23147-cats.jpg

Türkiye'nin verdiği tepkinin boyutları ve Golan’dan sonraki senaryo

Türkiye için pek çok restleşme konusunda olduğu gibi Golan konusu da retorik düzeyinden öteye geçmeyebilir. Oysa Golan'ı öne sürenlerin hesapları gayet açık; Kudüs, İsrail’in bölünmez ve ebedi başkenti olacak, İsrail’in işgali genişletmesinden başka bir şeye yaramayan Oslo Anlaşması’yla öngörülmüş iki devletli çözümün tabutuna son çiviler çakılacak, nihayetinde Filistin davası tarih olacak.

27 Mart 2019 Çarşamba
Türkiye'nin Golan öfkesi neye patlar?*
 
Trump'ın Golan kararı üzerine Erdoğan, asker bulundurduğu Suriye'nin toprak bütünlüğü için sesini yükseltti. Belki Astana sürecinde bir Golan başlığı açılmaz ama, ABD ile ilişkiler ağına bir arıza daha eklenmiş olur.
 
Türkiye, “bağımsız Kürdistan” senaryolarına bağlı “bölünme korkusu” yüzünden ülkelerin toprak bütünlüğüne dair hassasiyeti yüksek bir ülke ve bu hassasiyet, ABD Başkanı Donald Trump'ın işgal altındaki Golan Tepeleri'ni İsrail toprağı olarak tanıması karşısında da kendini gösterdi.
 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İstanbul'daki İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Dışişleri Bakanları toplantısında "Trump'ın talihsiz açıklaması bölgeyi yeni bir krizin eşiğine getirdi. Türkiye ve İİT'nin böyle hassas bir meselede sessiz kalması, emrivakilere boyun eğmesi düşünülemez. İşgalin meşrulaştırılmasına asla izin vermeyiz" diye çıkıştı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da "ABD'nin, İsrail'in uluslararası hukuka aykırı hamlelerini meşrulaştırma çabaları, bölgede sadece daha fazla şiddet ve acıya yol açar. Türkiye, Suriye'nin toprak bütünlüğünü desteklemektir” dedi.
 
Öte yandan Golan Tepeleri'nin Türk dış politikasında Kudüs kadar önemli bir yeri olduğu söylenemez. Hatta İsrail, 1967'de işgal ettiği Golan'la ilgili 1981'de ilhak kararı aldığında Türk hükümeti bu adımı kınamış ama daha ileri gitmekten kaçınmıştı. En azından bölgedeki 22 köyde bin yıldır yaşayan Türkmenlerin haklarının korunması amacıyla “Türkiye itiraz hakkını saklı tutar” şeklinde bir açıklama yapılması yönündeki öneri de hükümet tarafından reddedilmişti. Bu öneri, Türkiye'nin Şam Büyükelçiliği tarafından gündeme getirilmişti. Ayrıca Golan'da 13 köyde yaşayan ve göç etmek zorunda kalan Çerkesler de Osmanlı bakiyesiydi ama Ankara o dönem ne Türkmenleri ne de Çerkesleri gündeme getirmek istedi.
 
Peki, şimdi köpüren hassasiyeti nereye bağlamak lazım? Seçim mitinginde “Sonuna kadar Golan'ın takipçisi olacağız" diyen Erdoğan'ın sert çıkışları, ilk bakışta 2011'den beri devirmek istediği ve bunun için elinden geleni yaptığı Suriye yönetiminin hesabına yazılabilecek bir destek sayılabilir. Ancak toprak bütünlüğü konusunda ABD ile yaşanan farklılaşma, aslen Türkiye'nin Şam'la köprüleri yeniden kurmak için öne sürdüğü koşulların rafa kalktığı anlamına gelmiyor.
 
BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 no'lu kararına yaslanan Astana Mutabakatı'nın üç ortağı Rusya, Türkiye ve İran her bildiride Suriye'nin toprak bütünlüğüne vurgu yapıyorlar. Fakat hem Cenevre hem de Astana'daki metinlerde geçen “Suriye'nin toprak bütünlüğü” vurgusundan “Golan'daki işgali bitirme” hedefini çıkarmak zor. Nitekim, Güvenlik Konseyi'nin kararı çerçevesindeki çözüm arayışları da hiçbir şekilde Golan'ı kapsayan bir boyut kazanmadı. Elbette bundan sonra --özellikle ABD üzerindeki baskıyı artırmak için-- Golan'ın Astana görüşmelerinde gündeme gelmesi muhtemel ancak meselenin Astana sürecinde takip edilen bir gündeme dönüşmesini kimse beklemiyor.
 
Golan adımının Türk-Amerikan ilişkilerine olası maliyeti de gündemde. Türk-Amerikan ilişkilerindeki uzun gerilim listesine şimdi bir de şimdi Golan ekleniyor. Ancak bunun etkisi muhtemelen diğer sorunlara göre sınırlı olacak. Nitekim Ankara, ABD'nin geçen mayısta Kudüs'ü İsrail'in bölünmez başkenti ilan edip, Tel Aviv'deki elçiliğini buraya taşımasına da sert tepki vermiş, ama öfkesi kısa sürede sönümlenmişti.
 
Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'a göre Erdoğan'ın tepkisi Suriye'nin toprak bütünlüğüyle ilgili hassasiyetten ziyade genel olarak İsrail'in politikalarını reddeden eğilimden kaynaklanıyor. Yakış Al-Monitor'a şu değerlendirmey aktardı: “Meseleyi İsrail-Suriye ya da Türkiye-Suriye ilişkiler bağlamına oturttuklarını sanmıyorum. Burada, İsrail'in genişleme siyasetine bir tepki var.”
 
Yakış Türkiye'nin Suriye'nin toprak bütünlüğüne bağlılığına yönelik açıklamalarına ilişkin de şöyle dedi: “Özellikle Astana Mutabakatı çerçevesinde Rusya ve İran'la birlikte Suriye'nin toprak bütünlüğüne vurgu yapıyorlar. Ama ben Suriye'nin toprak bütünlüğüne o kadar da önem verdikleri izlenimi içinde değilim. Kuzey Suriye'deki Kürtlerle ilgili Suriye ile Türkiye'nin çıkarları, Suriye'nin toprak bütünlüğü açısından örtüşüyor. Ama Türkiye, Suriye'nin toprak bütünlüğünü öteki tezleri kadar savunmuyor.Ankara'nın Suriye'nin toprak bütünlüğüne sadakatinin göstermelik olduğunu düşündüren şey, Türkiye'nin iki askeri harekâtla bu ülkenin çok sayıda yerleşim birimini kontrol altında tutması ve hiç çıkmayacakmış gibi resmi kurumlar inşa etmesi.
 
Yakış, Golan konusunun ağırlıkla İran tarafından gündeme getirileceğini, Rusya ile Türkiye'nin de buna eşlik edeceğini ama bunun, silahlı grupların temizlenmesi ve iç bütünlüğün sağlanması önceliklerini değiştirmeyeceğini de ekledi.
 
Peki Golan nedeniyle Türk-Amerikan ilişkileri yeniden bir restleşme bandına girer mi? Ankara-Washington hattında New York'taki Halkbank davası, ABD'deki Gülen cemaati üyelerinin iadesi, Türkiye'nin Amerikan diplomatik misyonunu 2016'daki başarısız darbeyle ilintilendirmesi, Rusya ile S-400 anlaşması, ABD'den gelecek F-35'lerin tesliminin geciktirilmesi ve Washington'ın Suriyeli Kürtlere desteği gibi nedenlerle halihazırda bir dizi anlaşmazlık söz konusu. Yakış'ın buna yorumu şöyle: “Türkiye, ABD elçiliğinin Tel Aviv'den Kudüs'e taşınması konusunda nasıl bağırıp çağırdıktan sonra yatıştıysa Golan'la ilgili tepki de buna benzeyecektir.”
 
Müstafi diplomat Aydın Selcen ise Erdoğan'ın çıkışlarını konjonktüre bağladı. Selcen Al-Monitor'a şu değerlendirmeyi yaptı: "Yeni Zelanda'daki katliam üzerine Türkiye'nin çağrısıyla İİT İstanbul'da toplanmıştı. Erdoğan'ın sessiz kalması düşünülemezdi. Trump, Golan tweetiyle seçim öncesi İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'ya destek verdi. Türkiye'de de seçim var. Erdoğan ile Netanyahu'nun ilişki düzeyi aşikâr. Bu bakımdan, Erdoğan'ın Golan vurgusunu şaşırtıcı bulmadım”
 
Öte yandan Selcen, Golan'ın Türk Amerikan ilişkilerindeki ağırlığının diğer kavga konuları kadar olmayacağını düşünüyor: “İlişkiler S-400/F-35 denklemi nedeniyle ağır çekimden gerçek zamana hızlanan bir araba kazasını yaşıyor. Golan o açıdan ne eksik ne fazla bir ayrıntı.”
 
Türk hükümetinin iç politika malzemesine dönüştürdüğü dış politika konularının başında Filistin ve Suriye meselesi geliyor. Trump'ın Golan adımı, ABD ve İsrail'in hedef alındığı meydan siyasetinde namluya sürülen yeni bir mermi oldu. Ancak pek çok restleşme konusunda olduğu gibi bu da retorik düzeyinden öteye geçmeyebilir.
 
***
 
Şeytani ısrar: Golan'dan sonraki senaryo**
 
ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in bölünmez başkenti ilan etmesi ve Golan Tepeleri'ndeki ilhakı tanımasından sonra sırada ne var? BM Güvenlik Konseyi'nin 242 (1967) ve 338 (1973) nolu kararlarına rağmen Golan Tepeleri'ni İsrail'in toprağı sayan kararı, iki ülkenin iç siyasetteki şartlara bağlayan yorumlar stratejik ve tarihsel boyutlarını önemsizleştiriyor.
 
Kuşkusuz Trump'ın 2016'daki seçimde Demokrat rakibi Hillary Clinton'a kaptırdığı Yahudi desteğini yanına çekmek gibi iç hesapları olabilir. Yine Kongre'den ayağına dolanan dikenleri ayıklamak için bedelini başka halkların ödeyeceği çekler kesebilir.
 
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun da 9 Nisan seçimleri öncesinde yolsuzluk soruşturmalarını bastıracak gerilimlere ve küresel bir devin öpücüğüne ihtiyacı olabilir. Gerilim açığını Gazze karşılıyor. Seçime günler kala roketler ateşlendi ve İsrailli seçmen yeniden ‘terör ve varoluşsal tehdit' kıskacına alındı. Anketlerde ikinci sırada gözüken Netanyahu'nun partisi Likud'u ‘Mavi ve Beyaz' koalisyonun önüne geçirebilmek için Golan kararı bir ‘dehleme etkisi' yapabilir. Almanya'dan denizaltı alım sürecinde kişisel servet edindiğine dair son ifşaat nedeniyle fena köşeye sıkışmış olmalı ki Mavi ve Beyaz'ın liderleri Benny Gantz, Yair Lapid, Gabi Aşkenazi ve Moşe Ya'alon'u, (İsrailli Arapları kast ederek) “Teröre destek verenlerle koalisyon yapacaklar” diye hedef alıyor. (Türkiye'de Cumhur İttifakı'nın seçim taktiğiyle pek örtüşen bir mantık.) Bu dönemsel nedenler hepten yersiz değil ama meselenin çerçevesi bunun çok ötesinde olmalı.
 
***
 
Golan üzerinden yürütülen şeytani mantığın boyutlarını görmek lazım. İsrail geçmişte 1979'da Mısır'la olduğu gibi barışı satın alacak bir anlaşmayla Golan'dan şöyle ya da böyle çekilme seçeneklerini Şam'la defalarca müzakere etmişti. 23 Mart tarihli yazımda belirttiğim üzere geçmişte çekilme ile ilgili esneklik gösterse de 2011'den sonra ‘Arap Çözülmesi' ile oluşan elverişli koşullara bağlı olarak İsrail'in zikri de fikri de değişti. Golan'ı öyle bir bağlama oturttular ki işgalin kalıcılığı İsrail'in hayatta kalma meselesine dönüştürüldü. “İsrail'in Golan Tepeleri'ndeki hakimiyeti olmaksızın Suriye ve Lübnan'dan gelecek saldırıları engellemesi mümkün değil” önermesi geçen aralıkta Amerikan Kongresi'ne sunulan bir karar tasarısına girdi. Küstahlıkta o kadar ileri gittiler ki tasarıda şu ifadeye de yer verdiler:
 
“Esad rejiminin Suriye'de yüzbinlerce sivili öldürmesi ve Sünnilere yönelik etnik temizliğe girişmesinin cezasını çekmesi ABD'nin ulusal güvenliği açısından gereklidir.”
 
Mantık buysa Afganistan, Irak, Suriye ve Yemen gibi ülkeleri cehenneme çeviren ABD nasıl bir bedel ödemek ister acaba? Tabi cihatçı örgütleri Suriye'nin başına kendilerinin bela ettiklerini söyleyecek değiller. Ya da 40 yıl öncesinden ‘cihatçı kuluçkası' Afganistan'ın kendi eserleri olduğunu! İsrail'in, BM Ateşkes Gözlem Misyonu'nun (UNDOF) BM Güvenlik Konseyi'ne sunduğu raporlara da girmiş olan IŞİD ve Nusra'ya desteği küçük bir parantezi bile hak etmez!
 
Golan'a çökmenin asıl gerekçelerine de kesinlikle değinemezler:
 
– İsrail içme suyu ihtiyacının üçte birini Ürdün Nehri ve Taberiye Gölü'nü (Celile Denizi) besleyen Golan'dan alıyor.
 
– Stratejik olarak Suriye'yi Taberiye'den uzak tutuyor.
 
– Şam'ı Golan'dan tehdit ediyor.
 
– Lübnan'ın güneyini yine buradan dikizliyor.
 
– Yıllardır Golan'ı Yahudi yerleşimcilerle kolonize ediyor. Bu konuda program açık: Şimdiye kadar inşa edilen 30 yerleşim merkezine 20 bin Yahudi yerleştirildi. Önümüzdeki 5 yıllık program 100 bin yeni yerleşimcinin getirilmesini öngörüyor.
 
– 2013'ten beri Golan'da petrol ve doğalgaz çıkarma çalışmaları sürüyor. Bu işe Amerikalılar ortak.
 
– Golan'da Suriyelilerin topraklarına elektrik üretimi için rüzgâr tribünleri ve güneş panelleri yerleştiriliyor. 2014'te hazırlanan plan Golan'a toplam 200 rüzgâr tribününün dikilmesini içeriyor. Ve plan genişlemeye açık. Yani İsrail Golan'ı en önemli enerji üssü olarak kurguluyor.
 
– Cebel el Şeyh'i (Hermon Dağı) kayak merkezine dönüştürüyor.
 
– Netanyahu'nun karara imza attığı sırada Trump'a hediye ettiği şaraplar da Golan'ın volkanik topraklarında serpilen üzüm bağlarından.
 
 
Şu gerçeği de hatırlamak işlerine gelmeyecektir: 1967'de Golan'da 22'si Türkmen, 13'ü Çerkeslere ait olmak üzere 130 köy yakılıp yıkıldı. 130 bin insan göç ettirildi. Bugün Golan'da hâlâ Suriye bayrağını dalgalandıran ve işgalin bitmesini bekleyen Dürziler var. Bugün Mecdel Şems kasabasının yanı sıra Bukata, Mesada, Ayn Kenya ve El Gager köylerinde yaşayan Dürzilerin nüfusu 25 bini aşıyor. Arap İnsan Hakları Merkezi'ne (Al Marsad) göre 2018 itibariyle bunlardan 5 bin 518'ü mücbir nedenlerle İsrail vatandaşlığına geçerken geri kalan 21 bin 276'sı İsrail pasaportunu kabul etmiş değil. İsrail vatandaşlığına geçmek için başvuranların sayısı 1982-2014 arası ortalama 27 imiş. Suriye'deki krize bağlı olarak bu rakam 2015'de 105'e, 2016'da 181'e çıkmış. Belki yaratılan ümitsizlikle bu ivme biraz daha artabilir. Yine de bu insanlar ellerinde Suriye bayraklarıyla “Golan'ın kimliği Suriye ve Arap'tır” demeye devam ediyor. Son olarak geçen ekimde yerel seçimleri yasadışı ilan eden direnişleriyle dikkat çekmişlerdi.
 
Golan Tepeleri ve Şebaa Çiftlikleri işgal altındayken Suriye ve Lübnan'ın topraklarını geri alma hakkını kim geçersiz kılabilir? Dürzilerin pasif direnişi en azından bu soruyu sorma cesareti veriyor. Nihayetinde Golan'ın statüsü BM'den tescilli olarak ‘işgal altındaki toprak'tır.
 
***
 
İşgal edilmiş topraklarda Amerikan yönetimiyle paslaşarak işletilen bir süreç var. Kuşkusuz nüanslar olsa da bu, Trump ve Netanyahu ile başlamış değil. Şimdi Araplar öylesine çözülmüş halde ki atılan adımların herhangi bir dirençle karşılaşmasını beklemiyorlar. Şöyle geriye dönüp baktığımızda Trump'ın kararına kadar taşların teker teker döşendiğini görüyoruz.
 
Geçen sene ABD Dışişleri'nin yıllık İnsan Hakları Raporu'ndan ‘işgal altındaki topraklar' tanımı siliniverdi. Bu ifade 2017'de raporun başlıklarından, 2018'de bütün metinden çıkartıldı. Bu yaklaşım sadece Golan'ı değil Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ni de kapsıyor. Bunu yaptıklarında Dışişleri “Politikamız değişmedi” demişti. Haliyle Golan'dan sonra sıranın Batı Şeria ve Gazze'de olduğunu görmek için kahin olmaya gerek yok. Biraz zaman meselesi. Filistin'e başkent olarak düşünülen Doğu Kudüs'ün üzerini zaten çizdiler. Arap siyasi atlasına ahtapot gibi sarılmış Amerikan yönetimi diğer alanlarda da altın vuruşlar için koşulların olgunlaşmasını bekleyecektir.
 
– Trump yasadışı yerleşimlerle ilgili ABD'nin göstermelik itirazlarına da son vermişti. Malum 23 Aralık 2016'da BM Güvenlik Konseyi'nden geçen 2334 nolu karar işgal altındaki yerleşimleri yasadışı ilan ediyor.
 
– Ayrıca 2016'da bir Filistinli tarafından öldürülen Amerikan vatandaşı Taylor Force'un adıyla çıkartılan ve 2018'de yürürlüğü giren yasayla tutuklu ya da katledilen Filistinlilerin ailelerine yardımları kesmediği sürece Filistin Yönetimi'ne bir cent bile verilmeyeceği kararlaştırıldı.
 
– Okuldan hastaneye birçok hayati kurumu ayakta tutan BM Filistin'e Yardım Ajansı'nın (UNRWA) ödeneği kesildi.
 
– Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Washington ofisi kapatıldı.
 
Trump ayrıca Filistinli mültecilerle ilgili statünün değiştirilmesini istedi. Bu taleple dertleri Filistinlilerin geri dönüş hakkını ellerinden almaktı.
 
Filistinlilerin nefes borularını kesen bu hamleler basitçe içeride zorda olan Netanyahu'nun paçasını kurtarmaya matuf adımlara indirgenemez. Hepsi uzun vadeli planların uzantıları. Ve bütün bunlar “ABD'nin bölgedeki çıkarlarını en iyi biz temsil ederiz” diyen AKP yönetimi, Filistin'e sözcülük oyunu oynarken gerçekleşti!
 
***
 
Filistin davasının bütün unsurları atomize edildiğinde ‘Yüzyılın Barış Anlaşması' gökten zembille iner gibi inecek. Hesapları gayet açık; Kudüs, İsrail'in bölünmez ve ebedi başkenti olacak, İsrail'in işgali genişletmesinden başka bir şeye yaramayan Oslo Anlaşması'yla öngörülmüş iki devletli çözümün tabutuna son çiviler çakılacak, nihayetinde Filistin davası tarih olacak. Suriye ve Lübnan da kaybettiği toprakların yasını tutmakla yetinecek. Bu hesabın hesaba katmadığı şey kurumların çökertildiği, siyasi liderlerin itibarsızlaşıp otoritesini kaybettiği ve Arap devletlerinin ağırlığını yitirdiği bir süreçte alttan alta biriken dip dalgalardır. En azından Filistinli karakteri hâlâ direngen. Beyaz Saray ekibi Golan'ın şaraplarını yudumlarken Suriyeliler yine 5 Haziran Nekbe Günü'nde Golan'ın kaybını bir kez daha kahırla anacak. Filistinliler de 15 Mayıs Nekbe Günü'nde 1948'de çıkarıldıkları evlerin anahtarlarıyla yürümeye devam edecek.
 
 
----------------------------------------------------------------------------------------------------
* Fehim Taştekin Al-Monitor
** Fehim Taştekin Gazete Duvar
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar