f3611d9a403c2ad1c8b5b72453d3eb4e.jpg

Ortadoğu’da hâkimiyet mücadelesinin yeni adresi: Lübnan

İran tarafından kuşatılma korkusu yaşayan İsrail-Suudi Arabistan, Lübnan’da Hizbullah’a karşı askeri seçeneğin aktif olarak kullanılmasını gündeme getirebilir. Buna yönelik çok yönlü hazırlıkların yapıldığı biliniyor. Bu bakımdan, olası Hizbullah karşıtı Lübnan savaşı, bölgesel çatışmaların yayılmasına yol açacaktır ve güç dengelerini yeniden şekillendirecektir.

14 Kasım 2017 Salı
Lübnan Başbakanı Saad Hariri, ziyarete gittiği Suudi Arabistan'da istifa ettiğini açıkladı ve Lübnan'a geri dönmedi. İlk kez bir başbakan ziyaret ettiği bir ülkede istifa ediyor ve ülkesine geri dönmüyor. Bu istifanın politik arka planı sanıldığından çok daha karmaşık ve sorunludur. Politik dengelerin çok ince ayarlandığı Lübnan'ın iç ilişkilerine daha çok bölgedeki güç odaklarının rekabeti ve çıkarları yön veriyor. İç politik dengenin bozulması, Lübnan'da bütün bölgeyi etkileyecek yeni bir savaşın başlaması anlamına gelecektir. Bölgesel güçlerin tetiklemeye çalıştığı iç savaşın sonuçları tahmin edilenden çok daha ağır olacaktır. Bu bakımdan Lübnan'da gelişmeleri anlamanın öncelikli yolu bu ülkedeki sosyo-politik ilişkilerin ve dengelerin tanınmasından geçiyor.
 
 
Lübnan'ı var eden tarihsel-sosyal-ekonomik ve politik dengeler
 
Lübnan'ın başkenti olan Beyrut'un köklü bir tarihi vardır. Antik Çağ'dan beri, Fenikelilerden başlayarak, özellikle ticari ilişkilerde önemli bir şehirdir. Daha sonra Asurlar, Babilliler, Persler, Makedonlar, Romalılar ve Osmanlılar, Beyrut merkezli Lübnan coğrafyasını yüzlerce yıl egemenlikleri altında tuttular.
 
İngiltere ve Fransa, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ortadoğu'yu dizayn ederlerken yapay devletler oluşturdular. Bu bakımdan Lübnan, tarihsel geleneği olan bir devlet olmayıp, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasının ardından Fransızların mandası olarak kuruldu. 1943'te “bağımsız” oldu ve 1945 yılında Birleşmiş Milletler üyeliğine alındı.
 
Yüzölçümü 10.452 km² olan Lübnan'ın nüfusu 6, 2 milyon olup başkent Beyrut'ta yaklaşık 2 milyon kişi yaşamaktadır. Kuzey ve Doğu'da Suriye'ye, Güney'de İsrail'e sınır olan Lübnan bir Akdeniz ülkesidir. Resmi dili Arapça olup Fransızca ve İngilizce çok yaygın olarak kullanılır. Ayrıca Almanca, Ermenice ve Kürtçe de kullanılan diller arasındadır.
 
18 farklı dini-etnik grubun bulunduğu Lübnan'ın nüfusunun yaklaşık olarak yüzde 93'ünü Araplar, yüzde 6'sını Ermeniler ve yüzde 1'ini diğer gruplar oluşturuyor. 2014 yılı verilerine göre halkın tahminen  yüzde 60'ı Müslüman (Şii % 32, Sünni %21, Dürzi %7), yüzde 42'si Hristiyan (Maruni % 25, Ortodoks % 7, Katolik %5, Ermeni Gregoryen %4), olarak dağılım gösteriyor. [Resmi nüfus sayımı yapılmayan ülkede bu oranlar ve rakamlar tartışmalıdır, bir kesinliği yansıtmamaktadır; -Sendika.Org'un notu]
 
1950'lere kadar Hristiyan nüfusu nispeten daha ağırlıkta olmasına rağmen yaşanan iç savaşlar nedeniyle Hristiyan kökenlilerin ciddi oranda göç ettikleri ve Müslüman kökenli nüfusun çoğunluğu oluşturmaya başladığı görülüyor. Müslümanlar ise Şiiler ve Sünniler olarak ayrışmış bulunuyor. 1980'lerden bu yana Şii nüfusunda belirgin bir artış yaşandı ve çoğunluğu oluşturmaktadırlar.
 
2016 yılı verilerine Lübnan'ın Gayri Safi Milli Hasılası yaklaşık olarak 53 milyar dolar olup kişi başına düşen milli gelir ise 11 bin dolardır. Ülke ekonomisinin yüzde 75'i özel sektöre dayanır. Metal-çelik sanayi ürünleri, kimya, tarım ve ulaşım ekipmanları gibi sektörler bulunsa da ekonomik ilişkiler daha çok bankacılık-finans ve turizme dayanmaktadır. Dünya Bankası verilerine göre 2015 yılında Lübnan ekonomisinde hizmet sektörünün (bankacılık/finans, sigortacılık, turizm) GSYİH'deki payı 2015 yılında yüzde 78'tir.
 
Arap dünyası içerisinde eğitim konusunda ilk sırada yer alan Lübnan'da 15 yaş ve üstü nüfusta okuma-yazma oranı 2003 itibarıyla yüzde 87,4'tür. Bu oran erkekler arasında yüzde 93,1, kadınlar arasında ise yüzde 82,2'dir. Devlete ait olan Lübnan Üniversitesi'ne karşılık ilki 1966'da Beyrut Amerikan Üniversitesi olarak kurulan özel üniversite sayısı bugün 42 civarındadır. Lübnan'da üniversiteye giden öğrenci sayısı 150 bin civarında olmasına karşılık, özellikle Ortadoğu ülkelerinde gelip Lübnan'da okuyan öğrenci sayısı yaklaşık 200 bin civarındadır.
 
Lübnan iktidar sistemi kendi içerisinde oldukça özgün bir özelliğe sahiptir. Devlet ve parlamento sistemi mezhepsel gruplara göre düzenlenmiş. Devletin üst düzey görevlendirmelerinde mecliste temsil edilen 18 dini grup esas alınarak yapılıyor. Örneğin cumhurbaşkanı Maruni Hristiyanlardan, başbakan Sünni Müslümanlardan, meclis sözcüsü Şii Müslümanlardan, başbakan vekili ve meclis başkanı ise Rum Ortodokslardan seçilir. Mecliste bulunan 128 milletvekili Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında eşit olarak dağılıyor. Meclis, cumhurbaşkanını altı yıl için üçte ikilik çoğunlukla seçiyor. Cumhurbaşkanı meclise danışarak başbakanı atıyor.  Lübnan'ın iç politik dengeleri tahmin edilenden çok daha karmaşık ve kırılgandır. Bu dengeler hesaplanmadan Lübnan'daki iç politik gelişmeleri doğru okumak son derece zordur. Çünkü Müslüman-Hristiyan, Şii-Sünni ilişkisini belirleyen faktörler esasen bölgesel güçlerdir. Bu bakımdan Lübnan'ın iç politikasında ortaya çıkan kriz esasen bölgesel rekabet ve çatışmanın bir yansıması olarak okumak gerekir.
 
 
İç savaşlar ülkesi Lübnan
 
Bir dönem Ortadoğu'nun Avrupası olarak bilinen Lübnan iç savaşlarının çok yönlü nedenleri var. Dinsel-mezhepsel çatışmalar, ideolojik ve politik ilişkiler ve bölgesel güç ilişkileri süreci etkileyen önemli faktörlerdir. 1948'de İsrail devletinin ilanıyla yüz binlerce Müslüman kökenli Filistinlinin Lübnan'a girişiyle iç dengeleri etkileyecek süreç başladı. FKÖ merkezli Filistinlilerin zamanla Lübnan siyasetine müdahale etmeleri ile başlayan süreç, Batı yanlısı bir politika izleyen Hristiyanlarla olan ilişkileri ciddi oranda etkilemeye başladı.
 
1970'lerden sonra dinsel savaşın Ortadoğu'daki ilk adımı, Lübnan'da Hristiyan ve Müslüman gruplar arasında atıldı. 17-18 Ekim 1976'da Suriye, Mısır, Kuveyt ve Suudi Arabistan devlet başkanlarının Riyad Toplantısı'nda aldıkları kararla, Suriye askeri güçlerinden oluşan 30 bin kişilik güç, “Arap Barış Gücü” adı altında Lübnan'a girerek iç savaşa müdahale etti. Bu müdahalenin önemli şartlarından biri, “Filistinli gerillaların Lübnan'dan kalması ancak Lübnan iç politikasına hiçbir şekilde karışmaması” kararıydı. Bu karar FKÖ tarafından kabul edilmedi ve Güney Lübnan bölgesini kontrol ederek “güvenli bölge” oluşturdu.
 
16 Eylül 1982 tarihinde İsrail yanlısı aşırı sağcı Hristiyan Falanjist milisleri, Batı Beyrut'ta Sabra ve Şatilla mülteci kamplarını basarak çocuklar dâhil 3 bine yakın Filistinliyi katlettiler.
 
FKÖ'nün Lübnan'daki varlığını kabul etmeyen İsrail ise Beyrut'u kuşatmaya aldı. 21 Ağustos 1982'de Amerikan, Fransız ve İtalyan askerlerinden oluşan 2 bin kişilik Barış Gücü denetiminde, FKÖ güçlerinin Beyrut'u terk etmesi, FKÖ'nün stratejik yenilgisine yol açtı. Arap ülkelerine dağılmak zorunda kalan FKÖ,  silahlı mücadele politikasında önemli değişikliklere giderek İsrail'i tanımak koşuluyla uluslararası diplomasiyi ön plana çıkartmaya başladı.
 
2005 yılına kadar Lübnan'da kalan Suriye askeri güçleri, Lübnan'ın iç politikasında ciddi oranda etkili oldular. Suudi Arabistan ile yakın ilişki içerisinde olan ve Suriye ordusunun Lübnan'ı terk etmesini isteyen Başbakan Refik Hariri, 14 Şubat 2005'te Beyrut'ta uğradığı suikast sonucu öldürüldü. Bu süreç hem Suriye ordusunun Lübnan'dan çıkışına yol açtı hem de Suriye'de oluşan bugünkü tablonun gerekçelerinden biri oluşturuldu.
 
2007 yılında ise yeni bir çatışma düzlemi belirdi. Filistin mülteci kampı Nahr El Bared'de Lübnan ordusu ile El Kaide'ye yakın olduğu söylenen Fetih El İslam arasında çıkan çatışma, kamptaki barınakların yüzde 85'inin yıkılmasına ve yaklaşık 40 bin mültecinin yer değiştirmesine, 169 asker, 287 militan ve 47 sivilin hayatını kaybetmesine neden oldu.
 
 
Lübnan'da İsrail-Hizbullah Savaşı
 
Hizbullah (Allah'ın Partisi) 1982'de İsrail'in Güney Lübnan'ı işgal eden İsrail'e karşı yürütülen savaş içerisinde kurulur. Sosyal-politik ve ideolojik bir hareket olarak kendisini tanımlayan Hizbullah'ın ideolojik ilkeleri içerisinde anti-emperyalizm ve anti-Siyonizm özel olarak ön plana çıkar. Lübnan Hizbullahı hem güçlü sosyolojik temelleri hem de askeri ve politik dinamikleri olan bir hareket olarak tanımlanabilir. Sahip olduğu askeri gücüyle Hizbullah, Lübnan'daki politik ilişkilerde mutlak söz sahibidir. Aynı zamanda yoksul Lübnan halkına yardım etmek için kurduğu 8 hastane, 24 klinik, 32 okul ve 6 tane de çiftçiler için tarım yardım derneği bulunuyor. Yardımlar sadece Şiilere yönelik değil, fakir olan bütün Lübnanlıları kapsaması nedeniyle Hizbullah, Sünni Müslümanlar ve Hıristiyanlar içinde de belirli bir saygınlık ve etki yaratmıştır.
 
Hizbullah'ın Lübnan'da stratejik bir güç olmasını sağlayan iki temel unsur dengeleri bütünüyle değiştirdi:
 
Birincisi, 12 Temmuz 2006 – 14 Ağustos 2006 tarihleri arasında ve kayıtlara ‘33 gün savaşı' olarak geçen Hizbullah-İsrail savaşı, Lübnan'da önemli bir dönüm noktasını oluşturur. Bu savaşta Hizbullah yaklaşık 500 savaşçı hayatını kaybetti. Lübnan'da  bin 109 sivil yaşamını yitirdi, 3 bin 500'den fazla kişi yaralandı. 1 milyondan fazla kişi mülteci konumuna geldi. Buna karşılık İsrail'de 40 sivil yaşamını yitirdi 100'den fazla kişi yaralandı. İsrail'in askeri kayıpları ise tahminen şöyle: 130 asker hayatını kaybetti, 650'ye yakın askeri yaralandı, 2 asker esir düştü. Ayrıca 130 Merkava tankı, 2 savaş uçağı, 5 helikopter, 408 zırhlı araç, 3 fırkateyn olarak tahrip oldu. 14 Ağustos'ta uluslararası güçlerin devreye girmesiyle yapılan ateşkes sonucunda Hizbullah, İsrail'in çok büyük askeri olanaklarına rağmen yenilebileceğini ortaya koydu ve bir bakıma İsrail'in askeri prestijini önemli oranda sarstı. Bu süreç aynı zamanda Hizbullah'ın Lübnan'da sosyal ve politik olarak önemli bir güç haline gelmesini sağladı ve Lübnan ordusuna paralel askeri güç konumunu elde etti. Bu bakımdan İsrail-Hizbullah savaşı,  Hizbullah'ın Ortadoğu güç ilişkilerinde ön plana çıkmasını sağlayan ve bölge dengelerinde hesaba katılan bir hareket haline geldi.
 
İkincisi, Şam rejimini destekleme kararı alan Hizbullah, binlerce savaşçısının radikal İslamcı örgütlere karşı aktif konuma geçirerek özellikle Lübnan sınır bölgelerini bütünüyle kontrol altına aldı. Suriye'de El Nusra ve IŞİD gibi radikal İslamcı örgütlerin tasfiye edilmesinde, hatta Şam'ın güvene alınmasında Hizbullah askeri güçlerinin çok önemli bir rolü bulunuyor. Bugün Hama, Humus ve Deyrizor'un kurtarılmasında, Hizbullah askeri güçlerinin büyük bir katkısı var. Lübnan Hizbullah'ı Suriye güç dengelerinde hesaplanan önemli bir aktör olarak ön plana çıkıyor. Rusya-İran-Lübnan Hizbullahı üçlüsü Suriye savaşının askeri dengesini değiştirdi.
 
Hizbullah, Suriye savaşında edindiği muazzam savaş deneyim ve artan askeri gücüyle Lübnan'daki politik dengeleri önemli oranda değiştirecek potansiyele sahiptir. Lübnan ordusu ne askeri olarak Hizbullah güçleriyle çatışmaya girebilir ne Hizbullah'ın izni olmadan kendi başına bir operasyon yapabilir. Aynı şekilde Hizbullah, 2006 yılına oranla İsrail karşısında çok daha güçlü bir konuma gelmiş bulunuyor. Elinde önemli oranda gelişmiş askeri teçhizat bulunuyor. Lübnan siyaseti üzerinde daha etkili bu iki durum, bölge ilişkilerini etkileyecek yeni bir sürecin doğmasına yol açabilecek gibi görünüyor.
 
 
İran-İsrail-Suudi Arabistan çatışma merkezi: Lübnan
 
Lübnan üzerinde başlayan çatışma ve rekabet esasen bölgesel güçlerin hâkimiyet alanıyla doğrudan ilişkilidir. İran'ın Ortadoğu'da uygulamaya koyduğu Suudi Arabistan'ı kuşatma stratejisi çok yönlü işliyor. Yemen'de fiilen savaşı örgütleyen İran, Irak'ta sağladığı askeri ve politik etkinlikle de bir bakıma Suudi Arabistan'a sınır oldu denebilir. Suriye üzerinden Akdeniz'e açılma stratejisini aşamalı olarak uyguluyor ve Hizbullah ile olan stratejik ilişkisiyle Lübnan üzerinde belirgin bir etki oluşturmaya başladı. Hem Suriye'de kalıcı olmayı hem de Hizbullah üzerinden Lübnan'ı kontrol etmeyi planlayan İran, fiilen İsrail'e komşu haline geldi.
 
İran'ın önlenemez yükselişi karşısında Lübnan üzerinde İsrail- Suudi Arabistan ittifakı oluşmaya başladı. Her ikisi için de Lübnan önemlidir ve mutlak olarak kontrol edilmesi gereken bir alan olarak görülüyor. Lübnan'ı kaybeden, Filistin'i bütünüyle kaybeder ve İran'ın etki alanına girmesiyle Tahran Filistin üzerinde Mısır ile de komşu olmaya başlar. Böylelikle Suudi Arabistan ve İsrail bütünüyle kuşatılmış olacaktır. Bu bakımdan Lübnan üzerinde doğrudan ve dolaylı yeni bir savaş fiilen başlamış durumda. Öncelikli olarak vekâlet savaşı denilen dolaylı savaş, bölgedeki aktörler üzerinde yürüyecektir.
 
Lübnan Başbakanı Saad Hariri'nin Suudi Arabistan'a gidip istifa etmesi bütünüyle Prens Salman'ın baskıları sonucudur. Suudi Sarayı'nın başlattığı iç operasyon sürecinde istifa etmesi aslında bütünüyle söz konusu operasyonun bir parçası olarak gözaltına alınmasıdır. Çünkü Hariri'nin gözaltına alınan prenslerin inşaat şirketleriyle ortaklığı bulunuyor. Hariri'nin Suudi Arabistan'da istifasını açıklamasının bir başka yönü de Hizbullah tarafından öldürülme olasılığını uluslararası kamuoyuna yansıtmak ve böylelikle Hizbullah'a karşı küresel baskıların artırılmasını sağlayarak Lübnan'daki hareket alanını sınırlamaktır. Aynı şekilde, başbakan olarak Hariri'nin çağrısıyla uluslararası güçleri Lübnan'a müdahale etmesin zemin hazırlanması planlanıyor.
 
Suudi Körfez İşleri Bakanı Thamer el Sabhan, Twitter hesabından yaptığı “ABD'nin Lübnan'daki terörist militanlara karşı yaptırımları iyi olacaktı, ancak çözüm, bölge güvenliğini ve barışı sağlamak için kendisiyle ve onunla yüz yüze kalacak katı bir uluslararası koalisyon kurmak” biçimindeki açıklaması önümüzdeki süreçte Lübnan'da çok yönlü gelişmelerin yaşanacağını gösteriyor.
 
Bütün bu hamleler tutmazsa, İran tarafından kuşatılma korkusu yaşayan İsrail-Suudi Arabistan, Lübnan'da Hizbullah'a karşı askeri seçeneğin aktif olarak kullanılmasını gündeme getirebilir. Buna yönelik çok yönlü hazırlıkların yapıldığı biliniyor. Özellikle uluslararası kamuoyunu hazırlamaya yönelik planlardan bir sonuç alındığında Ortadoğu savaşının Lübnan'a taşınması gündeme gelecektir. Bunun kolay olmadığı ve tersine bir durum yaratacağı ve olası bir savaşın İsrail ve Suudi Arabistan'ı doğrudan etkileyeceği de çok açıktır. Bu bakımdan, olası Hizbullah karşıtı Lübnan savaşı, bölgesel çatışmaların yayılmasına yol açacaktır ve güç dengelerini yeniden şekillendirecektir.
 
 
Mustafa Peköz
sendika.org
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar