ABD.jpg

Afganistan'dan Suriye'ye, Yemen'e değişen bir şey yok... Şimdi de hedefte İran var

Başta Amerika olmak üzere emperyalist güçlerin esas hedefi yok etmek için, kendileri direk müdahale etmeksizin bir çok araç kullanırlar. Dün Afganistan üzerinden Sovyetler Birliği'ni hedefe koyup El-Kaide'yi kullandılar, bu gün de El-Kaide ve onun gibi tekfirci örgütler üzerinden Irak'a, Suriye'ye, Yemen'e saldırıyorlar... Şimdi de hedeflerinde İran var...

8 Ağustos 2018 Çarşamba
İNTİZAR - Amerikan emperyalizmi kurduğu dünya egemenliğini tesis ederken ve geleceğini temin ederken bir istikrarsızlaştırıcı unsur olarak terör örgütlerinden yararlanıyor. Amerika uzun yıllar süren soğuk savaş döneminde de Sovyetler Birliği'ne karşı direk savaşmak yerine bir çok araç kullanmıştır. Sovyetler Birliği'ne karşı kullandığı bu yöntemi Afganistan'da da kullanmıştır. Suudi Arabistan üzerinden örgütlediği El-Kaide ile Afganistan'da başlayan süreç, daha sonra El-Kaide gibi bir çok örgüt üzerinden Batı Asya'nın istikrarsızlaştırılması operasyonunda devam etmiştir. Amerika Irak, Suriye, Libya ve Yemen'de El-Kaide ve türevi bir çok tekfirci terör örgütü üzerinden kendi siyasi emellerini temin etme yoluna gitmiştir. Bu siyasi emellerin başında da Siyonist İsrail'in varlığı ve güvenliğinin temini başta gelmektedir.
 
Bu süreci sendika.org'da Cenk Ağcabay imzası ile yayınlanan yazı dikkate değer tespitlerle özetlemiş... 
 
Usame Bin Ladin'in ailesi neler anlatıyor?
 
Neden şimdi?
 
Sorunun yanıtını Usame Bin Ladin'in ailesiyle ilk söyleşiyi yapan Guardian gazetesinden Martin Chulov kendisi veriyor. Chulov'a göre, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Selman'ın kendisine Usame Bin Ladin'in ailesiyle ilk kez bir söyleşi yapmasına izin vermesinin nedeni, Ladin'in Suudi Arabistan devletiyle bağlantılı biri değil, tersine onun toplum dışına itilmiş biri olduğunu gösterme isteğidir. (My son, Osama: the al-Qaida leader's mother speaks for the first time, Guardian, 3 Aug 2018)
 
Usame Bin Ladin'in ailesi uzun zaman sonra ilk kez İngiltere'nin Guardian gazetesinden Martin Chulov'la söyleşi yapma izni aldı ve konuştu. Bin Ladin'in üvey kardeşi Hasan'ın sözleriyle “küresel sahnede bir süperstar” mertebesine ulaşmış birisinin ailesinin bunca yıl böylesine sessiz kalması ya da Batı'nın basın-yayın organlarının bu “süperstarın” en yakın çevresine karşı süregelen kayıtsızlığı zaten tuhaftı. Bu söyleşide verilen bilgilerden, Suudi Arabistan'ın en zengin ve güçlü ailelerinden birinin uzun yıllardır çok sıkı bir gözetim altında tutulduğunu ve bu söyleşiye kadar onlara herhangi bir açıklama ya da söyleşi yapma konusunda Suudi devleti tarafından izin verilmediğini öğreniyoruz.
 
Aile üyelerinin söyleşide Bin Ladin'e dair anlattıklarından daha önemlisi de işte bu “neden şimdi” sorusunun yanıtıdır. Aile üyelerinin anlattıklarında neredeyse yeni olan hiçbir şey yok ama bazı vurgular “neden şimdi” sorusuna yanıt vermektedir.
 
Müslüman Kardeşler'in fesatlığı
 
Usame Bin Ladin'in annesine göre, Bin Ladin Kral Abdülaziz Üniversitesi'nde öğrenciyken değişti, orada beyni yıkandı. Onun beynini eski Müslüman Kardeşler üyesi Abdullah Azzam yıkadı. Bin Ladin'in annesinin verdiği bilgiler tam olarak Suudi Veliaht Prensi Selman'ın son iki yıldır sürekli gündeme getirdiği ve neredeyse ana akım Batı basınının tümünün hızla benimsediği yeni Suudi resmi “tarih anlatısına” uyuyor. Buna göre; Bin Ladin'in Cihat yoluna girmesinin nedeni Suudi Arabistan'ın resmi ideolojisi Vahhabilik değil, fesat Müslüman Kardeşler üyelerinin yürüttüğü beyin yıkama faaliyetleridir.
 
Bin Ladin'in annesi Suudi Arabistan'daki Müslüman Kardeşler faaliyetleri hakkında şunları söylüyor: “Onlara bir tür tarikat da diyebilirsiniz. Davalarını devam ettirmek için paraları da vardı. Her zaman bu insanlardan uzak durmasını söyledim ama yaptığı şeyleri asla bana itiraf etmezdi çünkü beni çok severdi.”
 
Peki, böylesine tehlikeli bir fesat yuvası Suudi Arabistan'da uzun seneler boyunca kurumsallaşarak nasıl böylesine ciddi sonuçlar yaratan faaliyetler yürütebilmişti? Sahip oldukları paralar nereden geliyordu? Suudi Arabistan'ın devlet kurumlarında ve özel sektörde çok önemli noktalara nasıl tırmanmış ve bu ülkede kendilerine böylesine güçlü bir nüfuz alanı inşa etmişlerdi?
 
Bu soruların yanıtlarına ilişkin bir işaret Bin Ladin'in üvey kardeşi Hasan'ın açıklamalarında bulunuyor, Hasan, “1980'lerde Afganistan'a gittiğinde herkes ona saygı duyuyordu. Başta biz de gururlandık. Sonra Usame mücahit oldu” diyor. Hasan, Suudi yönetiminin de Bin Ladin'e çok saygılı davrandığını, onu seçkin biri olarak kabul ettiğini belirtiyor. (My son, Osama: the al-Qaida leader's mother speaks for the first time, Guardian, 3 Aug)
 
Bin Ladin “özgürlük savaşçısı” iken
 
İfadelerdeki tuhaflık yıllardır ailenin konuşmasının neden yasak olduğuna ilişkin işaretlere sahip. Bin Ladin Afganistan'a Suudi hükümeti ve ABD'nin birlikte örgütlediği bir askeri operasyon kapsamında gitmişti. Operasyonun amacı, Afganistan'da Sovyetler Birliği'nin desteğiyle iktidara gelen solcu hükümeti devirmek için bir Cihat savaşı örgütlemekti. Yaygın inanışın aksine, Cihat savaşı Sovyetler Birliği'nin Afganistan'a askeri müdahalesi nedeniyle başlamamıştı. Solcu hükümetin iktidara gelmesiyle birlikte bu savaşın başlatılması için düğmeye basılmıştı. Savaşın en önde gelen yürütücülerinden dönemin ABD Başkanının başdanışmanı Zbigniev Brzezinski, bunu daha sonra açık şekilde dile getirmişti.
 
Hasan'ın dediği gibi, Sovyet destekli solcu hükümete karşı savaştığında Bin Ladin'e “herkes” saygı duyuyordu. O Afganistan'da savaşırken komünizme karşı yürütülen kutsal bir “özgürlük savaşının” seçkin komutanıydı. Yani onun beyninin yıkandığı dönemde beyni yıkanıp Afganistan'a Cihada gidenler “terörist” olarak değil “özgürlük savaşçıları” olarak kabul ediliyordu, çünkü ABD o dönem onlardan Afganistan'da bir Cihat savaşı örgütlemelerini istiyordu.
 
Herhalde bir kafa karışıklığının ürünüdür, Hasan “terörist” demesi gereken yerde “mücahit” demiş. Yani hepimiz saygı duyuyorduk komünizme karşı Cihada ama o yolunu şaşırdı “terörist” oldu demesi gerekirken, “mücahit” oldu diyor. Oysa Bin Ladin komünizme karşı Amerika için yapılan Afgan Cihadının seçkin “mücahit”lerinden birisi değil miydi? Ona bu nedenle saygı duyulmuyor muydu?
 
“Dünyanın en tehlikeli teröristi”
 
Son birkaç yılda dünya çapında dolaşıma sokulan yeni Suudi resmi “tarih anlatısı”nın en önemli boyutlarından birisi geçmiş pratikleri çarpıtarak, gerçeği ters yüz ederek bugünkü koşullara uygun yeni bir “tarih anlatısı” inşa etmektir. Suudi yönetimi yani Veliaht Prens Selman bu söyleşinin yapılmasına ve yayımlanmasına bu çerçeve içinde izin vermiştir. Chulov da söyleşi sırasında bir Suudi devlet yetkilisinin odada yanlarında bulunduğunu ama “kesinlikle herhangi bir müdahalede bulunmadığını” vurgulamaktadır. Duymak istediği şeyler söyleniyorsa neden müdahalede bulunsun?
 
Bin Ladin'in yakınları onu en son 1999 yılında Kandahar'ın dışında bulunan üssünde iki kez ziyaret ettiklerini söylüyorlar. Bin Ladin'in üssü havaalanının yakınında Ruslar'dan ele geçirilmiş bir alanmış. Usame Bin Ladin'in lideri olduğu El Kaide, New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ni 1993'te, Suudi Arabistan'daki bir ABD askeri binasını 1996'da bombalamıştı. Doğu Afrika'daki iki Amerikan Elçiliği'ni de 1998 yılında bombalamıştı. Bin Ladin'in yakınları onu Kandahar'da 1999'da iki kez ziyaret ettiklerinde, o ABD tarafından dünyanın en tehlikeli “teröristi” olarak sürekli lanse ediliyor ve aranıyordu. Yakınlarının kolayca ulaşabildiği bu adama, dünyanın en güçlü istihbarat kaynaklarına ve güvenlik aygıtlarına sahip olan ABD bir türlü ulaşamıyor, onun planladığı eylemleri engelleyemiyordu.
 
Söyleşide görüşlerine yer verilen kişilerden birisi 2001 yılında görevini bırakana dek 24 yıl Suudi Arabistan'ın İstihbarat Örgütü'nü yöneten ve Afganistan'daki Cihat savaşını örgütleyenlerden Turki El Faysal. Ona göre de, Bin Ladin başlangıçta “idealist bir mücahitti” ama “1990'lardan sonra çok daha politik bir yaklaşım geliştirdi.” Afganistan'daki Cihat savaşı Turki El Faysal tarafından da titizlikle sonraki gelişmelerden ayrılıyor. El Kaide'ye, IŞİD'e giden yolun asıl olarak Afganistan'daki kutsal Cihat savaşıyla açıldığı gerçeği gözlerden gizlenmek isteniyor.
 
Turki El Faysal 11 Eylül saldırısından birkaç ay önce Bin Ladin'in bir şeyler planlamakta olduğunu bildiklerini, 2001 yazında ABD, İngiltere, Fransa ve Arap devletlerine bu konuda uyarı yaptıklarını, bir şeylerin demlenmekte olduğunu ancak nerede olacağını bilemediklerini ifade ediyor. Koca koca ordulara, özel operasyon birliklerine sahip adı geçen ülkelerin Kandahar'daki havaalanına yakın üssü ziyaret etmek akıllarından geçmemiş.
 
Sola karşı, ABD'nin kullandığı…
 
Chulov, Suudi Veliaht Prensi Selman'ın ülkedeki muhafazakâr yapıyı reforme etme konusunda ciddi çalışmalar yaptığını yineleyerek iki yıldır yürütülen Suudi Arabistan'ı Batı kamuoyuna yıkayarak yeniden satma kampanyasındaki yerini alıyor. Prensin ülkeyi “ılımlı İslam” anlayışıyla yenilemeye çalıştığını belirten Chulov, “uzlaşmaz bir dünya görüşüyle doktrine edilmiş bir toplumu” dönüştürmenin ne denli mümkün olduğunun ise halen bir soru olarak ortada durduğunu dile getiriyor. Chulov'un şöyle bir değinip geçtiği bu unsur, meselenin esasına ilişkindir. Chulov'un Suudi Arabistan halkını “doktrine eden uzlaşmaz dünya görüşü” şeklinde tanımladığı Vahhabi ideolojisidir. Bu ideoloji, Suudi Arabistan Kraliyet ailesinin iktidarının meşrulaştırıcısıdır. Bin Ladin'i yaratan ideolojinin kaynağı buradadır. Bu verimli kaynak Suudi Arabistan Kraliyet ailesi tarafından sürekli beslenmektedir. Bin Ladin, Ortadoğu'da gelişen sola karşı bu ideolojinin ABD tarafından kullanılması stratejisinin doğrudan ürünüdür.
 
Bu stratejinin ne olduğunu en iyi stratejinin oluşturucularından biri olan ABD Başkanı Carter'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Brzezinski açıklamıştı. 1998 yılında Le Nouvel Observateur dergisinin sorularını yanıtlayan Brzezinski'ye sorulan sorulardan birisi şuydu:
 
“Sovyetler, Afganistan'a girmelerine ABD'nin gizli müdahalesini gerekçe gösterdiklerinde kimse inanmamıştı. Demek doğruymuş. Bugün pişmanlık duyuyor musunuz?”
 
Brzezinski yanıtlamıştı:
 
Niye pişmanlık duyacakmışım? Bu gizli operasyon harika bir fikirdi. Ruslar'ı Afganistan tuzağına çekti ve siz benim buna üzülmemi bekliyorsunuz. Sovyetler'in Afganistan'a girdikleri gün Carter'a şu notu yazmıştım: ‘Şimdi Sovyetler'e Vietnam'larını yaşatabiliriz.' Dediğim gibi oldu; Moskova 10 yıl boyunca rejimin katlanamayacağı ve giderek moralini çökerten bir savaş yürüttü, sonunda da Sovyet imparatorluğu dağılıp gitti.”
 
Takip eden soru da bu soruyla bağlantılıydı:
 
Radikal akımları beslediğiniz, geleceğin teröristlerine silah ve akıl verdiğiniz için de mi pişman değilsiniz?
 
Yanıtı son derece netti:
 
Neden pişman olayım? Tarih açısından hangisi önemli? Talibanlar mı yoksa Sovyet imparatorluğunun çökmesi mi? Birkaç fanatik dinci mi yoksa Orta Avrupa'nın özgürleşmesi ve Soğuk Savaş'ın sona ermesi mi?
 
ABD'nin El Kaide ile dostluğu sürüyor
 
Hiç pişmanlık duymadıklarını Irak'ta, Libya'da ve en son Yemen ve Suriye'de en canlı haliyle ortaya koydular. Geçtiğimiz haftalarda Robert Fisk yaptığı araştırmalarla, Suudi Arabistan'ın bir taraftan IŞİD Karşıtı Uluslararası Koalisyon içinde yer alırken, bir taraftan da Suriye'deki Cihatçı çetelere silah sevkiyatını sürdürdüğünü ortaya koymuştu. Son haberler Yemen'den geldi. New York Times gazetesi Yemen hakkındaki yeni haberinde, Suudi Arabistan ve BAE'nin oluşturduğu ABD'nin desteklediği askeri koalisyonun Yemen'deki El Kaide birimleriyle gizli anlaşmalar yaptığını, El Kaide birimlerine bulundukları alanlardan çekilmeleri karşılığında ciddi paralar ödediğini ve bu durumu kamuoyuna Yemen'de El Kaide'ye karşı askeri zaferler elde ettiği şeklinde sunduğunu ortaya koydu. (Yemen: US Allies Strike Deals With Al-Qaida in War on Rebels, Aug 6)
 
New York Times'ın haberine göre, ABD'nin yakın müttefiklerinin oluşturduğu Koalisyon, “Yaptığımız operasyonlarla El Kaide'yi Yemen'de dağıttık, Batı'ya artık zarar veremez” diyormuş ama El Kaide'yle çatışılmıyor, onlarla anlaşılıp yüklü miktarda paralar ödeniyormuş. El Kaide militanlarının bir kısmı da Koalisyon askerlerine katılıyormuş. Koalisyon askerleri yanında savaşmaya başlayan El Kaide militanları Koalisyon komutanları tarafından “en iyi, istisnai savaşçılar” olarak kabul ediliyormuş.
 
New York Times konuyla ilgili olarak Jamestown Foundation adlı kuruluşun terörizm uzmanlarından Michael Horton'un görüşlerini almış. Horton, ABD askeri yetkililerinin Yemen'deki faaliyetlerinin El Kaide'ye yardım ettiğini çok iyi bildiklerini hatta bundan korku da duyduklarını dile getiriyor ama diyor İran yayılmacılığına karşı mücadele El Kaide'ye karşı mücadeleden daha fazla öncelik kazanıyor.
 
Taiz Bölgesi Valisi'nin eski danışmanı Abdül Settar Şamiri gazeteye yaptığı açıklamada, El Kaide varlığının ve onlarla kurulan ilişkinin başlangıçtan beri var olduğunu, kendisinin bu konuda çeşitli uyarılarda bulunduğunu, ancak komutanların “Husi şeytanına karşı bunlarla birleştiklerini” söylediklerini dile getiriyor.
 
ABD'nin terörizm listesinde olan Abul Abbas adlı El Kaide komutanının yıllardır koalisyondan kendi grubu için düzenli olarak para aldığının belirtildiği haberde, bir başka tanınmış El Kaide komutanı Adnan Rozek'e Suudiler'in kuklası Devlet Başkanı Hadi tarafından 12 milyon dolar ödendiği bilgisi de veriliyor. Shabwa adı verilen yeni bir özel askeri örgüt Yemen'de BAE tarafından kuruluyormuş ve bu askeri örgüte geniş ölçüde aşiret güçleri ve El Kaide üyeleri alınacakmış.
 
New York Times bir taraftan bu haberleri verirken, diğer taraftan da Yemen'deki savaşın iki yönlü olduğunu, İran yayılmacılığını sınırlamak için Husilere karşı savaşılırken doğal olarak El Kaide ile aynı safa düşüldüğünü vurguluyor, bunun ileride yaratacağı sıkıntılara dikkat çekiyor.
 
Şimdi hedefte İran var
 
Hiç pişman olmadıkları son derece açık değil mi?
 
Pişman olmadıkları gibi, yeni Suudi “tarih anlatısı” ve İran'a yönelik saldırgan politikalarıyla Ortadoğu'da daha büyük yıkımlara yol açacak hamleler peşindeler. İran'a yönelik yeni ekonomik yaptırımlar uygulanmaya başladı. Bugün yaptırımlarla ilgili açıklama yapan Trump, “Bunlar uygulanmış en sert yaptırımlar” dedi ve yaptırımların kasım ayında yeni bir seviyeye ulaşacağını belirtti. “İran'la iş yapan, ABD ile yapamayacak. Dünya barışı istiyorum, daha azını değil” diyen Trump, büyük Amerikan savaşlarının hep “barış”, “özgürlük”, “demokrasi” gibi kavramlar eşliğinden yürütülmesinin yeni bir örneğini ortay koydu. Daha önce Irak'a karşı uygulanan yaptırımlar sadece 500 bin Iraklı çocuğun ölümüne neden olmuştu. “Uluslararası toplum” çocuk ölümlerini kayıtsızlıkla izlemişti. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeline Albright'a bir gazeteci sormuştu: “Yaptırımlardan dolayı 500 bin çocuk öldüğü söyleniyor. Bu Hiroşima'dan bile fazla. Sizce buna değer miydi?” Albright yanıtlamıştı: “Zor tabii, ama bizce buna değerdi.”
 
Şimdi sırada İranlı çocuklar var. Onlar çocuk öldürmeye alıştılar. Amerika'nın yakın müttefiki Birleşik Arap Emirlikleri'nin Yemen'deki savaşta Afrikalı çocukları sıklıkla kullanması hakkında bir açıklama yapan, The International Campaign to Boycott the UAE adını taşıyan grup, BAE'nin Afrika'da pek çok liman satın aldığını ve Afrika'nın yoksul ülkelerinden topladığı çocukları bu limanlar aracılığıyla Yemen'deki savaşa sevk ettiğini, BAE'nin işlediği savaş suçları ve bu uygulamaları nedeniyle boykot edilmesi çağrısı yaptı. Amerika'nın yakın müttefikleri bu ilişki sayesinde Yemen'de bir kan banyosu yaratabiliyorlar. İran yayılmacılığını engelleme örtüsünü kullanarak yürütülen faaliyetlerle Ortadoğu yerle bir ediliyor. New York Times'a göre, Suriye'de cumartesi günü arabasına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu öldürülen bilim insanı Aziz Asbar'ın ölümünün arkasında MOSSAD var. Asbar'ın Sektör 4 olarak adlandırılan Suriye Ordusu'na ait bir füze geliştirme projesini yönettiği bilgisinin verildiği haberde sunulan bilgiler ismi açıklanmayan üst düzey bir ABD yetkilisine dayandırılıyor. (A Top Syrian Scientist Is Killed, and Fingers Point at Israel, Aug 6) İsrail'in İran'ı sınırlama örtüsü altında yürüttüğü savaş Suriye'de bu saldırıyla yeni boyutlar kazanıyor. Ekonomiden askeri alana İran'a karşı savaş çok yönlü politikalarla tırmandırılıyor. New York Times'a konuyla ilgili bilgileri aktaran ABD yetkilisi, Aziz Asbar'ın İran Devrim Muhafızları Kudüs Ordusu komutanı Kasım Süleyman'la sıkı bir ilişkiye sahip olduğunu özellikle vurguluyor.
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar