92679-isid-ypgnin-sitesine-bayragini-dikti-h1413664310.jpg

IŞİD’in kuruluşunun hiç anlatılmamış hikayesi

IŞİD'in içeriden bir militanının anlatımı ile kuruluşu, büyümesi, El-Kaide'nin Suriye kolu Nusra ile çatışması ve yaşanan iç savaş süreci. IŞİD'in kuruluşunun Badadi'nin bir yalanına dayanıyor olması gibi ilginç bilgilere yer vermesi açısından 3 bölüm halinde dizayn edilmiş kayda değer bir yazı dizisi.

20 Ağustos 2016 Cumartesi
Kuruluşundan bu yana, İslam Devleti  (IŞİD vaya DAEŞ) hakkında hep onun düşmanlarından bir şeyler öğrendik. Hikayesi büyük ölçüde, grupla Irak ve Suriye'de savaşanlar, zalim yönetiminden kaçan travmatize olmuş siviller ve arada bir de saflarından kaçanlar tarafından anlatıldı. Bu değişmek üzere. Okuyacağınız, İslam Devleti'nin Suriyeli bir aktif üyesi olan ve grubun şimşek hızıyla genişlemesine ilk elden şahitlik etmiş ve en adı çıkmış yabancı savaşçıları arasında aylarını geçirmiş Ebu Ahmed'in hikayesi.
 
Üç makaleden oluşan bu seride, Ebu Bekir El Bağdadi'nin siyasi planlarının İslam Devleti'nin Suriye'deki genişlemesinin yolunu nasıl döşediğine, El Kaide'nin grubun yükselişini önleme çabalarına ve kendinden menkul “hilafetin” cephaneliğindeki dehşet verici silahlara benzersiz bir içerden bakış sunuluyor. Bazı adlar ve ayrıntılar, Ebu Ahmed'i korumak amacıyla gizli tutuldu.  
 
Ebu Ahmed, Suriye ayaklanmasına katılmakta bir an bile tereddüt göstermemiş. Suriye'nin kuzeyinde muhafazakar ve dindar bir Sünni Arap ailede doğan Ahmed, Mart 2011'de ayaklanma başladığında öğrenciymiş ve Başkan Beşar el Esad'a karşı protestolara ilk günden itibaren katılmış.
 
“Mısır ayaklanmasını ve onu izleyen Libya devrimini heyecanla izledik,” diyor. “Değişim rüzgarının ülkemizi es geçmeyeceğini umuyorduk.”
 
2012 ortasında ayaklanma tam bir iç savaşa dönüşünce, Ebu Ahmed eline silahı alıp savaşmaya karar vermiş. Cihatçı eğilimli ve üyelerinin çoğunluğunu Suriyelilerin oluşturduğu ama Avrupa ve Orta Asya'dan da bazı yabancı savaşçıları içeren bir asi gruba katılmış. Birliklerin bileşimi o zamanlar sürekli değişip duruyormuş – birkaç ayda bir Ebu Ahmed'in grubu ya adını değiştiriyor ya da diğer cihatçı asilerle birleşiyormuş.
 
Ama sonrasında gruplar konsolide olmaya başladılar: 2013 baharında Ebu Ahmed, cihatçı grup ile Nusra Cephesi arasındaki gerilimler yükselirken, resmi olarak Suriye'ye genişleyen Irak ve Levant İslam Devleti safında yer almaya karar verdi. Grup Haziran 2014'te kendisini dünya halifeliği ilan edecek ve küresel hedeflerini yansıtacak biçimde “İslam Devleti” adını alacaktı. Ebu Ahmed, bugün halen örgütün bir üyesi olarak çalışmaya devam ediyor ve grubun davranışlarına ve geçmişine ilişkin benzersiz bir içerden bakışa sahip.
 
Ebu Ahmed ile yaptığımız 15'ten fazla görüşmede onu cihatçı gruba dair bilgileri konusunda ve “hilafetin askerlerinden” biri olarak samimiyeti noktasında kapsamlı şekilde sorguladık. 10 aylık bir süre boyunca, onunla 100 saatten uzun süre geçirdik. Nasıl bir süreç sonunda İslam Devleti'ne katıldığından örgütün nasıl organize olduğuna ve grup içindeki Avrupalı savaşçıların kimliğine kadar, her konuda sorularımızı sabırla yanıtladı. Görüşmelerimiz tüm haftaya yayılacak şekilde, günde altı saati buluyordu.
 
Ebu Ahmed bizimle konuşarak büyük bir kişisel riske girdi. Halen İslam Devleti ile birlikte olduğu için, kimliğini korumak adına hayatına ilişkin kimi ayrıntıları bilerek gizli tutmak zorundaydık.
 
Ebu Ahmed bizimle konuşmaya, kendi söylediğine göre, birkaç sebepten karar vermiş. Halen İslam Devleti ile birlikte olmasına rağmen yaptıkları her şeyi onaylamıyor. Örgüte kapılmış çünkü onu bölgedeki en güçlü Sünni grup olarak görüyor. Ancak “bu denli aşırılıkçılaşması” onu hayal kırıklığına uğratmış. Örgütü muhaliflerini ve kurallarını ihlal edenleri çarmıha germe, yakma ve boğma gibi şeyler konusunda suçluyor.
 
Örneğin Ebu Ahmed, İslam Devleti'nin Suriye'nin kuzeyindeki el-Bab şehrinde, Özgürlük Meydanı olarak bilinen şehir merkezine, sigara satmak gibi küçük suçlar işleyen Suriyeli sivilleri cezalandırmak için bir kafes koyarak uyguladığı cezalandırmaya karşı çıkmış. Grup, Ebu Ahmed'in dediğine göre, Suriyelileri, boyunlarına işledikleri suçun yazılı olduğu bir tabela asarak üç gün kafese hapsetmiş.
 
“Şimdi meydana Cezalandırma Meydanı diyorlar,” diyor. “Bu tür sert cezaların bizim için kötü olduğunu düşünüyorum. Bu Sünnilerin IŞİD'i sevmekten çok ondan korkmasına neden oluyor ki bu da hiç iyi değil.”
 
Ebu Ahmed, eskiden, İslam Devleti'nin Sünni cihatçıları tek bayrak altında bir araya getirecek bir “cihat birlikçisi” olacağını umduğunu söylüyor. Çoğunlukla Belçika ve Hollanda'dan Suriye'ye cihat için gelen genç erkeklerden oluşan tanıdığı yabancı savaşçılara hayran. Hepsi de refah ve barış içindeki ülkelerde yaşıyorlardı ve on binlerce Suriyeli savaştan kaçıp Avrupa'ya gitmek için insan kaçakçılarına büyük meblağlar öderken bu cihatçılar gönüllü olarak tam tersi yönde seyahat etmişti ona göre.
 
“Bu yabancı savaşçılar ailelerini, evlerini, topraklarını bırakıp Suriye'ye bize yardıma geldiler,” diyor Ebu Ahmed. “Bize destek vermek için gerçekten de ellerinde ne varsa feda ediyorlar.”
 
Ama Ebu Ahmed kısa süre içinde cihatçı grubun nahoş yanları ile tanışacaktı. Her şeyden önce İslam Devleti cihatçıları bir araya getirmiyordu, tersine, diğer gruplarla gerilimler arttı ve Ahmed “IŞİD'in yükselişinin Nusra Cephesi ile aranın bozulmasına ve Suriye'deki birleşik cihat güçlerinin zayıflamasına yol açtığından” endişe duyuyordu.
 
İkinci olarak, yabancı savaşçılardan bazıları Avrupa'da gerçekten dindar hayatlar süren adamlarken, “kafayı yemiş” olduklarını düşündüğü bir başka grubun daha olduğunu keşfedecekti. Bunlar çoğunlukla Fas kökenli Belçikalı ve Hollandalı suçlulardı, işsiz güçsüzlerden oluşuyor, parçalanmış ailelerden geliyor, marjinal şehirlerin marjinal banliyölerinde marjinal hayatlar sürüyorlardı. Bu kafayı yemişlerin çoğunun dinle alakası yoktu ve aralarında Kuran'ı okumuş olanını bulmak zordu. Onlar için Suriye'de savaşmak ya bir macera ya da Avrupa'nın bar ve diskolarındaki “günahkar yaşamlarından” nedamet getirmelerinin bir yoluydu.
 
Mesela sürekli kafa kesmekten bahsedip duran, Belçika'dan bir cihatçı Ebu Seyyaf. Bir keresinde emiri Ebu el Esir el Ebsi'ye birini kesip kesemeyeceğini sormuş. “Bir kelle tutmak istiyorum, o kadar,” demiş Ebu Seyyaf. Bölgede “katil” olarak biliniyor.
 
Savaşta ilk kurban genellikle hakikat olur. Ebu Ahmed'in bize anlattığı hikayeler o kadar inanılmaz ve İslam Devleti'nin iktidar koltuğuna o denli yakındı ki, iddialarını sınamaya karar verdik.
 
Bunu yapak için, Ebu Ahmed'e bir sınav yaptık. İslam Devleti'ne katılan Hollandalı ve Belçikalı savaşçıların çoğunu tanıdığını söylemişti, bu yüzden bu ülkelerden Suriye'de savaşmaya gittiğini bildiğimiz cihatçılardan aşağı yukarı 50 kişilik bir fotoğraf listesi hazırladık. Ebu Ahmed'le yaptığımız bir görüşmede, ondan fotoğraftakilerin kim olduğunu söylemesini istedik.
 
Ebu Ahmed'in cevapları, İslam Devleti için savaşan Avrupalı cihatçılar konusunda kapsamlı bilgiye sahip olduğunu teyit etti. Gözümüzün önünde, internete erişimi olmadan ve hiç yardım almadan, fotoğraflara tek tek baktı ve 30 kadar cihatçıyı adı ile doğru bir şekilde tespit etti. Çoğu durumda, gördüğü savaşçı hakkında bazı anekdotlar da ekledi. Diğer fotoğraf için, onları görmediğini ve adlarını bilmediğini söyledi.
 
 
Ebu Ahmed'in verdiği, İslam Devleti'nin Palmira'daki infazlarının perde arkasını gösteren bir fotoğraf.
 
 
Ebu Ahmed bize dizüstü bilgisayarından Suriye'deki bazı Hollandalı, Belçikalı ve Orta Asyalı savaşçıların internette yayınlanmamış özel fotoğraf ve videolarını gösterdi. Bu fotoğraflara sahip olabilmesinin tek yolu, cihatçı topluluk içindeki derin, kişisel deneyimi olabilirdi.
 
Ebu Ahmed ayrıca, İslam Devleti'nin en bilinen şiddet eylemlerinden bazılarının perde arkasında olduğunu da kanıtladı. Cihatçı grup 2015'te Palmira'yı ele geçirdiğinde, Ebu Ahmed grubun muhaliflerinin infazı için Taht Oyunları benzeri bir sahneye tanıklık etmek üzere bu çöl şehrine gitmiş. Temmuz 2015'te bir gün, Avusturya ve Almanya'dan iki İslam Devleti üyesi, Suriye ordusu askeri olduklarını iddia ettikleri iki kişiyi antik kentin dev sütunlarında infaz etmiş. Bu Palmira'daki birçok infazdan biriydi; 4 Temmuz'da İslam Devleti Suriye askeri olduğunu iddia ettiği 25 kişiyi şehrin amfi tiyatrosunda infaz eden çocuk yaştaki 25 savaşçısının kanlı törensel görüntülerini içeren bir video yayınlamıştı.
 
Alman ve Avusturyalı savaşçıların tüyler ürpertici infazlarının resmi İslam Devleti videosu internete verilmeden haftalar önce, Ebu Ahmed bize infazın bir fotoğrafını vermişti. Fotoğraf yalnızca iki mahkumun öldürülmeden önceki anlarını değil, İslam Devleti'nin medya biriminin iki üyesini de dehşet anlarını kaydederken gösteriyordu. Grup, infazlarından hiçbirinin böyle bir perde arkası fotoğrafını yayınlamadı; internette yok. Ebu Ahmed'in verdiği fotoğraf gerçek anlamda benzersiz – içerden biri tarafından gizlice çekilmiş.
 
Fotoğraftaki dikkat çekici bir ayrıntı, iki kameramandan birinin, İslam Devleti'ne katılmak için Suriye'ye giden bir Alman vatandaşı olan Harry Sarfo olması. Onun daha sonra grupla ilgili hayal kırıklığına uğrayarak şimdi hapiste olduğu Almanya'ya kaçtığını söyledi. Sarfo'nun The New York Times gazetesindeki profilinde, İslam Devleti üyelerinin Sarfo'ya, propaganda videosu çekilirken “grubun siyah bayrağını tutmasını ve tekrar tekrar kameranın önünden geçmesini söyledikleri” yazıyor. Ancak Ebu Ahmed'in verdiği fotoğraf Sarfo'nun bu prodüksiyonda pasif bir rol oynadığı anlatısıyla çelişiyor: Videoda yalnızca siyah bayrağı tutarken görülse de, fotoğraf iki Suriyeliyi infaz etmek üzere olan katilleri filme alan iki kameramandan biri olduğunu gösteriyor.
 
Ebu Ahmed, Suriye'nin cihatçıları arasında büyüyen savaşı uzaktan seyretmemiş, başlangıcına da yakından şahit olmuş. Nusra Cephesi ile İslam Devleti arasındaki ayrışma, Suriye savaşındaki en çığır açıcı olaylardan biri idi; Esad karşıtı saflarda çok büyük bir bölünmeye yol açtı ve el Kaide'yi gölgede bırakacak olan, Ebu Bekir el Bağdadi'nin öncülüğündeki yeni bir cihatçı gücün yükselişinin işaretini verdi.
 
Ebu Ahmed, cihat dünyasının en büyük ayrışmasının nasıl gerçekleştiğine en yakından şahit olmuş.
 
 
Hilafet kervanı
 
2013 Nisan ortasında, Ebu Ahmed, Ebu el Esir öncülüğündeki bir Suriyeli cihatçı grup olan Mücahitler Meclis Şurası'nın Suriye'nin kuzeyindeki Kafr Hamra kasabasındaki merkezinin önüne koyu kırmızı-kahverengi renkte bir arabanın yanaştığını fark etmiş.
 
Ebu Ahmed'in arkadaşlarından bir olan cihatçı bir komutan, yanına gelip kulağına şöyle fısıldamış: “Aracın içine dikkatli bak.”
 
Arabanın hiçbir özelliği yokmuş: dikkat çekici değil ama külüstür de değil. Zırhlı değilmiş ve plakası da yokmuş.
 
Aracın içinde dört adam oturuyormuş. Ebu Ahmed hiçbirini tanımıyormuş. Şoförün arkasında oturan adam katlanmış siyah kar maskesi gibi bir şapka takıyormuş. Şapkanın tepesinde omuzlarına düşen siyah bir şal varmış. Uzun bir sakalı varmış. Şoför hariç, araçtakilerin hepsinin dizlerinde makineli silahlar duruyormuş.
 
Ebu Ahmed merkezin girişinde ekstra güvenlik olmadığını görebilmiş. Olağan olduğu üzere, sadece iki silahlı savaşçı girişin önünde koruma olarak dikiliyormuş. Merkezin internet bağlantısı normal şekilde çalışıyormuş. Onun açısından, o günün diğerlerinden farklı geçeceğine dair hiçbir işaret yokmuş.
 
Ama dört adam arabadan çıkıp merkezin içinde gözden kaybolduktan sonra, aynı cihatçı komutan ona tekrar yaklaşıp fısıldamış: “Biraz önce Ebu Bekir el Bağdadi'yi gördün.”
 
2010'dan beri Bağdadi, el Kaide'nin savaş yorgunu ülkedeki uzantısı olan Irak İslam Devleti'nin lideri. Bağdadi, kendi anlatımına göre, Ebu Muhammed el Colani'yi 2011'de temsilcisi olarak Suriye'ye kendisi göndermiş ve ona orada cihat yapması için Nusra Cephesi'ni kurma talimatı vermiş.
 
2013 başlarına dek, Irak İslam Devleti ile Nusra birlikte çalıştılar. Ama Bağdadi memnun değildi. El Kaide'nin Irak ve Suriye uzantılarını iki ülkeyi kapsayacak şekilde, tabi ki kendi liderliği altında, birleştirmek istiyordu.
 
Beş gün arka arkaya her sabah, kırmızı-kahverengi araba Bağdadi ile yardımcısı Hacı Bekir'i Kafr Hamra'daki MMŞ merkezine bırakmış. Günbatımından önce, aynı araba aynı şoförle gelip onları merkezden alıyor ve Bağdadi'yi geceyi geçireceği gizli bir yere götürüyormuş. Ertesi sabah, araba Bağdadi ile Bekir'i bırakmak için tekrar geliyormuş.
 
Bu beş gün boyunca, MMŞ merkezi içinde, Bağdadi Suriye'deki önemli cihatçı liderlerden oluşan bir grupla kapsamlı görüşmeler yapmış. Bunlar dünyanın en çok aranan adamlarından bazılarıymış, hepsi bir odada, yerdeki minder ve yastıklar üzerinde oturuyormuş. Kahvaltı ve öğle yemeği verilmiş: kızarmış veya ızgara tavuk ve patates kızartması, çay ve içecekler. Bağdadi, dünyanın en çok aranan adamı, ya Pepsi ya da portakal aromalı gazoz Mirinda içiyormuş.
 
Bağdadi'ye ek olarak, katılımcılar arasında MMŞ emiri Ebu el Esir, Mısırlı bir cihatçı komutan olan Ebu Müsab el Mesri, Suriye'ye Gürcistan'dan gelen lider bir Çeçen cihatçı olan Ömer el Şişhani, Libya'dan Suriye'ye gelmiş bir cihatçı lider olan Ebu el Velid el Libi, Libyalı Katibe el Bettar grubunda bir emir olan Abid el Libi, iki Nusra istihbarat şefi ve Bağdadi'nin iki numarası Hacı Bekir varmış.
 
Ebu Ahmed bu kadar üst düzey komutanın bir araya gelmesinden çok etkilenmiş. Görüşmelere verilen aralarda, merkezin çevresinde yürür, toplantıya katılanlarla konuşurmuş. Ebu Ahmed sorularla doluymuş: Bağdadi Irak'tan Suriye'ye neden geldi? Tüm bu komutanlar ve emirler onunla neden görüşüyor? Ve Bağdadi'nin şahsen ele almasını gerektirecek ne gibi bir önemli mevzu var?
 
Ebu Ahmed'in sorularının yanıtı, Bağdadi'nin Kafr Hamra toplantısından kısa süre önce yaptığı bir konuşmada bulunabilir. 8 Nisan 2013'te, Bağdadi örgütünün Suriye'ye genişlediğini duyurdu. Oradaki tüm cihatçı fraksiyonlar, Nusra dahil, ona biat etmeliydi. “Allah'ın izniyle ilan ediyoruz ki, Irak İslam Devleti adı ve Nusra Cephesi adı iptal edilmiştir ve onlar Irak ve Şam İslam Devleti adı altında birleşmiştir,” diyordu.
 
“Şeyh, herkesi Nusra Cephesi'nden ve el Colani'den ayrılmaya ikna etmek için burada,” demiş katılımcılardan biri Ebu Ahmed'e. “Onun yerine, herkes ona katılmalı ve kısa süre sonra devlet haline gelecek olan IŞİD bayrağı altında birleşmeli.”
 
 
İslam Devleti'nin Suriye'deki savaşçıları (soldan sağa): Ebu Ahmed'in “emiri” Ebu el Esir, Çeçen kökenli bir Belçika vatandaşı olan Ebu Çeçen el Belçiki, Fransız bir cihatçı olan Ebu Tamima ve örgütteki üst düzey komutanlardan biri olarak hızla yükselen kötü ünlü bir Çeçen cihatçı olan Ömer el Şişhani.
 
 
 
El Kaide'ye biat yalanı
 
Ancak Bağdadi, amacını gerçekleştirmede bir büyük sorunla karşı karşıyaydı. Toplanan emirler IİD şefine Usame bin Ladin'in seçilmiş halefi ve el Kaide lideri Ayman el Zevahiri'ye biat etmiş olduklarını açıkladılar. Zevahiri'yi ve el Kaide'yi bırakıp nasıl birden Bağdadi'ye geçebilirlerdi?
 
Ebu Ahmed'e göre, Bağdadi'ye toplantı sırasında şunu sordular: Zevahiri'ye biat ediyor musun?
 
Bağdadi onlara biat ettiğini ama Zevahiri'nin isteği doğrultusunda bunu açıklamadığını söyledi. Ama Bağdadi adamları el Kaide liderinin komutası altında hareket ettiği konusunda temin etti.
 
Cihatçı liderlerin bu iddianın doğruluğunu kontrol etme şansı yoktu. Zevahiri belki de dünyada ulaşılması en zor insandı – yıllardır açığa çıkmıyordu ve halen de saklanmakta, büyük ihtimalle Pakistan veya Afganistan'daki bir yerde.
 
Cihatçı liderler Zevahiri'nin şahsi aracılığı olmaksızın karar vermek zorundaydılar. Bağdadi Zevahiri adına hareket ediyorsa, IŞİD'e katılma talimatını takip edeceklerine hiç şüphe yoktu. Ama Bağdadi kendi adına hareket ediyordu, gizli planı Nusra'nın ve diğer grupların kontrolünü ele geçirmekti. Bu, el Kaide'yi bölecek ve cihatçı ordular arasına fitne sokacaktı.
 
Böylece komutanlar Bağdadi'ye şartlı biat ettiler. “Ona dediler ki, ‘Söylediklerin doğruysa seni destekleyeceğiz,'” dedi Ebu Ahmed.
 
Bağdadi aynı zamanda Suriye'de bir İslam devleti kurulacağını da söyledi. Müslümanların bir devlete ihtiyacı olduğu için bunun önemli olduğunu söyledi. Bağdadi Müslümanların üzerinde çalışıp nihayetinde de dünyayı fethedebilecekleri kendi topraklarına sahip olmasını istiyordu.
 
Katılımcılar Suriye'de devlet kurma fikri konusunda çok farklı düşünüyorlardı. El Kaide, var olduğundan bu yana devlet olmayan bir aktör olarak gölgede faaliyet göstermişti. Hiçbir toprağı açıktan kontrol etmiyordu. Bunun yerine ifşa olmamış konumlardan şiddet eylemleri gerçekleştiriyordu. Bir yeraltı örgütü olarak kalmak büyük bir avantajdı: düşmanın onları bulması, saldırması ve yok etmesi zordu. Cihatçı liderler toplantıda, bir devlet kurmanın, düşmanın onları bulmasını ve saldırmasını son derece kolaylaştıracağını savundular. Tanımlı bir toprağı ve kurumları olan bir devlet açık hedef tahtasıydı.
 
MMŞ emiri el Esir, Bağdadi'nin gelmesinden önce savaşçılarına devlet ilanına son derece karşı olduğunu söylemişti bile. “Bazıları bu akılsız fikirden söz ediyorlar,” demiş Esir adamlarına. “Bu savaş zamanı hangi çılgın devlet ilan eder?!”
 
Çeçen cihatçıların lideri Ömer el Şişhani de devlet kurma fikrinden aynı derecede tereddütlüydü Ebu Ahmed'in dediğine göre. Usame bin Ladin'in yıllardır gizlenmesinin bir sebebi vardı – Amerikalılar tarafından öldürülmekten kaçınmak. Bir devlet ilan etmek, düşman saldırısına açık davetiye çıkarırdı.
 
Birçoklarının tereddüdüne rağmen Bağdadi ısrarcıydı. Onun için bir devlet kurup yönetmek elzemdi. Şimdiye kadar cihatçılar kendi topraklarını kontrol etmeksizin dolanıp durmuştu. Sınırları, vatandaşlığı, kurumları ve işleyen bir bürokrasiyi savundu. Ebu Ahmed, Bağdadi'nin fikrini şöyle özetliyor: “Böyle bir İslami devlet ilk aşamasını atlatabilirse, sonsuza dek ayakta kalır.”
 
Bağdadi bir başka ikna edici argümana daha sahipti: Bir devlet tüm dünyadan Müslümanlara bir vatan sunacaktı. El Kaide daima gizli faaliyet yürütmüştü, sıradan Müslümanların katılması zordu. Ama İslami bir devlet, Bağdadi'nin iddiasına göre, binlerce, hatta milyonlarca aynı düşünen cihatçıyı kendine çekebilirdi. Bir mıknatıs olacaktı. “Bağdadi ve diğer cihatçı liderler,” diyor Ebu Ahmed, “bunu Muhammed peygamberin Mekke'den Medine'ye zulümden kaçmak için hicretine benzetiyordu.”
 
Toplanan cihatçı liderler bir devletin nasıl işleyeceğini, nüfusunu nasıl yöneteceğini, amacının ne olacağını ve dini azınlıklara karşı tutumunu kapsamlı bir şekilde tartıştılar.
 
Günler süren görüşmelerden sonra her katılımcı – ilk başta şüphe ile yaklaşan Esir, Şişhani ve iki Nusra Cephesi istihbarat görevlisi dahil – Bağdadi'nin planını kabul ettiler. Ondan istedikleri tek şart şuydu: Yeni kurulan devlet Nusra ve bir diğer cihatçı asi grup olan İhrar uş Şam ile tam işbirliği içinde ilan edilmeliydi. Bağdadi bu şartları kabul etti.
 
Sonraki adım, hemen orda biat etmekti.
 
Hepsi tek tek Bağdadi'nin önüne gelip elini tuttular ve şu sözleri tekrarladılar: “İnananların Emiri Ebu Bekir el Bağdadi el Kureyşi'ye biat ediyorum. İyi günde kötü günde ona uyacağım ve itaat edeceğim, varlığımı varlığına adayacağım ve onun eminlerinin emirlerine, inançsızlık görmediğim sürece karşı çıkmayacağım.”
 
Ardından Bağdadi her komutandan savaşçılarından bazılarını getirmelerini istedi. MMŞ komutanı Ebu el Esir o an komutası altında olan Belçikalı, Hollandalı ve Fransız savaşçıları davet etti. Bağdadi ile şahsen tanışan ve biat eden yabancılar arasında “katil” lakaplı Ebu Seyyaf, Belçikalı bir cihatçı olan Ebu Zübeyr, Temmuz 2014'te öldürülen Fransız bir cihatçı olan Ebu Tamime el Fransi ve ülkesi Belçika'da kafa keserek infaz etme eylemlerine muhtemel katılımı sebebiyle aranan Çeçen kökenli yakışıklı bir sarışın cihatçı olan Ebu Şişhan el Belçiki vardı.
 
O gün daha sonra, Avrupalılar – ki çok yakın bir zamana kadar çoğu Amsterdam, Brüksel veya Paris'te ufak çaplı suçlulardı – herkese Bağdadi'ye biat ettiklerini şevkle anlattılar.
 
Bunu daha birçokları takip etti. Anlatıcımız Ebu Ahmed, biatını iki gün sonra Ebu el Esir'e sunacaktı.
 
IİD'den IŞİD'e geçiş, IŞİD'e katılan tüm gruplar veya fraksiyonlar için ismen bitiş anlamına geliyordu. Nusra Cephesi ve lideri Ebu Muhammed el Colani içinse, bu gelişme muhtemel bir felaket demekti; dünyanın en önemli cihat merkezindeki etkilerinin sona ermesi anlamına gelebilirdi. Colani Nusra savaşçılarına IŞİD'e katılmayıp Zevahiri Suriye'de cihada kimin liderlik etmesi gerektiği fetvasını verene dek beklemelerini emretti.
 
Suriye'deki Nusra komutanları ile savaşçılarının büyük çoğunluğu bu emri dinlemedi. Ebu Ahmed haftalar sonra Halep'i ziyaret ettiğinde, şehirdeki Nusra savaşçılarının yüzde 90 kadarı çoktan IŞİD'e katılmıştı.
 
Bağdadi'nin yeni askerleri, Nusra Cephesi'ne bağlı kalan az sayıdaki savaşçıya o zamana kadar şehirdeki ana Nusra üssü olan el Uyun Hastanesi'ni terk etmelerini emrettiler. Ebu Ahmed'in dediğine göre, “Gitmek zorundasınız; biz devletteniz ve savaşçılar arasında çoğunluk elimizde, bu yüzden bu merkez de bize ait” dediler Nusra savaşçılarına.
 
IŞİD, Suriye'nin kuzeyindeki her yerde, Nusra'nın merkezlerini, mühimmat zulalarını ve silah depolarını ele geçirdi. Hayret vericiydi ama bir zamanlar el Kaide'nin Suriye uzantısı olan örgüt, bir anda varlık yokluk savaşına girmişti. Yeni bir dönem başlıyordu: İslam Devleti'nin çağı.
 
 
----------------------
 
 
İslam Devleti Kimyasal Silah Stoklarını Nasıl Ele Geçirdi?
 
Cihatçılar bir Suriye askeri üssünü ele geçirdiklerinde, depolarında dünyanın en tehlikeli silahlarından bazılarını gömülü buldular. Bu özel yazı dizisinin 2. bölümünde, bir İslam Devleti üyesi bu silahların hilafetin eline nasıl düştüğünü anlatıyor.
 
Ebu Ahmed bize IŞİD'in, dünyanın en korkunç silahlarından bazılarını, daha kurulmasından aylar önce Suriye Başkanı Beşar el Esad'ın güçleri ile savaşın ganimeti olarak nasıl ele geçirebildiğini anlattı.
 
Nusra Cephesi ile IŞİD'in ayrışmasından dört ay kadar önce, Aralık 2012'de, onlarca Suriyeli cihatçı 111. Alay'a – Suriye'nin kuzeyindeki Darat İzza kasabası yakınında büyük bir askeri üs – giden bir tepeyi tırmandılar. Bu kasaba beş ay kadar önce isyancı grupların bir koalisyonu tarafından ele geçirilmişti. Ama 111. Alay tarafından 2012 yazından bu yana kuşatılmış halde, üssü Başkan Esad'a sadık askerlerden almayı hala başaramamışlardı.
 
Ancak kışın zorlu hava koşulları, Suriye Hava Kuvvetleri'nin hava saldırıları ile isyancıları üsten uzak tutmasını zorlaştıracak şekilde kötüleşmişti. Dahası üs çok büyüktü, neredeyse 2000 dönüme yayılıyordu ve her yönden korunması zordu.
 
Ama 111. Alay'daki Suriye ordusu askerleri üslerini Kasım 2012 başındaki ilk isyancı saldırısına karşı başarıyla savundular ve 18 Nusra savaşçısını öldürdüler. Ama soğuk Aralık rüzgarı isyancıların kararlılığını güçlendirmekten başka işe yaramadı. Üs bir altın madeniydi adeta: silahlar, ağır silahlar, mühimmat ve araçlar. Ve 111. Alay'ın depolarının derinliklerinde daha da değerli bir şey yatıyordu: bir kimyasal silah zulası.
 
Saldırı Nusra Cephesi öncülüğünde yürütülüyordu ve ana olarak Liva el İslam içindeki bir birlik olan Kataib Muhaciri eş Şam, Muhacirler Meclisi Şurası ve büyük oranda Libyalı cihatçılardan oluşan Katibet el Battar tarafından destekleniyordu. Savaşçılar üste mühimmat ve başka silahlar olduğunu biliyorlardı ama kimyasal silah olduğunu önceden bilmiyorlardı.
 
İsyancılar 111. Alay yakınındaki tepeleri tırmandıkça, yoğun çatışmalar koptu. “O gün, hepimiz heyecan ve intikam doluyduk,” diyor Ebu Ahmed. “Herkes ilk saldırıda şehit düşen 18 Nusra'lı kardeşin intikamını almak istiyordu. İnsanlar bağırıyordu: ‘Bu sefer fethedeceğiz!'”
 
Bir gün içinde, birleşik bir cihatçı gücü, Suriye ordusu saflarını bozabildi. Kısa süre içinde, 111. Alay tamamen cihatçıların kontrolüne geçti. Çok büyük silah ve mühimmat stokları, ve kendilerini de şaşırtacak şekilde, kimyasal maddeler buldular. Bunlar Ebu Ahmed'in dediğine göre esasen klor, sarin ve hardal gazı dolu varillerdi.
 
Bunu savaş ganimetlerinin dağıtılması izledi. Herkes bir miktar mühimmat ve silah aldı. Ama kimyasal silahlara el koyan sadece Nusra Cephesi oldu. Ebu Ahmed, el Kaide uzantısı örgütün 10 büyük kargo kamyonu getirmesini, 15 konteynıra klor ve sarin gazı yüklemesini ve bunları bilinmeyen bir yere götürmesini izledi. Hardal gazına ne olduğunu ise görmedi.
 
Üç ay sonra, hem Suriye hükümeti hem de isyancı gruplar Halep yakınındaki Han el Essal'de bir saldırı olduğunu bildirdiler. Uluslararası medya 16 rejim askeri ve 10 sivil olmak üzere 26 kişinin öldürüldüğünü söyledi. Hem Suriye rejimi hem de muhalefet, kimyasal silah kullanıldığını iddia etti ve her ikisi de diğer tarafı Suriye savaşındaki ilk kimyasal silah saldırılarından birini yapmakla suçladı.
 
Ebu Ahmed herkesin içinde ağzını kapalı tutuyordu ama özelde o ve bazı Suriyeli cihatçı yoldaşları meseleyi tartışıyorlardı. Kanıtları olmasa da, Han el Essal'de kullanılan maddenin 111. Alay'dan alınıp alınmadığını merak ediyorlardı. Ebu el Esir'e soramayacağını biliyordu. Şimdiye kadar gizli cihat hareketinin altın kurallarından birini öğrenmişti: Seni ilgilendirmiyorsa çeneni kapat.
 
“Bizim aramızda pek soru sorulmaz,” diyor Ebu Ahmed.
 
 
 
 
Anonim kullanıcı sordu:
 
Kimyasal silah kullanmak nasıl kabul edilebilir ve İslam Devleti dışında Müslüman bir grup olmak nasıl küfür olur? Nusra Cephesi'nden ve İslami Cephe ve İhrar uş Şam gibi diğerlerinden söz ediyorum.
 
Cevap:
 
Yalnızca rejim veya başka bir grup bize karşı kimyasal silahlar kullanıyorsa kabul edilebilir?
 
Rejim bugünlerde sürekli kimyasal kullanıyor ve kimsenin umurunda değil ama İslam Devleti onlardan ele geçirip onlara karşı kullandığında birden çok büyük bir sorun haline geliyor?
 
Size karşı nasıl savaşıyorlarsa onlara öyle cevap verin.
 
Anonim kullanıcı sordu:
 
Kusura bakmayın ama kafir değilseniz neden diğer tüm gruplar İslam Devleti'ni ihanetle ve Müslüman kanı dökmekle suçluyor? Ayrıca neden İslam Devleti'ni geçenlerde Halep vilayetinde kimyasal silah kullanmakla suçluyorlar? İslam Devleti neden Libya'daki diğer gruplarla savaşıyor? Kusura bakmayın ama bütün gruplar birbirini suçluyorsa durum elbette biraz kafa karıştırıyor.
 
Cevap:
 
Hangi diğer gruplar? ÖSO ve İhvancı gruplar özgür, demokratik bir Suriye için savaşıyor?
 
Ya da fırıldak İslami ajandalara sahip gruplar bir şey deyip başka bir şey yapıyor?
 
İslam Devleti kimyasal silahlarını nerden aldı sanıyorsun? Düşmanlarımızdan ve bu yüzden bu silahları onlara karşı kullanıyoruz.
 
Hollandalı-Türk cihatçı Salih Yılmaz, bloğunda İslam Devleti'ne karşı yöneltilen bir eleştiriye verdiği cevapta kimyasal silahların kullanılmasını, cihatçı grubun bu kimyasal silahları düşmanlarından ele geçirdiğini söyleyerek savunuyor.
 
Sonraki sekiz ay boyunca mesele kapanacaktı. Nisan 2013 başında, Ebu Ahmed ve yoldaşları Ebu Bekir el Bağdadi'nin Suriye'ye genişlemesi ve yeni kurulan IŞİD ile Nusra Cephesi arasındaki gerilimlerin yükselmesi ile meşgul olacaktı. Suriye cihat aleminde karışık bir dönemdi: el Kaide uzantısı örgüt saflarında sadakati korumak için canla başla çalışırken, Nusra Cephesi içindeki birçok fraksiyon IŞİD'e katılmak için Nusra'dan ayrılıyordu. Toprak, üsler ve silahlar hiç olmadığı kadar havada uçuşuyordu.
 
Ama 2013 Ağustos'u ortasında, Ebu Ahmed IŞİD'in Nusra Cephesi ayrışmasından, 111. Alay'dan ele geçirilen kimyasal silahların sahibi olarak çıktığını ve şimdi bu silahları düşmanlarına karşı kullandığını düşünmesine sebep olan haberler aldı.
 
Ortada hiçbir sebep yokken, Ebu el Esir, Ebu Ahmed'in biat ettiği adam – ve kendisi de doğrudan Bağdadi'ye biat etmiş adam – kendi komutanlarına IŞİD'in Suriye ordusuna yönelik saldırılarda iki kez kimyasal kullandığını söyledi. Duyuru Ebu el Esir ile adamları arasındaki normal bir sohbette geldi; IŞİD komutanı hikayeyi mutlulukla ve gururla anlattı.
 
“Kardeşler kimyasal yüklü bir bombalı aracı, Hama'nın el Hamra köyü yakınındaki bir [Suriye ordusu] kontrol noktasına gönderdiler,” dedi Ebu el Esir, kendi merkezlerinde oturdukları bir vakit.
 
El Hamra Hama şehrinin yaklaşık 20 mil kuzeydoğusunda yer alıyor. Halen Suriye hükümetine bağlı güçlerin kontrolünde.
 
Ebu el Esir bir başka IŞİD kimyasal saldırısından daha bahsetti. “Menağ Hava Üssü yakınındaki rejim güçlerine karşı da bir kimyasal yüklü bombalı araç kullandık,” dedi. Menağ Hava Üssü Halep'in yaklaşık 20 mil kuzeyinde yer alıyor. Uzun süren bir kuşatmanın ardından, 5 Ağustos 2013'te Menağ Hava Üssü IŞİD öncülüğündeki cihatçıların eline geçti.
 
Ebu Ahmed yine cihatçı savaşçıların 111. Alay'ı ele geçirdiği o soğuk Aralık gününü düşündü. Bunlar o vakit üssün depolarında buldukları ile aynı kimyasal silahlar mıydı?
 
Aynı silahlar olsun olmasın, İslam Devleti'nin elinde hala bu silahlardan var gibi görünüyor. İki yıldan uzun süre önce, 6 Ekim 2015'te New York Times gazetesi İslam Devleti'nin kuzeydeki Marea kasabasındaki ılımlı isyancı savaşçılara karşı nasıl kimyasal silah kullandığını anlatan bir makale yayınladı. Times'e göre, grup “sülfür hardal” salan roketler ateşledi. Bu madde yaygın olarak hardal gazı olarak biliniyor.
 
İslam Devleti'ne katılan eski bir Hollanda ordusu askeri olan Hollandalı-Türk cihatçı Salih Yılmaz, 31 Ağustos 2015'te, şu an aktif olmayan bloğunda İslam Devleti'nin orada gerçekten de kimyasal silahlar kullandığını kabul etti. Yılmaz'a bloğunun bir okuru tarafından “Neden İslam Devleti'ni geçenlerde Halep vilayetinde kimyasal silah kullanmakla suçluyorlar?” sorusu sorulmuştu.
 
Yılmaz cevap olarak şöyle yazmıştı: “İslam Devleti kimyasal silahlarını nerden aldı sanıyorsun? Düşmanlarımızdan ve bu yüzden bu silahları onlara karşı kullanıyoruz.”
 
 
-----------------
 
 
Cihat aleminin en büyük ‘boşanması'
 
El Kaide, IŞİD'in saflarından ayrılmasını hiçbir şey yapmadan izlemeyecekti elbette. Bu özel yazı dizisinin 3. bölümünde bir İslam Devleti üyesi Esad karşıtı saflarda iç savaşa yol açan süreci anlatıyor.
 
 
Mayıs 2013'tü ve yeni kurulan Irak ve Levant İslam Devleti dünyanın en korkulu cihatçı gücü olarak statüsünü sağlamlaştırmak niyetindeydi. Ama bunu yapabilmesi – veya eline geçirdiği yeni kimyasal silah zulasını kullanabilmesi – için, önce önemli el Kaide şahsiyetlerinden oluşan bir grubun önlerine çıkaracağı zorluğu aşması gerekecekti.
 
El Kaide'nin üst düzey liderliği Ebu Bekir el Bağdadi'nin otorite iddiasını öylece kabul edecek değildi, hele ki bu iddiasını el Kaide lideri Ayman el Zevahiri'nin talimatı ile hareket ettiği pişkince yalanına dayandırmışken. IŞİD şefi ile diğer cihatçı liderlerin Kafr Hamra'daki tarihi buluşmasından bir ay sonra, birkaç silahlı koruma da dahil küçük bir grup adam, birkaç araç içinde Suriye'ye doğru yola çıktılar. Bağdadi'ye bağlı güçler tarafından fark edilme veya Suriye rejimine hedef olma korkusu ile, sessiz ve dikkatli bir şekilde hareket ediyorlardı.
 
Bu grubun adı Horasan Grubu veya Horasan Komitesi idi. Üyeleri Afganistan ve Pakistan'daki yeraltı gruplarından geliyordu ve Suriye'ye halen saklanan Zevahiri adına gelmişlerdi.
 
Horasan Komitesi üyelerinden biri olan, adından Suriyeli olduğu anlaşılan Ebu Usame eş Şahabi, yanındakilere seyahatleri boyunca son derece dikkatli olmalarını söyledi. Ebu Ahmed'in söylediğine göre, Şahabi diğerlerine “Bağdadi'nin Nusra emiri Ebu Mariye el Kahtani'ye suikast düzenlemeyi planladığına dair bilgi aldım, bu yüzden biz de dikkatli olmalıyız,” demişti.
 
Horasan Komitesi'nin görevi, Bağdadi'nin Suriye'ye genişlemesini soruşturmak idi. Elde ettikleri bulgular, sonrasında el Kaide'nin, IŞİD ile el Kaide uzantısı Nusra Cephesi arasındaki rekabetin kontrolden çok açık şekilde çıktığı Irak ve Suriye'deki duruma nasıl tepki vereceğine karar verecek olan Zevahiri'ye iletilecekti.
 
Horasan Komitesi'nin varlığı, ancak Eylül 2013'te, ABD öncülüğündeki koalisyon Suriye'deki ilk hava saldırısında üyelerini hedeflediğinde kamuoyuna yansıyacaktı. O zamana dek komiteyi oluşturan el Kaide üyeleri Bağdadi'nin manevralarını soruşturma aşamasından yurtdışında saldırılar planlamaya geçmişti. Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper gruba ilişkin olarak “ABD topraklarına tehdit açısından, Horasan, İslam Devleti kadar büyük tehlike arz edebilir” demişti.
 
Ama 2013 yazında, Horasan Komitesi dikkatini ABD'ye değil cihatçı rakibine yöneltmişti. Görev daha acil olamazdı: Görünen oydu ki her gün başka bir cihatçı muhalif grup el Kaide'den IŞİD'e geçiyordu. Zevahiri Suriye'de bazı grupların bağlılığını yeniden kazanamazsa veya en azından saflarındaki çözülmeyi durduramazsa, el Kaide lideri askersiz bir komutana dönüşme riski ile karşı karşıyaydı.
 
Horasan Komitesi'nin altı üyesi, daha önce Mücahitler Meclisi Şurası'nın merkezi olan Kafr Hamra'daki IŞİD merkezini ziyaret ettiler. Ebu Ahmed bunların dördü ile şahsen tanıştı: Ebu Usame eş Şahabi, Kuveytli Muhsin el Fadıli (8 Temmuz 2015'te Suriye'nin Sarmada kasabasında ABD hava saldırısında öldürüldü), Ebu Yasir el Cezrevi olarak da tanınan Sanafi el Nasr (kuzey Suriye'nin el Dena kasabasında 15 Ekim 2015'te bir ABD insansız hava aracı saldırısında öldürüldü) ve bir başka Suudi olan Ebu Abdül Malik (el Dena'daki aynı Ekim saldırısında öldürüldü).
 
Ebu Ahmed, Horasan Komitesi üyelerinin dostça geldiklerini ve Kuran bilgilerinin iyi olduğunu söylüyor. Hepsi yıllarca İran, Afganistan ve Orta Asya'yı kapsayan bölge için eski bir İslami terim olan Horasan'da bin Ladin veya Zevahiri ile birlikteymişler.
 
Ebu Ahmed Fadıli ile çok fazla vakit geçirmemiş. Kuzey Suriye'nin Sarmada kasabasındaki bir toplantı sırasında kısa bir konuşmaları olmuş. O zamanlar Ebu Ahmed onun el Kaide'de böylesine önemli bir şahsiyet olduğunu bilmiyormuş. Ama Fadıli'nin hava saldırısında öldüğü iki yıl sonra, Ebu Ahmed tanışmış olduğu adamın internette bir fotoğrafını görmüş. Fotoğraf, bir Pentagon sözcüsünün onu “11 Eylül 2001 saldırılarından önceden bilgisi olan birkaç güvenilir el Kaide liderinden biri” olarak anlatan açıklamalarına yer veren bir Reuters haberinin parçası imiş. 2012'de, ABD Dışişleri Bakanlığı, Fadıli'yi bulmaya yardım edecek bilgi için 7 milyon dolar ödül bile koymuş.
 
Ebu Ahmed, Horasan Komitesi'nin iki Suudi üyesini daha iyi tanıyormuş. Bir keresinde ikisiyle bir araba yolculuğuna çıkmış ve Malik'in kuzey Suriye'nin el-Bab kasabasında bir ev kiraladığını biliyor. Cezrevi ise Nusra Cephesi'nin siyasi büro şefiymiş. Kuzeybatı Suriye'deki Lazkiye kırsalında yerleşikmiş.
 
Ebu Ahmed ikilinin Amerikan saldırısında öldürüldüğünü duyduğunda üzülmüş. “Normal adamlar gibi görünüyor ve davranıyorlardı,” diyor Ebu Ahmed. “Lider olmalarına rağmen kibirli davranmıyorlardı.”
 
Tüm Horasan Komitesi üyeleri arasında, Ebu Ahmed'in en yakın olduğu, el-Bab'dan kırklarında bir Suriyeli olan Şahabi idi. Şahabi el Kaide başkomutanı Zevahiri ile doğrudan temas halindeydi. Afganistan'dan Suriye'ye fark edilmeden gelmesi bir buçuk ayını almıştı. Daha da zoru, hamile eşi ile birlikte seyahat etmişti. Ebu Ahmed'e şöyle demiş: “20 yıldan bu yana cihat yürütüyorum, zorluk benim için yeni bir şey değil.”
 
Horasan Komitesi'nin hedefi esasen siyasiydi. Kafr Hamra'daki beş günlük toplantıda Bağdadi'ye biat etmiş olan cihatçı komutanların fikrini değiştirmekle görevlendirilmişlerdi.
 
Bağdadi'nin iddialarının saçmalık olduğunu söylediler her birine. Zevahiri Bağdadi'yi Irak'tan Suriye'ye asla göndermemişti, Zevahiri diğer komutanların IŞİD'e ve Bağdadi'nin kendisine biat edebileceğini asla söylememişti.
 
Ama Horasan Komitesi'nin önünde zorlu bir iş vardı. Şahabi yakın zamanda IŞİD'e katılmış olan önemli bir komutanı Türkiye sınırına yakın bir kasabada görüşmeye ikna etmeyi başardı.
 
“Bağdadi'nin IŞİD'i sırf Nusra'nın çok güçlendiğini hissettiği için kurduğu çok açık,” dedi Şahabi ona, “Nusra şefi Colani'nin fazla büyük bir lider haline geldiğini biliyordu.”
 
“Bağdadi'nin Zevahiri'nin talimatları doğrultusunda hareket ettiğini düşünüyorduk,” yanıtını verdi komutan. “Söylediğin şey beni şok etti.”
 
Şahabi derhal IŞİD'e biatını feshetmesini önerdi. Ama komutan bunu yapmaya hazır değildi. “Bağdadi'ye biat ettim,” dedi komutan. “Bunu düşünmek ve diğerleriyle tartışmak için bana zaman ver. Bir anda tersine çeviremem durumu.”
 
“Ama soruşturma ile ilgili mesajların ve mektupların çoğunu çoktan Zevahiri'ye gönderdik,” diye cevapladı Şahabi, Ebu Ahmed'in sohbeti aktarımına göre. “IŞİD değil Nusra lehine hüküm verecek.”
 
 
Ve iç savaş başlıyor
 
Mayıs 2013'teki bu noktaya dek, IŞİD ile Nusra arasındaki çekişme az çok barışçıl ilerliyordu. Rakip gruplardan savaşçılar halen diğerlerinin kontrolündeki alanlardan geçebiliyor ve birbirlerinin merkezlerini ziyaret edebiliyorlardı. Cihatçı örgütler hala aralarındaki ayrımları barışçıl şekilde çözmeye çalışıyorlardı ve Ebu Ahmed, Nusra Cephesi'ndeki birçok komutanı bir yıldan uzun süre boyunca aynı bayrak altında savaşırken tanımıştı. Bu yüzden Horasan Komitesi üyeleri ile görüşüp konuşabilmişti.
 
Ama güç dengesi IŞİD'den yana değiştikçe, iki grubun destekçileri arasındaki dostluk ve yoldaşlığın yerini güvensizlik aldı. Nusra üyeleri, IŞİD'in Suriye'deki cihat hareketini böldüğünü ve zayıflattığını düşündükleri hamlelerine tepki duyuyorlardı. IŞİD üyeleri ise Nusra'yı yumuşamakla suçluyorlardı. Grup içindeki birçokları Nusra'daki eski dostlarını artık Müslüman bile saymıyordu.
 
Savaş çizgileri katılaştıkça, Horasan Komitesi Bağdadi'nin planlarına yönelik saha araştırmalarını sonlandırdı. Zevahiri, sonuçlar eline ulaşır ulaşmaz IŞİD karşısında Nusra lehine hüküm verdi. Nusra'ya Suriye'de cihada öncülük etmesi çağrısında bulundu ve Bağdadi'nin örgütünün Irak'a geri dönmesi gerektiğini belirtti.
 
“El Bağdadi, Irak ve Şam İslam Devleti'ni bizden izin istemeden veya tavsiyemizi almadan, hatta bize bilgi bile vermeden ilan ettiğinde hatalıydı,” diyor Zevahiri 23 Mayıs 2013'te yayınlanan bir mektupta.
 
Hüküm, Bağdadi'nin asla Zevahiri'nin adamı olmadığını ve genişleme planlarında tek başına olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Bazı cihatçılar bunun ortaya çıkması ile birlikte kandırıldıklarını gördüler ve saf değiştirdiler. Ebu Ahmed'e göre, taraf değiştirmiş Nusra üyelerinin yüzde 30 kadarı Zevahiri'nin hükmü ardından geri döndü. Bazı kesimler ise giderek büyüyen bu çekişmede “tarafsız” olduklarını ilan ettiler. İhrar uş Şam ve Cund el Aksa gibi kimi gruplar bu iktidar mücadelesinin dışında kalabileceklerimi umdular. Esad'ı iktidardan devirmek için uğraşıyorlardı, başka cihatçılarla didişmek için değil.
 
IŞİD'e katılmış 90 kadar Hollandalı ve Belçikalı Mücahitler Meclisi Şurası (MMŞ) cihatçısından – Ebu Ahmed'in ekibindekiler – 35 kadarı Nusra'ya geri döndü, kalanı IŞİD ile kaldı. Ebu Ahmed ayrıca Horasan Komitesi üyesi Şahabi'nin bir ay önce Türkiye sınırı yakınında bir toplantıda saf değiştirmeye ikna etmeye çalıştığı üst rütbeli IŞİD komutanın da IŞİD'den ayrılıp yeniden Nusra'ya katıldığını duymuş.
 
IŞİD'e katılan MMŞ emiri Ebu el Esir, grupla kalma kararlılığındaymış. Ebu Bekir el Bağdadi'yi yüceltiyormuş. Ama Esir daha fazla Hollandalı ve Belçikalı savaşçıyı Nusra'ya kaybetme endişesindeymiş. “Artık Nusra üyeleri ile internetten görüşmeyeceksiniz,” diye emretmiş Ebu el Esir. “Onlarla tüm iletişimi keseceksiniz.”
 
Belçika ve Hollanda'dan Nusra savaşçılarının Halep vilayetindeki Urum el Suğra'da bulunan merkezlerine bir mesaj bile göndermiş. “Adamlarımla sakın iletişim kurmayın,” diye tehdit etmiş Avustralyalı bir el Kaide ideoloğu olan Ebu Süleyman'la kalan Hollandalı ve Belçikalıları.
 
Esir yabancı IŞİD savaşçılarını, bırakıp gidemesinler diye pasaportlarına el koymakla tehdit etmiş. Ama bu tehdit yabancı savaşçılar tarafından öfkeyle karşılanmış. Emirlerini kendilerine güvenmemekle suçlamışlar. Esir en sonunda geri adım atmış – pasaportları onlarda kalabilirmiş.
 
Ama eski dostlar artık düşman olmuştu. İki taraf da, diğerini saf değiştirmeye ikna etmeye çalışıyordu. Ebu Ahmed, el Emniyet olarak bilinen IŞİD gizli polisinin faaliyetlerinde ani bir artış fark etti. IŞİD bölgesinde saf değiştirmek veya bırakmak isteyen herkesin görüldüğü yerde vurulacağına dair bir söylenti dolaşmaya başlamış.
 
Ebu Ahmed'in IŞİD'deki dostlarından biri, farklı cihatçı gruplar arasındaki çekişmeden memnun olmadığını açıklamış. Esir ile Bağdadi'yi tavizsiz tavırları nedeniyle eleştirmiş ve hatta ünlü IŞİD ilahisinin sözlerini değiştirmiş: “emirlerimiz şüpheden uzaktır” iken “emirlerimiz ön saflara uzaktır” yapmış.
 
Aynı gece Ebu Ahmed'in dostu bu ilahiyi söylemiş, gizli polis bir arabayla gelip onu hapse götürmüş. Orada birkaç gün tutulmuş ama işkence görmemiş. Bunun yerine, başka bir IŞİD cezası almış: Başkalarına işkence yapmak.
 
Bağdadi'nin Nisan 2013'teki başarılı darbesi, Nusra'yı neredeyse çöküşün eşiğine getirmişti. Ama şu an Nusra yeniden güç kazanıyor. Kendilerini yeniden örgütlemeye başladılar ve İhrar uş Şam gibi cihatçı Selefi gruplarla ve hatta Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) bazı birimleriyle ittifaklarını güçlendirdiler.
 
İki kamp arasındaki gerilim zirve noktasına ulaşırken, Nusra, İhrar uş Şam ve ÖSO, IŞİD'i İdlib'den ve Halep vilayetinin bazı bölgelerinden püskürtmeye başladı. Nusra'nın Suriye ordusu üssü 111. Alay'dan klor ve sarin varilleri çaldığı Daret İzza'da, Nusra ve müttefikleri kasabayı geri aldılar. IŞİD Daret İzza'dan Türkiye sınırındaki el Dena'ya çekildi. Ama bir başka çatışmanın ardından, bu kasaba da kaybedildi. IŞİD el Dena'dan el Atarib kasabasına çekildi. Burada da aynı senaryo yaşandı ve IŞİD Nusra tarafından yenilgiye uğratıldı.
 
IŞİD en sonunda kuzeybatı Suriye'nin tamamından vazgeçmeye karar verdi. 4 Mart 2014'te, kritik stratejik önemdeki sınır kasabası Azez'den çekildi. IŞİD, güçlerinin birçoğunu, Bağdadi ile çeşitli cihatçı komutanlar arasındaki beş günlük toplantının gerçekleştiği eski MMŞ merkezinden pek de uzak olmayan Kafar Joum yakınlarında bir araya topladı.
 
Bu süre zarfında ortaya çıkan ayrımlar halen kuzey Suriye'deki savaş alanını tanımlamaya devam ediyor. İki yıl sonra, İslam Devleti adından “Irak ve Levant”ı çıkardı ama o ve Nusra halen çok başka hayatlar yaşıyor ve çok başka savaşlar veriyorlar. İslam Devleti Suriye'nin kuzey ve doğusundaki hilafetinden ahkam kesiyor ve bölgesindeki ılımlı isyancıları öldürdü ya da sürdü. Nusra ise, Suriye'nin kuzeybatısında etkisini güçlendirdi ve İdlib vilayetinde etkili bir oyuncu haline geldi. İki grubun bölgeleri artık birbirine sınır bile değil. İki grubun karşılıklı olduğu tek cephe hattı kuzey Halep kırsalı. Dünün müttefikleri bugün apayrı dünyalarda yaşıyor.
 
20 Ocak 2014'te, Suriye'nin iki cihatçı dinamosu arasında yaşanan ayrışma nihayete erdi. Kafar Joum'da IŞİD 200'ün üzerinde bir araç konvoyu hazırladı. Arabalar ve kamyonlar savaşçılar, aileleri, silahlar ve yabancı rehinelerle doluydu. Ebu Ahmed, Nusra'nın 111. Alay'dan ele geçirdiğini gördüğü 15 kimyasal konteynırından üçünün konvoyda olduğunu fark etti.
 
Ardından, çelikten ve bedenlerden oluşan bu devasa IŞİD konvoyu, doğuya, Rakka şehrine doğru yola çıktı.
 
 
Foreign Policy
Harald Doornbos, Jenan Moussa
Dünyadan Çeviri
Çev: Serap
 
 
 
 
 
 
 
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar