fingers-on-nuclear-codes-617x364.jpg

Trump ile birlikte artan bir nükleer savaş riski söz konusu mu?

Donald Trump ile birlikte Amerika'nın dünya ekonomisinin Batı'dan Doğu'ya doğru kaymasının müsebbibi olarak gördüğü Çin ile yeni bir çatışma noktasının meydana çıkacağı ve bu çatışmanın nükleer savaş riski içerdiğine dair emareler belirmeye başladı.

26 Ocak 2017 Perşembe
İNTİZAR - Amerika'da yapılan seçimlerde beklenmedik bir şekilde Donald Trump'un seçilmesi ve göreve başlaması ile birlikte bütün çevrelerde bir belirsizlik söz konusu. Kimi çevreler Trump'ın kazanmasını Amerika'daki müsses nizamın bir yenilgisi olarak görüp olumlu değerlendirirken, kimi çevreler ise büyük bir felaketin mimarı olacağı beklentisi ile olumsuz değerlendirmeyi yeğliyorlar.
 
Amerika'nın dünyanın geleceği için her halükarda musibetler kaynağı olduğundan şüphesi olmayan çevreler için aslında Trump veya bir başkasının seçilmesinin bir şeyi değiştirmeyeceği açıktır. Çin'in dünya ticaretinde ortaya koyduğu performansın Amerikan ekonomisini etkilemesi ve dünya ekonomisinde dengenin Batı'dan Doğu'ya doğru kaymasına sebep olmasına binaen Trump tarafından hedef seçilmesi de böylesi bir musibetler kapısı olacağa benziyor. 
 
Bu denge üzerinden konuyu inceleyen ve söz konusu çatışma durumunun işi nükleer savaş riskini arttıran bir noktaya varmasına vurgu yapan wsws.org'da Peter Symonds imzası ile yayınlanın "Trump'ın Güney Çin üzerine tehditleri nükleer savaş riskini arttırıyor" başlıklı yazının bir kısmını ilginize sunuyoruz...
 
 
 
Trump'ın Güney Çin üzerine tehditleri nükleer savaş riskini arttırıyor
 
Trump yönetimi, göreve başlamasından yalnızca birkaç gün sonra, Güney Çin Denizi üzerine, Çin ile askeri bir çatışma ve savaş tehlikesi oluşturan bir çatışma rotası belirledi.
 
Başkan Donald Trump'ın basın sözcüsü Sean Spicer, Salı günü, yönetimin dışişleri bakanı adayı ve Exxon Mobil'in eski CEO'su Rex Tillerson'ın, Washington'ın Çin'in Pekin tarafından Güney Çin Denizi'nde oluşturulan adacıklara erişimini engelleyeceği yönündeki daha önceki iddiasını destekledi.
 
Spicer, ilk tam basın açıklamasında, tartışmalı sularda Çin'in kontrolü altında bulunan adalara gönderme yaparak, açıkça, “ABD, bizim oradaki çıkarlarımızı koruduğumuzu garantilemek için gerekeni yapacaktır.” dedi ve ekledi: “Eğer o adalar Çin'in bir parçası değil de gerçekte uluslararası sulardaysa, elbette, uluslararası toprakları herhangi bir ülke tarafından ele geçirilmeye karşı savunduğumuzu göstereceğiz."
 
Trump yönetiminin tehditlerinin pervasız karakteri, Washington Post'un başlığında vurgulandı: “Trump Güney Çin Denizi'nde savaşa hazır mı yoksa onun ekibinin kafası net değil mi?” Washington Post, sorunun belirsiz ve yanlış ifadeler olduğunu ileri sürerken, Spicer'in açıklamaları, Tillerson'un iki haftadan kısa süre önce söylemiş olduklarıyla bütünüyle uyumluydu.
 
Tillerson, Kongre'deki onay oturumunda, Güney Çin Denizi'ndeki toprak kazanma faaliyetlerinin “Rusya'nın Kırım'ı almasına benzer” olduğunu iddia ettiği Çin'e saldırmıştı. O, Çin'in ada inşasının durdurulması gerektiği uyarısında bulunmuş ve “o adalara erişimine izin verilmeyecek” demişti.
 
Bu açıklamalar, toprak anlaşmazlıkları konusunda en azından sözel olarak tavır almamış ama Güney Çin Denizi'nde “dolaşım özgürlüğü”nün sağlanmasında “ulusal çıkar”ı olduğunu açıklamış olan Washington'ın önceki duruşundan kesin bir uzaklaşmayı göstermektedir. Obama döneminde, ABD Donanması, kışkırtıcı biçimde, Çin adacıklarının çevresindeki 12 deniz millik alana üç kez güdümlü füzeler taşıyan savaş gemileri göndermişti.
 
Trump yönetimi, doğrudan Çin'in adacıklar üzerindeki kontrolüne meydan okuyor. ABD'nin Çin'in adacıklara erişimini nasıl engelleyeceği sorulan Spicer, durum ilerledikçe “bu konuda daha fazla bilgi sahibi olacağız” dedi.
 
Çeşitli uzmanların belirttiği gibi, Çin'i engellemenin tek yolu, Güney Çin Denizi'nde bir hava ve deniz kuşatması olabilir. Uluslararası hukuka açıkça aykırı olan böylesi bir eylem, bir savaş nedeni olur.
 
Güney Çin Denizi'ndeki adacıklar, “uluslararası topraklar” değildir. Onlar, çeşitli ülkeler tarafından işgal edilmiş ve uzun süredir tartışmalı olan bölgelerdir. Washington'ın sinikliği ve ikiyüzlülüğü şaşırtıcıdır. O, rakip hak iddiacıları (Filipinler, Vietnam, Malezya ve Tayvan) tarafından işgal edilmiş adacıklara karşı herhangi bir eylem önermiyor.
 
Çin dışişleri bakanlığı, dün, Çin'in adacıklar üzerinde “tartışılmaz egemenlik” sahibi olduğunu yeniden teyit etti ve “haklarımızı ve çıkarlarımızı korumada kararlıyız” uyarısında bulundu. Sözcü Hua Chunying, ABD'nin Güney Çin Denizi'nde doğrudan iddiası olmadığını belirttikten sonra, Washington'ın, “bölgedeki barışın ve istikrarın zarar görmesini engellemek için dikkatli konuşup davranması”nı istedi.
 
Devlete ait Global Times'ta daha önce yayımlanmış bir başyazıda, Çin'in adacıklara erişimini engellemeye yönelik herhangi bir girişimin “büyük ölçekli savaşı kapsayacağı” uyarısında bulunulmuş ve Tillerson'un “eğer bir büyük gücü kendi topraklarından vazgeçmeye zorlamak istiyorsa, nükleer güç stratejileri üzerine çalışması” önerilmişti.
 
Amerikan emperyalizminin nükleer silahlı bir gücü tehdit etme ve nükleer bir felaket riski yaratma istekliliği, basitçe, sağcı demagog Donald Trump'ın ya da onun yönetimindeki militarist ve faşizan kişilerin görüşlerine ya da ruh hallerine atfedilemez. Trump'ın iktidara yükselmesi küresel politikalarda niteliksel bir değişikliği ifade etmekle birlikte, Çin ile beliren cepheleşmenin zemini Obama yönetiminin saldırgan “Asya'ya dönüş”ü ile atılmıştı. Bu “dönüş”ün başlıca mimarlarından Hillary Clinton başkan olsaydı, onun yönetimi, tarz, zamanlama ve taktik farklılıklarıyla, özünde aynı savaş kışkırtıcısı yolu izleyecekti.
 
Obama'nın “Asya'ya dönüş”ünün amacı, ABD emperyalizminin tarihsel gerilemesini durdurmak ve Çin'i, Washington'ın egemen olduğu “uluslararası kurallara dayalı sistem”e tabi kılmaktı. Trump'ın danışmanları bu amaca katılmıyor değiller; ancak onlar, “Asya'ya dönüş”ün bu hedefe ulaşmadaki başarısızlığını alenen suçlayarak sertleşiyorlar.
 
Trump, seçim kampanyası sırasında, ticari ve parasal konular, siber casusluk, dünyanın en tehlikeli parlama noktalarından bazıları (Kuzey Kore, Tayvan ve Güney Çin Denizi) konularında Çin'in üzerine gitme niyetini ortaya koymuştu. O, savaş tehdidi içeren taleplerini desteklemek için, ABD ordusunun, nükleer cephaneliği dahil, kapsamlı bir genişlemesi sözü verdi.
 
Küresel politikalarda ve ekonomide büyük bir değişiklik yaşanıyor. Trump'ın seçilmesi, II. Dünya Savaşı sonrası düzenin nihai çöküşüne işaret ediyor. Trump'ın Pasifik Ötesi İşbirliği'ni (Obama'nın “dönüş”ünün ekonomik bileşeni) parçalama kararı, “serbest ticaret” ve çok taraflılık döneminin sonunu ifade etmektedir. Trump'ın “Önce Amerika” politikası, -ilk önce Çin'e karşı- cezalandırıcı ticari önlemlere ve 1930'ların -II. Dünya Savaşı'na yol açmış olan- “komşuyu zarara sokma politikası”na dönüş anlamına gelmektedir.
 
Dünyanın dört bir yanında medya ve hükümetler tarafından yapılan, Trump'ın göreve başlar başlamaz düşüncelerini ılımlılaştıracağı yollu spekülasyonlar, hızla şaşkınlığa ve korkuya dönüşüyor. Önemli başkentlerde, ulusal çıkarların en iyi nasıl savunulacağına ilişkin hesaplar yapılıyor.
 
ABD'nin Pekin'le bir ticaret savaşı başlatması durumunda Çin'e ve Asya'ya yönelmeyi öneren Almanya Ekonomi Bakanı Sigmar Gabriel, Avrupa'nın kendi çıkarlarını belirlemesi gerektiğini ilan etti. Çin'e doğru bir yönelim, özellikle Avrupalı güçler tarafından gerçekleştiğinde, jeopolitik konumunun gerilediğini gören ve ne kadar çabuk davranırsa o kadar iyi olacağı sonucuna varan Washington'ın savaşçı söylemini ve eylemlerini yoğunlaştıracaktır.
 
İsviçre'nin Davos kasabasında bu ay yapılan Dünya Ekonomik Forumu'nda, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Çin'in ABD'nin geleneksel ticari ortakları arasındaki etkisini arttırmaya yönelik bir girişimle, kendi yönetimini, Washington'ın tersine, “liberal” kapitalist ticaret ve ekonomik düzeninin savunucusu olarak sundu.
 
ABD merkezli Centre for Strategic and Budgetary Assessments (CSBA- Stratejik ve Bütçe Değerlendirmeleri Merkezi), geçtiğimiz hafta, “Dengeyi Korumak: Bir ABD Avrasya Savunma Stratejisi” başlıklı bir rapor yayınladı. Rapor, ABD'nin, Avrasya kıtasına rakip bir gücün ya da güçlerin egemen olmasını önlemek zorunda olduğunu belirtiyor: “Eğer tek bir güç Avrupa'ya ya da Asya'ya egemen olmak üzere ortaya çıkarsa, o, ABD'den ciddi biçimde daha fazla insan gücüne, ekonomik ve teknik kapasiteye ve dolayısıyla daha büyük askeri potansiyele sahip olacaktır. Bu yüzden, mümkünse, böylesi bir gücün ortaya çıkmasına karşı koyulmalıdır.”
 
Rapor, ABD'nin hedeflerine ulaşmak için, nükleer silahların kullanımı dahil, hiçbir şeyi dışlamıyor. Rapor, “Sınırlı nükleer savaş sorununu yeniden düşünme gereksinimi” olduğunu açıkladıktan sonra, şöyle devam ediyor: “ABD güçleri, Avrasya çevresi boyunca bir dizi stratejik savaş olasılığına yanıt vermeye hazır olmalıdır. ABD ordusunun böylesi bir çatışmaya hızlı biçimde ve uygun koşullarda; aynı zamanda gelecekte nükleer silah kullanımını caydıracak biçimde son verme becerisi, Amerika'nın uzun vadeli güvenliği için yaşamsal öneme sahip olabilir.”
 
Trump yönetiminin Güney Çin Denizi üzerindeki tehditleri, dünyanın giderek artan bir hızla nükleer bir felakete doğru gittiğine ilişkin son derece ciddi uyarılardır. ...
 
 
 
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar