isgalciler-suriye.jpg

Batı bölgesel ortakları ile Batı Asya'da yeniden operasyon peşinde

Beklenmeyen şekilde Amerika'da Donald Trump'ın Başkan seçilmesi Batı Asya'da Batı'nın bölgesel müttefikleri için belirsizlik oluşturmuştu. Önce İngiltere Başbakanı devreye girip ziyaretler gerçekleştirdi. Sonra Trump'un telefon diplomasisi devreye girdi. En son CİA Başkanı'nın başta Türkiye olmak üzeri ziyaretleri gerçekleşti. Ve en son olarak da Erdoğan Körfez turuna çıktı. Ne oluyor acaba?

15 Şubat 2017 Çarşamba
İNTİZAR - Beklenmeyen şekilde Amerika'da Donald Trump'ın Başkan seçilmesi Batı Asya'da Batı'nın bölgesel müttefikleri için belirsizlik oluşturmuştu. Önce İngiltere Başbakanı Theresa May devreye girip ziyaretler gerçekleştirdi. Sonra Trump'un telefon diplomasisi devreye girdi. En son CİA Başkanı Mike Pompeo'nun başta Türkiye olmak üzeri ziyaretleri gerçekleşti. Ve en son olarak da Erdoğan Körfez turuna çıktı. Ne oluyor acaba?
 
Türkiye'nin Ak Parti iktidarlarının özellikle Suriye'de başlayan olayların başından bu tarafa devam eden dışpolitikadaki istikrarsızlıklarının özellikle son yıllarda adeta bir zikzaka dönüşmesi söz konusu. O kadar ki kimin dost kimin düşman olduğu bir yılda ve hatta bir kaç ayda bile değişebiliyor. Malum olduğu üzere çok kısa bir zaman dilimi içerisinde Rusya ile dost iken savaşma noktasına gelindi, ilişkiler düzeldi, terkar dost olundu. Hatta Suriye meselesi ile ilgili olarak 'Astana süreci' çerçevesinde ortak politikalar üretildi. Fakat şu günlerde ise sanki tekrar Rusya'nın da içerisinde olduğu cepheye karşı başını Amerika'nın çektiği Batı'nın Batı Asya için örgütlediği bir planın parçası olma yönünde hareket ettiğine dair emareler belirmeye başladı.
 
Bu çerçevede önemli bilgiler ve tespitler içeren iki ayrı yazıyı ilginize sunuyoruz İlki Evrensel'de Ali Karataş imzasıyla "Cumhurbaşkanı Erdoğan neden Körfez'de?" başlıklı yazı ve ikincisi ise Sendika.org'de Cenk Acabay imzisi ile ve "ABD'nin “İslamcı terörle savaşında” yeni Sünni açılımı" başlığı ile yer alan yazı. Her iki yazının birlikte okunması önümüzdeki günlerde nelerle karşılaşabileceğimize dair sağlıklı öngörülerde bulunmamıza yardımcı olacaktır...  
 
 
 
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan neden Körfez'de?
 
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın geçtiğimiz günlerde çıktığı Bahreyn, Suudi Arabistan ve Katar'ı kapsayan Körfez ülkeleri turunda yapılan resmi açıklamalarda bu ziyaretlerin amacı “ilişkileri güçlendirmek” olarak ifade edildi çok ayrıntıya yer verilmedi. Ama son dönemde gerçekleşen bazı gelişmelerden bu turun amacının ne olduğu üzerine yorumda bulunmak mümkün.
 
Öncelikle belirtmekte fayda var; ABD'nin Yeni Başkanı Donald Trump'ın, Eski Başkan Obama'dan farklı olarak Türkiye'nin Suriye'de güvenli bölge talebine olumlu bakması yeniden ABD-Türkiye yakınlaşmasının önünü açtı. Bu çerçevede yeni seçilen CIA Başkanı Mike Pompeo ilk ziyaretini Türkiye'ye gerçekleştirdi. CIA başkanıyla, kaynayan bir kazandan farksız olan Ortadoğu konuşulmadığı düşünülemez.
 
 
İran'a karşı Sünni eksen 
 
Erdoğan'ın ani Körfez turu, ABD ile yakınlaşmanın gölgesinde Trump'ın İran'a yönelik tehditlerinin yanı sıra İran Devrim Muhafızlarının terör listesine alınması için çalışmaların yapıldığı bir süreçte geldi. Arap basınında Trump'ın, Şii İran'a karşı bir “Sünni ittifakı” oluşturma niyetinde olduğu görüşleri hep yer aldı. Ziyaretin hedeflerinden birinin, böylesi bir eksenin yeniden inşası olması da mümkün. 
 
Katar ve özellikle Suudi Arabistan, İran'ın bölgede artan etkisinden rahatsız. Bu çerçevede ziyaret edilen Körfez ülkeleri de dikkat çekici. Bahreyn, nüfusunun yüzde  70'i Şii ama yönetimi Sünni olan; İran'la Suudi Arabistan arasında nüfuz mücadelesinin devam ettiği bir Körfez ülkesi. Katar, Körfez bölgesinde en kalabalık ABD üssünü barındıran ülke. Suudi Arabistan ise Yemen, Suriye, Lübnan ve Katar'da İran'la karşı karşıya gelmiş durumda; inşa edilecek böylesi bir eksende merkezi önemde bir ülke. En son geçen hafta Yemen, İran yapımı olduğu ifade edilen balistik füzelerle Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'ı vurmuştu. Trump'ın geçtiğimiz günlerde “uzun menzilli balistik füze” denemeleri nedeniyle İran'a yönelik tehditleri, Suudi basınında sevinçle karşılanmıştı.
 
 
Mısır'ın yerine Türkiye 
 
Bölgedeki önemini ifade etmek için “Mısır'sız savaş, Suriye'siz barış olmaz” denen Mısır, son aylarda, kamplaşmada İran-Suriye eksenine kayan adımlar attı. Beşar Esad Hükümetini destekleyen açılamaların yanı sıra Suriye Ordusu ile birlikte savaşmak için asker göndererek, fiilen Suriye krizinin tarafı oldu. 
 
Oysa Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi'nin, 2013'te genelkurmay başkanıyken, Müslüman Kardeşler'i (İhvan) darbe ile devirmesini ilk kutlayan Suudi Arabistan kralı olmuştu. 
 
Trump'ın İran'a karşı kurmak isteyeceği “Sünni ekseni”nde Türkiye, Mısır'ın yerine merkezi bir pozisyonda olmak istiyor. Öte yandan Mısır'ın Suriye rejiminin yanında yer almasının en büyük nedeni Suriye ile sahip olduğu tarihsel bağların yanı sıra Suriye'de savaşan İslamcı grupları ve Mısır'daki uzantılarını kendine de tehdit olarak görmesi.
 
 
'Erdoğan'ın aradığı ekonomuk can simidi Körfez'de yok
 
Ziyaretin ekonomik boyutuyla ilgili durumu ise Arap dünyasının tanınmış yazarı Abdulbari Atwan'dan aktaralım. Atwan'ın konuyla ilgili Rai el Youm gazetesinde yayımlanan makalesinin bir bölümü şöyle; “Aralarında Financial Times'ın da olduğu bir çok gazetede yayımlanan raporlara göre, Türk ekonomisinin baharı bitti. Ülke mali ve ekonomik bir felakete doğru sürükleniyor. Türk lirası bir çöküşün içinde. Geçen yirmi ay içerisinde üçte bir değer kaybetti. Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara geldiği 2002'den bu yana görülmemiş oranlara ulaştı. Bir dolar dört liraya yaklaştı.” 
 
 
Sınırlar kapalı 
 
“Yaklaşan ekonomik çöküş yorumları gölgesinde Erdoğan, Körfez ülkelerine yardım talep etmek için geldi. İlk istediği yardım pazarların Türk ürünlerine açılması ve Türkiye'ye milyarlarca dolar yatırım yapılması. Suriye'nin ve Irak'ın bütün sınırları kapalıyken bu ürünler Körfez ülkelerine nasıl ulaşacak? Uyguladığı siyaset bu tıkanmanın yaşanmasında büyük bir rol oynadı."
 
 
Körfez borç içinde 
 
“Körfez ülkelerinin büyük çoğunluğu petrolün fiyatının düşmesine bağlı olarak finansal rezervlerindeki düşüş nedeniyle mali açıklar veriyor. Halklarına karşı kemer sıkma önlemleri uyguluyorlar. Finansal piyasalardan ve küresel bankalardan borç alıyorlar. Suudi Arabistan, Yemen'de mali ve beşeri olarak yıpratan bir savaş yürütüyor. Katar, dünya kupası nedeniyle altyapı tesislerinin yüksek mali yükleri ile boğuşuyor. 
 
Her hafta tahminen yarım milyar doları bulan harcamalar yapıyor. Bu harcamalar bugün 150 milyarı buldu. Bunların yanı sıra Libya'da ve Mısır'da, müttefiki olan İhvan'ı finanse ediyor. Bahreyn'in maddi durumunu ise açıklamaya bile gerek yok. (Erdoğan'ın) ziyaret ettiği ülkelerde ekonomik ve belki de siyasi olarak aradığı ‘can simidi' bulunmamaktadır!”
 
 
...
 
 
ABD'nin “İslamcı terörle savaşında” yeni Sünni açılımı
 
Erdoğan'ın Bahreyn'de yaptığı konuşması, ABD'den yeni olumlu sinyaller almış olabileceğini akla getirdi. Erdoğan'ın “terörden arındırılmış güvenli bölge”sinin, Trump'ın Körfez Kralları ile konuşmalarında destek istediği “güvenli bölge” ile ne derece örtüştüğü belirsiz, ancak gelişmeler bu yönde bir hazırlığın varlığına işaret ediyor
 
New York Times'ın yaptığı yeni bir habere göre, geçtiğimiz hafta uluslararası sularda seyreden bir İran gemisinin ABD savaş gemileri tarafından durdurulması ve gemide arama yapılması yönünde harekete geçmek isteyen yeni Savunma Bakanı Mattis, bakanlıkta yapılan istişarelerin ardından bu kararından “en azından şimdilik” vazgeçmiş. Mattis, geminin Yemen'deki Husi güçlerine “yasadışı” silah transferi yaptığından kuşkulanıyormuş. (Turmoil at the National Security Council, From the Top Down, Feb 12)
 
Mattis'e istişarelerde; bu uygulamanın uluslararası hukuk kurallarına aykırılığı, henüz bir hafta önce Yemen'de yapılan ABD bombalaması ciddi sivil kayıplara yol açtığı için tansiyonun yüksek olduğu ve İran'ın bu müdahaleye karşılık vermesi durumunda büyük çaplı bir savaş olasılığının doğabileceği şeklinde uyarılar yapılmış.
 
Trump yönetimi işbaşı yaptığı günden beri istikrarlı bir biçimde İran karşıtı pozisyonunu güçlendiriyor. İranlı yetkililer de aynı sertlikte yanıtlar veriyorlar. Obama döneminde uygulanan, İran içindeki politik çelişkileri derinleştirme, batıyla ilişkileri geliştirme yanlısı “yenilikçi”leri destekleme taktiklerinden, İran'a topyekün karşıtlığa vurgu yapan, daha savaşçı bir yaklaşıma kayıldığı giderek belirginleşiyor.
 
Bu yaklaşımın yaratacağı olası sonuçlar hakkında kuşkular taşıyan, özellikle Nükleer Anlaşma sonrasında Batı'yla gelişmesi beklenen ekonomik bağların zarar göreceğini düşünen The Economist dergisi yeni sayısında, Trump yönetiminin bu yaklaşımlarının, “İran'ın radikallerinin güçlenmesine” yol açtığını ve bu yaklaşımın ancak “İran Devrimini yeniden büyük” yapacağını iddia ediyor. (The Economist, Trump and Iran: Making Iran's revolution great again, February 11TH-17Th 2017)
 
 
ABD karşıtı söylem yükseliyor
 
Son yıllarda solmakta olan “Amerika'ya Ölüm” sloganının Trump yönetiminin kısa sürede geliştirdiği agresif tutum nedeniyle bu yılki İran Devrimi kutlamalarında yeniden güçlü bir biçimde seslendirilmeye başlandığını ifade eden Economist'e göre, bu atmosferin Mayıs ayındaki İran seçimlerine ciddi etkileri olacak.
 
İran'ın dinsel lideri Hamaney'e yakın bir kaynak dergiye, İran'daki gelenekçi güçlerin seçime itibarlı bir askeri figürün adaylığı ile katılma eğiliminde olduklarını ve ilk akla gelen ismin de Kudüs Güçleri Komutanı Süleyman Kasım, Kasım'ın kazanma olasılığının da çok yüksek olduğunu bildiriyor.
 
“Yenilikçi” kanadın adayı olacağı öngörülen görevdeki Başkan Ruhani'nin geçtiğimiz haftalarda “gelenekçilerle” çok ciddi çatışmalar yaşadığı, çatışmanın nedeninin İran'ın Suriye, Lübnan ve Yemen'deki müttefiklerine yaptığı ekonomik yardımların ve Kudüs güçlerinin bütçesinin Ruhani tarafından kısılmaya çalışılması olduğu ifade ediliyor.
 
Ruhani'nin son haftalarda yükselttiği ABD karşıtı retoriğin, ABD'nin baskı politikalarına yönelmesi karşısında İran'da oluşan atmosfere uyumlanma çabasını yansıttığı genel olarak kabul ediliyor.
 
 
Trump ve Körfez Krallıkları uzun soluklu dostluğun altını çizdi
 
Trump yönetiminin Ortadoğu'ya yönelik politikalarında keskin bir İran karşıtlığı ve güçlü bir İsrail destekçiliği giderek daha fazla belirginleşiyor. Bu gelişmelere eşlik eden bir başka önemli unsur, Trump yönetiminin Körfez Krallıkları'na yönelik yaklaşımları.
 
Suudi Kralı ile Trump'ın yaptığı telefon görüşmesinin ardından bir açıklama yapan Beyaz Saray, Trump ile Kral Selman arasındaki telefon görüşmesinde iki ülke arasındaki uzun soluklu dostluğun ve stratejik ortaklığın altının çizildiğini belirtti ve Trump'ın, Kral Selman'dan “Suriye ve Yemen‘de güvenli bölgeler oluşturulmasını desteklemesini rica ettiği”, Kral Selman'ın da buna katıldığı vurgulandı.
 
Aynı kapsamda iki liderin Suriye ve Yemen de dahil bölgedeki güvenlik sorunlarının aşılmasında birlikte hareket etme konusunda uzlaştıkları da not edildi. Açıklamada, Trump ile Kral Selman'ın, “İran'la nükleer anlaşmanın dikkatli şekilde takibinin önemine ve İran'ın bölgedeki istikrarsızlaştırıcı eylemlerine” dikkati çektikleri vurgulandı.
 
Beyaz Saray'dan yapılan diğer yazılı açıklamada da Trump ile Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid arasındaki telefon görüşmesinin detayları kamuoyu ile paylaşıldı. Trump'ın, bin Zayid ile görüşmesinde de “Bölgede yerlerinden edilen mülteciler için güvenli bölgeler oluşturulması konusunda desteğini rica ettiği” ve Veliaht Prensin de buna destek vereceğini ifade ettiği kaydedildi.
 
 
İran'a karşı askeri hamleler
 
Suudi Arabistan'ın merkezinde yer aldığı gerici koalisyonun Yemen'i istila etme girişimine askeri, politik ve lojistik destek sunan ABD, Obama yönetiminin son aylarında Husi hedeflerini füzelerle vurarak savaşa doğrudan katılmaya yönelik ilk adımı atmıştı. İran karşıtı sert açıklamalar ve Körfez Krallıkları ile yapılan görüşmelerin ardından Husi'lerin bir Suudi gemisini vurması üzerine ABD, Bab El Mendeb Boğazı'na USS Cole isimli destroyerini gönderdi ve saldırılara karşı müttefiklerini koruyacağını bir kez daha açıkladı.
 
Son olarak, Amerikan donanması, USS Laboon ve USS Truxtun isimli iki savaş gemisini, Arap Yarımadası ile Afrika'yı birbirinden ayıran Kızıldeniz'e konuşlandırma kararı aldı. Pentagon Sözcüsü Christopher Sherwood, ABD'nin Arap Körfezi (İran Körfezi), Umman Körfezi, Arap Denizi, Aden Körfezi ve Kızıldeniz'de “ticaretin serbestliği” ve Amerikan müttefiklerini korumak için görev yapmaya devam edeceğini söyledi. (ABD, Kızıldeniz'e 2 savaş gemisi daha gönderiyor, Sol Portal)
 
Economist'te yayımlanan yazıdaki bir başka vurgu ise, yeni ABD yönetiminde Savunma Bakanı olarak yer alan eski general Mattis gibi Irak'ta savaşmış emekli askerlerin varlığı hakkında. Yazıda, yeni yönetimde yer alan bu unsurların, Irak'taki Amerikan askeri kayıplarından İran'ı sorumlu tuttukları, İran'ın silahlandırdığı Şii milislerin ABD askerlerine yaptığı saldırıları hiç unutmadıkları iddia ediliyor.
 
 
ABD-İran-Rusya denklemleri
 
Geçtiğimiz hafta bir haber yapan Wall Street Journal, Trump'ın, Rusya ve İran arasında son yıllarda oldukça gelişen diplomatik ve askeri bağları kesmek için Rusya ve İran arasına bir kama sokma politikası uygulamaya hazırlandığını, Putin'i bu yönde ikna etmek istediğini bildirdi.
 
ABD'nin yeni yönetiminin bu yönde bir yaklaşıma sahip olduğu son haftalarda pek çok kaynakta ifade ediliyor, ancak bu olasılığın çok zayıf olduğu yönünde de genel bir mutabakat var. Son sayısında bu konuda bir dosya hazırlayan Economist'e göre, Rusya'nın Suriye'deki varlığı büyük ölçüde hava gücünden oluşuyor, sahada Suriye Ordusu, Hizbullah ve bazı Şii milisler savaşıyor. Suriye'deki bu durum ABD ve ABD'nin Ortadoğu'daki müttefikleri ile Rusya arasında çok köklü bir karşıtlık oluşturuyor.
 
Putin'in bir süre ABD ve İran arasında bir denge kurma politikasına yönelebileceği, ancak bunun sonuç üretme şansının çok düşük olduğu vurgulanıyor. İsrail Başbakanı Netanyahu çarşamba günü ABD'de Trump'la ilk görüşmesini yapacak. Trump yönetiminin İsrail yanlısı tutumu, İsrail'i daha da cesaretlendirdi ve İsrail yönetimi de son haftalarda çok daha sert politikalara yöneldi.
 
 
İsrailli bakanın sunduğu Suriye planı
 
Netanyahu, ABD yolculuğu öncesi yaptığı konuşmada, iki ülkenin her konuda tam mutabakata sahip olmasının gerçekçi bir beklenti olmayacağını, ancak bölgedeki stratejik çıkar ve önceliklerinin her zaman olduğu gibi güçlü bir biçimde ortaklaştığını dile getirdi, görüşmede İran'a ve müttefiklerine karşı tutumun öncelikli başlıklardan birisi olacağı ifade ediliyor.
 
Netanyahu Ben Gurion Havaalanı'nda yaptığı konuşmada, ABD'nin çok güçlü olduğunu, daha da güçleneceğini söyledi ve bölgedeki büyük tehditleri ve fırsatları Trump'la birlikte İsrail'in güvenliği açısından ele alacaklarını vurguladı. Netanyahu konuşmasında, Trump'la yapacağı görüşmeye hazırlık amacıyla geniş kapsamlı bir kabine toplantısı yaptıklarını da sözlerine ekledi.
 
Yeni düşen bir habere göre ise, “İsrail Güvenlik Kabinesi'ne İnşa Bakanı Yoav Galant tarafından 16 sayfalık bir Suriye planı sunuldu. Planın nihai amacının, ‘İsrail'in kuzey sınırında büyüyen İran tehdidini engellemek' olduğu söyleniyor. İran-Suriye-Hizbullah ittifakı için ‘şer ekseni' diyen Bakan Galant, şu üç hedefi ortaya koyuyor: ‘Şam'da ‘Şii hegemonyasını' engellemek', ‘İran ile Hizbullah arasında bir koridor oluşmasına ket vurmak' ve ‘Gelecekteki bir Suriye anlaşmasında, Golan Tepeleri'nin İsrail toprağı olarak tanınmasını sağlamak'. Bakan'a göre plan, planın icrasında önemli parçalar olarak görülen ABD, Rusya, Avrupa ve ‘ılımlı Sünniler'in çıkarına olacak.” (İsrail'in Suriye planı ortaya çıktı: Şam'da ‘Şii hegemonyası' engellenecek, Sol Portal, 13 Şubat)
 
Netanyahu Trump görüşmesindeki başlıklardan birinin bu plan olacağı anlaşılıyor. ABD ve İsrail, bu plan üzerinde ortaklaşabilir ve ABD'nin “ılımlı Sünni” uşakları Körfez Krallıkları, Türkiye bu plana kolayca adapte olabilir.
 
 
CIA başkanının Türkiye ziyaretinin ardından
 
Türkiye'yi ziyaret eden yeni CIA Başkanı Mike Pompeo'nun da Türkiye'den sonraki durağı Suudi Arabistan olmuştu. Pompeo İslamofobik kampanyalarda yaptığı ateşli “İslamcı terör karşıtı” konuşmalarla tanınan bir eski asker. Pompeo Suudi Arabistan'da, Veliaht Prens Muhammed bin Nayif'e, “Terörizme karşı mücadele alanında mükemmel istihbarat performansı, dünya barışı ve güvenliğini sağlama konusunda sınırsız katkısı” nedeniyle George Tenet madalyası vermiş. George Tenet en uzun süre görevde kalmış CIA Başkanı.
 
Suudi prense CIA şefinin böyle bir madalya vermesi son derece anlamlı. Uzun zamandan beri bölgede bir tür ABD ajanlığı işini yerine getirdikleri için, tam olarak denk düşmüş. Tabii Suudiler'in “terörizme karşı mücadele” ve “dünya barışı ve güvenliğine” yaptıkları sınırsız katkı, ancak ABD'nin bu konulardaki performansıyla karşılaştırılabilir.
 
ABD'nin yeni yönetimi “İslamcı terörle savaşı” işte bu müttefiklerle, yeni “İslamcı terör odakları” inşa ederek verecek…
 
Tayyip Erdoğan'ın yapmakta olduğu Bahreyn, Suudi Arabistan, Katar ziyaretine, Genelkurmay Başkanı Akar'ın da katılacağı ve  askeri işbirliği konuları ve bölgesel konular hakkında görüş alışverişinde bulunacağı bugün açıklandı. Kısa bir süre önce, MİT Başkanı Hakan Fidan'ın da Katar'da olduğu başka bir konu üzerinden duyurulmuştu.
 
 
Erdoğan yeni bir “hızlı dönüş”e mi hazırlanıyor?
 
Tayyip Erdoğan'ın Bahreyn'de yaptığı yeni bir konuşmada değişen vurgularıysa, ABD'den yeni olumlu sinyaller almış olabileceğini akla getirdi. Erdoğan, “Cerablus'tan başladık, Er Rai'yi temizledik, Dabık'a indik. Şimdi El Bab'da anbean DEAŞ'tan temizlemek suretiyle attığımız adım bir hedefe kilitlenmiştir. Münbiç ve Rakka'da koalisyon güçleri ile müşterek adım atarsak orada da terörden arındırılmış güvenli bölgeye ağırlıklı olarak Arap kardeşlerimiz yerleşme imkanı bulacaktır” dedi.
 
Erdoğan'ın “terörden arındırılmış güvenli bölge”sinin, Trump'ın Körfez Kralları ile konuşmalarında destek istediği “güvenli bölge” ile ne derece örtüştüğü belirsiz, ancak gelişmeler bu yönde bir hazırlığın varlığına işaret ediyor.
 
Erdoğan'ın konuşmasında kullandığı, “Katil Esad, Suriye'de bugüne kadar bir milyona yakın insanı öldürmüştür. Biz burada sessiz kalamayız. Biz burada ya elimizle ya dilimizle müdahale edeceğiz.” ifadesi, Suriye'de yeni bir “hızlı dönüş”e hazırlanılıyor olabileceğini akla getiriyor.
 
 
İran, Suriye ve Hizbullah'ı sıkıştırmak için
 
ABD, Irak işgali sonrasında İran'ın bölgede elde ettiği kazanımlarla karşı karşıya kaldığında, Körfez Krallıkları aracılığıyla İran'ın alanını daraltma yönünde bugünlerde konuşulana benzer Sünni İslam'ın en gerici versiyonu odaklı bir bölge politikası uygulamaya başlamıştı. Bu politikaların niteliğini Seymour Hersh, New Yorker'da 2007 yılında yayımlanan “Redirection” adlı makalesinde geniş olarak ele almıştı.
 
Hersh şunları söylemişti: “Bush yönetimi, ağırlıklı olarak Şii İran'ı köşeye sıkıştırmak için Ortadoğu'daki önceliklerini yeniden belirlemeye karar verdi. Yönetim, Lübnan'da İran'ın desteklediği Şii Hizbullah'ı zayıflatmak için örtülü operasyonlarda Sünni Suudi Arabistan hükümetiyle işbirliği yapmaya başladı. ABD aynı zamanda İran ve Suriye'yi hedefleyen örtülü operasyonlarda da aktif olarak yer aldı. Bu faaliyetlerin yan ürünü, İslam'ın militan bir yorumunu benimseyen, ABD'ye muhalif, el Kaide'ye sempati besleyen aşırılıkçı Sünni grupları desteklemekti.”
 
Hersh'in hakkında kapsamlı bilgiler verdiği ABD'nin bu politikasının dolaysız sonuçlarından biri IŞİD oldu. Ortadoğu'da mezhepçi şiddetin ve dünya çapında gericiliğin sponsoru Körfez Krallıkları ve AKP'nin sayesinde Suriye kan deryasına döndü, Irak öncekinden daha büyük bir mezhepçi şiddet dalgasına sahne oldu.
 
 
IŞİD için harika bir haber
 
Batı basınının en deneyimli Ortadoğu muhabirlerinden Patrick Cockburn dün (13 Şubat) yayımlanan yazısını bu konuya ayırmış ve çok doğru bir saptama yaparak “Trump İran'la yeni bir savaşı tutuşturacak ve bu IŞİD için harika bir haber olacak” diyor. (Trump Will Ignite a War With Iran, Which Will be Great News for ISIS)
 
Trump yönetiminin yönelişlerinin Ortadoğu için yeni felaketler anlamına geldiğini önceki yazılarda çeşitli yönleriyle ortaya koymaya çalışmıştık. Son gelişmeler, Yemen'den Lübnan'a, Irak'tan Suriye'ye ve Filistin'e yanan ateşlerin üzerine yeni odunların taşınmaya başlandığına dair güçlü işaretlere sahip. Ortadoğu'da mezhepçi şiddetin daha geniş bir alana yayılıp, derinleşmesi olasılığı ateşe atılan yeni odunlarla daha da büyüyecek.
 
Ama hepsi bu kadar değil. ABD'nin bu yönelişinde derinleşmesi, içinde sadece bölgesel bir savaşın fitilini ateşleme olasılığını barındırmıyor, bu yönelişte ısrar aynı zamanda nükleer silahlara sahip olan Rusya ile ciddi bir askeri karşı karşıya geliş tehlikesini de içeriyor. Rusya ve Çin yaptıkları açıklamalarla ABD yönetiminin İran'a yönelttiği suçlamaların gerçeklerle bağdaşmadığını belirttiler. Rusya ve Çin'in, İran'la son yıllarda geliştirdikleri ekonomik, diplomatik ve askeri ilişkilerden kolay kolay vazgeçmeyecekleri aşikar. Rusya'nın Suriye'deki askeri hamlesi bunun en açık göstergesi oldu.
 
Çin'in Asya'da sürekli artan ekonomik ağırlığını daha sıkı bir bütünleşmeye dönüştürme amacıyla ürettiği kapsamlı “Tek Kemer Tek Yol” projesinin stratejik öneme sahip unsurlarından birisi İran. Rusya ve Çin'in bu stratejik ortaklık noktalarından ABD tehditleri nedeniyle vazgeçmesi mümkün görünmüyor ve bu durum savaş tehlikesini daha da büyütüyor…
 
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar