İran Cumhurbaşkanının Türkiye ziyareti ertelendi
Esasen, bölgedeki Arap olmayan iki kilit devlet Filistinlilere destek vermek için kabiliyetlerini birleştirmeye çalışıyor, ancak yaklaşımları önemli ölçüde farklılık gösteriyor. İsrail ve Hamas arasında devam eden savaşla ilgili pozisyonları arasındaki dış benzerliklere rağmen, İran ve Türkiye bu konuda tam olarak aynı görüşte değiller.
İNTİZAR - Bu yılın Kasım ayı başında, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan'ın Ankara ziyaretinin ardından, medya İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmek üzere Kasım ayı sonunda Türkiye'yi ziyaret edeceğini duyurdu. Bazı kaynaklar daha da kesin konuşarak ziyaretin 28-29 Kasım tarihlerinde zeyaretin gerçekleşeceğini iddia etti. Ancak bu ziyaret gerçekleşmedi ve bu da ziyaretin ertelenmiş olabileceği yorumlarına yol açtı. Peki, son birkaç hafta içinde İran ve Türkiye arasındaki ilişkilerde ne olmuş olabilir ki bu iki kilit Orta Doğu ülkesi arasındaki bahse konu görüşme iptal edildi ya da ertelendi?
İran ve Türkiye'yi yakın müttefikler olarak tanımlamak doğru olmaz. Bu iki komşu Müslüman devletin (biri çoğunluğu Şii, diğeri çoğunluğu Sünni) her ikisi de askeri çatışmalarla dolu ve çelişkilerle dolu görkemli bir imparatorluk geçmişine sahip. İran'ın 1979 İslam Devrimi'nden önce her iki ülke de Batı'nın ortakları ve bölgesel CENTO güvenlik bloğunun üyeleriyken, Tahran'daki rejim değişikliğinden sonra NATO üyesi ve ABD ile İngiltere'nin müttefiki olan Türkiye, İran'ın düşmanı haline geldi.
Coğrafi yakınlıklarına rağmen İran, başta zengin gaz ve petrol yatakları olmak üzere doğal kaynaklar bakımından Türkiye'den çok daha zengindir. Bununla birlikte, hem İran hem de Türkiye, stratejik açıdan önemli su yolları ve ticaret yollarına erişim ile Orta Doğu'da elverişli coğrafi konumlara sahiptir. İran ve Türkiye'nin nüfusları da benzerdir: sırasıyla 86,7 milyon ve 85,2 milyon (2023 rakamları).
Dış politikasında bağımsız bir yol izleyen İran, ABD, NATO ve İsrail'in uzlaşmaz bir düşmanı olarak kalırken ve Çin, Rusya ve Hindistan gibi önde gelen küresel güçlerle stratejik ortaklıklara girerken Şii ve daha geniş Müslüman dünyasının birliği çağrısında bulunuyor. Aynı zamanda BRICS ve ŞİÖ gibi hızla gelişen iki uluslararası grubun da üyesidir ve Orta Doğu, Güney Kafkasya ve Latin Amerika gibi bölgelerde aktif olarak diplomasi yürütmektedir.
İran'ın teokratik rejimi kendi iç gelişimi açısından gelenekçi çizgisini korumaya, toplumu Şii İslam temelinde bütünleştirmeye ve zorunluluktan dolayı ekonomik açıdan kendi kendine yeterlilik politikası izlemeye çalışmakta ve çeşitli sektörlerde, özellikle enerji, silah ve makine yapımı endüstrilerinde ve tarımda önemli başarılar elde etmektedir.
Türkiye ise NATO üyeliğini sürdürmekte, Avrupa ile daha fazla bütünleşme isteğinden vazgeçmemekte ve nispeten esnek ve pragmatik bir diplomatik rota izlemektedir: yeni Osmanlıcılık ve pan-Turanist emellerini gerçekleştirirken ülkeyi doğal kaynaklar (petrol, gaz ve tahıl) için kilit bir uluslararası merkez haline getirmeyi ve statüsünü bölgesel güçten süper-bölgesel ve küresel güce yükseltmeyi amaçlamaktadır.
Türkiye iç işlerinde asimilasyon (Türkleştirme) politikası izliyor ve resmi olarak laik bir devlet olarak kalırken Sünni İslam'ın değerlerini destekliyor. Ayrıca siyasi sisteminin ve toplumunun demokratikleşmesi yönünde önemli ilerlemeler kaydetmiş ve liberal bir ekonomik yol izlemektedir.
İran ve Türkiye arasındaki siyasi farklılıkların bir kısmının Orta Doğu, Güney Kafkasya ve Orta Asya'daki bölgesel jeopolitikle ilgili olduğunu belirtmek gerekir. Tahran ve Ankara özellikle Suriye ve Beşar Esad rejimi, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki anlaşmazlık, Hazar havzası ve Orta Asya'daki enerji kaynaklarının işletilmesi gibi konularda farklı görüşlere sahip. İran, Azerbaycan'a ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerine uygulanan Türk pan-Turanist doktrinine karşı çıkmaya devam etmektedir.
Bununla birlikte, yukarıdaki konulardaki farklılıklara ve farklı görüşlere rağmen, İran ve Türkiye son yıllarda birbirlerine saygı duyduklarını ve aşağıdakiler de dahil olmak üzere çeşitli gruplar içinde birlikte çalışabildiklerini göstermişlerdir:
a) Rusya, Türkiye, İran ve Suriye'nin Suriye ihtilafını çözmek için görüşmeler yaptığı (artık feshedilmiş olan) Astana Platformu;
b) Rusya, Türkiye ve İran + Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan'dan oluşan ve ilk olarak Türkiye tarafından önerilen 3+3 formatındaki Kafkasya bölgesel platformu.
Aralarındaki farklılıklara rağmen hem İran hem de Türkiye Orta Doğu'da bölgesel istikrarın korunması ortak hedefini paylaşmaktadır. Geçmişte İran ve Türkiye'nin İsrail'e karşı tutumları çarpıcı biçimde farklıyken, Recep Tayyip Erdoğan'ın iktidara gelmesinden ve özellikle 2009-2010'da başlayan ve sonraki yıllarda da devam eden Türkiye-İsrail ilişkilerindeki bozulmadan sonra Tahran ve Ankara'nın ilişkileri iyileşmeye başladı.
İran medyası Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Batı yanlısı olmaktan ziyade bağımsız çizgisinin ve İslam yanlısı siyasi görüşlerinin İran ve Türkiye arasında verimli ilişkiler kurulması için elverişli koşullar yarattığını düşünüyor. Buna ek olarak, Temmuz 2016'daki darbe girişiminde Erdoğan'ın kendisi komplocuların hedefindeyken, İran güvenlik güçleri (özellikle de Kudüs'ün ünlü lideri General Kasım Süleymani) Erdoğan'ın hayatını ve kişisel güvenliğini korumada önemli bir rol oynadı.
Dışarıdan bakıldığında, Hamas ve İsrail arasındaki mevcut çatışma sırasında Türkiye ve İran'ın diplomatik rotalarının birçok yönü, Ankara ve Tahran'ın pozisyonlarının her zamankinden daha yakın olduğunu gösteriyor. Her iki ülke de Filistinlileri destekliyor, Hamas'ı meşru bir siyasi oluşum olarak görüyor ve "Siyonist rejime" karşı mücadelesini adil ve özgürleştirici olarak değerlendiriyor. İran ve Türkiye, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Gazze Şeridi'ndeki Filistinlileri katletme politikasını kınamakta ve Batı'yı (ABD ve AB) İsrail Savunma Kuvvetleri'nin işlediği suçlara ortak olmakla suçlamaktadır. Ayrıca her ikisi de BM'de Filistin yanlısı kararlara oy veriyor, Gazze'ye insani yardım sağlıyor, ateşkes ve Orta Doğu'da kalıcı barışın tesis edilmesini talep ediyor ve Doğu Kudüs'ü Filistin'in başkenti olarak görüyor.
Ancak, İsrail ve Hamas arasında devam eden savaşla ilgili pozisyonları arasındaki dış benzerliklere rağmen, İran ve Türkiye bu konuda tam olarak aynı görüşte değiller.
Özellikle Ankara, gerekli olsa da İsrail'in ya da ana destekçisi ABD'nin politikaları üzerinde ciddi bir etkisi olması pek mümkün olmayan siyasi açıklamalarla "retorik diplomasisini" tercih ediyor. İran, bölgedeki tüm Müslüman devletleri dahil ederek ve Hamas'a etkili askeri ve mali yardım sağlayarak İsrail'e karşı muhalefeti hem coğrafi olarak hem de yapısı itibariyle genişletmek gerektiğine inanıyor. Ayrıca tüm Müslüman devletlerin İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesmeleri, Tel Aviv'e ticari ve ekonomik ambargo uygulamaları ve özellikle de en azından mevcut savaş süresince İsrail'e petrol ve gaz satışını ve transit sevkiyatını durdurmaları gerektiği konusunda ısrar ediyor. İran ayrıca Orta Doğu ülkelerine, kendi ülkelerinde ve daha geniş bir bölgede ABD askeri üslerine ev sahipliği yapmayı reddetmeleri çağrısında bulunuyor.
Türkiye ise bu konularda oldukça farklı ve daha az radikal bir duruş sergiliyor. Ankara Tel Aviv'deki büyükelçisini geri çağırdı ancak İsrail ile diplomatik ilişkileri kesecek kadar ileri gitmedi. Erdoğan, Binyamin Netanyahu'nun eylemlerini kınıyor ancak gelecekteki bir İsrail lideriyle tüm ilişkileri yeniden kurmayı göz ardı etmiyor. Türkiye Hamas'ı destekliyor ancak doğrudan ya da dolaylı olarak herhangi bir askeri yardımda bulunmuyor. Erdoğan Batı'yı, ABD'yi ve NATO'yu yüksek sesle ve alenen eleştiriyor, ancak NATO'dan çekilmedi ve Türkiye'deki ABD askeri üslerini kapatmaya niyeti yok. Ayrıca Müslüman ve Türk zirvelerinde Filistinlileri destekleyen gösterişli konuşmalar yapıyor, ancak ortaklarına ve müttefiklerine "nefret edilen" İsrail ile ticari ve ekonomik bağlarını koparmaları çağrısında bulunmuyor. Ayrıca Irak ve Azerbaycan'dan gelen petrol Türkiye üzerinden İsrail'e gitmeye devam ediyor.
Bazı yorumcular İbrahim Reisi'nin Ankara ziyaretinin iptal edilmesinin, Recep Tayyip Erdoğan'ın İran'ın İsrail ile diplomatik ilişkilerin kesilmesi ve Türkiye'deki ABD askeri üslerinin kapatılması gerektiği yönündeki ısrarına katılmamasından kaynaklandığını düşünüyor. Ancak Türkiye'nin bu konulardaki tutumu Kasım ayı başında İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan'ın Ankara'yı ziyareti ve ardından iki lider arasında Kasım ayı sonunda bir zirve yapılacağının açıklanmasıyla zaten belirlenmişti.
Diğer gözlemciler ise İbrahim Reisi'nin Türkiye'yi ziyaret etmeme kararının nedeni olarak Tahran ve Ankara arasında Taylandlı rehinelerin Hamas tarafından serbest bırakılması konusunda yaşandığı iddia edilen anlaşmazlığı gösteriyor. İran bu serbest bırakmayı kendi diplomasisinin ve Hamas üzerindeki etkisinin bir meyvesi olarak görürken, Türkiye Taylandlı rehinelerin serbest bırakılmasında Recep Tayyip Erdoğan'ın arabuluculuğunu ana faktör olarak görüyor. Ancak bu durum zirvenin ertelenmesini açıklamaz zira hem İran hem de Türkiye Taylandlı rehinelerin serbest bırakılması için arabuluculuk yapmıştır.
Elbette Filistin meselesi (gelecekteki) İran-Türkiye zirvesinin gündemindeki tek konu değil; sınır güvenliği ve yeni sınır kapılarının açılması, ortak sınırda önerilen serbest ticaret bölgesi, yüksek düzeyli işbirliği konseyinin kurulması, sınıraşan sular, terörle mücadele ve Suriye ile Güney Kafkasya'daki bölgesel meseleler de zirvenin gündeminde yer alıyor.
Su meselesine gelince, İran Türkiye'yi, ağızları Türkiye'de olan ve Suriye ile Irak'tan geçen Dicle ve Fırat nehirlerindeki su seviyesinin düşmesi nedeniyle meydana gelen toz fırtınalarından sorumlu tutuyor. Tahran ayrıca Ankara'yı, yine Türkiye'den doğan ve İran sınırının bir bölümünü oluşturan Aras Nehri'nin akışını azaltmakla suçluyor. Suriye'ye gelince, Gazze Şeridi'ndeki savaşın bölgesel bir tırmanışa geçmesi, hem Türkiye'nin hem de İran'ın varlık gösterdiği Suriye'deki mevcut güç dengesini bozma potansiyeline sahip. Tahran ayrıca Türkiye ve müttefiki Azerbaycan'ın Zengezur koridorunun açılması konusundaki tutumundan da endişe duyuyor. Tüm bu meseleler İran ve Türkiye arasındaki müzakerelerin gündeminde kalmaya devam ediyor ve iki ülkenin Gazze Şeridi meselesinde daha yakın bir çizgiye gelmesinin bu meselelerin çözümüne yardımcı olması beklenmiyor.
Türk diplomasisinin Gazze'deki en önemli başarılarından birinin Türkiye ile İran arasındaki temasların yeniden başlaması olduğunu belirtmek gerekir. Esasen, bölgedeki Arap olmayan iki kilit devlet Filistinlilere destek vermek için kabiliyetlerini birleştirmeye çalışıyor, ancak yaklaşımları önemli ölçüde farklılık gösteriyor. Türkiye 1967 sınırlarına dayanan ve uluslararası bir manda tarafından garanti altına alınan bir Filistin devletinin kurulmasını desteklerken, İran İsrail'i hiç tanımıyor ve Yahudiler, Müslümanlar ve Hıristiyanlar için ortak bir devlet öneriyor. Türkiye Hamas'ı sözlü olarak destekleyip insani yardım sağlarken, İran özellikle Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen'de İsrail ile çatışmaya girmeye hazır silahlı gruplara sahiptir. Bu grupların faaliyetleri hem İsrail ordusu hem de Suriye ve Irak'taki ABD üsleri üzerinde zarar verici bir etkiye sahip.
Hüseyin Emir Abdullahiyan'a göre Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin Türkiye'ye yapmayı planladığı ziyareti iptal etmesinin ana nedeni, Filistin-İsrail kriziyle ilgili BM Güvenlik Konseyi toplantısının sonucunu beklemesi. İran Dışişleri Bakanı'nın durum değerlendirmesinin doğru olup olmadığını söylemek için henüz çok erken. Umarım BM Güvenlik Konseyi toplantısı kısa süre içinde meyvelerini verir ve iki lider çok geçmeden her iki ülkenin ve bölgenin yararına olacak şekilde bir araya gelebilir.
Alexander SVARANTS