384921_8713.jpg

Filistin’e dair gerceği söylemek!

Amerika Başkanı Donald Trump'ın kararı ardından unutulan Filistin meselesi yeniden gündemin en üstüne oturdu. Fakat bununla birlikte hamaset dolu bir çok eylem ve söylemin de bu gündemi zehirlemesi söz konusu oldu. Filistin meselesini kendi berraklığı ve yalınlığı ile ortaya koymak, bir beklenti olmadan Filistin'e dair gerçeği söylemek yapılabilecek en hakikatli eylem olmalı...

19 Aralık 2017 Salı
İNTİZAR - Unutulan Filistin ve Filistinlilerin ABD Başkanı Donald Trump tarafından Kudüs'ün İsrail'in başkenti olduğu analmına gelen girişimi sonrasında yeniden hatırlanması, gündemin en üstüne yerleşmesi ile birlikte, hamaset dolu bir çok girişim ak ile karanın birbirine karıştığı bir bulanıklık ortaya çıkardı. Aslında yapılması ve söylenmesi gerekenler Filistin meselesi ve Filistinlilerin haklılığı kadar berrak ve yalın olmalıydı. Anlaşılan o ki esas derdi Filistin ve Filistinlilerin maruz kaldığı mağduriyetin ortadan kaldırılması olmayanların söylemleri ve girişimleri fotoğrafın flulaşmasına sebep oluyor. 
 
Ahmet Külsoy'un Fikret Başkaya ile gerçekleştirdiği ve Özgür Üniversite'nin internet sitesinde yer alan söyleşide Filistin sorunu ve Filistinlilerin mağduriyeti ve bu konu etrafında olan bitene dair berrak ve yalın tespitler ortaya konmuş. Vakit ayırıp okumayı hak eden bu söyleşiyi ilginize sunuyoruz...  
 
 
Filistinde aslında ne oldu, nasıl oldu, neden oldu sorusuyla başlayabilir miyiz?
 
Aslında Filistin halkı, Filistin toprağı, Siyonist bir kolonizasyona maruz kaldı. Yazık ki, insanlar orada olup-bitenleri pek merak etmiyorlar… Hakkında pek bir şey bilmiyorlar.  Geride kalan dönemde  bilmemeleri için yoğun bir çaba harcandı ve harcanmaya da devam ediyor. İnsanlar politik bir ideoloji olan Siyonizmin ne olduğundan habersiz. Zira, Siyonizm bir tabuya dönüştürülmüş durumda… Bilindiği gibi tabu, ‘yasaklanarak korunan' anlamındadır… Dokunan eli yakar… Her kim ki, Siyonizmi ve/veya Filistin halkının yaşadığı trajediyi tartışmaya yeltense, hemen antisemit (Yahudi düşmanı) olmakla suçlanır… Aforoz edilir… O kadar ki, Batı Üniversite kampüslerinde bile Siyonizmi, Filistin'i konu alan bir konferansı engellemek için her yola baş vurulur… Etkinliği düzenleyenler ölümle tehdit edilir, bildirileri yırtılır, afişleri anında indirilir… Bir terör havası yaratılır…
 
Siyonizme dair bir dizi tevatür veya yalan üretilmiş durumdadır… İşte ‘halkı olmayan toprak/ toprağı olmayan halk, safsatası… Adı Filistin olan bir toprak (ülke) var ama boş… üzerinde  yaşayan insan yok. [Latin hukukunda terra nullius denilen durum]… Bir de Yahudi halkı var ki, onun da toprağı yok ve bu ikisinin kavuşması gerekir… İkinci yalan, Siyonist İsrail'in dünyanın dördüncü büyük askeri (militer) gücü olması gerekir… zira, barbar, uygarlık yoksunu bir Arap saldırısına maruzdur… Üçüncü yalan Filistin'in Orta-Dogu'nun yegane ‘demokratik devleti' olduğu… Aslında Siyonist devlet demokratik değil ama rahatlıkla bir Apartheid rejimi olduğunu söyleyebiliriz… Ve nihayet dördüncü yalan da Siyonizmin Holokost mağdurlarının vasiyeti olduğu… Bu, Siyonizme dair en yaygın ve en sinsi mitlerden (yalanlardan) biridir.  Unutulan bir şey var: Siyonist ideologlar kendilerini Nazi kıyımına maruz kalan 6 milyon insanın savunucusu olarak sunuyorlar… Oysa bu saçma bir iddia ve büyük bir yalandır… Zira Siyonist Hareket, daha Nazizmin ilk peydahlandığı günden beri Nazilerlerle çok sıkı iş birliği içindeydiler… Yazık ki, insanlar Siyonistlerin Holokostta Nazilerle nasıl işbirliği yaptıklarını bilmiyor… Unutulmaması gereken bir şey var: Her Yahudi Siyonist değildir ve her Siyonist de Yahudi değildir… En bağnaz Siyonistler de Hristiyan siyonistlerdir… Yahudilikle Siyonizm arasında bir özdeşlik yoktur… Dünyada hatırı sayılır bir anti-siyonist Yahudi kitlesi olduğunun da bilinmesi gerekir… Velhasıl, Siyonist olmakla dini mensubiyet arasında bir ilişki yok… Netice itibariyle Siyonizm bir politik ideoloji olduğuna göre… Mesela şimdilerde ABD başta olma üzere, Batı'nın gözdesi Suudi prensi Muhammed Bin Salman da pekâlâ Siyonist cenahta sayılabilir…
 
 
 
Filistin'in Siyonist bir kolonizasyona tabi olduğunu mu söylüyorsunuz?
 
Elbette ama fazlası var, eksiği yok! Bilinen anlamda kolonizasyon, bir ülkeyi ucuz emeğini sömürmek, doğal kaynaklarını yağmalamak için işgal etmektir. Filistin söz konusu olduğunda, bir de oradaki halkı toprağından söküp atma durumu var… Ne demek isteğimi merak ediyorsan, bu gün dünyada yaklaşık 10 milyon Filistinli yaşıyor ve  bunun Filistin toprağında (Batı Şeria, Gazze ve Kudüste) yaşayanı ama Siyonist rejim tarafından rehin tutulanı 3, 7 milyon… Geri kalanı yurtsuz, sürgün, mülteci… Aslında Filistin halkının başına gelen, bazı bakımlardan Ermeni halkının trajedisine benziyor… Filistin'in kolonizasyonunun (sömürgeleştirilmesinin) bir özelliği daha vardı: Sömürge halkları bağımsızlıklarını kazanırken, self determinasyana kavuşurken, Filistin'de tam tersi oldu… Velhasıl anakronik bir durum söz konusuydu…
 
 
 
Siyonist İsrail neden başka yerde değil de Filistin toprağında kuruldu?
 
Bu önemli bir soru. Öyle ya, niye mesela Madagaskar'da, Arjantin'de, Kenya'da, vb. değil de Filistinde kuruldu? Filistin'de kuruldu, zira Filistin Orta-Doğu'nun göbeğinde bir ülke ve Orta-Doğu da dünyanın merkezi… Bu sadece modern zamanlar da öyle değil. Orası hep önemliydi… Müstesna bir jeo-stratejik, jeo-politik, jeo-ekonomik ve ticari önemi olan bir bölge… Kara ve su ticaret yollarının kavşağı, kıtaların kavuşma noktası… Tarih boyunca emperyal emelleri olan tüm devletlerin gözünü oraya dikmesi boşuna değil… Tabii şimdilerde bir enerji (petrol-doğal gaz) deposu olduğu için de vazgeçilmez… Zira, kapitalizmin damarlarında dolaşan kan petrol ve petrolün çoğu orada…
 
 
 
Siyonist İsrail devleti Orta-Doğu'daki emperyelizmdir diyorsunuz… Suni bir devlet olduğunu söylüyorsunuz… Bununla aslında neyi kastediyorsunuz?
 
Daha 1840'lı yıllarda İngilizler Orta-Doğu'da bir Avrupa devleti kurmaktan söz ediyorlardı. O amaç 1948'de Siyonist devletin kurulmasıyla gerçekleşti. Aslında Siyonist İsrail devleti, Orta-doğuya taşınmış Batı Avrupa, ABD, veya aynı anlama gelmek üzere kollektif emperyalizm demektir. Dolayısıyla bir ‘bölge devleti' değil. Tabir caizse, söz konusu olan bir tür ‘organ transplantasyonu' ve bir ‘doku uyuşmazlığı' durumu var… Siyonist devlet neden orada peydahlandı? Bölge halklarının kendi ayakları üstünde durmasını, sahip olduğu kaynakları kendi refahı ve kalkınması için kullanmasını engellemek için… Israil demek, çatışma, savaş, şiddet ve terör demektir… Tam bir çıban başıdır… Bölgede herkes bir birleriyle çatışma/boğazlaşma halinde olmalı ki, kaynakları rahatlıkla talan edilebilsin, yağmalanabilsin… Bölgedeki emperyalizm olan Siyonist devlet, emperyalist egemenliğin en büyük güvencesi…  İkiyüzülük gerçek durumun anlaşılmasını engelliyor…
 
 
 
Geride kalan 69 yılda Türkiye Siyonist devlet karşısında nasıl bir yaklaşım içindeydi? 
 
Türkiye, Siyonist devleti ilk tanıyan Müslüman ülkeydi. Bir NATO üyesi ve emperyalizmin uydusu olarak, Filistine dair düzgün bir siyaset izlemesi zaten mümkün değildi… Arap ulusları emperyalistlerle her karşı karşıya geldiğinde hep emperyalizmin safında yer aldı… Bir NATO üyesi başka türlü yapabilir miydi? Mesala Süveyş Kalanı krizinde İngilizler ve Fransızlar Mısıra [Araplara] savaş açtıklarında sömügeci/emperyalist İngilizlerin ve Fransızların safını tuttu… Uzağa gitmeye gerek yok. Libya'da, Suriye'de, Irakta, Afganistan'a yaklaşım herkesin malumu değil mi? Suriye'yi çökertme operasyonunun baş aktörü olursan, Siyonist rejimin elini güçlendirirsin… Tabii gerçek durum böyleydi ama retorik farklıydı. Bütün bu zaman zarfında  ‘suret-i haktan' görünme ikiyüzlülüğü istisna değil, kuraldı… Sanki Filistin halkının yanındaymış, onun davasını destekliyormuş izlenimi yaratmaya özen gösterdiler ama yapılan koskoca bir ikiyüzlülüktü
 
 
 
ABD başkanı Trump'ın, Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması ne anlama geliyor? Böyle bir şeye neden gerek duyuldu?
 
Aslında bu beklenen bir şeydi. Amerikan Senatosu 1995 de Jérusalem Embassy Act'i kabul etmişti, o karar Büyük Elçiliğin Tel Aviv'den Kudüse taşınmasını öngörüyordu… Ama, kararın bir maddesi başkana uygulamayı 6 ay süreyle erteleme yetkisi veriyordu… Ve hep ertelediler. Trump seçim kampanyasında söz vermişti… Aslında bu karar Müslüman-Arap dünyasına karşı alınmış düşmanca bir karar. Belki bir bakıma da iyi oldu denebilir zira, yılların ikiyüzlülüğü böylece teşhir oldu. “Barış Süreci” denilenin aslında bir oyalamadan ibaret olduğu anlaşıldı… ABD'nin tavrının ne olduğu da görüldü… Başta ABD, Batı Avrupa, Japonya dahil ‘kollektif emperyalizm' sorunun çözümünü hiç bir zaman istemedi ama sanki öyle bir niyet varmış, bu meselede “tarafsızmış gibi bir izlenim yaratmaya da özen gösterdiler… Çıkarları o bölgede kaosun, terörün, çatışmaların, karmaşanın, düşmanlıkların sürmesini gerektiriyor… Lakin hiç bir şeyi ilelebet sürdürmek mümkün değildir…
 
 
 
Bu duruma Birleşmiş Milletler Örgütünün müdahale edebileceğini söyleyenler var. Oradan bir şey çıkar mı?
 
Aynı Birinci emperyalist savaş sonrasında kurulan Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) gibi, Birleşmiş Milletler Örgütü de milletlerin (halkların] değil, bir kaç emperyalist devletin örgütüydü… İkinci emperyalist savaş sonrasında oluşan emperyalist statükonun hizmetindeydi… Eşitsiz, haksız durumu meşrulaştırmanın bir aracıydı… Kendi Şartına ve ilkelerine bile aykırı olduğu halde, hileli bir şekilde Siyonist devletin kurulmasını sağladı… İlk 60 yılda BM Güvenlik Konseyi tarafından İsrail aleyhine alınan tam 65 karar tasarısını Siyonist devlet elinin tersiyle geri çevirdi, uymadı…  Öyleyse o kararlar niçin alınıyor? Aslında BM, ABD'nin örgütüdür… Seyirciyi oyalama işlevi görüyor… Önümüzdeki dönemde bu örgütten kopmalar başlayabilir… Bu yalana bir son vermenin zamanı artık gelmelidir…
 
 
 
Trump'un bu kararının her iki tarafta ne gibi sonuçları olabilir?
 
Bu karar, işbirlikçi Arap yönetimlerinin meşruiyetini daha da tartışmalı hale getirebilir. Zaten meşruiyet temelleri iyice aşınmış durumda. Halk kitlelerinin mücadele yeteteneğini güçlendirebilir. Bu, Siyonist Devlet için de bekleneni boşa çıkarabilir… Zira Netanyahu zor durumda. Suriye savaşının asıl kaybeni İsrail. Bir de Netanyahu boğazına kadar yolsuzluğa batmış durumda… Bu, içerde muhalefeti harekete geçirebilir. Netanyahu dimyata pirince gitmiş olabilir…
 
 
 
Tayyip Erdoğan, “Kudüs bizim krımızı çizgimiz” dedi… Bundan sonra değişen bir şey olur mu?
 
O çizginin renginin ne olduğunun anlaşılması için fazla zaman gerekmeyecek. Zira, söylenenin reel bir karşılığı yok. “Söylenene değil yapılana bak” denmiştir. Bu işler boş lafla, hamasetle olacak şeyler değil… Söylediğinin bir karşılığı olabilmesi için hemen İsraille ticari, ekonomik, askeri, muhaberat ilişkilerine son vermesi ve diplomatik ilişkiyi kesmesi gerekir… Öyle bir niyet var mı? Öyle bir şeyi yapabilirler mi? Bu iş hamasetle olsaydı, işler ne kadar kolay olurdu… Bu tür çıkışlar dışardan çok “içeriye” dönük… Tribünlere oynamaktan öte bir şey değil… Her şey oy için… Gelecek seçimleri kazanmak için…
 
 
 
Tayyip Erdoğan “Kudüs bizim kırmızı çizgimiz” dedikten sonra hemen İslam İşbirliği Teşkilatı'nı [İİT] İstanbulda toplantıya çağırdı. Bu toplantıdan ABD'ye ve İsrali'e geri adım attıracak bir karar, bir yaptırım çıkabilir mi? 
 
Söz konusu örgüt Soğuk Savaş koşullarında kuruldu. Filistin sorunu başta olmak üzere, hiç bir temel sorunda etkili bir varlık gösteremedi. Her ülkenin kendi iç kamuoyunu manipüle etmesine yarıyor ama bölge halklarının yararına bir şey yapma şansı da, öyle bir niyeti de yok. Aslında “içi boş midye kabuğu” demekte bir sakınca yoktur… Bu son toplantı, güya temsil ettikleri, ait oldukları halklar için hiç şey ifade etmiyor ama toplantıya katılanlar için bir turizm fırsatı yaratıyor sadece… Boğazda bir gezinti hiç te fena olmaz, lüks otellerde konaklama, döner kebap ziyafetleri… dönüşte eşe-dosta  hediyeler de alırlar tabii… O toplantıda kendileri konuşup, kendileri dinleyecek… Kimse daha fazlasını beklemesin… Oradoğu'nun Müslüman Arap halklarının ve bir bütün olarak Müslüman toplumların emekçilerinin bu tür toplantılardan bir beklentisi olamaz… Eğer Siyonist rejimle, emperyalizmle gerçekten hesaplaşmak istiyorlarsa, önce kendilerini yöneten işbirlikçi, boğazlarına kadar yolsuzluk batağına saplanmış, halk düşmanı yönetimlerin ve yöneticilerin “işine son vermeleri” gerekecek…
 
 
 
İsrail'in, “Kudüs 3 bin yıldır bizimdir” demesinin bir karşılığı var mı?
 
Bu saçma bir iddia… Orada vaktiyle Hristiyanlar da, Müslümanlar da yaşadı. Bu onlara Filistinde bir Hristiyan ve Müslüman cumhuriyet kurma hakkı mı verir… Vakti zamanında Filistin yüzyıllarca Persler ve Romalılar tarafından da yönetildi. İtalyanlar da İranlılar da “bir zamanlar orası bizimdi mi” diyecek… Bu tam bir Siyonist çılgınlığı…
 
 
 
Geçtiğimiz günlerde BDS tarafından düzenlenen Balfour Deklarasyonu'nun 100. Yılı Konferansında:” Filistin, Yüzyıllık İşgal, Yüzyıllık Direniş” temalı bir konuşma yaptınız. Geriye dönüp bakıldığında manzara nasıl görünüyor. Filistinlilerin de yanlış yaptığı durumlar hiç olmadı mı?
 
Filistin halkı her türlü olumsuzluğa rağmen, yüz yıldır direniyor. Esasen özgürlüğü ve haysiyeti için mücadelede kararlı olan bir insanı da, bir halkı da yenmek mümkün değildir… Her halde bilinen insanlık tarihinde hiç bir halk yoktur ki, kendisine yönelen onca baskıya, teröre, şiddete, işkenceye, aç ve susuz bırakmaya, evini-barkını yıkmaya, insanlık dışı muameleye, yalana, utanmazlığa rağmen aralıksız direnişi sürdürebilsin… Filistin halkı bunu bu güne kadar akıl almaz bedeller ödemek pahasına başardı… Yenilgiyi asla kabul etmedi.
 
Bölgede anti-emperyalist, anti-kolonyalist mücadelenin yenilgisi, Filistin macadelesini olumsuz etkiledi. Filistin halkı hak ettiği dayanışmadan mahrum kaldı… Fakat bu, mücadeleyi yürüten örgütlerin, önderliklerin hatasını görmezden gelmeyi gerektirmez. Nitekim, Silahlı mücadeleden vazgeçilmesi tarihi bir hata idi… Daha sonra da Hamas'ın Filistin halkının gerçek müttefikleri olan İran, Suriye ve Lübdan Hizbullah'ına sırt çevirip, Politik İslamcılara  yamanma  saçmalığı, ancak ihanet kelimesiyle ifade edilebilirdi…
 
Aslında Filistin halkı yapması gerekini fazlasıyla yaptı yapıyor ama onunla dayanışma içinde olması gerekenler maalesef aynı performansı gösteremedi… Bu, “Büyük İnsanlığın” büyük bir ayıbıdır… 2002 Nisanında  Filistin üzerine Siyonistlerin bombaları yağarken, Ramallah'da bir kadın: “Bu insanlığın bir parçası olmaktan utanıyorum” diye haykırmıştı… Aslında o bombalar hepimizin üzerine yağıyordu… Önümüzdeki dönemde Filistin halkının özgürlüğünün kendi özgürlüğümüz olduğu bilinciye haraket etmek ve gereğini yapmak için bir engel var mı?
 
Yaşasın Filistinli kahraman çocukların, gençlerin, yaşlıların, kadınların, erkeklerin mücadelesi…
 
Bu söyleşi için çok teşekkür ediyorum hocam…
 
Ben de sana…
 
 
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar