dogu_guta_tahliye_edilen_cihatcilar.jpg

Türkiye’nin başındaki cihatçı sarmalı

Doğu Guta'daki tahliyelerle Fırat Kalkanı bölgesindeki cihatçı rezervi katlandı. Türkiye ise yakın ve uzak tehlikeler barındıran bu potansiyeli himaye etmekte pek cesur.

24 Nisan 2018 Salı
ABD, Britanya ve Fransa üçlüsünün Suriye'yi vurması safları yeniden belirlerken Doğu Guta'nın tahliyesiyle Türkiye'nin üzerine yeni yükler bindi. Suriye ordusunun kontrolüne geçen yerlerden çıkarılan muhalif güçlerin taşınmasıyla Türkiye'nin Fırat Kalkanı ile kontrol ettiği bölgeler “cihatçı rezerv” alanına dönüştü. Ankara ise ciddi riskler barındıran bu durum karşısında üstlendiği “himayeci” pozisyonundan pek de rahatsız görünmüyor.
 
9 Mart'tan bu yana Doğu Guta'dan, El Bab, Azez ve Cerablus'u kapsayan Fırat Kalkanı bölgesine ve İdlib'e ulaşan savaşçı ve aile fertlerinin sayısı 70 bine dayandı.
 
Sırasıyla Heyet Tahrir El Şam (HTŞ), Ahrar El Şam ve Feylak El Rahman'la yapılan anlaşmalar çerçevesinde Doğu Guta'dan başlayan tahliyeler son olarak 8-12 Nisan arasında İslam Ordusu'nun 8 bin savaşçısı dahil 48 bin kişiyle Duma'dan çıkmasıyla önemli bir boyuta ulaştı.
 
BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi'nin (OCHA) 10 Nisan tarihine kadar olan tahliyelerle ilgili verilerine göre, Doğu Guta'yı terk edenlerden 48 bin 422'si İdlib'e, 7 bin 395'i ise Cerablus'a geçti.
 
10-13 Nisan arasındaki tahliyeler ise bu rakamlara dahil değil. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'nin 15 Nisan itibarıyla verdiği rakamlara göre kuzeye gidenlerin sayısı 67 bin civarında.
 
Doğu Guta'dan otobüslerle kuzeye gönderilen bu insanlar çadır kentlerin yanı sıra cami, okul veya inşaat halindeki binalara yerleştirilmiş durumda. Türkiye merkezli insani yardım kuruluşları İdlib'e gidenler için çadır kentler kurulduğunu duyurdu. İslam Ordusu'nun komutanlarından İssam Buydani de Cerablus'taki bir kampı ziyaret ederken görüntülendi.
 
Daha önce de Halep, Humus, Hama, Şam kırsalı ve Lübnan-Suriye sınırından çıkartılan on binlerce savaşçı aileleriyle birlikte İdlib'in farklı bölgelerine yerleştirilmişti. Cihatçı grupların Türkiye'nin kontrolü ya da nüfuzu altındaki bölgelere yerleştirilmesi “Sınır hattında El Kaide-Taliban emirliği kuruluyor” ya da “Türkiye sınırı Peşaverleşiyor” gibi eleştirilere yol açmıştı.
 
Türkiye bu gruplarla ne yapacak sorusu ise ironik bir şekilde Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları ile yanıt bulmuş oldu: Bu grupların bir kısmı Suriye Ulusal Ordusu adıyla yeniden örgütlenerek Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) yedeğinde milis gücüne dönüştürüldü.
 
Ancak asıl yakıcı soru halen yanıt bekliyor: Türkiye durumu şimdilik idare etse de Suriye ordusu bu bölgeleri kontrol altına almak için harekete geçtiğinde on binlerce cihatçı nereye gidecek?
 
Hükümet, Afrin'in Şam'a bağlı güçlere devredilmesine yönelik taleplere olumsuz yanıt vererek şimdilik telaşa gerek olmadığı mesajını veriyor. Peki, Ankara bu örgütleri sadece Türkiye'nin sahada kalmasını kolaylaştıran geçici unsurlar olarak mı görüyor? Koşullar değişirse bu örgütleri Suriye yönetimine karşı savaşmak üzere yeniden seferber etme hesabı mı yapıyor? Yoksa Rusya ve İran'la ortaklığı sürdürüp yarın bu örgütlerin fişini çekmeyi mi düşünüyor? Riskin boyutunu Ankara'nın atacağı adımlar belirleyecek, ki başka ülkelerin yaşadığı tecrübeler kalıcı riskler üzerinde durmayı zaruri kılıyor.
 
Dahası, Doğu Guta'dan yapılan tahliyelere bağlı olarak yeni bir risk faktörü de devreye giriyor: Rakip cihatçı gruplar arasındaki gerilimin boyutu büyüyebilir. Doğu Guta'dan çıkartılan gruplar zaten kendi aralarında çatışma halinde. Feylak El Rahman ile HTŞ Doğu Guta'da İslam Ordusu'na karşı ortak hareket etti. İki taraf 2016'dan sonra defalarca çatıştı. Feylak El Rahman ile Ahrar El Şam da zaman zaman karşı karşıya geldi. Halbuki iki örgütün finansal patronu da aynı --Katar.
 
Bu ihtilafın kuzeydeki boyutları ise daha da ciddi. Ahrar El Şam ile HTŞ'nin İdlib uzantıları birbiriyle savaş halinde. Ahrar El Şam, Nureddin Zengi Tugayları'nın başını çektiği örgütler İdlib'de HTŞ'ye karşı koymak için Suriye Özgürlük Cephesi'ni (SÖC) kurdu. İdlib'de en istenmeyen örgüt ise İslam Ordusu. Çünkü diğer üç örgütle de ciddi sorunlar yaşıyor.
 
Haliyle Doğu Guta'daki hesaplaşma kuzeyde de devam edebilir. Bu risk, kimin nereye tahliye edileceğine dair tartışmalarda bile kendini göstermiş durumda. Doğu Guta'da tahliye pazarlıkları sürerken diğer gruplar, İslam Ordusu'nu İdlib'de istemediklerini açıkladı. Bunun üzerine Türkiye ile varılan mutabakat çerçevesinde Cerablus alternatifi devreye sokuldu. İslam Ordusu savaşçılarının yanlarında taşıdıkları hafif silahlara Fırat Kalkanı'nda görevli Türk askerleri tarafından el konuldu.
 
İslam Ordusu'ndan bir savaşçı Türkiye ile yaşadıkları problemi sosyal medyada üç nedenle açıkladı: İslam Ordusu'nun Selefi ekolünden gelmesi, kontrol altına alınmayı reddetmesi, rejim ve müttefikleri (İran-Rusya) için tehdit oluşturması.
 
Aslında Ahrar El Şam ile HTŞ'nin de ideolojik temellerinde Selefilik var fakat burada asıl mesele Suudi Vahabiliği. İslam Ordusu'nun lideri Muhammed Alluş İstanbul'da yaşasa da Suudi Arabistan bağlantısı nedeniyle Türkiye'nin adamı addedilmiyor.
 
Dolayısıyla İdlib'e yeni savaşçı tahliyesinin rakip taraflar için takviye güç anlamına geldiği söylenebilir. Bu değerlendirmede kimin kime katılacağı da önemli. Doğu Guta'dan çıkan Ahrar El Şam ve HTŞ savaşçılarının İdlib'deki adresleri belli olsa da Feylak El Rahman'ın hangi tarafta duracağı belirsiz.
 
Cihatçının cihatçıyla savaşı hiçbir şeye benzemez ancak Türkiye yine de hepsine “adil hami” yaklaşımıyla kucak açmaya devam ediyor. Bununla da yetinmeyip ılımlı örgüt muamelesi görebilsinler diye onları dönüştürmeye çalışıyor. Uyumlu olmaya dönük her açılım ise radikal unsurları bağımsız kalacakları yeni mecralara itiyor. Bu, radikallerle sonu olmayan bir oyun ve Türkiye bu oyunu çok sevmiş görünüyor.
 
Fehim Taştekin 
Al-Monitor
 
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar