Türkiye'de 90'lı yıllarda PKK ile devletin güvenlik güçleri arasında 40 bin kişinin hayatına mal olan şiddetli çatışma, hiçbir zaman bir Türk-Kürt iç savaşına dönüşme yoluna girmemişti. Ülkenin batısında, Kürt azınlığın yaşadığı bazı yerleşim merkezlerinde birkaç kanlı olay yaşansa da bunlar yayılma eğilimi kazanmadan izole edilebildiler.
Türkiye'de bir Türk-Kürt çatışmasının pekâlâ mümkün olabileceği ilk kez 2014'ün ekiminde, Türkiye tarihine “Kobani olayları” adı altında geçen kanlı protestolar sırasında görüldü. 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde AKP iktidarını IŞİD'in Suriye'deki Kürt kantonu Kobani'ye saldırıp kuşatmasından sorumlu tutarak sokağa inen Kürt grupların karşısına, Gaziantep gibi Türklerin çoğunlukta olduğu karma etnik nüfuslu şehirlerde Türk gruplar da çıktı. Gaziantep'teki Türk-Kürt çatışmasında 4 kişi ölmüştü. 35 kente yayılan Kobani protestolarında 50 kişinin öldürüldüğünü, binlerce işyeri, devlet dairesi, okul, konut ve aracın tahrip edildiğini de hatırlatalım.
8 Eylül'ü izleyen günlerde ise Türkiye, PKK'nın silahlı ayaklanmasının başladığı 1984'ten beri ilk kez yaygın Kürt karşıtı saldırılara sahne oldu. PKK'nın 6 ve 8 Eylül'de düzenlediği iki bombalı saldırıda 16 asker ile 14 polisi öldürmesinin ardından Türkiye'nin Kürt çoğunluklu olmayan hemen bütün bölgelerinde başlayan saldırılarda milliyetçi gruplar, Kürtleri, Kürtlerin iş yerlerini ve Kürt hareketine yakınlığıyla bilinen Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) binalarını hedef aldılar. 7 Haziran Genel Seçimleri'nde oyların yüzde 13.16'sını alarak 550 üyeli Meclis'te elde ettiği 80 sandalyeyle üçüncü parti konumuna yükselen HDP'nin 56 il ve ilçede çok sayıda büro ve merkezi taşlandı, tahrip edildi ve yakıldı. Bunlar arasında en vahimi, HDP'nin Ankara'daki genel merkez binasının 8 Eylül'de 500 kişilik bir grubun saldırısına uğrayarak kısmen yakılması ve harap edilmesi oldu.
Sosyal medyada örgütlenerek bir araya geldikleri bildirilen Türk milliyetçisi grupların Kürtlere ait işyerlerine düzenledikleri saldırılardan ülkenin Kürt çoğunluklu şehirlerine yolcu taşıyan otobüsler de nasibini aldı. Birçok bölgede doğu kentlerine kayıtlı çok sayıda otobüsün camları taşlanarak kırıldı, yolları kesildi ve yolcuları sözlü ve fiziki saldırıya uğradı. Bunun üzerine Diyarbakır'a yolcu taşımacılığı yapan firmalar bu saldırıları protesto etmek maksadıyla 9 ve 10 Eylül tarihlerinde seferlerini durdurdular.
Hasatta istihdam edilen geçici Kürt tarım işçileri birçok ilde saldırıya ve sataşmaya uğradı.
Saldırıların korku gecesi yaşattığı kentlerden biri de orta Anadolu'daki Kırşehir'di. Burada 8 Eylül akşamı 20'den fazla dükkân sahiplerinin Kürt olduğu gerekçesiyle yakıldı. Bunlar arasında kentin tek kitapçısı da vardı. HDP il başkanlığı tahrip edildi ve kent otogarından doğu illerine yolcu taşıyan otobüsler taşlandı. Görgü tanıkları, sayılarını binlerle ifade ettikleri saldırgan toplulukların ellerinde listelerle dolaştıklarını naklettiler. Kırşehir Valisi Necati Şentürk, “Kentte teröre lanet adı altında düzenlenen masum bir yürüyüşün araya karışan provokatörler nedeniyle istenmeyen olaylara sebebiyet verdiğini” söyledi.
Gerçekten de, PKK'nın toplam 30 güvenlik görevlisinin ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırılarının doğurduğu toplumsal öfkenin, Vali'nin açıklamasında bahsi geçen provokatörler için de bulunmaz bir fırsat sunduğu şüphe götürmez. Bu yazıyı kaleme aldığım 10 Eylül gününe kadar işyerleri ve parti binalarına karşı düzenlenen saldırılarda şans eseri henüz kimse hayatını kaybetmemiş olabilir ama bu şansın sonuna kadar devam etmeyeceği de bilinmeli. Kobani olayları sırasında olduğu gibi öfkeli ve silahlı Türk ve Kürt grupların sokaklarda karşı karşıya gelme ihtimalinin bulunduğu görülmeli.
Mamafih bu kitlesel çatışmanın şimdilik önlendiği anlaşılıyor. HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken'in uyarısı bu bakımdan anlamlıydı. 9 Eylül'de yaptığı açıklamada Baluken, eşzamanlı olarak onlarca kentte örgütlü saldırıların ortaya çıkmasının tesadüfle açıklanamayacağını belirtti ve “Kendi kitlemizi zor tutuyoruz” dedi.
Baluken, “Kitlelerin karşı karşıya gelmesi halinde nelerin yaşanabileceğini herkesi az çok öngörmesi lazım” derken tehlikenin büyüklüğünü işaret ediyordu.
Türkiye'deki en az 15 milyon olarak tahmin edilen Kürt nüfusunun yarısının ülkenin Türk çoğunluklu batısında yaşadığı göz önüne alındığında bir etnik çatışmanın ne kadar da kanlı olabileceğini kestirmek kolaylaşır.
HDP ve genel olarak Kürt hareketi, 7 Haziran Genel Seçimleri'nden önce partinin seçim bürolarına ve merkezlerine karşı düzenlenen ikisi bombalı çok sayıda saldırıyı sükûnetini koruyarak karşılamış ve sokağa inmemişti. 5 Haziran'da seçimden iki gün önce Diyarbakır'daki HDP mitingine karşı düzenlenen bombalı saldırıda 4 kişinin ölmesi ve 50 kişinin yaralanması dahi HDP'nin bu tutumunu değiştirmemişti. Kürt hareketinin tabanı seçim öncesinde bu saldırılara tepki olarak sokaklara inseydi partinin yüzde 10'luk seçim barajını aşması riske atılmış olacaktı.
Şimdi vuku bulan Kürt karşıtı saldırılar karşısında da Kürt tabanı provokasyona gelerek bir kitlesel çatışma ortamının doğmasına yardımcı olursa, bu durum HDP'nin önümüzdeki 1 Kasım seçimlerinde barajı aşma şansını zora sokacaktır. HDP'nin barajın altında kalması halinde AKP'nin yeniden tek başına iktidar olması güçlü bir ihtimaldir.
Provokatörlerin işi ise 7 Haziran seçimlerinin öncesine nazaran daha kolay. Çünkü bu kez malum, PKK ile savaş yeniden başlatıldı ve bu kanlı çatışma MHP ile AKP arasında, sokağa Kürt karşıtlığı olarak da yansıyan seçim odaklı bir milliyetçilik yarışını tetikledi. Aşırı milliyetçi MHP'nin ideolojisine yakınlığıyla bilinen Ülkü Ocakları tarafından 8 Eylül'de birçok kentte düzenlenen “Şehide Saygı, Teröre lanet” yürüyüşleri sırasında çok sayıda Kürt karşıtı saldırının vuku bulması tesadüf değildi.
Ayrıca, ateşkes ve çatışma dönemlerinin 1999'dan beri birbirini fasılalarla izlemesi Türk çoğunluğun şiddete karşı psikolojik direnç eşiğini bir hayli aşağıya çekmiş gibi görünüyor. Türkler artık PKK'nın şiddetine karşı daha tahammülsüz. Artan barış ve çözüm beklentileri sayesinde “Nihayet bitti” dedikleri sırada yeniden dökülmeye başlanan kanın ve gelen asker ve polis cenazelerinin travma etkisi daha büyük oluyor. Bu da nefreti körüklüyor.
Diğer taraftan bu Kürt karşıtı saldırılar en kısa sürede durdurulmazsa Kürtlerin üzerinde iki sonuca yol açması muhtemeldir. Birincisi, HDP'ye karşı saldırılar, Kürtler arasında legalleşmenin ve legal Kürt siyasetinin sorunu çözmeye katkı sunacağına olan inancın yitirilmesine yol açabilir. Bu faktör de silahların politik amaçlarla kullanılmasına yani şiddete ve bunun yanı sıra ayrılıkçılığa olan eğilimi ister istemez artırır.
İkincisi, Kürtlere, iş yerlerine ve yolcu otobüslerine saldırılar, Kürtlerin ülkenin batısında barınmakta ve yatırım yapmakta zorlanır hale gelmesi duygusal kopuşu hızlandırır ve yine ayrılıkçı eğilimleri güçlendirir. Kürtleri saldırılardan korumak için güvenlik güçlerinin yeterli tedbir almadıkları algısının Kürtlerde yerleşmesi kopuş eğilimini hızlandıracaktır.
Kadri Gürsel
Al-Monitor