b990e5bf.jpg

ABD’nin İran’a karşı sert politika davranışının nedeni!

ABD rekabeti etkin kılmak için AB ülkelerini Ortadoğu'nun güvenlik ve siyasi ekseninde bulunan ülkelerden uzak tutmaya çalışırken İran'ı jeopolitik ve jeostratejik koordinatta kendi hizasına yaklaştırmaya çalışmaktadır. ABD'nin İran'a karşı sert yaptırımları ve askeri güç faktörünü bir tarla korkuluğu objesi olarak sırf ekonomi-politik yönde planını gerçekleştirmek amacıyla sürdürmektedir.

17 Mayıs 2019 Cuma
ABD ve İran arasında başlamış olan gerilim git gide artıyor gibi görünüyor. Şu andaki durum ne kadar sıkıntılı gürünse de bir o kadar tekniksel yönden analiz yapıldığında pek fazla da savaş horonlarının çalınmayacağını da göstermektedir. Buna rağmen, İran ile ABD arasındaki kriz, boyutsal ve nitelik bakımından eşi benzeri görülmemiş bir durumun örneği sayılıyor.
 
Donald Trump'ın tek taraflı (JCPOA) çok kapsamlı nükleer anlaşmadan ayrılmasıyla birlikte iki ülke arasındaki gerginlik bir yıllık süreç içerisinde yeni boyutlara ulaşmıştır. Gerçi JCPOA anlaşması P5+1 (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Almanya) ve İran arasında gerçekleşmiş ve BMGK'nin 2231 sayılı kararıyla hukusal ve siyasal niteliği kazanmıştır; fakat ABD bu anlaşmadan ayrılarak İran'a karşı anlaşmadaki taahhütlerini gerçekleştirmediği gibi yeni yaptırımları da gündeme getirmiş oldu. İşte bu bağlamda siyasal platformda resmiyet kazanmış  ve çok devletli bir protokol ilk defa olarak hiçe sayılmıştır.
 
Donald Trump'ın iktidara geldiğinden beri devamlı kriz yaratan kararları ile devam eden İran-ABD krizi, hükümet içerisinde yer almış olan provokatörler (Mike Pompeo ve John Bolton) tarafından, ayrıca İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu dürtüleri ve Bin Salman sermayesiyle yeni aşamaya gelmekte olan kriz git gide büyümektedir. Her an savaş çanlarının çalınacağı korkusu gerek bölge gerekse bölge ötesi ülkelerin yetkililerini tedirgin etmekte, dolayısıyla, kışkırtıcı yaklaşımlardan uzak kalma uyarıları dünya siyastinin gündemindedir. Nitekim birkaç gün önce Federica Mogherini, üç büyük Avrupa ülkesinin dışişleri bakanlarıyla birlikte (Fransa, İngiltere-Almanya), durumla ilgili endişelerini dile getirerek hem İran hem de Amerikan hükümetlerini nükleer anlaşma ilkelerine uymaya teşvik etmeye çalıştı.
 
ABD'nin İran'a karşı yaptırımlarının yeni boyut kazanmasını takiben askeri tehditler de gündemi sıcak tutmaktadır. Öyle ki, birkaç gün önce Fars (Basra) Körfezi, USS Arlington ve USS Abraham Lincoln savaş gemilerinin geçişlerine tanık olacağı haberi yayılmıştı fakat 15 Mayıs günü CENTCOM tarafından bilgiye göre Arap denizinde demir attıkları bildirildi. Bununla birlikte  ABD, Patriot hava savunma bataryasını, ayrıca B-52 bombardıman uçaklarını Doha'daki üssüne göndermiş durumda. Bölgedeki pek çok ülke savaşın başlayacağı endişesine kapılırken Donald Trump ise Tahran'daki  İsviçre büyükelçilği aracılığıyla özel “Kırmızı hat” telefon numarasını İran hükümeti yetkililerine iletmesini talep edip müzakereye hazır olduğunu ve İran cumhurbaşkanının aramasını bekleyeceğini CNN haber ajansı aracılıyğla duyurdu.
 
İran'ın silah sanayii ve teknolojisine atıfta bulunan İran askeri yetkilileri müzakereyi yararsız olarak değerlendirirken İran'nın dini lideri Ayetullah Hamneyi de 14 Mayıs 2019 tarihinde ABD ile müzakerelerin yapılamayacağını net olarak bildirdi.
 
Yaşananları takiben tepki olarak vuku bulan gelişmeler daha da tedirgin edicidir. Nitekim İran JCPOA'da imzası bulunan AB ülkelerine 60 günlük bir ültimatom vererek Hasan Ruhani, İran cumhurbaşkanı açıkça JCPOA anlaşmasından tedrici olarak geri çekileceğini bildirdi. İşte bu yaklaşım karşısıda, AB ülkeleri yanı sıra Hindistan, Avustralya ve hatta Güney Asya ülkeleri liderleri anlaşmanın bozulmasından tedirgin olduklarını, anlaşmanın bozulduğu taktirde dünya çapında güvenlik konusunda negative sonuçların doğacağından ve de nükleer yarışın başlamasından dolayı endişelerini ifade ederek tarafları karşılıklı anlayışa çağırdılar.
 
Açıkçası, ABD tarafından İran'ın petrol satışlarını önleme baskısı sonucu İran'ın ekonomik gücü ciddi biçimde etkisiz hale gelmektedir. Dolayısıyla, yaptırımlarla baş etmek için kara borsa yoluyla petrol satmaya yönelmiş olan İran iç kışkırtmalardan çekiniyor. Bilindiği üzere, İran ekonomisinin maddi kaynağı %65 oranla Petrol satışına dayalıdır. Ayrıca, petrol ticareti sonucu ülkenin ithalat konousundaki döviz gereksinimleri de işte bu yoldan sağlanmaktadır. Mevcut yaptırımlar ile 2012 yılındaki çok yönlü yaptırımlar arasında büyük bir fark bulunmaktadır. Gerçi o dönemde İran'ın Merkez Bankası dünya bankalarıyla iletişim kuramıyor, SWİFT sisteminden bile uzak kalmıştır, fakat yabancı ülkeler ve İranlı tüccarlarla yerli iş adamlarının ortak şirketleri aracılığıyla petrol ve diğer ticari sektörlerde faaliyetler sürdürülmekteydi. Malezya, Türkiye, Brezilya, Rusya, Dubai gibi ülkelerde kurulan aracı şirketlerin desteği ambargoları büyük oranla etkisiz duruma getirmişti. Ancak bu kez ABD, yaptırımı sıkı denetim altına alarak bir taraftan devletleri diğer taraftan ise  şirketleri cezalandırmayla tehdit ediyor.
 
Bütün bunlara rağmen bugün İran'ın döviz reserve miktarı en az 130 milyar dolar tahmin edilirken 500 tondan fazla altın rezervine sahip olduğu da aşikârdır. Aslında, İran'ın şu anda ülkeyi uzun süre idare edebilecek en az 200 milyar dolarlık varlığına sahip olduğu söylenebilir. Öte yandan, İran'ın petrol dışı ekonomiye olan eğilimini, ekonomik savaş ve ambargolara karşı koruyucu politikası olarak göz önünde tutmak gerekir. Öyle ki, her türlü ihracat malından elde edilen döviz kazancına sahip olan İran hükümeti, ülkenin ihtiyaçlarını karşılamak ve ithalata harcanacak rezerv fonuna çok dikkat ediyor ve tasarruflu kullanmayı unutmamaktadır.
 
Bu gerçeklerle karşı karşıya kalmış olan ABD, daha fazla yaptırım uygulamayı tercih ederek 8 Mayıs 2019 tarihinden itibaren İran'ın petrol dışı gelirlerini azaltma amacıyla demir cevheri, bakır ve aluminyum ihracatını da ambargolara tabi tuttu. Bu bağlamda, İran Ulusal Güvenlik Konseyi, İran parlamentosu kararıyla birlikte, nükleer santrallerinde fazla miktarda üretilmiş olan ağır su ve zenginleştirilmiş uranium miktarının JCPOA anlaşması gereği dış ülkelere satışını durdurarak 60 günlük bir süre tanıyıp, AB ülkelerine INSTEX (Ticaret Borsalarını Destekleme Aracı) mekanizmasının uygulanmasını ve İran petrolünün günlük olarak  1,5 milyon varil ihraç olanağının sağlanmasını talep etti.
 
Siyasi-askeri gözlemcilere göre, ABD'nin askeri tehditlerine karşı koyabilecek durumda olan İran, savaşa meyilli olmadığı gibi, beklenmedik bir durumda savaş yaşanırsa bizzat ABD'nin zarar göreceğine kanaat getirmektedirler. ABD kendi askeri teknolojisine güvenerek savaşın başlaması durumunda üstünlüğü olsa bile İran Devrim Muhafızları, ABD'nin İran sınırları dışında yer almış olan bütün askeri üsleri yanı sıra AB'deki mevzileri, hatta İsrail'i hedef alabileceğini bilmektedir. İran rejimi ABD tarafından tehdit edildiğinde veya devrilme prosesine maruz kaldığı durumda, mutlaka sert tepki gösterecetir. Çünkü, İran Devrim Muhafızları kimseyle rejim bekası konusunda uyumlu olma lüksü yoktur. Başlatılan savaşın sonucu kayıp- kayıp olarak birçok ülkeyi de savaşa bile sürükleyebilir. Bu nedenle her iki taraf rasyonel olarak savaşa zemin hazırlamayacaklar?
 
Sonuç olarak, Mike Pompeo Rusya'ya gitmeden önce Avrupalı eşitleriyle görüşmeyi tercih ederek Federica Mogherini ve Avrupalı ​​meslektaşlarıyla bir araya geldi. Onların uyarıları yanı sıra Moskova'da Sergei Lavrov ile yaptığı görüşme sonrasında ABD'nin İran'a karşı askeri eylemde bulunma niyetinde olmadığını ancak müzakere etmeye ve sorunları çözmeye hazır olduklarını ifade etti. Peki bu durumda ABD'nin amacı nedir?
 
Gerçek şu ki, ABD'nin İran'a yönelik projesi askeri açıdan analiz edilmektense başka yönden değerlendirmek gerekir. Askeri baskı sadece psikolojik-sosyolojik algı operasyonundan öteye geçmemektedir. Sürekli değişen Amerikan makamlarının uyumsuz ifadeleri göz önüne alındığında, ABD'nin İran'a karşı askeri bir baskı ve eylem yapma niyeti olmadığını ve bu tür bir operasyon riskine dayanamayacağını gösteriyor. İran, ne Irak'tır, ne de ABD'nin kolayca askeri eylemde bulunabildiği ülkelere benzemektedir. Amerika'nın hedefi İran ekonomisini “Pakistanize” etmek rotasında ilerliyor aslında. İran'ın GSYİH ve kişi başına düşen gelirine yönelik büyük yaptırımlarıyla baskı yapmak ve ekonomiyi zayıflatmak ana hedefler içinde yer alıyor. Ülkenin ekonomi potansiyelinin azaltılması durumunda İran birçok yönden yetersiz kalarak bağımlı duruma düşme ihtimalı sağlanacaktır Amerikan teorisiyenlerine göre. Bu bağlamda ekonomi-politik teorilere dayanarak ülkeyi idare etme ve koşullara göre İran'ı artık uluslararası ilişkilerde yönetmek pek kolay sayılıyor.
 
ABD'nin Irak'a askeri müdahalesinden birkaç yıl geçse de, bugün itibariyle ABD'nin Irak'taki kimyasal ve kitlesel silahların yok edilmesi aslında uydurmaca bir bahane olarak bilinmektedir. Zira Amerikan işgalinden sonra günümüz şartlarına bakıldığında Irak ülkesinin altyapılarının tahribatı ancak ABD holdinglerine yaramış durumdadır. Aynı senaryo Suriye'de bile takip ediliyor. ABD'nin önümüzdeki on yılındaki planları oldukça ekonomi-politik eksendedir. Mevcut durumda, yapılan 1,2 trilyon dolarlık Irak devletiyle ABD holdingleri arasındaki çok boyutlu anlaşmalar kesinlikle ABD'nin ekonomisini yeniden canlanmasını sağlamaktadır. ExxonMobil'in güney Irak'ta ve diğer inşaat şirketlerinde bulunması bu iddianın açık bir işaretidir.
 
Sonuç olarak, ABD doğrudan Çin, Hindistan ve AB ülkeleriyle rekabet edemez ve bu nedenle Irak ve Suriye gibi ülkelerin ardından zayıf düşmüş İran'ı ekonomik fırsatlar gibi görmektedir. Rekabeti etkin kılmak için AB ülkelerini Ortadoğu'nun güvenlik ve siyasi ekseninde bulunan ülkelerden uzak tutmaya çalışırken İran'ı jeopolitik ve jeostratejik koordinatta kendi hızasına yaklaştırmaya çalışmaktadır. Bununla birlikte hem AB'nın hem de Çin mallarının Amerika'ya ihracatı yönünde yüksek gümrük tarifeleri uyguluyor. İşte bu açıdan bakıldığında, ABD'nin İran'a karşı sert yaptırımları ve askeri faktörünü bir tarla korkuluk objesi olarak sırf ekonomi-politik yönde planını gerçekleştirmek amacıyla sürdürmesi mantıklı görünüyor.
 
ABD, İran'ı sınırlarının ötesindeki projelerinde zayıf düşürmeye çalışırken Irak, Afganistan, Azerbaycan, Pakistan, Afrika, Suriye ve benzeri alanlarda teknik ve mühendislik projelerine engel koymaya çalışıyor. İran'ı terörist gruplara destek vermekle suçlmaksa, İran'ın iş ortaklarını korkutmak amacıyla yapılmaktadır. ABD, İran'ın son yıllarda terörist grupların hedefi olduğunu ve bu arada terörizmi ortadan kaldırmak için Afganistan, Suriye ve Irak'ta ciddi ve beğenilen bir yer edindiğini de herkesten daha iyi biliyor.
 
Prof. Dr. Ghadir GOLKARİAN
BİLGESAM
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar