vermiş ve Afganistan'daki savaşın “özel orduya” ihale edilerek Amerikan vergi ödeyicilerinin paralarını “kurtarma” yönünde bir plan hazırlamış. Trump'ın generalleri bu plana karşı çıkmış, Trump bir kararsızlık yaşadıktan sonra generallerinden yana tutum almış ve Bannon'un ipi çekilmiş.
 
Ama hepsi bununla sınırlı değilmiş…
 
Bannon mensubu olduğu ABD yönetiminin Kuzey Kore'ye karşı yükselttiği saldırgan savaşçı tutumu da doğru bulmuyormuş. Görevden alınmasında önemli bir faktör olduğu iddia edilen yakınlarda yayımlanan bir söyleşisinde, Kore Yarımadası'nda askeri bir çözümün bulunmadığını tekrar tekrar ifade ediyor, olası bir askeri karşı karşıya gelişin sonunda 10 milyon Korelinin 30 dakika içinde yaşamını kaybedeceğini ileri sürüyor ve “askeri bir çözümü unutun” diyormuş (Steve Bannon, Unrepentant, The American Prospect, 16 Aug).
 
Bannon söyleşide “Askeri bir çözümü unutun” derken, yarımadanın nükleer silahtan arındırılması için Kuzey Kore ile bir anlaşmaya Çin aracılığıyla varılabileceğini, Kuzey Kore'nin nükleer silah denemelerini durdurması, dondurması ve gerçek denetimlere izin vermesi karşılığında Amerikan askeri varlığının yarımadadan çekilmesinin gündeme gelebileceğini, ancak böylesi bir anlaşmanın çok uzakta olduğunu dile getiriyordu.
 
Böyle bir anlaşma neden “çok uzakta”? Böyle bir anlaşmanın kendisi değil sadece gündeme gelmesi bile kimleri çileden çıkarıyor? Bu tip bir anlaşma, liberal ABD basınının aylardır özel yayınlarla dünyaya “ılımlı”, “sorumluluk sahibi”, “Trump'ı dengeleyebilecek özel kişilikler” olarak sunduğu ABD ordu ve istihbarat örgütü yetkililerini çileden çıkarıyor. Bannon'un Kuzey Kore ile Çin aracılığıyla varılacak bir anlaşma sözlerinin dünya basınına yansımasından hemen sonra “sorumluluk sahibi”, “ılımlı” ABD yetkililerinden art arda savaşa hazır oldukları yönünde yeni açıklamalar gelmeye başladı. ABD'nin Asya'da hakim güç olarak varlığını sürdürmesinin temel koşulu askeri gerginliklerin, silahlanmanın, savaş tehditlerinin sürekli olarak canlı tutulmasıdır. Olası bir yumuşama ve barış yönelişinden en çok zararı ABD'nin bölgesel hegemonyası görecektir.
 
Trump seçim kampanyası boyunca seslendirmiş olduğu dış politika çizgisinin tabutuna son çivileri Afganistan hakkındaki kararıyla çakarken, seçim kampanyasından beri en yakınında olan çalışma arkadaşlarından Bannon'u da kendi koltuğunu biraz daha sağlamlaştırmak için kurban etmiş oldu. Bannon'un görevine son verilmesinin ardından New York Times'ın yayımladığı bir fotoğraf Beyaz Saray'da yaşanılan süreci çok iyi yansıtmaktaydı. Trump'ın yönetimini yeni oluşturduğu günlere ait fotoğraf, Beyaz Saray'da olağan bir güne aitti ve fotoğrafta Trump'ın yanında yer alan 6 kişi, onun en yakın çalışma arkadaşlarıydı. Bannon'un tasfiyesinden sonraysa, fotoğrafta yer alan 6 kişinin 4'ü artık Beyaz Saray'da değildi ve Trump'ın en yakınında yer alan isimler yaklaşık 7 ay içinde tasfiye edilmişti.
 
Trump'ın başkanlığı satın alma süreci en yakınındaki isimlerin tasfiyesini ve daha önce “aptalca” bulduğu politikaları uygulamasını gerektirdi. ABD'nin Afganistan'da başlangıçtan bugüne dek harcadığı paranın 2,4 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor. ABD yurttaşlarından vergiler aracılığıyla alınan bu paraların önemli kısmının, Amerikan askeri-endüstriyel kompleksinin büyük şirketlerine transfer edilme sürecinde Afganistan'daki “sürekli savaş” kuşkusuz ki vazgeçilmez bir öneme sahip. Amerika'ya yönelen “terör tehdidi” ve “terörle savaş” gerekçesi olmadan bu “sonsuz savaş”larda harcanan trilyonlarca dolar için Amerikan yurttaşlarını nasıl ikna edebilirsiniz?
 
Bret Stephens, Amerikan güvenlik örgütlerinin 2005 yılında yaptıkları açıklamada, Afganistan'da 2 bin ile 10 bin arasında Taliban militanının bulunduğunu söylediklerini, ancak aradan geçen yıllar içinde çok sayıda militanın öldürülmesine rağmen militan sayısının bugün 60 bine yükseldiği bilgisini veriyor. Bush'un da, Obama'nın da çok militan öldürdüğünü ifade eden Stephens, rakamlara bakıldığında ise militanların öldürüldükçe daha fazla arttığını gösteren bir tablonun ortaya çıktığını saptıyor.
 
ABD'nin “terörle savaş” örtüsü altında yükselttiği yeniden sömürgeleştirme savaşlarının yarattığı korkunç sonuçlar tüm yönleriyle ortada duruyor. Bu savaşlardan halklar lehine herhangi bir olumlu sonuç çıkması mümkün değildir.
 
ABD'nin “sürekli savaşı” dünya çapında hegemonya arayışının/zorlamasının ürünüdür, bu savaş önsüz ve sonsuz ve bu nedenle dünyanın yüz yüze olduğu en büyük ve önemli tehdidi oluşturmaktadır.
 
 
Cenk Ağcabay
sendika.org
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar