1025271985.jpg

Türkiye’nin Musul seçenekleri

Türkiye en olumsuz ifadelerle karaladığı Musul operasyonuna katılmak için bütün ağırlığını koydu ama operasyona kenarından dahil olması Musul’u kayıp dava olmaktan çıkarmıyor.

22 Ekim 2016 Cumartesi
Arap Baharı'nın henüz başlarında 28 Mart 2011'de başbakan sıfatıyla Bağdat'a giden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şii lider Mukteda El Sadr'ın adamları tarafından sevgi seliyle karşılanmıştı. Konvoyun güzergâhı üzerinde toplanan binlerce kişi “Başbakan hoş geldin” ve “Sadr grubu seni selamlıyor” pankartları açmıştı. Beş yılda dostane havadan geriye en ufak bir esinti kalmadı. Sadr'ın adamları bu kez 18 Ekim 2016'da Türkiye'nin Bağdat Büyükelçiliği'nin önünde “İşgalci defol” sloganıyla gösteri yaptı.
 
‘Dost' ülkeden ‘işgalci' güce dönüşüm, Türk dış politikasının tuhaf döngüler içerisindeki son kazasını resmediyor.
 
Türkiye, Irak'ta ordu, peşmerge, Haşd El Şaabi ve aşiret güçlerinin Musul'u İslam Devleti'nden (IŞ)(İD) kurtarmak için 17 Ekim'de başlattığı savaşın ‘soğuk' cephesi haline geldi. Bağdat ile Ankara arasındaki diyalog tartışmadan tehdide dönüşürken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "Musul operasyonunda olmaya kararlıyız. Koalisyon güçleri Türkiye'yi istemiyorsa B planımız devreye girer. O da olmazsa C planı devreye girer" uyarısında bulundu. B ve C planlarının ne olduğu spekülasyona açık bir konu. Çünkü bu tehdidi, iç kamuoyuna yönelik, Erdoğan'ın ne kadar güçlü bir lider olduğunu göstermeyi amaçlayan bir blöf olarak algılayanların yanı sıra Türkiye'nin Suriye'de yaptığı gibi sınır hatlarında yeni bir maceraya kalkışabileceğini düşünenler de var.
 
B ve C planı konusunda Musul'daki operasyona katılmak için koalisyona karşı kozlarını kullanma, Suriye'nin kuzeyinde olduğu gibi sınırda fiili tampon bölge oluşturma ve göç akını olması halinde bunu fiili müdahale için gerekçe yapma gibi seçenekler akla geliyor. Göç dalgasına ya da (IŞ)İD'in sızmalarına karşı bir acil durum planı üzerinde çalışılıyor. Bu çerçevede Cerablus- El Rai arasında olduğu gibi Irak'ta da 10 kilometre derinliğinde bir tampon bölgenin kurulması ihtimaline değiniliyor.
 
Bu tür bir planın Erbil ve Bağdat'ın yanı sıra İran ve ABD'nin rızası olmadan yürütülmesi zor. Erdoğan “Suriye'de yaptık, Irak'ta da yaparız” diye çıkışıp duruyor ama Suriye'ye müdahale ABD ve Rusya'ya rağmen olmadı. Bu arada, sınırda güvenliği artırmaya yönelik adımlar da gecikmedi. Öncelikle Silopi'ye tank ve topçu sevkiyatı yapıldı.
 
Liderler düzeyindeki söz düellosu sürerken Ankara, ABD'den operasyona hava unsurlarıyla katılmak için yeşil ışık aldı. Başbakan Binali Yıldırım, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın Washington'da ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford'la yaptığı görüşmede anlaşmanın sağlandığını açıkladı. Buna göre Türk jetleri, Kuveyt'teki Musul Koalisyon Komuta Merkezi emrine tahsis edilecek. Jetler ‘sivil zayiat' riski olan alanlar dışında (IŞ)İD hedeflerini bombalayacak. Operasyon için İncirlik'teki koalisyon uçakları da kullanılacak. Diyarbakır'daki hava üssü ise hava operasyonunun muhabere, arama ve kurtarma merkezi olacak.
 
Yıldırım bu konudaki ilk açıklamasında ihtiyaç olması ve istenmesi halinde Türkiye'nin havadan operasyona iştirak edeceğini söylemişti. Koalisyonun fiilen Türk jetlerine görev çağrısı yapıp yapmayacağı belli olmasa da yeşil ışık Ankara'ya zafer havası attırmaya yetecektir: “Bastırdık ve aldık!”
 
Sözü edilen mutabakat Türkiye'nin Başika kampında tuttuğu askerlerin dahlini içermiyor. Halbuki asıl mesele sahada olmaktı. Türkiye, Başika'daki dört obüs topuyla atış yaparak varlığını hissettirmek istiyor ama bunun için koalisyonun koordinat vermesi gerekiyor.
 
Başika'da konuşlu Türk askerini orada tutmak için diplomatik çabalar da sürüyor. Dışişleri Müsteşarı Ümit Yalçın başkanlığındaki bir heyet, 18 Ekim'de Bağdat'a giderek görüşmeler yaptı. Şii milislerin Musul'a girmemesi, Tel Afer'deki Sünni Türkmenlerin katliama uğrama korkusu ve Şengal'de PKK varlığının büyümesi konusundaki uyarılar tekrarlandı. El Cezire'ye göre Ankara'nın kampta Türk birliklerin kalması için önerdiği çözüm formülü şu: “Kamp koalisyon kapsamına alınsın.”
 
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, görüşmelerin olumlu geçtiğini ve Irak'tan Ankara'ya gelecek bir heyetle müzakerelerin süreceğini söyledi. Ancak Irak Dışişleri Bakanlığı ziyaret sırasında anlaşma sağlanmadığını açıkladı.
 
Türkiye, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ya da Türkmenlerin çağrısıyla kara unsurlarının operasyona katılmasından söz ediyordu. Ancak ne Türkmenler ne de Kürtlerden böyle bir talep geldi. Kürdistan Bölgesel Yönetimi lideri Mesud Barzani statüsü tartışmalı yerlerde 2014 sonrası elde ettiği kazanımlarını garantiye alabilmek için Bağdat'la kurduğu ortaklığın elini güçlendirdiğinin farkında. Bu yüzden, “Türk askeri varlığıyla ilgili Ankara ve Bağdat arasında uzlaşı yolu bulunmalı. Bağdat'ın rızası olmadan herhangi bir gücün operasyona katılmaması gerektiğini düşünüyoruz” diyerek Ankara'nın istediği oyunu oynamadı. Barzani, operasyona verdiği kritik katkı karşılığında kenti ikiye bölen Dicle'nin doğusundaki bölgeyi kontrol etmek ve Kerkük'teki fiili kontrolü kalıcı hale getirmek istiyor.
 
Türkmenler ise zaten küskün ve umutsuz. Erdoğan Musul'un geleceğinde sadece Sünnilerin olacağını söyleyerek çoğunluğu Şii olan Türkmenlerle Türkiye arasında kalan son sağlara da hançer atmış oldu.
 
Musul meselesinde çelişki bitmiyor. Ankara bir taraftan operasyona katılmak için bütün ağırlığını koyarken diğer taraftan operasyonun Türkiye'ye karşı yapıldığı iddiasını işliyor. Milliyet gazetesine konuşan kaynaklara bakılırsa Ankara'nın bakışı şöyle: Operasyonun zamanlaması manidar. Operasyon tam da Suriye'de Türkiye'nin desteklediği grupların Cerablus'tan sonra Dabık'ı ele geçirip El Bab'a yöneldiği sırada başladı. Amaç, Türkiye'nin Suriye'deki etkisini azaltmak. (IŞ)İD üyelerinin Musul'dan Suriye'ye kaçabilecekleri koridor kasıtlı olarak açık bırakıldı. Musul'dan çıkan (IŞ)İD üyeleri Rakka ve El Bab'a gidip Türkiye destekli operasyona daha güçlü bir şekilde direnecekler. Asıl hedef, (IŞ)İD'i Musul'dan atmak değil Musul'u paylaşmak. Türkiye'yi paylaşım masasından uzak tutmaya çalışıyorlar. Musul'daki savaş göç dalgası yaratabilir. 60-100 bin kişi Türkiye sınırına yönelebilir. Sivillerin arasına sızan (IŞ)İD üyeleri de Türkiye'ye yönelebilir. PKK'nin eğittiği Ezidi güçlerinin operasyonda yer alması Türkiye açısından güvenlik riski oluşturuyor. Şii ağırlıklı ordunun girmesi bölgede büyük bir mezhep savaşının fitilini ateşleyebilir.
 
Peki Türkiye'nin operasyona dahil edilmesi, (IŞ)İD'in Suriye'ye geçmesi, göç dalgası ve mezhep savaşı gibi ‘kaçının' diye tutturduğu sonuçları değiştirir mi? Türkiye katılsaydı farklı bir plan ortaya çıkar mıydı? Elbette hayır. Bu hassasiyetlerin hükmü, Türkiye operasyona katılım konusunda muradına erinceye kadar geçerli.
 
Ayrıca hava operasyonlarına katılım Türkiye'yi düştüğü itibarsız durumdan bir nebze kurtarsa da Ankara'nın ısrarla vurguladığı hassasiyetler için garanti sunmuyor.
 
Üstelik gerilim tırmandıkça ilişkiler zehirleniyor ve çatışma riski daha reel hale geliyor. Halihazırda 400 kadar Türk askerinin bulunduğu Başika kampı etrafına konuşlanan Iraklı güçler nedeniyle bile emniyette değil. Musullu bir kaynak Al-Monitor'a “Bazı ağır silahlar kampa çevrilmiş durumda. İkinci bir çuval vakıası yaşanırsa şaşırmayın” dedi. İlk çuval vakıası şuydu: 2003'te Süleymaniye'de Amerikan güçleri, Türk karargâhını basıp 11 askerin başına çuval geçirmişti.
 
Bu gerilimin ekonomik alanda da maliyetleri olacaktır. Irak vilayetlerindeki Türk şirketlerinin gönderilmesi yönünde çağrılar geliyor. Türk Dışişleri Irak'a seyahat uyarısı yapmak zorunda kaldı. Bütün bunlara rağmen Erdoğan sözleriyle Irak'ı dövmeye çalışıyor. Bunu yaparken sadece Irak değil diğer komşuların sinirlerini zıplatacak şekilde 100 yıl önceki sınır tartışmalarını güncelliyor. Mesela defalarca Musul, Erbil ve Kerkük'ün yanı sıra Batı Trakya'yı da Türkiye sınırları içerisinde gören Misak-ı Milli'ye atıf yaptı. Son olarak 18 Ekim'deki açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
 
“Misak-ı Milli'yi kavrarsak Suriye'deki, Irak'taki sorumluluğumuzun ne olduğunu anlarız. Eğer bugün Musul üzerinde bizim sorumluluğumuz var, hem masada hem arazide olacağız diyorsak bunun bir sebebi var… Senin Bağdat dediğin tamamen Şia'dan oluşan bir ordunun yönetmenidir. Biz onlarla mı konuşacağız... (Musul'u) Haşdi Şabi'ye terk edecekler. Gelecekleri varsa görecekleri var… Biz burada olacağız, hem arazide olacağız hem masada olacağız… Bir taraftan masada görüşmeler sürüyor, diğer taraftan hazırlıklar sürüyor arazi için”.
 
Tarihsel arka plana yaslanan klasik Türk dış politikası, Kerkük ve Musul'u doğal etki alanı olarak görüyor. Şii kuşağının buralara uzanmasıyla Türkiye'nin stratejik bir çekilmeye maruz kalacağını düşünüyor. Demografik unsur olarak da Türkmenlerin korunmasını Türkiye'nin Irak'taki en önemli çıkarlarından biri sayıyor. Ancak bu üç parametre Musul operasyonundan önce geriledi. Parametrelerdeki içerik boşalması, Ankara'nın son sekiz yılda izlediği siyaset yüzünden oldu. Kerkük'te statü değişti. Musul'da siyasi nüfuz aracı olarak Sünni Araplar ikame edildi. Ankara kart olarak neyi gördüyse hepsinden oldu. Artık klasik dış politikanın temel parametreleri AKP yönetiminin reflekslerini tanımlamıyor.
 
Musul'daki yaklaşım tarzı görüntüyü kurtaran bazı kazanımlara rağmen Türkiye'nin kaybettiği süreci tersine çevirmeyi engelliyor.


Fehim Taştekin

Al Monitor

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar