27152-105072.jpg
  • Anasayfa» 
  • Analiz»
  •  Direniş cephesi sınırları aşan evrensel bir dayanışma örnekliğine evriliyor

Direniş cephesi sınırları aşan evrensel bir dayanışma örnekliğine evriliyor

Amerika'nın liderliğindeki Batılı güçler ve onların bölgedeki ortaklarının operasyonlarına engel olan Direniş Cephesi unsurlarının, buna dayalı olarak ortaya çıkan yeni şartlar ile birlikte ulusal sınırları aşan evrensel bir dayanışma örnekliğine evrildiği görülüyor.

13 Nisan 2017 Perşembe
İNTİZAR - Batı Asya'da (Ortadoğu) Amerika'nın liderliğinde Batılı diğer devletler ve onların bölgesel ortakları olan başta Suudi Arabistan, Katar gibi Körfez ülkeleri, Türkiye ve tabi İsrail'den müteşekkil cenahın operasyonları karşısında, başını İslami İran'ın çektiği Irak, Suriye, Lübnan Hizbullahı ve Filistin direniş örgütlerinden oluşan Direniş Cephesi'nin duruşu operasyon sahiplerinin planlarının gerçekleşmesini engelledi. 
 
Operasyon sahiplerinin planlarının engellenmesinin ardından, Direniş Cephesi'nin ortaya çıkan yeni şartlar üzerinden ulusal sınırları aşan, bir evrensel dayanışma örnekliğine evrildiği görülüyor. 
 
İşin doğrusu bu sonucu ortaya çıkaran şeyi; Batılı egemen güçlerin bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye dönük tekfirci terör örgütleri üzerinden gerçekleştirdikleri operasyonlara karşı İslam İnkılabı bilinci ile hareket eden İslami İran'ın kendi askeri kabiliyeti yerine, bölgedeki yerel güçleri örgütleyerek ortaya çıkardığı direniş unsurlarının, bu kez yerelden ulusal sınırların ötesine uzanan, sınırların ötesindeki problemlerin çözümü noktasında sorumluluk duyan bir noktaya evrilmesi şeklinde tanımlamak mümkündür.
 
Belki de Direniş Cephesi'ne düşman çevrelerin adeta bir histeri nöbetine tutulmuş gibi özellikle de Irak'taki Haşdi Şabi unsurlarını hedef alıp, karalama kampanyaları başlatmaları ortaya çıkan bu yeni durumun bölgenin geleceğini tayin etmedeki potansiyelinin farkına varmalarındandır.
 
Bu çevrelerin özellikle Direniş Cephesi'ni, Filistin'deki direniş örgütlerinin Sünni, Suriye ve Irak'taki örgütlerin de bir kısmının yine Sünni ve hatta Hiristiyon olmasına rağmen 'Şii' olarak vasıflandırma gayreti söz konusudur. Bu gayretin sahipleri; Direniş Cephesi unsurlarının ulusal sınırları aşma, diğer coğrafyalardaki problemlerin çözümü noktasında mesuliyet duyma eğilimi ile birlikte oluşacak enerji ile bölgedeki halklara geleceğe dair güven vermesi ihtimalinin önüne geçmeye çalışıyorlar. 
 
Batı Asya'da yaşanan savaşın bir vekalet savaşı olduğu herkesin malumudur. Batılı güçlerin ve onların bölgedeki ortaklarına vekalet eden güçlerin daha çok tekfirci terör örgütleri olduğu ve bu örgütlerin sahada ortaya koyduğu korku yaratmaya dayalı uygulamaların neler olduğu da bütün çevrelerce biliniyor. Kategorik düşünen bu örgütlerin mevsubahis yaklaşımları bu yapıları kendilerinden olmayanları yok etmeye  dayalı bir stratejik davranışa ittiği, bu sebeple de bir çok katliamın müsebibi oldukları ortada. Buna karşın başta Hizbullah olmak üzere Direniş Cephesi unsurlarının ortaya koyuduğu yaklaşım bölgedeki bütün etnik, dini unsurlar için güven kaynağı olabildi. Bu noktada Fehim Taştekin'e ait bir yazıda bu durumu net bir şekilde ortaya koyan tespitleri burada örneklemek mümkün:
 
Ekim 2015'te Lübnanlı Prof. Dr. S. Katafago'ya “Suriye'deki savaşa katılması Hizbullah'ın Lübnan içindeki konumunu ne yönde etkiledi” diye sorduğumda kendinden hiç de beklemediğim şu yanıtı verdi:
 
“Ben Hizbullah'ı desteklemiyorum. Benim dünyam onlara uzak. Ancak şu kadarını söyleyeyim: Eşim dindar bir Hıristiyan'dır. Hasan Nasrallah konuşmaya başladığında ekranın başına geçer ve hepimizi susturur, ben dahil eğer susmayan olursa kapı dışarı eder.”
 
Peki, bu ilginin kaynağı?
 
“Birincisi Hizbullah Hıristiyanları koruyor. Çoğumuzun hoşuna gitmese de bu gerçek. İkincisi eğer bir mahallede yardım dağıtacaksa önce Hıristiyanlara, sonra Sünni Müslümanlara, kalırsa da Şiilere dağıtıyor. Sonra Şii liderlerin Hıristiyan cemaatle arası iyidir. Önemli günlerde kiliseyi ziyaret ederler. Ayetullah Musa el Sadr (Emel'in kurucusu) hepsinden daha efsaneydi. O, kilisede konuştuğunda İncil'den ayetler okur, Vatikan'dan bir kardinal geldi sanırdınız.”
 
Bu tespiti, geçen nisanda, BBC'nin emektar Ortadoğu muhabiri olan Lübnanlı Hıristiyan bir meslektaşıma aktardım ve katılıp katılmadığını sordum:
 
“Kesinlikle doğru. Bir şey söyleyeyim mi? Hizbullah, Suriye'de savaşa katılmasaydı Lübnan bugün Nusra Cephesi'nin (El Kaide) elindeydi. Biz Hıristiyanlar için felaket olurdu. Artık hiçbirimiz Lübnan'da olamazdık.”
 
Direniş Cephesi'nin bu kabiliyetinin etkileri, sadece kendi bulundukları coğrafyada değil, hegemon güçlere karşı direniş karakterli dünyanın diğer coğrafyalarında da söz konusu. Başta İslami İran olmak üzere, Lübnan Hizbullahı'nın Latin Amerika ülkeleri üzerindeki etkisi bilinmektedir.
 
İslam İnkılabı ile birlikte ortaya koyulan önermelerin realize edilebilirliği, sömürüye dayanan egemen güçlerin iktidarlarının geleceğine dair endişe etmelerine sebep olmaktadır. Bu sebeple her seferinde bu önermelerin yapay olanını üretip sahneye sürüyorlar. Bu noktada başarılı olamayınca da bu kez; Direniş Cephesi unsurlarının yerel, etnik veya dini karakterleri üzerinden evrensel olmadıklarına dair karalama yoluna yöneliyorlar. 
 
Al-Monitor'da Hamdi Malik İmzalı "Şii milisler için İrak'tan sonra hedef neresi?" başlığı ile yayınlanan yazı da bu açıdan dikkat çekici bir örneklik oluşturuyor. Yazıda aslında bu milislerin içerisinde farklı etnik ve dini kökenli unsurlar olmasına rağmen ağırlıklı olarak Şii kökenli unsurların çoğunlukta olmasından hareketle mezhebi karakter üzerinden maskeleme yoluna gidilmiş. Ama buna rağmen yazıda oldukça kayda değer bilgiler de verilmiş. Yazının sunumunda:
Irak hükümeti Şii milisleri kontrol altına almaya çalışsa da İran bağlantılı bu gruplar ülke sınırlarını aşarak İsrail ve Suudi Arabistan'a kafa tutmaya hazır.
İfadeleri ile ulusal sınırların aşılması karakteri yanında düşman olarak İsrail ile birlikte Suudi Arabistan'ın vurgulanması önemli. Zira bölgedeki problemlerin kaynağının İsrail olduğu, İsrail'in ise son dönemlerde Suudi Arabistan ile stratejik ortaklığa doğru evrilen bir ilişkisinin bulunduğu, bütün bu irtibatları koordine edeninin ise başta Amerika ve İngiltere olmak üzere Batı'nın olduğu bilinen bir gerçekliktir.
 
Bahsi geçen yazının devamında da ilginç bilgiler veriliyor. Irak'taki İslami İran'ın örgütlediği direniş unsurlarının ulusal sınırları aşma eğilimine vurgu yapıldıktan sonra şu bilgilere yer veriliyor. 
 
Peki, ondan sonra ne olacak? El Nüceba olarak da bilinen ve İran kontrolünde Şii bir milis grubu olan Irak İslami Direniş Hareketi'nin sözcüsü Haşim El Musavi, mart başında Golan Kurtuluş Tugayı isminde bir birim kurduklarını duyurdu. Bu açıklama aslında Irak'taki İran bağlantılı milislerin IŞİD sonrası dönemde daha geniş bir bölgesel role soyunacağının ilanı gibiydi. 
"IŞİD sonrası dönemde daha geniş bölgesel bir rol" ifadesi ile "Golan Kurtuluş Tugayı isimli bir birimin kurulduğu" bilgisi önemli. Direniş Cephesi unsurlarının hedefinin İsrail olduğu ve aslında bu hedefin de, sadece Müslümanların değil Siyonizm gibi ırkçı yaklaşımlara karşı bütün insanların hedefi olmakla evrenselliğini tespit etmek zor olmasa gerek. Diğer taraftan Direniş Cephesi unsurlarının geniş bölgesel bir rol ifa edeceğine dair öngörünün de ulusal sınırların ötesine geçileceği ve böylece cihanşumul bir karaktere evrileceğinin ip uçları olarak tespit etmek mümkün.  
 
Söz konusu yazıda yer verilen Irak eski Başbakanı Nuri El Maliki'nin bir ifadesi de dikkat çekici. 
 
Nuri El Maliki, ekimde yaptığı bir açıklamada Musul'u ve Ninova vilayetini kurtarmak için “Geliyoruz Ninova” sloganıyla yürütülen harekâtın “aynı zamanda ‘Geliyoruz Rakka', ‘Geliyoruz Halep' ve ‘Geliyoruz Yemen' anlamına geldiğini” söylemişti.
 
Bu tip ifadelerden Direniş Cephesi unsurlarının sadece bulundukları ülkenin sınırları içerisindeki problemlere karaşı değil, bütün coğrafyadaki problemlere karşı sorumluluk duyulduğunu görmek mümkün. 
 
Yine aynı yazıda Direniş Cephesi unsurlarının bir kaç karakteristik özelliğine daha vurgu yapılıyor.  
 
HSB çatısı altında savaşan İran etkisindeki bazı Şii gruplar İran rejimine ve Dini Lider Ayetullah Ali Hamanei'ye tam sadakat duyuyorlar. ...
Saraya El Horasani Genel Sekreteri Ali El Yasiri 24 Şubat'taki televizyon mülakatında şöyle demişti: “HSB çatısı altında savaşan tugaylarımız var ama HSB dışında da üç başka tugayımız var. Bize nerede ihtiyaç olursa orada olacağız. Direniş için en iyisi neyse biz ona göre hareket ediyoruz.” Kuşku yok ki “direniş için en iyisini” İran Dini Lideri belirliyor.
Independent gazetesinin 10 Mart tarihli haberi, Golan Tepeleri'nin Suriye rejimi kontrolündeki kesiminde Devrim Muhafızları'yla onlara bağlı silahlı Şii grupların faal olduğunu teyit ediyor. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, 9 Mart'ta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'le yaptığı görüşmede Golan'daki 1967 ateşkes hattı civarlarında İran faaliyetlerinden bahsederken “Sünni İslamcı terörün yerini İran öncülüğündeki İslamcı terör alsın istemiyoruz.” dedi.
Görünen o ki İran'ın ve silahlı Şii grupların tehditleri İsrail tarafından ciddiye alıyor.
 
Direniş Cephesi unsurlarının İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Ali Hamanei'ye bağlılıkları ile birlikte İslam İnkılabı Rehberinin belirlediği hedefler doğrultunusda Siyonist İsrail'in hedeflenmesi ve bundan İsrail'in rahatsızlığı ve bu tehdidi ciddiye alması üzerinden yapılan tespit dikkat çekici. Bu tespitleri İsrail'in endişeleri üzerinden yapılan tespitler olarak okumak mümkün. Niçin Siyonist İsrail'in endişelerini paylaşmak durumunda olduğumuzu da sormak gerekiyor. Netice itibarıyla İsrail'in gelecekte 25 yılı göremeyeceğini söyleyerek tedit eden İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Ali Hamanei'dir. En nihayetinde Hamanei Siyonist İsrail ve onun her halukarda sahiplenen Amerika ve diğer Batılı egemen güçleri tehdit etmektedir.   
 
Yazının devamında: 
 
 ..İran'a yönelik yaşamsal bir tehdit belirdiği takdirde bu gruplar İran'ın peşinden gider, İran'a herhangi bir zarar gelmemesi için ABD'ye de ABD'nin Irak'taki müttefiklerine de saldırır. Bunu daha önce ABD işgali sırasında yapmışlardı.
Suriye ve Yemen'de süren savaşlar, bu grupların serpilip yayılmasına ve İran'daki İslami rejimin bekasında önemli bir rol oynamasına elverişli bir ortam sağlıyor. İdeolojileri gereği bu gruplar İran'ın vereceği her türlü askeri görevi yerine getirmeye hazır. Yemen'e gitmek, Suudi güçlerle çarpışmak, Golan'da İsrail'e kafa tutmak, hatta Irak'taki Türk askerlerine saldırmak da bu görevlerin arasında yer alabilir.
 
Şeklindeki tespitler üzerinden yapılan eleştiri aslında Direniş Cephesi'nin Siyonist İsrail ve onun stratejik ortaklarına karşı oluşmakta olan, bütünleşik, ulusal sınırları aşan, coğrafyanın tamamına karşı sorumluluk duyan evrilişin perdelenmesi içindir. Zira burada söz konusu olan İran değil, İran'da hakim olan İslam İnkılabı düşüncesidir ki,  aslında Direniş Cephesi unsurlarının korumaya yöneldikleri de bu düşüncedir. 
 
Anlaşılan o ki; bir takım lokal mesubiyetler üzerine inşa edilmiş olan başta Siyonist İsrail gibi iktidar sahiplerini ve onların tâbi olduğu egemen, müstekbir güçleri rahatsız eden, bilinen bölgesel problemlerden, yerel değer ve unsurlardan neşet eden, fakat giderek evrensel niteliğe doğru evrilen bir yeni gerçeklikle karşı karşıyayız. 
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar