noam-chomsy-at-mit-333x200.jpg

Noam Chomsky: Kapitalizm doğuştan sadisttir

"Kapitalizm doğuştan sadisttir; aslında Adam Smith da, serbest kaldığı ve dış baskılardan kurtulduğunda kapitalizmin sadist doğasını gösterdiğini kabullendi çünkü gerçekten de doğuştan vahşi."

8 Nisan 2015 Çarşamba

İNTİZAR - Fransız gazeteci Miguel Mora'nın Noam Chomsky ile Kapitalizm, ABD, Neo-Conlar ve dünyaya dayatmaya çalıştıkları neoliberal politikalar üzerine yapmış olduğu röportajın çevirisini sizinle paylaşıyoruz:

 

Neşeli görünüyorsunuz. Hala iyimser olmak için nedenleriniz var mı?

Aslında birkaç tane var. Her ne kadar kötümser olmak için hiçbir neden olmasa da. İnsanlar, uzun vadede değil tabi ki ama hayatta kalmak ya da iki büyük ve yakın tehditten feragat etmeye ilişkin bir karar vermek zorunda: Bunlardan biri çevresel felaket, diğeri ise nükleer savaş. Uzun yıllardır stratejik ve nükleer konuların ana monitörü olan Atom Bilimcileri Bülteni'nin ünlü kıyamet saati var. Kıyamete kaç dakika kaldığını onlar belirliyor. Bugünlerde saati iki dakika ileri aldılar bu yüzden şu anda kıyamete üç dakika var. Bu, Küba Füze Krizi'nden bu yana kıyamete en yakın zaman dilimi. Nükleer savaş tehdidi artıyor; ki bu her zaman önemliydi ve kayıtlara bakarsanız, şimdiye kadar bundan kurtulmuş olmamız bir çeşit mucize. Örneğin, şu anda Amerika Birleşik Devletleri nükleer silahların modernleştirilmesi ve güncelleştirilmesi için 1 trilyon dolar tahsis ediyor. Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması -tabi birileri umursuyorsa- çabalarımızdaki iyi niyeti göstermek için bize onları ortadan kaldırmak için taahhütte bulunuyor. Rusya da benzerini yapıyor ve daha küçük güçler dahil diğerleri de.

Stratejik analistler, ekonomi uzmanları ve bu konularla ilgili diğerleri hariç hiç kimse bu konu hakkında fazla konuşmuyor. Ancak çok ciddi tehditler var. Biri Ukrayna'daki anlaşmazlık. Yetkilerin geri alınacağı bekleniyor ama bu çok uzak bir ihtimal: Daha önce çok yaklaştıklarını da biliyoruz. Tek bir tane örnek vermek gerekirse, 1980'li yılların başında Reagan Yönetimi, Rus savunmasını araştırmaya karar vermişti. Böylece Rusya'ya karşı nükleer silahları da içeren hava ve deniz saldırısı simülasyonu yaptılar. Rusya'ya ne yaptıklarını söylemediler, çünkü simülasyonu değil gerçek bir uyarıyı provoke etmek istediler. Aşırı gerilimli bir andı. Reagan, tıpkı Yıldız Savaşları gibi, her yerden analistlerin ilk saldırı silahı olarak anladıkları stratejik savunma girişimlerini duyurmuştu. Eğer bu işe yararsa, füze saldırısı değil de, ilk saldırı için bir koruma oluşturacak. Rus arşivleri açıldığına göre, ABD istihbaratı, tehdidin son derece ağır olduğunu artık biliyor. Yakın zamanda ortaya çıkan bir istihbarat analizine göre savaşa çok yaklaştık.

O halde burada olmamız tam bir şans.

İlk sorunuza geri dönelim… İyimserlik? Hep aynı hikaye. Dünyada dönemleri nasıl değerlendirirseniz değerlendirin, aslında her zaman iki seçeneğiniz vardır: Kötümser olmaya karar verebilir, hiç umut kalmadığını söyleyip tüm çabalarınızdan vazgeçebilirsiniz, böylece olacakların en kötüsüne katkı sağlarsınız ya da var olan umuda tutunabilir (ki hep oradadır), elinizden geleni yapmaya çalışabilirsiniz. Ve belki de felaketi önlemek mümkün olur ya da en azından daha iyi bir dünyaya bir adım daha yaklaşmış olursunuz.

29 yaşındayken dilbilim devrimi yaptınız ve sonrasında dünyayı değiştirmeye çalıştınız. Ve hala çalışıyorsunuz. İkinci görevin ilkinden daha zor olduğunu tahmin edebiliyorum. Peki buna değer mi?

Dilbilimi değiştirmek oldukça zor. Dilbilim, biraz bilim ve çağdaş felsefe yönlerini içerir… Sanırım ben küçük bir azınlığın parçası olmama rağmen olayların sağ tarafında yer aldım.

Genel sonucun olumlu olduğunu söyleyebilir misiniz?

Benimkiler dışında da başarılar olmuştur, ama şiddete, saldırganlığa ve eşitsizliğe yönelik popüler muhalefet sayesinde tabi. Önde gelen isimlerden olmasam da diğerleri gibi yer aldığım ABD Sivil Haklar Hareketi, bazı önemli hedeflere ulaştı ancak bu hedefler kesinlikle tasarlanmamıştı. Martin Luther King'e bakalım: Resmi söylemlere göre, oy hakkı ve diğer hakları Güneyde önemli ölçüde iyileştiren İnsan Hakları Yasası'na varan ‘'Benim Bir Hayalim Var'' adlı konuşmasıyla mücadelesi 1963'te son buluyor. Ama King bununla yetinmedi. Kuzey ırkçılığını hedef göstermeye ve yalnızca siyahlar değil genel bir yoksul halk hareketi oluşturmaya devam etti. Memphis (Tennessee)'te kamu işçilerinin grevine destek verdiği sırada suikaste uğradı. Dul eşi, Güney boyunca, çatışmaların gerçekleştiği tüm yerler boyunca, yapılan yürüyüşe önderlik etti, Washington'a ulaştı ve bir çadır kent (Diriliş Kenti) kurdu. Dönemin meclisi, tarihteki en liberal meclisti. Çadırların bir süre orada kalmasına müsaade etti ancak daha sonra bir gece vakti polis gönderip hepsini dağıttı ve herkesi şehir dışına attı. Bu, yoksullukla mücadele hareketinin sonu oldu.

Avrupa, şu anda son 50 yılın en karanlık dönemini yaşıyor.

Önemli kazanımlar elde edildi, ancak bir engelle karşılaştılar. Ve 1970'lerin sonlarında ortaya çıkan ve Reagan ile Thatcher tarafından devam ettirilen dünya nüfusuna karşı yapılan büyük neoliberal saldırının başlamasıyla bu engel daha da kötüleşti. Şu anda Avrupa, kriz altındaki bu çılgın ekonomik kemer sıkma politikalarının en kötü kurbanlardan biri. IMF bile bunun mantıklı olmadığını söylüyor. Ancak başka bir açıdan mantıklı gözüküyor: Refah Devletine zarar veriyor, emeği zayıflatıyor, varlıklı ve ayrıcalıklı zümrenin gücünü arttırıyorlar. Böylece onların hatalarında toplumları tahrip eden bir başarının var olduğunu görebilirsiniz. Ancak bu, Bundesbank ofislerinde otururken dikkate almayacağınız türden bir dipnottur.

Toplum bu duruma tepki göstermeye başladı. Sizce değişim mümkün mü?

Şu anda neoliberal saldırıya karşı bir direniş var ve aslında bu çok önemli. En önemlisi ve etkileyici olanı Güney Amerika direnişidir. Yani 500 yıldır Güney Amerika Batılı emperyal devletlerin, şimdilerde ise ABD'nin büyük ölçüde boyunduruğu altında kalmıştır. Ancak son 10-15 yıldır bundan sıyrılmaya başlamıştır. İşte bu çok önemli bir olaydır. Latin Amerika önceden Washington konsensüsüne ve resmi kurallara en fazla bağlı kalan yandaşlardan biriydi.

Arka Plan…

Ancak Latin Amerikalılar kendilerini bu durumdan kurtardılar, tamamen olmasa da, 500 yıldır bu ülkeler ilk kez bağımsızlık ön koşulu olan entegrasyona doğru gidiyor. Önceden çok fazla ayrı düşmüşlerdi ve şimdi birleşmeye başlıyorlar. Bunun işaretlerinden biri ABD'nin, en son Ekvador'da kapatılanla birlikte Latin Amerika'daki tüm askeri üslerini kaybetmesidir. Bir diğer çarpıcı gösterge ise yarımküredeki görüşmelerde olup bitenler. Kolombiya'da yapılan son görüşmede fikir birliğine varılıp bir beyanname yayımlanamadı. Bunun sebebi, yarımkürenin geri kalanına cephe alan iki ülkenin varlığıydı: ABD ve Kanada. Böyle bir şey geçmişte hayal dahi edilemezdi.

Guantánamo hala bir sorun teşkil ediyor. Küba'nın Havana görüşmelerinde desteğini geri çekmeye çalışacağını düşünüyor musunuz?

Küba'nın bunu deneyeceğini düşünüyorum, ancak Amerikalıların bunu taahhüt edeceğinden şüpheliyim.

Bir makalede Obama'nın yalnızca liberal-muhafazakar ve ılımlı Cumhuriyetçi olduğunu; Nixon yönetiminin de ABD tarihinin en liberali olduğunu söylemişsiniz.

Nixon iyi bir adamdı… Standart değişti tabi. Bugünün standartlarında, Nixon liberal, Eisenhower da ateşli bir radikal gibi gözüküyor. Ne de olsa Eisenhower, Yeni Düzen Yasası'nı sorgulayanların asla Amerika politika sisteminin bir parçası olamayacağını belirtmişti. Şimdilerde bunun hemen hemen hepsi yok olup gitti.

Yani Obama solcu bir başkan değil mi?

ABD'de sol kavramı artık merkezdeki ılımlılar için kullanılıyor, çünkü yelpaze değişti. Önceden ABD'nin iki fraksiyonlu (Demokratlar ve Cumhuriyetçiler) tek parti devleti (Sermaye Partisi) olduğu konusunda bir espri vardı ki gerçekten de öyleydi. Artık öyle değil. Hala tek partili devlet ama sadece bir fraksiyon var: Ilımlı Cumhuriyetçiler. O da işleyen tek siyasi parti. Demokrat olarak nitelendirilenler var ancak ılımlı Cumhuriyetçilerin eskiden nasılsa onlar da öyle. Diğer parti yani Cumhuriyetçiler, bu arka planın dışına çıktılar. Parti grubu olmayı bıraktılar. Aslında bu bilinen bir şey. En saygın muhafazakar yorumculardan biri olan Norman Ornstein geçenlerde Cumhuriyetçileri parlamenter politikaya katılmaktan feragat eden radikal bir ayaklanma olarak tasvir etti.

Bugüne kadar  Neo-conlar ne durumdaydı?

Parti iki hedef için harekete geçti: biri, ülkeyi yerle bir edip bunu demokratların üzerine atmak. Belki de böylece yeniden iktidara gelebileceklerdi. İkincisi, zengin ve güçlülere büyük bir sadakatle hizmet etmek. Ancak, bunun parti platformuna uygunluğundan yola çıkarak yapmış oldukları şey anlaşılabilir olabilir: Her zaman orda olan ama büyük bir politik güç olarak asla örgütlenemeyen nüfusun büyük çoğunluğunu harekete geçirmek. Bunlar, ABD nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Protestan Hristiyan grubudur. İşte bu yüzden Senato Çevre Komitesi'nin yeni başkanı James Inhofe şöyle der: “İnsanların, küresel ısınmadaki gibi Tanrı'nın her isteğini yerine getirebileceklerini iddia etmeleri küstahlıktır.” Bu Nuh tufanı öncesidir… Buna taş devri bile diyemezsiniz, çünkü ilkel insanlar ne yapacaklarını bundan daha iyi biliyorlardı. Ama bu çevre komitesi başkanı… ve Cumhuriyetçi zihniyetin özünün bir parçasıdır o zihniyet büyük ölçüde, belki çok büyük ölçüde aşırı Protestan Hıristiyan-sağcılığıdır. Harekete geçirdikleri bir diğer zümre ise korkutulmuş bireylerdir. ABD elbette çok karışık bir toplum ve bugüne dek gerçekleşen şey beyaz nüfusun azınlık haline gelmesidir. Dolayısıyla, “ülkemizi bizden çalıyorlar” diyen geniş bir kesim var ve onların siyasi liderleri var. Bu, bunun bir sürü siyahi yüzünden olduğunu ifade etmenin bir yoludur; bildiğimiz üzere özellikle İspanyollar.

Peki ya Müslümanlar?

Evet Müslümanlar da ama korkunun asıl kaynağı İspanyollar.

‘'Bildiğiniz'' ırkların saldırısına karşı ulusal mit…

Hala yerinde duruyor. Hiçbir tarihi ve biyolojik temeli olmayabilir ancak bilinçlerde yer etmiş durumda. Ve artık Anglosakson mitolojik mirasının ülkemizi bizden almaya çalışan bu yabancılar tarafından sadece tehdit değil aynı zamanda alaşağı edildiği bir noktadasınız. Tüm bunlar Cumhuriyetçi Parti'nin (eski Cumhuriyetçi Parti demek daha doğru olur) çılgınlık derecesine varan bu politikalara yol açan ilkelerinin bir parçasıdır.

Avrupa da bu vizyondan çok uzakta değil.

Troyka'nın Avrupa'da aldığı kararlar da yine çılgınca. Sadece insani sonuçları baz alırsak çılgınca, ancak sanki düzgün yapıyormuşcasına politika düzenleyenler açısından değil. Hiç olmadıkları kadar daha zengin ve daha güçlüler ve düşmanlarını, diğer bir deyişle toplumun genelini mahvediyorlar.

Finli yönetmen Aki Kaurismäki, bunu sadist kapitalizm olarak adlandırıyor.

Biliyorsunuz ki, kapitalizm doğuştan sadisttir; aslında Adam Smith da, serbest kaldığı ve dış baskılardan kurtulduğunda kapitalizmin sadist doğasını gösterdiğini kabullendi çünkü gerçekten de doğuştan vahşi. Peki kapitalizm nedir? Kendi kişisel kazancınızı diğer herkesi umursamadan arttırmaya çalışmaktır. Ünlü Nobel ödüllü ekonomist James Buchanan, bir defasında, her insanın idealinin, diğerlerini kendine kul yaparak efendi olmak olduğunu söylemişti; bu bizim için ideal bir durumdur. Neo-klasik iktisat açısından, neden olmasın? İşte makul olan budur.

Hak ve sorumlulukların olmadığı bir dünya mı?

Hakların olmadığı ve güçlülerin istediklerini elde ettiği bir dünya. Ve mucize eseri her şey güzelce işleyecek. İlginç olan, Adam Smith'in bugünlerde herkesin etrafta konuştuğu ünlü “görülmez el” deyimiyle birlikte bu durumla tanışması(…) görüyoruz ki sermaye yönetmeliğin, özellikle finansal piyasaların dışına çıktığında tabi ki her şey alt üst olur.

Şaşırtıcı şekilde, Berlin Duvarı'nın yıkılmasından 25 yıl sonra, Syriza gibi solcu bir parti Avrupa'da seçim kazandı. Sanki Troyka'nın politikaları eski bir düşmanı ölümden döndürmüş gibi…

Aslında ben bunu böyle görmüyorum… Sadece bir şeyden ötürü, çünkü düşman hakkında birçok efsane var. Rusya, sosyalizme ABD'nin şu anda olduğundan daha uzaktı; Bolşevik devrimi sosyalizm adına büyük bir yenilgiydi; sosyalist hareketi zayıflattı ve çalışan insanların, sosyalizmle hiç alakası olmayan bir liderin kontrolündeki, Lenin'in söylediği şekilde bir proletarya ordusu olduğu otokrat bir tiranlığa yol açtı.

Peki Syriza tarihin sarkacının ters yöne gittiğinin bir işareti değil mi?

Syriza, özellikle programdan kaynaklı değil ama bugünün standartlarına göre sol bir parti. Neoliberal karşıtı bir parti. İşçilerin ekonomiyi kontrol altına alması çağrısında bulunmuyorlar.

Elbette, gerçek devrimci değiller.

Geleneksel sosyalist bile değiller. Bu bir eleştiri değil; bunun güzel bir şey olduğuna inanıyorum ve aynı şeyi Podemos için de düşünüyorum. O da çevre ülkelerin canına okuyan ve tahrip eden neoliberal saldırı karşısında ayağa kalkan bir parti.

Biraz basın hakkında konuşalım. En son iki makalede The New York Times ve The New Yorker dergilerine yönelik sert bir eleştirileriniz oldu. Geleneksel gazetelerin düşüşe geçmesi güce yakın durmalarından mı yoksa editörlerin iddia ettikleri gibi internetin hatasından mı kaynaklanıyor?

The New York Times ve The New Yorker hakkında yazdım, çünkü beni ilgilendiren aşırı uç liberal türü. Yani birilerine Fox kanalı haberlerini kınamasına izin vereceğim. Şaka bir yana, bana asıl ilginç gelen şey kabul edilebilir eleştirinin dışındaki entelektüel gazeteler. Onlar bir çeşit muhafız. Diyorlar ki: Bu kadar ilerleyebilirsin, daha fazla değil. Belli bir menfaat için oradalar. Kuramsal olarak değiştiklerini sanmıyorum, sadece sonuna kadar iktidarın koruyucusuydular. Guatemala'daki demokrasinin işgal edilip devrilmesine bakın, oldukça desteklenmişti; 1953'te İran parlamenter sisteminin yıkılışı, yine çok desteklendi; ve sonuna kadar desteklenen Vietnam Savaşı. Aslında, şu ana kadar Vietnam Savaşı hakkındaki tek eleştiri, başarısız olması. Irak'ın işgal edilmesine karşı çıktığı için Obama büyük bir ahlak kahramanı olarak düşünüldüğünde, bu neyi gösterdi? Bunun bir gaf olduğunu ve bildiğiniz gibi, işe yaramadığını. İşe yarasaydı, iyi olurdu.

Gücün muhafızları, demokrasinin değil, öyle mi?

Basında çok ciddi bir düşüş var ama bence bu temelde çalışan ticari piyasalarda da var. Medya aslen büyük şirketlerden oluşuyor, reklamlardan geçiniyor ve sermaye kaynakları dağılıyor, bu yüzden basın düşüyor. The Boston Globe gazetesine bakın; oldukça iyi bir gazeteydi; ülkenin en iyilerinden birisiydi. Ama şimdi hiç bağımsız haberleri yok ve bu, tüm ülkede olan bir şey. Bu doktrinerlikle değil, piyasa toplumunun işleyişiyle alakalı; fazla para kazanmazsanız, düşersiniz.

Bu medya pazarlarının onları yıkıma götürmeye niyet eden modelleri savunmaya devam etmeleri ilginç değil mi?

Kuramsal ve korkunç bir şekilde ve sadece Amerika'da değil, sadece gücü destekliyorlar. ABD'de işi ve devlet iktidarını… Ayrılıklar var. Aslında birincil iş gazetesi olan The Wall Street Journal, kurumsal suçların açığa çıkartılmasını yürütüyor, özellikle iyi olanları. Faşist bir devlet gibi değil.

Kaynak: alternatifsiyaset.net

Çeviri: Desen Kurtoğlu

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar