jihadist-1200x600.jpg

İdlib: Tampon bölge planı gerçekten yürüyor mu?

İdlib'de silahsızlandırılmış bölge kurma planı öngörüldüğü gibi yürümüyor. Türkiye ile uyumlu örgütler ağır silahlarını çekse de radikal gruplar pozisyonlarını koruyor. Silahların ne kadarının çekildiği ise belli değil. Bölgeden binden fazla militan, yaklaşık 100 askeri araç çıkarıldı. Bu rakamlar, bölgede bulunan militan sayısı dikkate alındığında oldukça mütevazı sayılır.

19 Ekim 2018 Cuma
Türkiye ve Rusya'nın İdlib'in etrafında silahsızlandırılmış bir “tampon kemer” oluşturma mutabakatının ilk iki aşaması için tanınan süre doldu. 17 Eylül'de Soçi'de varılan mutabakata göre 10 Ekim itibarıyla ağır silahların teslim edilmesi, 15 Ekim itibarıyla da terör örgütü sayılan grupların bölgeden çıkarılması gerekiyordu. Görüntüyü kurtaracak ince bir ayarlamayla ağır silahlar cephe hatlarından çekildi. Terör örgütü sayılan Heyet Tahrir El Şam (HTŞ), Hurras El Din, Türkistan İslami Partisi (TİP) ve Ensar El İslam gibi grupların bölgeden çekilmesi şartı ise zevahiri kurtarmaya yönelik tüm çabaya rağmen halen gerçekleşmedi.
 
Anadolu Ajansı havan, top, tank, Grad ve orta menzilli füze rampalarının çekildiğini duyururken Milli Savunma Bakanlığı da “Garantör ülke olarak Türkiye sorumluluklarını yerine getirmiş, ağır silahların çekilmesi tamamlanmıştır.” açıklamasını yaptı. Ancak silahların ne kadarının teslim edildiğini, ne kadarının zulalandığını tespit ve teyit etmek mümkün değil.
 
Anlaşmaya dair şüpheleri olanlar da “Ruslar razıysa yapacak bir şey yok” noktasında. Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov “Anlaşma uygulanıyor” diyerek Soçi mutabakatına gölge düşürmeme eğilimini korurken olası gediklere işaret etme işi Dışişleri Sözcüsü Maria Zakharova'ya düştü. “Uzmanlarımız aracılığıyla bilgileri doğrulamaya çalışıyoruz” diyen Sözcü'ye göre silahsızlandırılmış bölgeden binden fazla militan, yaklaşık 100 askeri araç çıkarıldı. Bu rakamlar, bölgede bulunan militan sayısı dikkate alındığında oldukça mütevazı sayılır. Suriye yönetimi de anlaşmaya uyulup uyulmadığına dair Rusya'dan teyit beklediğini açıkladı.
 
Resmi açıklamalar bir yana sahadan gelen bilgiler ışığında tablo yoruma çok açık. Türkiye'nin desteğiyle kurulan çatı örgütü Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin (UKC) komutanları ağır silahları geri çekseler de ellerinde olası saldırıları püskürtmeye yetecek silah olduğunu söylüyorlar. Muhalif kaynaklara göre “rejimin tuzağına düşmek” istemeyen ve Rusların bölgeye girmesini kabul etmeyen örgütler ise ağır silahlarını çekiyor gözükse bile bulundukları bölgeleri daha fazla hafif silah ve savaşçılarla tahkim ediyor, savunma mevzilerini güçlendiriyor ve keskin nişancılar yerleştiriyorlar. Çekilme stratejisini en iyi Ceyş El İzze'den bir komutan özetledi: “Ağır silahları savaş çıktığında hemen getirebilmek için cephe hatlarının uzağındaki depolara sakladık.”
 
İdlib'in güneyindeki Latamine bölgesini kontrol eden Ceyş El İzze, başından beri uzlaşmaz bir çizgide. Örgütün lideri Cemil El Salih bu tavrı “Kurtarılmış bölgeleri kemirip Beşar Esad'ı kurtaran anlaşmaya karşıyız” sözleriyle ortaya koydu. Rusların bölgeye girişini kesinlikle kabul etmeyeceğini açıklayan Ceyş El İzze, Türkiye'yi daha önce rejimin tamamen kontrolüne geçen üç gerilimi düşürme bölgesinde yaşanan senaryonun İdlib'de tekrarlanmaması için göreve çağırdı.
 
UKC komutanları silahların teslimi ve çekilme konusundaki bazı çelişkili açıklamalarının ardından anlaşmaya uyduklarını teyit ettiler. UKC çatısı altına girerek “terör örgütü” muamelesi görmekten kurtulan bu grupların işini kolaylaştıran şey ağır silahların çekilmesinin yeterli görülmesiydi. Militanlarını bölgeden çekmeyen bu kanat, şimdi Rus askeri polisinin Türk ordusuyla birlikte tampon bölgeyi kontrol edecek olmasına itiraz ediyor. UKC liderlerinden Şeyh Ömer Huzeyfe 2 Ekim'de bu konuda şöyle dedi: “Türk kardeşlerimize bunun bir kırmızı çizgi olduğunu ilettik. Türkiye'nin son pozisyonu Rus askerlerinin girmeyeceği yönünde.”
 
Sahada Soçi mutabakatıyla ilgili net tavır takınmakta en fazla zorlanan örgüt HTŞ oldu. HTŞ anlaşmayı alenen kabul etmese de Türkiye ile karşı karşıya gelmemek ve olası Rusya-Suriye taarruzunu kışkırtıp günah keçisi durumuna düşmemek için muğlak ve ikili oynadı. Örgütün tutumuyla ilgili belirsizlik sürerken UKC liderlerinden Abdusselam Abdurrezzak HTŞ'nin üçüncü kanallardan Türk ordusuna anlaşmanın koşullarına uyacağına dair gizli bir mesaj gönderdiğini açıkladı.
 
Maslahatçı bir strateji izleyen HTŞ, içindeki sert tartışmaların ardından resmi açıklamasını 14 Ekim'de yaptı ve “Kurtarılmış bölgeyi korumak için içeride ve dışarıda gösterilen çabaları takdir ediyoruz” diyerek anlaşmaya göz kırptı. Bununla birlikte “Devrimin hedeflerini gerçekleştirinceye kadar cihat ve savaş seçeneğinden sapmayacağız” diyerek rejim devrilmeden silahlı süreci bitirecek hiçbir koşula boyun eğmeyeceğini vurguladı. Örgütün silahların teslimi konusundaki tutumu ise netti: “Silahlarımız Şam devriminin emniyet supabıdır.” Ne Astana ne de Cenevre sürecinde kesinlikle çözümün bir parçası olarak görülmeyen yabancı savaşçıları da sahiplenen HTŞ, “Biz onlardanız, onlar da bizden" ifadesini kullandı.
 
Bu açıklamadan önce, örgütün önde gelen isimleri anlaşmaya ağır eleştiriler yöneltmişti. HTŞ'nin şeriat komitesi üyesi Ebu El Fetf El Fergali “Pragmatizm cihadın mezarlığıdır. (…) Silahı teslim etmek dine ve şehitlerin kanına en büyük ihanettir. Mevzileri boşaltmak daha büyük ihanettir.” diye konuşmuştu. Örgütün önde gelen isimlerinden Ebu Yağan El Masri ise Türkiye'nin muhaliflere verdiği güvencelerle ilgili “Devrim sürecinin en yalan kırmızı çizgileridir. Gerektiğinde ağır silahların geri getirileceği iddiası saçmalık ve askeri şarlatanlık” demişti.
 
15 bine yakın savaşçıyla İdlib'in üçte ikisini kontrol eden HTŞ'nin tampon bölgede konuşlu militanlarının sayısının 5 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu rakamın beşte birinden fazlasının tampon bölgeden çıktığını gösteren bir veri söz konusu değil.
 
Pratikte HTŞ'nin geri çekilmesi, M-5 ve M-4 otoyollarının kontrolünden vazgeçmesi ve ciddi bir gelir kaybına uğraması anlamına geliyor. Bu yollar, HTŞ'ye hem coğrafi ve stratejik üstünlük kazandırıyor hem de kontrol noktalarında “vergi” adı altında haraç kesmesine imkân veriyor.
 
Anlaşmanın uygulanmasına yönelik Rus ve Türk heyetlerin teknik müzakerelerinin ardından ortaya çıkan plan, tampon bölgenin beklenenden daha büyük bir alanı kapsayacağını ortaya koymuştu. Buna göre 15-20 kilometre derinliğinde ve 250 kilometre uzunluğundaki silahsızlandırma şeridi, Cisr El Şuğur, Maaret El Numan, Serakıb ve Halep'in güney ve batı bölgelerine kadar uzanıyor. Son olarak, yıl sonuna kadar trafiğe açılması hedeflenen M-5 ve M-4 otoyollarının geçtiği güzergâhlar da silahsızlandırma bölgesine eklendi. Halep'ten Şam'a inen M-5 yolu Serakıb, Maaret El Numan ve Han Şeyhun'dan geçiyor. Halep-Lazkiye arasındaki M-4 yolunun güzergâhında ise Eriha ve Cisr El Şuğur bulunuyor.
 
Bu arada, El Kaide çizgisine sadakâtiyle övünen 11 örgütün kurduğu Hurras El Din anlaşmayı açıkça reddetse de ağır silahlarını kısmen çektiği izlenimini yarattı. Fakat cihatçı örgütler gösterdikleri esnemeye rağmen aslında ne çekilmiş ne de savaştan vazgeçmiş durumdalar. Hurras El Din, Ensar El Tevhid, Ensar El Din ve Ensar El İslam Cemaati İdlib'de yeni bir ortak operasyon odası kurdu. Amaçlarını “savunma değil rejim güçlerine taarruz” olarak ilan eden bu örgütler, ilk eylemlerini 13 Ekim'de Hama kırsalındaki Gab düzlüklerinde bulunan Curin üssüne ağır silahlarla saldırarak gerçekleştirdi. Bunun üzerine, Hmeymim Üssü'ndeki Rus Uzlaştırma Heyeti silahlı grupların hükümet güçlerine yönelik saldırılara devam ettiği açıklamasını yaptı.
 
Yabancı savaşçılar kategorisine girenler ise istiflerini zaten hiç bozmadı. Bölgeden çekilmeye niyeti olmayan TİP, tampon bölgede yer alan Kabbani'nin etrafında yeni siperler kazıyor.
 
İdlib'deki geçici sükûnetin ömrünü tahmin etmek zor. Al Masdar'a konuşan Suriyeli ordu kaynakları İdlib, Halep, Lazkiye ve Hama'da atılacak adımlara dair Rus ordusuyla görüşmelerin sürdüğünü belirtse de eli kulağında bir operasyondan söz etmiyorlar. Ancak Şam'a göre İdlib mutabakatı her hâlükârda geçici.
 
Yeni statü ise Türkiye'nin üzerine ciddi sorumluluklar yüklüyor: Birincisi anlaşmaya uyacağını söyleyen örgütler Türkiye'ye rejim güçleri karşısında “koruyucu kalkan” misyonu biçiyor. Bu, Türkiye'yi fiilen ve resmen savaşan taraflar arasına sokmuş oluyor. İkincisi sessiz durmaya pek niyeti olmayan bu örgütlerin, rejim mevzilerine yönelik saldırılarını önlemek ve anlaşmayı korumak da Türkiye'ye düşüyor. Ancak Türkiye bunları dizginlemeye çalışırken kendisini çatışmanın içerisinde bulabilir. Üçüncüsü de bu statükonun sonsuza kadar sürmeyeceği aşikâr ve Türkiye siyasi çözüm bulununcaya kadar bölgenin garantörü olacağını söylüyor.
 
Neticede Ankara'nın kafasındaki siyasi çözüm asla gerçekleşmeyebilir. Türkiye onlarca örgüt ve binlerce savaşçının bulunduğu hareketli, devingen ve son derece sorunlu bir bölgenin istikrarını ne zamana kadar ve ne ölçüde sağlayabilir? İşte bu soruların yanıtını kimse bilmiyor.
 
Fehim Taştekin
Al-Monitor
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar