israel-eeuu-isis-600.jpg

İran’ı sınırlamak için El Kaide ile ittifak

Ortadoğu'da işgal ve istilalarını “İslamcı Terörle Savaş” gerekçesine dayandıranlar, sözde “en büyük düşmanları” El Kaide ve bağlantılı çeteleri politik, finansal ve askeri olarak desteklemeye devam ediyorlar, çünkü bu çetelerin ve bu çetelerin savaşlarının yarattığı koşulların kendileri için çok değerli bir “varlık” olduğunu deneyimleriyle çok iyi biliyorlar.

21 Şubat 2018 Çarşamba
ABD Ulusal Güvenlik Konseyi'nde Trump'ın en yetkili danışmanı olarak yer alan emekli general H. R. McMaster Münih Güvenlik Konferansı'nda yaptığı konuşmada, İran'ın Lübnan, Irak, Yemen ve Suriye'de giderek güçlenen vekil ordularına karşı güçlü eylem çağrısında bulundu ve “İran'a karşı harekete geçme zamanı geldi” dedi. İran'la ticaret yapan ülkeleri, bu faaliyetleriyle İran'ın füze geliştirme programlarına ve Ortadoğu'daki istikrarsızlaştırıcı faaliyetlerine fon sağlamakla suçlayan McMaster, İran'ın asıl ticaret ortaklarının Rusya ve Çin olduğunu ancak Japonya, Almanya ve Güney Kore'nin de İran'la ticareti sürdürdüklerini belirtti. İran'la imzalanan Nükleer Anlaşması'nın ciddi kusurlara sahip olduğunu gündeme getiren McMaster, bu konuyu yeniden ele almanın zamanının geldiğini vurguladı. McMaster, ahlaki sorumluluğun ve uluslararası güvenliğin gereğinin İran'la ticareti durdurmak olduğunu ileri sürdü.
 
Birleşmiş Milletler'deki “ortakları”nın İran karşıtı bir pozisyona geçmemesinden yakınan bir başka ABD yetkilisi Trump'ın BM Özel Temsilcisi Nikki Halley'di. Halley New York Times'ta yayımlanan yazısında, İran'ın sağladığı füzeleri kullanan Husi militanlarının Suudi Arabistan'da sivil hedefleri vurduğunu ileri sürdü. Olası bir savaşın engellenmesi için İran'ın BM tarafından hemen durdurulması gerektiğini söyleyen Halley, füzeler Suudi Arabistan'da bir sivil katliamına neden olursa savaşı engellemek için çok geç kalınacağı tehdidini seslendirdi. (Nikki Haley: The U.N.'s Uncomfortable Truths About Iran, Feb 17) Halley iğrenç yazısında, Amerikan emperyalizminin tipik tutumunu ortaya koymuştu; onlar için itaatkar ve zengin Suudi Arabistan'da henüz yaşanmamış, sadece uzak bir katliam olasılığı bile “meşru” savaş nedenidir, ama Yemen'de üç yıldır Suudi-BAE ve ABD bombaları altında can veren, blokaj nedeniyle açlık ve hastalıkla savaşan binlerce Yemenli yoksul ve itaatsiz oldukları için bunların tümünü hak etmektedirler.
 
Halley 3 yılın sonunda Yemen'de gelinen noktayı şu sözlerle ortaya koyuyor: “Yemen bugün dünyadaki en kötü insani krizin asıl sahnesidir”, “Yemen halkının yüzde 75'i insani yardıma ihtiyaç duyuyor”, “hükümet bu ihtiyaçları karşılayacak durumda değil”… Bunların tümü doğru ve bu tablonun asıl sorumlusu Yemen'de vahşi hava saldırılarıyla ülkenin tüm altyapısını çökerten, binlerce sivili öldüren ABD destekli Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri saldırganlığı. Gerçekliği bu düzeyde çarpıtmak için ancak Amerika'nın en üst düzey birkaç diplomatından birisi olmak gerekiyor. Yemen halkının yaşadığı büyük yıkımın sorumluları, bu kez, yarattıkları yıkımın sonuçlarını İran'a saldırı gerekçesine dönüştürmeye çalışıyorlar.
 
    
İsrail'den El Kaide'ye açık destek
 
Münih Güvenlik Konferansı'nda konuşan bir başka isim İsrail Başbakanı Netanyahu idi. O, son bir yılda sıkça yinelediği tehdit yüklü konuşmalarından birini yaparken bu kez, “sadece vekillerine karşı değil gerekli olursa bizzat İran'ın kendisine karşı da harekete geçeriz” sözleriyle İran'ı bir kez daha açıktan tehdit etti. Netanyahu'nun konuşmasındaki asıl önemli unsur sürekli yinelediği savaş tehditleri değildi; asıl önemli ve yeni olan unsura Haaretz'den Amos Harel dikkat çekti. Beşar Esad'a İran'ın Suriye'de askeri bir varlık oluşturmasına engel olma çağrısı yapan Netanyahu, bu istekleri kabul edilmezse bugüne kadar dahil olmadıkları Suriye Savaşı'nda “isyancılara” desteklerini arttıracaklarını söyledi.
 
Harel, İsrail Suriye arasındaki son zamanlardaki gerginliğin sadece düşürülen İsrail savaş uçağı nedeniyle yükselmediğini, Suriye yönetiminin savaşta elde ettiği kazanımların İsrail'de yarattığı kaygıların bir süredir belirleyici hale geldiğini yazarken, geçen Kasım ayında Rusya, ABD ve Ürdün arasında Güney Suriye için yapılan çatışmasızlık bölgesi anlaşmasında İsrail'in isteğinin Şii milislerin sınırdan 60 kilometre uzaklaştırılması olduğunu, fakat bu isteğinin gerçekleşmediğini, Şii milislerin sadece beş kilometre uzaklaştığını ileri sürüyor. Bu durum İsrail yönetiminde kaygı yaratıyormuş. (To Push Iran Back, Israel Ramps Up Support for Syrian Rebels, ‘Arming 7 Different Groups', Haaretz, Feb 19)
 
Suriyeli “isyancılar”la yakın ilişkilere sahip olduğu ve geçtiğimiz haftalarda bu grupların liderleriyle bir araya geldiği söylenen politik-analist Elizabeth Tsurkov'dan aktarmalar yapan Harel, Suriye rejiminin elde ettiği kazanımların harekete geçirdiği İsrail yönetiminin son aylarda “Sünni isyancılara” silah sevkiyatını ve desteği önemli ölçüde arttırdığını, Tsurkov'un görüştüğü “isyancı liderlerin” de bu durumu teyit ettiğini bildiriyor. Tsurkov'un sözleriyle “İsrail yedi ayrı Sünni isyancı gruba” yüklü miktarda silah, mühimmat, yiyecek, giysi aktarmaya başlamış. Bu grupların Nusra Cephesi ve müttefiki Cihatçı gruplar olduğu biliniyor. İsrail El Kaide'ye silah, mühimmat, para desteğini arttırmış; bu bizim için “aşikarın beyanı” ama ilk elden açıkça ifade edilmesi belki ABD-İsrail'in “İslamcı Terörle Savaş” politikasının niteliğinin biraz daha iyi kavranmasına olanak sağlar. İsrail Ordu Radyosu'na konuşan İsrail Ordusu Özel Operasyonlar Komutanı Nitzan Alon'da, “[Suriye'de durum] bu yıl derece derece bozuldu, bu da bizim savaş hazırlıklarımızı arttırmamıza neden oldu” diyor ve bu yıl Suriye'deki iç savaşta stratejik değişimler yaşandığını, Suriye rejiminin gücünü artırdığını, onu destekleyen Hizbullah ve İran'ın da konumlarını güçlendirdiğini iddia ediyor. “Buna izin vermeyeceğiz. Önümüzdeki savaş sert olacak, ama bizim için değil karşı taraf için sert olacak” diyen Alon, “Çok kısa bir sürede çok büyük bir güçle hareket”e geçeceklerini ileri sürüyor.
 
  
NATO üyesi ülkelere Irak çağrısı
 
ABD Savunma Bakanı Mattis Ocak ayında Brüksel'deki NATO merkezine yazdığı bir mektupla, Irak'ta oluşturulacak bir NATO askeri misyonu için NATO üyesi ülkelere çağrı yaptı. Mattis'in çağrısında, NATO'nun Irak'ta oluşturması gereken misyonun ve bu çerçevede IŞİD'le savaşta Irak güvenlik güçlerine eğitim desteği verecek bir askeri akademinin kurulması önerisi yer alıyordu. NATO'nun bir biçimde Irak'a doğru genişlemesi anlamına gelen bu çağrı doğrultusunda ön görüşmeler Mattis'in mektubundan kısa bir süre sonra İtalya'daki Amerikalı NATO komutanı James Foggo'nun Bağdat seyahatinde gerçekleştirildi. Bu seyahat çerçevesinde yirmiden fazla NATO mensubu komutan Bağdat'a yerleşti. Temmuz ayındaki NATO Zirvesi'nde bu konuda daha önemli kararlar alınması gündemde. ABD'nin bu girişimine Almanya'dan da destek geldi, Dışişleri Bakanı Gabriel, Irak'ın güvenlik kapasitesinin artırılmasının yakın gelecek için önemli olduğunu ve Almanya'nın bu konuda aktif destek sunacağını söylemişti. Gabriel'in bu açıklamasından sonra Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Meyer Irak'a gitti ve Irak güvenlik güçlerinin eğitimine Alman uzmanlarının da katılımını öngören bir anlaşma yapıldığını açıkladı.
 
Geçen hafta basına bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı Tillerson, “ABD IŞİD karşıtı koalisyona önderlik ediyor ve Körfez'deki müttefiklerinden Irak Suudi Arabistan yakınlaşması çerçevesinde İran'ın Irak'taki nüfuzunun zayıflatılması için Irak'ın yeniden inşasında ortaya çıkan yüklerin önemli kısmını omuzlamasını bekliyor” dedi. (Israel considers Iran's presence in Syria as dangerous: Guterres, Feb 13)
 
İsrail'in güçlü bir destek sunduğunu artık açık açık ilan ettiği “Sünni İslamcı” denilen el Kaide ve bağlantılı Cihatçı grupların Irak ve Suriye'deki ana sponsorları Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt'ti. IŞİD bu ülkelerden aldığı güçlü destekle bu grupların en irisi haline gelmiş, Irak ve Suriye'de bir güç alanı oluşturmuştu. 2007'de ABD yine Suudi Arabistan öncülüğündeki Körfez ülkelerinin Irak'ta inisiyatif almasını ve Irak'ta artan İran etkisine karşı bu ülkede alanlarını genişletmesini istemişti. IŞİD'le birlikte hareket eden Irak'taki çeşitli aşiretlerin ana sponsorunun Körfez ülkeleri olduğu belgeleriyle ortaya konuldu. Bu “inisiyatif”in sonuçları son 7 yılda Irak'tan Suriye'ye yayılan “devrim” coğrafyasında gözlerimizin önünde en açık haliyle duruyor. Bu sonuçları yaratanlar şimdi yeniden “inisiyatif” almaya çağrılıyorlar. Tillerson konuşmasında adeta dalga geçerek, “Eğer Irak ve Suriye'de yeniden inşa başarılamazsa, koşullar IŞİD'i yeniden doğurabilir” diyor. Bu çağrının gerçek anlamının İran'ı sınırlama olarak adlandırılan politikaya daha güçlü katılım talebi olduğu açık.
 
  
İsrail'de savaşın zorunluluğu konuşuluyor
 
ABD'nin Ortadoğu politikasında İran'ı sınırlamanın merkeze yerleşmesi en fazla İsrail ve Körfez ülkelerini memnun ediyor; ABD'nin daha uzun vadeli ve daha geniş kapsamlı harekat planı ile İsrail-Suudi hattının acelesi arasında zaman zaman bir taktik fark oluşuyor. İsrail-Suudi hattı Suriye'de ABD'nin müdahil olacağı açık bir savaşı bu nedenle sürekli kışkırtıyor. ABD uzun vadeli hedefleri doğrultusunda yeni ittifakları güçlendirerek, hedefine daha sağlam adımlarla ilerlemek istiyor. Son haftalarda Suriye'de gözlenen tırmanışta bu faktör belirleyici bir etki yarattı. Suriye'de Suriye Ordusu hedeflerine yönelik İsrail hava saldırıları ve düşürülen İsrail uçağı sözünü ettiğimiz kışkırtmalardan birisiydi. New York Times'ta yayımlanan geniş bir haber-analizde görüşlerine yer verilen ABD'deki Siyonist lobinin önemli odaklarından Foundation for Defense of Democracies uzmanlarından Amid Toumaj, İran'ın nihai amacının “Suriye'yi İsrail'le savaş için bir temel cepheye dönüştürme” olduğunu iddia ediyor ve bunun sadece “bir amaç değil artık bir realite” haline geldiğini söylüyor. Toumaj, İsrail'de artık bir Kuzey savaşının yani Suriye ve Lübnan'da yaşanacak bir savaşın zorunluluğunun konuşulmaya başlandığını iddia ediyor. (Iran, Deeply Embedded in Syria, Expands ‘Axis of Resistance', New York Times, 19 Feb)
 
  
İsrail Suriye'yle savaşırsa…
 
ABD yönetimine derinden nüfuz eden Siyonist lobinin Batı kamuoyunu İran'la savaşa hazırlama yönünde faaliyetlerinin giderek arttığını bu ve benzeri savaş kışkırtıcısı haber-yorumların Batı basınında kendine daha geniş yer bulmasından anlayabiliyoruz. Bu savaş kışkırtıcısı kampanyaların ve yaşanan gelişmelerin tüm bölge için yarattığı büyük tehlikeleri İsrail içinden görenler de var.
 
Haaretz editoryası dün yayımladığı bir yazıda, Netanyahu'nun Münih'teki konuşmasından hareketle savaşa yönelik adımların hızlandığını saptıyor ve gerçekte bu savaşın iddia edildiği gibi bir zorunluluk olmadığını savunuyor. İsrail'in Cihatçı güçlere olan desteğindeki artışa dikkat çekilen yazıda, mevcut durumun değil asıl Suriye'ye yönelik açık bir savaşın İsrail için tehlikeli olacağı vurgulanıyor. Editorya, “Böylesi bir savaşta ABD'nin İsrail'e açık desteğinin garantisi var mı? Rusya müttefikleriyle beraber hareket ederse ne olacak? Bu savaş bir İran savaşına dönüşürse İran'ın füzeleri ülkemize düşmeye başlamayacak mı? Gerçekten de tek seçenek savaş mı?” sorularını Netanyahu'nun açık biçimde yanıtlaması gerektiğini savunuyor. (The Slippery Slope in Syria, Haaretz, Feb 20)
 
Suriye Ordusu'nun Cihatçı çetelere karşı son birkaç haftada yoğunlaştırdığı operasyonlar karşısında Batı basınında başlatılan yeni kampanyalar, Batı devletlerinin Suriye yönetiminin kazanımlarından duyduğu rahatsızlıktan besleniyor. Artık kabak tadı vermiş söylem, “Esad rejimi ılımlı muhaliflere saldırıyor” yeniden manşetlerde. Ortadoğu'da işgal ve istilalarını “İslamcı Terörle Savaş” gerekçesine dayandıranlar, sözde “en büyük düşmanları” El Kaide ve bağlantılı çeteleri politik, finansal ve askeri olarak desteklemeye devam ediyorlar, çünkü bu çetelerin ve bu çetelerin savaşlarının yarattığı koşulların kendileri için çok değerli bir “varlık” olduğunu deneyimleriyle çok iyi biliyorlar.
 
Cenk Ağcabay
sendika.org
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar