fft16_mf11695757.Jpeg
  • Anasayfa» 
  • Analiz»
  •  Batı artık bir bütün değil... Amerika ile Avrupa arasındaki çatlak büyüyor

Batı artık bir bütün değil... Amerika ile Avrupa arasındaki çatlak büyüyor

Soğuk savaş yılları boyunca Batı denildiğinde Amerika önderliğinde dönemin Batı Bloku içerisindeki bütün Avrupa ülkeleri anlaşılırdı. Değişen jeopolitik durumun Avrupa ülkeleri ile Amerika arasında oluşturduğu çatlak Batı denildiğinde anlaşılan bütünlük algısını ortadan kaldıracak kadar büyüdü ve büyümeye de devam ediyor. Batı şimdilik iki büyük parçaya ayrılmış gözüküyor: Amerika ve Avrupa...

8 Temmuz 2018 Pazar
İNTİZAR - Amerika ile Avrupa arasında oluşan çatlak büyümeye devam ediyor. Büyümekte olan bu çatlak artık doldurulamayacak noktaya varmıştır. Soğuk savaş döneminde Batı denildiğinde akla gelen bütünlük algısı Amerika ve Avrupa olarak iki ayrı yapıya bölündü. Gözlemlenen gelişmelere bakılırsa parçalanma Amerika ve Avrupa olarak da kalmayacak. Yıllarca dünyanın geri kalanını bölüp parçalayarak hegemonyası altında tutan Batı bu kez birbiri ile çatışan çoklu parçalara ayrılma süreci içerisine girdi.
 
Soğuk savaş dönemi boyunca gücünün zirvesinde olan ABD kendi önderliği etrafında Batılı diğer ülkeleri bir arada tutmayı başarabilmişti. Zamanla azalan gücü ve değişen jeopolitik durum mevcudu geleceğe taşımaya imkan tanımadı. Bu yeni durum Batı denilince parçalı yeni bir yapının ortaya çıkmasına sebep oluyor. Manlio Dinucci Batı'nın bütünlüğünü kaybedip parçalı bir yapıya doğru seyreden bu yeni durumun sebeplerini şöyle ortaya koyuyor;
 
ABD Başkanının müzakere masasına koyacakları temel olarak Avrupa'nın durumuna bağlı olacaktır. ABD'nin Avrupa'yı hiçbir zaman kendisiyle eşit bir müttefik olarak görmek istemediği sır değildir. Soğuk Savaş süresince 40 yıldan uzun bir süredir Sovyetler Birliği ile yaşanacak bir nükleer çatışmanın ön cephe hattı olarak Avrupa'yı kendisine bağımlı tutmaktadır. 1991'de Soğuk Savaş sonlanınca ABD Avrupalı müttefiklerinin küresel liderliğini sorgulaması ya da oluşan yeni jeopolitik durum karşısında yetersiz kalan NATO'yu artık gereksiz görmesinden çekiniyorlardı. Maastricht Sözleşmesi tarafından Avrupa Birliği'nin « savunmanın temeli » olarak kabul edilen ve eski Varşova Paktı ülkelerini Brüksel'den çok Washington'a bağlayan Doğu'ya doğru genişlemesi NATO'nun yine ABD komutası altında stratejik yeniden yönlendirilmesi bu yüzdendir.
Soğuk Savaş sonrası savaşlar (Irak, Yugoslavya, Afganistan, yeniden Irak, Libya, Suriye) sırasında başkaları (İtalya dahil) önemli tavizler vermeden istediklerini elde ederken ABD, onlarla nüfuz alanlarını paylaşarak Avrupa'nın önde gelen güçleriyle (İngiltere, Fransa, Almanya) el altından pazarlık yapmıştır.
Washington'un temel hedefi Avrupa Birliği'ni sadece itaat konumunda tutmayı sürdürmek değil ama daha da güçlü gerekçelerle, doğmakta olan « yeni ipek yolu » aracılığıyla Çin'e bağlanarak, Rusya dahil, tüm Avrupa bölgesine hitap eden bir ekonomik sahanın oluşumunu engellemektir. 2014'te (Obama yönetimi boyunca) Avrupa'da patlatılan yeni Soğuk Savaş, Rusya'ya karşı ekonomik yaptırımlar ve NATO'nun gerginliği tırmandırması bu yüzdendir.
 
Dr. Nuri Korkmaz'ın ankasam.org'de yayınlanan yazısında da Batı'daki parçalanmayı analiz ederken, Amerika'nın azalan gücü ile birlikte ortaya çıkan lider yoksunluğuna dikkat çekiyor;
 
Amerika Birleşik Devletleri-Avrupa Birliği Ticaret Savaşı Ve Transatlantik İlişkilerinin Gerginleşmesi
 
Batı ittifakı İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin en kötü krizini yaşamaktadır. G7 Zirvesi sonrası yaşananlar bir yana Trump yönetiminin sanayi, ticaret ve askeri alanlarda almış olduğu kararların Avrupa ülkelerine yansıması, bu ülkeler üzerinde negatif yönde bir etki yaratmıştır. Aynı şekilde Amerikan kamuoyu da bundan etkilenmiştir. Özellikle Demokrat Parti seçmenleri Trump'ın uygulamalarına karşı çıkarken; bu durumun ABD-Avrupa ilişkilerini de olumsuz etkilediğinden şikâyet etmektedir. Öyle ki Trump seçilene kadar özgür dünyanın (Batı'nın) temsilcisi olarak görülen ABD eski Başkanı Barack Obama sonrası Amerika'nın Avrupa'daki rolü gittikçe azalmıştır. Bununla birlikte Amerika'daki Demokrat Parti temsilcileri ve seçmenleri arasında özgür dünyanın yeni temsilcisinin Almanya Başbakanı Angela Merkel olduğu yönünde bir düşünce ortaya çıkmıştır. Fakat onların bu düşüncesi Almanya'daki mevcut siyasi kriz nedeniyle tam olarak güçlü temeller üzerine oturtulamamıştır.
 
ABD'nin ticari açıdan Avrupa'ya mesafe koyması Avrupa Birliği (AB) içerisindeki mülteci krizi ve ekonomik kriz Batı ittifakının lidersiz kalması sonucunu doğurmuş ve ittifakın geleceği ile ilgili belirsizlik oluşmasına yol açmıştır. Bu belirsizlik nedeniyle de Avrupa ülkeleri yeni arayışlar içerisine girmişlerdir. Fakat ABD ile Avrupa arasındaki ilişkilerde meydana gelen çatlağın kolay kolay kapanması mümkün görünmemektedir.
 
Trump'ın başkanlığının en önemli sonuçlarından birisi Avrupa ile ABD arasında var olan müttefiklik ve dayanışma algısının giderek zayıflaması olmuştur. “Önce Amerika” sloganıyla seçim kampanyasını tamamlayan Trump, iktidara geldiğinde de vaatlerini gerçekleştirmeye başlamıştır. Amerikan sanayi üretiminin ihracatla, Amerikan rüyasının da ekonomik ilerlemeyle gerçekleştirilebileceğine inanan Trump, Amerika'nın ithalatı azaltması yönünde bir politika belirlemiştir. Fakat bunu yaparken de Avrupalı müttefiklerine cephe almış ve söz konusu politikayı sadece ticaret alanında sınırlamamıştır. Trump'ın korumacı söylemleri milliyetçi bir uslüpla dile getirmesi ve Amerika'nın yıllarca Avrupa'dan mal ithal ederek bilinçli bir şekilde zarara uğratıldığını savunması, uzun yıllara dayanan bir tepkinin ortaya çıktığını göstermektedir.
 
Amerika ile Avrupa arasında esen soğuk rüzgarlar Trump iktidara geldikten sonra Angela Merkel'in Washington gezisi sırasında da ortaya çıkmıştır. Almanya'nın ABD'ye en fazla ürün satan ülke olduğunun altını çizen Trump iki ülke arasındaki ticaret dengesinin ABD aleyhinde işlediğini beyan etmiştir. Fakat bu sözleri sadece ticaretle sınırlı kalmayarak; güvenlik ve savunma alanlarına da yansımıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD'nin Avrupa'nın güvenliği için çok fazla para harcadığını belirten Trump, Avrupa'nın güvenliği için ülkelerin üzerlerine düşen payı ödemeleri gerektiğini belirtmiştir. Bu sözler üzerine Angela Merkel gibi bazı Avrupalı liderler başımızın çaresine bakmalıyız şeklinde açıklamalar yapmışlardır. Atlantik hattındaki bu kırılma ilişkilerin de gerilmesine yol açmıştır. Bir taraftan Donald Trump'ı aşırıcı olmakla suçlayan Avrupalı liderler diğer taraftan da onu popülist adımlar attığı için eleştirmişlerdir.
 
Trump'ın son olarak Avrupa kaynaklı alüminyum ve çelik ithalatına ekstra vergi konulacağını açıklaması Avrupa ülkelerinin tepkisine yol açmıştır. AB ülkelerinin de bu açıklamaya aynı sertlikle yanıt vermesi sonucu bu sefer de Avrupa'dan ithal edilen arabalara %20-25 civarında ekstra bir vergi konulabileceği belirtilmiştir. Trump'ın hedefindeki Alman otomobil üreticilerine olası vergilerden korunmak için otomobil üretimini ABD'ye taşımaları yönünde çağrı yapılmaktadır. Amerika'daki işsizliğe yerli üretimin ve ihracatın arttırılarak çözüm bulunacağını savunan ABD Başkanının işsiz nüfusun büyük çoğunluğu tarafından da desteklendiği düşünülmektedir. Fakat AB ülkelerinin bu duruma olumsuz yaklaştıkları aşikardır.
 
ABD-Avrupa ilişkilerindeki son kırılma noktası da AB'nin askeri ittifak kurma planıyla ortaya çıkmıştır. AB üyesi 10 ülkenin başlattığı girişim neticesinde ortak müdahale gücü olarak kullanılabilecek bir gücün oluşturulması düşünülmektedir. Bu oluşumun özellikle Almanya ve Fransa önderliğinde kurulması ve diğer ülkeleri bünyesine katması konuşulmaktadır. Daha önce bazı konularda NATO'nun imkân ve yeteneklerinden yararlanmayı amaçlayan AB ülkelerinin bu sefer doğrudan kendi askeri ittifakını kurmak istemeleri ABD ile olan gerginliğin bir sonucudur.
 
ABD-AB ilişkilerindeki gerginliğin günden güne ilerlemesi ve kendisini ekonomik ve savunma konularında iyi bir şekilde hissettirmeye başlaması Batı dünyasının lidersiz kaldığı yorumlarına neden olmaktadır. AB içindeki Doğu Bloku eski ülkelerinin de bazı alanlarda otoriterleşmeye başlamaları bu ülkelere uygulanacak yaptırımlar ve birliğin geleceği konusunda ciddi endişelere yol açmaktadır. Batı dünyasındaki lider boşluğunun ne şekilde doldurulacağı bir yana; kimin bu yeri alacağı da merakla beklenmektedir.
Soğuk savaş sonrası Batı; büyük bir zafer kazanmış olmanın hazzı ile tek kutuplu dünya, hatta Amerika'nın önderliğinde tek bir dünya devleti olma hesapları yaparken, bu gün artık çok kutuplu bir dünyanın arefesinde, güçsüzleşmenin etkisiyle bölünmeyle yüz yüze, hatta kendi varlığını bile mevcut hali ile muhafaza etmekte zorlanan bir noktaya gelmiştir.
 
Bu yeni jeopolitik durum, doğru değerlendirilmesi halinde İslam coğrafyasına gerçek anlamda bağımsızlaşma kapılarını açabilir. Bunun için yapılması gereken sadece çatışmadan uzaklaşıp bölgenin mümkün olan en istikrarlı hale ulaştırılmasıdır. Bu gerçekleştirilebilirse o zaman bölgede Batı'ya çıpalı siyaset yapan siyasi odakları besleyen zemin ortadan kalkar, İslam ülekelerindeki halkların gönlündekiler ise böylece tek tek hayat bulabilir...
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar