50262-12iran-master675.jpg
  • Anasayfa» 
  • Analiz»
  •  İslam İnkılabı stratejik aklı karşısında sığ etnisite kaynaklı siyasetin düşmanlığı

İslam İnkılabı stratejik aklı karşısında sığ etnisite kaynaklı siyasetin düşmanlığı

'İslam İnkılabı stratejik aklı'nın evrenselliği karşısında sığ tabiatlı etnisite kaynaklı siyasetin problem kaynağı olması beklenilesi bir durumdur. Zira ilki evrensel tabiatlı ikincisi ise lokal, sığ, derinliksiz bir tabiata sahiptir. Bu her iki duruşun tabiatlarından kaynaklanan zıtlık bölgede iki cephenin, iki mücadele odağının var olmasına sebep oluyor: doğru ile yanlışın, hak ile batılın...

16 Haziran 2018 Cumartesi

İNTİZAR - Tarihçiler bundan yıllar sonra 1979 yılında İran'da gerçekleşen İslam İnkılabı ile birlikte bölgede ve devamında dünyada bir çok şeyin nasıl temelden değişmeye başladığına dair tespitlerini çok daha net yapabilecekler. Yapılacak tespitlerden birisi de 'Evrensel Adalet Devleti'nin mukaddimesi olarak değerlendirilebilecek İslam İnkılabı stratejik aklı karşısında etnisite kaynaklı siyasetin sığlığı ile oluşturduğu engellerin ulaştığı boyutlara dair olacaktır. 

Lokal mensubiyetler üzerinden harketle vucuda getirilen siyaset aslında tarih boyunca hep büyük sorunların kaynağı olmuştur. Peygamberler ve Hz Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.a.) sonrasında İmamlar da en çok bu lokal, etnisite kaynaklı siyasetin oluşturduğu engeller sebebiyle oluşturmak istedikleri toplumsal kemalin vucüda getirilmesi noktasında sıkıntıya düşmüşlerdir. Evrensel mesaj sahiplerinin en çok da lokal, etnisite kaynaklı siyaset erbabınca sıkıntıya sokulması beklenesi bir durumdur. Yani bahse konu olan kamil idrak sahiplerinin, ilkel idrak sahipleri tarafından oluşurulan engeller ile mesafe almaktan alıkonulması halidir... 

Belki bu noktada İmam Ali'nin yaşadığı talihsiz süreç üzerinden evrensel mesaj sahibi ile lokal mesubiyet üzerinden siyaset hesabı yapanların oluşturdukları engellerin o günden bu güne yansımalarını hatırlayarak bu gün yaşananların yarına nasıl yansıyacağını hesap etmek mümkün olabilecektir.

Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi İslam Tarihi isimli kitabında bu denklemin ne kadar vahim kayıplara sebep olduğunu çok net bir ifade ile ortaya koyuyor:

"…düşünen bir tarihçi, acaba İmam-ı Ali hilafete geçip engellenmeseydi ve bu nazariyeler tatbik olunarak adalet ve itidal kılıcı ile manevi fetihlere devam olunsaydı, ne olacağını sorar! Hiç şüphe edilmez ki, İslamiyet Hıristiyanlığı yutar ve belki de bugün dünyada yalnız bir din bulunurdu: İSLAM"

Bu gün de evrensel değerlere dayalı İslam İnkılabı stratejik aklına dayalı siyaset tavrı karşısında etnisite kaynaklı siyaset erbabının ortaya koyduğu engellerin, özelde Müslümanlara, genelde ise İnsanlığa neler kaybettirebileceğini bu örnekten yakalamak mümkündür. 

***

Etnik liderlerin siyasi menfaatlerini işgalci, sömürgeci güçlerin siyasi emelleri ile ortaklaşması

Bir çok etnisite kaynaklı siyaset erbabı lokal siyasi çıkarlarını temin edebilmek için işgalci, sömürgeci güçlerle işbirliği içerisinde, bu büyük güçlerin siyasi emelleri doğrultusunda hareket ederek iktidar kurar, iktidarının geleceğini temin eder. Immanuel Wallerstein "Irak'ta Mukteda el-Sadr'ın seçim zaferi" başlıklı yazıda bu denkleme işaret eden bir tespitte bulunuyor;

...İslam Devleti'nin (IŞİD) o dönem zirvesine ulaşan genişlemesinin bir sınıra ulaşmak zorunda olduğunu söylemiştim. O noktada Irak'ın önündeki mesele, IŞİD sonrası durumla ilgili radikal şekilde farklı iki yol arasında seçim yapmaktı. Bugün o momente ulaşmış durumdayız.

Yollardan biri, fiilen ya da hukuken, etnisite temelinde üç ayrı devlete bölünme idi: merkezde ve güneydoğuda bir “Şii” devleti, kuzeydoğuda bir “Kürt” devleti ve batıda bir “Sünni” devleti. Bu adların her birini tırnak içine aldım çünkü bu bölgelerden her biri, bir grup tarafından domine edilmesine ve ivme kazanmış olan etnik tasfiyeye rağmen, elbette ki gerçekte çok etnisiteli.

Bir devletin bu şekilde üçe bölünmesi, geçmişte görece müreffeh ve güçlü devletleri çok daha yoksul ve jeopolitik olarak çok daha zayıf bölgelere dönüştürmüştü. Bu senaryonun nasıl sonuçlara yol açtığına dair önümüzdeki son ciddi örnekler Yugoslavya ve Libya. ABD'nin ve Batı Avrupa ülkelerinin bu sonucu neden arzu edilir bulabileceğini kolayca anlayabiliriz. Böyle bir sonuç üç bölgedeki “etnik” liderlere de çekici gelebilir.

Batı Avrupa ülkelerinden oluşan ortakları ile birlikte Amerika ve onun biricik varlığı olan İsrail'in bölgenin bölünmesi üzerine kurduğu var olma stratejisi

Batı'nın İslam coğrafyasındaki işgali değişik varyasyonlarda devam etmektedir. Bu varyasyonlardan biri de İsrail'in İslam coğrafyasının tam kalbine yerleştirilmesidir. Bu öyle bir işgal yöntemidir ki hem İsrail var olabilmek için bölgenin istikrarsızlaşırılması, bölünüp parçalanmasına ihtiyaç duymaktadır, hem de Batılı güçler İsrail'in varlığı üzerinden bu kaos ortamının varlığını temin etmenin imkanını sağlamaktadırlar. Parçalanan, küçük parçalara ayrılan bölgenin Batılı güçlerin kontrolünde tutulması böylece mümkün olabilmektedir.

Bu strateji aslında Amerika'nın da bölge için hesabının gereğidir.

07.08.2003 tarihli Washington Post gazetesinde o tarihte ABD'nin güvenlikten sorumlu danışmanı olan Condoleezza Rice şöyle diyor: BOP ile Türkiye Dahil 22 Ülkenin Sınırları Değişecek... 

Condoleezza Rice'ın 07.08.2003 Washington Post gazetesinde yayınlanan “Transforming The Middle East – Ortadoğu'yu Dönüştürmek.” Başlıklı yazısında Fas'tan Basra körfezine kadar Ortadoğu'da bulunan 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini, Türkiye'nin de bunların içinde olduğunu açıkça ifade ediyor. (Adımlar Dergisi)

Genel çerçevede Batı özel çerçevede ise Amerika ile Siyonist İsrail'in bölgenin istikrarsızlaştırılması üzerine kurdukları hesaplarının ortaklığı tartışılmazdır. Bütün bu hesaplar sahaya yansıtılırken lokal mensubiyetler, etnisite kaynaklı siyaset erbabından ortaklar edinilerek stratejinin yerel ayağı da sağlanmış oluyor. 

Michel Chossudovsky, Global Research'de yayınlanan “Büyük İsrail”: Orta Doğu için Siyonist Plan - Kanlı “Oded Yinon Planı” Tam Metni için yazdığı ön sözde İsrail'in var olabilmek için ihtiyacı olan bu stratejiyi çok net bir şekilde özetlemiş... 

Siyonizm'in kurucu babası olan Theodore Herzl'e göre Yahudi Devletinin toprakları; Mısır Nehrinden Fırat Nehrine kadar uzanmaktadır. Rabbi Fischmann'a göre ise ‘‘Vadedilmiş Topraklar'' Mısır Nehrinden Fırat Nehrine kadar uzanmakta ve bir kısım Suriye ve Lübnan topraklarını da içermektedir.

Mevcut bağlamda bakıldığında Irak savaşı, 2006 yılı Lübnan savaşı, 2011 yılı Libya savaşı, Suriye ve Irak'ta halen süren savaşlar, Yemen savaşı ve Mısır'daki rejim değişikliğinin nedenleri, Orta Doğu Siyonist Planıyla ilişkilendirilerek okunmalı ve anlaşılmalıdır.

Bazı Siyonistler ise daha fazlasını talep etmektedirler; Batı'da Nil Nehri ile Doğuda Fırat Nehri arasında kalan ve Filistin, Lübnan, Batı Suriye ve Güney Türkiye'yi de kapsayan toprakları istemektedirler.

Siyonist proje, Yahudi yerleşim birimlerinin genişletilmesini desteklemektedir. Daha geniş anlamda, Filistinlileri, Filistin topraklarından sürerek sonunda, Batı Şeria ve Gazze'yi İsrail devletine katmayı öngörmektedir.

Büyük İsrail birçok ‘‘Uydu Devlet'' ortaya çıkaracaktır. Lübnan, Ürdün, Suriye ve Sina Yarımadasının yanı sıra Irak ile Suudi Arabistan'ın topraklarının bir kısmını içine alacaktır.

Mahdi Darius Nazemroaya'nın 2011 yılında Global Research'de yayımlanan makalesine göre Yinon Planı İngiltere'nin Orta Doğu'yu sömürgeleştiren planının bir devamıdır:

Yinon Planı, İsrail'in bölgesel üstünlüğünü garanti altına almayı hedefleyen stratejik bir İsrail planıdır. Bu plan, İsrail'in, çevresindeki Arap devletlerini daha küçük ve daha zayıf devletlere bölerek, kendi jeopolitik ortamını yeniden şekillendirmesini dayatmakta ve şart koşmaktadır.

İsrailli strateji uzmanları, bir Arap devletinden gelebilecek en büyük stratejik tehdit olarak Irak devletini görmüşlerdir. Irak'ın Orta Doğu ve Arap Dünyasının Balkanlaştırılmasında merkez olarak seçilmesinin nedeni budur. İsrailli strateji uzmanları Irak'ta, Yinon Planının konseptleri esas alınarak ülkenin, bir Kürt devleti ile biri Şii Müslüman, diğeri Sünni Müslüman olan iki Arap devletine bölünmesini talep etmişlerdir. Bu amaca ulaşmak için atılan ilk adım, Yinon Planının bahsettiği Irak ile İran arasındaki savaş olmuştur.

2008 yılında ‘‘The Atlantic'' dergisi, ABD ordusuna ait ‘‘Armed Forces Journal'' dergisi de 2006 yılında Yinon Planındakilere çok benzeyen ve ortalıkta dolaşan haritalar yayınlamışlardır. Biden Planının da talep ettiği bölünmüş bir Irak'ın dışında Yinon Planı; Lübnan, Mısır ve Suriye'nin de bölünerek parçalanmalarını içermektedir. İran, Türkiye, Somali ve Pakistan'ın bölünmeleri de bu görüşler ile örtüşmektedir. Yinon Planı aynı zamanda, Kuzey Afrika'nın da dağılmasını talep etmekte ve bu çözülmenin Mısır'dan başlayarak Sudan, Libya ve bölgenin geri kalan kısımlarına yayılmasını öngörmektedir.

Büyük İsrail, mevcut Arap devletlerinin parçalanarak daha küçük devletlere dönüşmesini gerektirmektedir. Plan, iki ana temel üzerine oturtulmuştur. İsrail hayatta kalabilmek için 1) bölgesel bir imparatorluk olmak ve 2) bütün mevcut Arap devletlerinin dağılarak küçük devletlere dönüşmesi için bütün bölgenin bölünmesini etkilemelidir. Buradaki ‘‘Küçük'' kelimesi her bir devletin etnik ve mezhepsel kompozisyonuna bağlı olacaktır. Sonuç olarak, Siyonist beklenti; mezhepsel ayrılıkları olan devletlerin, İsrail'in uydusu ve ironik bir şekilde ahlaki meşruiyetinin kaynağı olmalarıdır. Bu, ne yeni bir fikirdir, ne de Siyonist stratejik düşünce sisteminde ilk kez ortaya çıkmaktadır. Aslında, bütün Arap devletlerini daha küçük parçalara bölmek yıllardır sürekli yinelenen bir temadır.

Bu açıdan bakıldığında Suriye ve Irak savaşları, İsrail'in bölgesel yayılmacılığının bir parçasıdır.

Bu gün bölgede yaşananları düşündüğümüzde, Kuzey Afrıka'dan tutun da özellikle Irak ve Suriye'deki istikrarsızlığın bahsi geçen planlarda ortaya konan amaçlar ile ne denli uyumlu olduğunu görebilmek mümkündür. Batılı güçler ile birlikte İsrail'in hedeflerine ulaşmak için kullandığı araçların başında etnisite kaynaklı siyaset erbabının çıkarlarını temin etmek gelmektetir. Planların sahaya yansıtılmasında yerel ortakların temini olmazsa olmaz bir unsurdur. 

Bütün bu denklemin karşısında egemen güçler ve onların biricik varlığı olan İsrail ile ortaklığa gitmeyen, karşı direniş örgütleyen bölgesel güçler de var. Tabî olarak bu güçler Batılı güçlerin bölgesel ortaklarını rahatsız ediyor, düşmanlıklarını kazanıyor.

Yukarıda bahsi geçen ABD, eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın "Ortadoğu'da Türkiye de dahil 22 ülkenin sınırları değişecek" ifadeleri ile hafızalara kazınan uzun yıllara dayalı planlarının, başını İran'ın çektiği genel olarak Direniş Ekseni diye isimlendirilen unsurların ortaya koyduğu karşı strateji ile başarısızlığa uğratılması işte bu karşı direniş örgütlenmesi eliyle mükün olabilmiştir. 

Direniş Ekseni'nin stratejisi net ve anlaşılabilir sadeliktedir: Batılı güçler ve onların biricik varlıkları olan İsrail'in sitratejisinin aksine bölgenin var olan bütünlüğünü ayakta tutmak ve mümkünse yeni birliktelikler inşa etmek. 

Aslında bu stratejiyi merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan çok dikkate şayan bir denklem ile ortaya koymuştu:

"İran İslam İnkılabı dünyaya açılan bir kapıdır... Türkiye ve İran bir çekirdektir. Bu çekirdeğin etrafında D8'ler, D8'lerin etrafında D60, altmış tane Müslüman ülke, onun etrafında ezilen 100 ülke, Rusya, Çin, Hindistan, Afrika, Güney Amerika 5 milyar insanı adil nizam etrafında toplayacağız. Türkiye ve İran çekirdeği "Yeni Dünya Ağacı"nı ortaya koyacak inşallah...

İslam İnkılâbı stratejik aklı karşısında Siyonist dostları Cephesi

Irak ve Suriye üzerinden ortaya konan tekfirci dehşet terör örgütlerinin işgali marifetiyle bölgenin istikrarsızlaştırılması operasyonu ile Batılı güçlerin, özellikle Amerika ve İsrail'in ve onların Suudi Arabistan, BAE gibi bölgesel ortaklarının bağları zamanla ortaya çıktı. Bu gün bu irtibatlar artık daha net bir şekilde görülebiliyor. 

Bölgede aslında herkes kartlarını gayet açık oynamaktan çekinmiyor. Artık bölgede saflar gayet net. Daha düne kadar Siyonizmin düşman olduğu noktasındaki açık algı değişip yeni bloklar oluşuyor.

Galiba bundan sonra bölgede iki taraftan bahsetmek durumunda kalacağız. Bunlardan birisi; bölge dışı tüm unsurları bölgede istemeyen, bağımsızlıkçı, inkılabi 'Direniş Cephesi' ve diğeri de, genelde Batı, özelde Amerika ve onların bölgedeki işbirlikçisı olan diğer güçler. Zamanla bu ikinci cepheye 'Siyonist Dostları Cephesi' denirse buna da şaşırmamak gerekir.

Siyonist Dostları Cephesi olarak tanımlanabilecek bir yapı gerçekten bu gün oluşmuştur. Bu cephenin bölgesel unsurları etnisite kaynaklı siyaset erbabından oluşuyor. Gayet tabî olarak da 'Siyonist Dostları Cephesi'nin düşmanlarını, lokomotifi İsam İnkılabı Stratejik aklının üslenmiş olduğu İran olan Direniş Ekseni'ni oluşturan unsurlar oluşturuyor. 

İslam İnkılabı stratejik aklı karşısında sıkışan etnisite kaynaklı siyasetin geldiği nokta… İran'a karşı savaş karşılığında Filistin'den vazgeçmek

'Siyonist Dosları Cephesi' Direniş Ekseni'nin ortaya koyduğu karşı strateji ile iyice sıkışmış durumdalar. Kendi lokal mensubiyetleri üzerine inşa etmiş oldukları iktidarlarının geleceğini temin etmek için ortakları olan egemen güçler eliyle baş düşman olarak gördükleri İslami İran'ın sıkıntıya düşürülmesi ve sonrasında İslami İran'a kaşı bir savaş başlatabilmek için Filistin meselesinde İsrail lehine bir posizyon almaya razı görünüyorlar.

Bu gün "karşı karşıya olduğumuz; 'Suudi Arabistan, bölgede sıkışmışlığının esas müsebbibi olarak gördüğü ve aynı zamanda Amerika ve İsrail'in baş düşmanı olan İran'a karşı savaş karşılığında, Filistin'i Siyonistlere ve Siyonistlerin baş hamisi olan Amerika'ya teslim etmek' şeklindeki planın uygulanmasıdır".

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar