Iran_Isis_cartoon.jpg

IŞİD’in finansörü, ABD işbirlikçisi Körfez monarşileri

Son sızan e-posta, Dışişleri Bakanlığı ve ABD istihbaratının Suudi Arabistan ve Katar’ın IŞİD’i finanse ettiğine dair bir kuşkuları olmadığını açıkça ortaya koyuyor.

17 Ekim 2016 Pazartesi
Hillary Clinton'un kamuoyuna sızan son e-postalarının Trump'ın cinsel geçmişiyle ilgili tartışmaların yarattığı sansasyonun gölgesinde kalması, Suudi Arabistan ve Katar'ın çok işine yaradı. Bu e-postalardan en ilginç olanı, o tarihlerde Kuzey Irak ve Suriye'nin doğusunu kasıp kavuran IŞİD ilerleyişine nasıl bir karşılık verilmesi gerektiğine dair, 17 Ağustos 2014 tarihli bir ABD Dışişleri Bakanlığı notu.
 
O dönemde ABD, Suudi Arabistan ve Sünni müttefiklerinin IŞİD ve El Kaide türü örgütleri desteklediğini henüz kabul etmemişti. Ancak bu yakınlarda sızan bilgi notu, ki e-postada belirtildiğine göre ABD istihbaratı ve yerel kaynaklara dayandırılmış, IŞİD'i kimin desteklediğine dair bir kafa karışıklığı olmadığını gösteriyor. Notun yazıldığı tarihte IŞİD'in Ezidi köyleri kıyımdan geçirdiğini, kadınlara tecavüz ettiğini, yakaladığı Iraklı ve Suriyeli askerlerin kafasını kestiğini hatırlamakta fayda var.
 
Notta şöyle yazıyor; “IŞİD ve bölgedeki diğer gruplara gizli olarak mali ve lojistik destek veren Katar ve Suudi Arabistan yönetimlerine baskı uygulamak için diplomasiyi ve daha geleneksel istihbarat yöntemlerini kullanmalıyız.” Belli ki bu öneri ABD hükümetinin üst yönetiminde kabul görmüş ama Suudi Arabistan, Körfez monarşileri, Türkiye ve Pakistan'ı kızdırmanın ABD'nin Ortadoğu ve Güney Asya'daki gücüne ölümcül bir darbe vuracağı kaygısıyla hiçbir zaman yönetim tarafından açıkça kabul edilmemiş.
 
11 Eylül'den sonra çok uzun bir süre ABD, geleneksel Sünni müttefikleriye karşı karşıya gelmekten kaçındı. Böylece “teröre karşı savaş”ın kesin bir yenilgiyle sonuçlanmasını garantiledi. Savaşın başlamasından 15 yıl sonra El Kaide, farklı kılıklarda, gölgede kalan devletlerin sponsorluğuyla, çok daha güçlü ve önü açılmış durumdaydı.
 
Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve ABD Dış ilişkiler teşkilatı durumdan haberliydi tabii.  Daha önce sızan, Hillary Clinton adıyla gönderilmiş 2009'a ait bir başka Dışışleri Bakanlığı notu; Suudi Arabistan'ın El Kaide, Taliban ve Pakistan'daki Leşker-i Tayyibe için önemli bir mali destek tabanı olduğunu belirtiyor. Ancak Suudi Arabistan'ın bu hareketlerle yaptığı suç ortaklığı ABD'de hiçbir zaman politik tartışmanın merkezine taşınmadı. Neden?
 
Yanıtı basit, ABD hiçbir zaman Sünni müttefikleriyle ilişkisini kesmek ve her şeyi eski haline getirmek için gerekli olan önemli miktarda kaynağı bu işe harcamak istemedi. Bunun yerine,  Suudi Arabistan'ın konumunu açıktan ya da gizlice desteklemeye hevesli yandaş gazetecileri, akademisyenleri ve politikacıları kullanmaya başladı.
 
Beyaz Saray'ın ve Dışişleri Bakanlığı'nın kıdemli yöneticilerinin gerçek görüşleri ancak belirli aralıklarla görünür hale gelir ve açık sözlülükleri gündem oluştursa da söyledikleri şey hızla unutulur. Örneğin bu yıl Atlantik'ten Jeffrey Goldberg, Barack Obama'nın, ABD'nin Sünni müttefiklerinin ABD karşıtı terörizme verdiği destek konusunda hayli sert bir biçimde sorguya çekildiği bir dizi söyleşiden yola çıkarak bir yazı yazdı. Obama'nın, ABD dış ilişkiler geleneğinin kendisini Suudi Arabistan'a bir müttefik olarak yaklaşmak zorunda bıraktığı gerçeğinden çok rahatsız olduğu açıktı.
 
ABD dış ilişkiler geleneğinin nasıl üretildiğini ve bu geleneğin etki gücünün ne kadar kolay satın alınabildiği konusunda Beyaz Saray'ın alaycı tutumunu hatırlamak faydalı olacaktır.  Goldberg hazırladığı raporda, en saygın dış politika uzmanlarının, Arap ve İsrail yanlısı finansörlerin verdiği görevleri yerine getirmekten başka birşey yapmadıkları konusunda Beyaz Saray'da genel kabul görmüş bir duygu olduğunu, bu düşünce kuruluşlarının bir çoğunun ofisinin bulunduğu Massachusetts Bulvarı'nın yönetimden bir yetkili tarafından “Arap işgali altındaki bölge” olarak adlandırıldığını yazıyor.
 
Buna rağmen televizyon ve gazeteler, yandaş tutumlarını bilerek görmezden gelerek ya da kale almayarak, IŞİD, Suriye, Irak, Suudi Arabistan ve Körfez hakkında bu düşünce kuruluşlarında çalışan kendinden ünvanlı akademisyenlerle söyleşiler yapıyorlar.
 
Ağustos 2014 tarihli Hillary Clinton'un e-postası Suudi Arabistan ve Katar'ın IŞİD'i mali olarak destekledikleri konusunda kuşkuya yer bırakmıyor, ama her nedense günün akademik ya da genel kabul görmüş anlayışı bu değildir. Bunun yerine, yeni deklare edilmiş halifeliğin petrol satışları, vergiler ve tarihi eser satışıyla varlığını sürdürdüğü kanısı hakimdir; bu kabulun doğal sonucu IŞİD'in Suudi Arabistan veya Körfez ülkelerinin parasına ihtiyacı olmadığıdır. Aynı argüman kontrol ettiği bölgelerde petrol sahası olmayan Nusra için ise öne sürülemez. Ancak IŞİD için de kendi kendine yeterli olduğu savı temelsizdir.
 
Özel konuşmalarda IŞİD'in Körfez ülkelerine ödeme yapmazlarsa topraklarında terör eylemi gerçekleştireceği tehdidiyle şantaj yaptığını anlatan Irak ve Kürt liderler, bu tezin tek bir kelimesine bile inanmadıklarını  defalarca söylediler. Iraklı ve Kürt liderler bu konuda hiçbir zaman bir kanıt ortaya koymadılar ama IŞİD'in sert ve acımasız şeflerinin yanlarında inanılmaz bir zenginliğe sahip Körfez ülkelerinin hem özel hem devlet kurumları dururken, kontrol ettikleri geniş ama yoksul bölgede dükkan sahipleri ve kamyon trafiğinden topladıkları vergiyle yetineceklerini düşünmek abesle iştigal olur zaten.
 
Son sızan e-posta, Dışişleri Bakanlığı ve ABD istihbaratının Suudi Arabistan ve Katar'ın IŞİD'i finanse ettiğine dair bir kuşkuları olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Ancak Obama yönetiminin Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri hakkında bildikleriyle kamuya açıkladıkları arasında her zaman garip tutarsızlıklar vardı. Gerçek ara sıra ortaya dökülüyordu örneğin Joe Biden'in 2014 Ekim'inde Harvard öğrencileriyle yaptığı konuşmada olduğu gibi; Türkiye, Suudi Arabistan ve BAE, “… Esad'ı devirmek ve bir Sünni-Şii vekalet savaşı başlatmak konusunda çok kararlıydılar. Ne yaptılar? Esad'a karşı savaşacağını söyleyen herkese yüzlerce milyon dolar ve tonlarca silah verdiler. Gerçekte para ve silahlar Nusra, El Kaide ve dünyanın diğer bölgelerinden bölgeye savaşmaya gelen cihatçılara akıyordu.” Biden, Suriyeli “ılımlılar”ın hem Esad hem de IŞİD'e karşı savaşma yeteneğine sahip oldukları düşüncesini hiçbir zaman ciddiye almadı.
 
Bakanlığı sırasında ABD Dışişleri politikasının başarısızlıkları Hillary Clinton'u çok zor durumda bırakmalıydı. Ama tıpkı Trump'ın hırçın söylemleri gibi, Clinton'un başarısızlıkları da kendisine hiç sorulmadı. Cumhuriyetçi partinin eleştirileri, 2012 yılında Bingazi Konsolosunun öldürülmesi ve Clinton'un sorumluluğunda olmayan, 2011 yılında Irak'tan askerlerin çekilmesi üzerine odaklandı.
 
Hillary Clinton'un başkanlığı Suudi Arabistan'la daha yakın bir ilişkiye yolaçabilir ama ABD kamuoyu Suudi rejimine karşı gittikçe daha da soğumaktadır. Kongre, Başkanın vetosuna rağmen 11 Eylül kurbanlarının Suudi hükümetine dava açabileceğine dair öneriyi yasalaştırdı.
 
Başka bir gelişme ise Suudi Arabistan ve Sünni müttefiklerinin arasında bağın zayıflamaya başlamasıdır. Sızan bilgi notu Suudi Arabistan ve Katar arasında “Sünni dünyanın egemenliğine dair” bir rekabet olduğundan bahsediyor. Ancak bu rekabet bir işe yaramamış görünüyor; iki büyük Sünni kent Doğu Halep ve Musul saldırı altındadır ve yakın bir zamanda düşeceği kesin gibidir. Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve diğerleri her ne yapmak istemişlerse gerçekleşmemiştir ve Suriye ve Irak'ın Sünni nüfusu bu yüzden ağır bir bedel ödemek zorunda kaldılar. Sünni devletlerin yeni ABD yönetimiyle gelecekteki ilişkisini bu başarısızlık belirleyecektir.
 
 
Patrick Cockburn
The Independent
Çev: Murat Karadeniz
sendika.org
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar