ABD-İsrail-Sünni ittifakı ve AKP
Wall Street Journal'ın yeni bir haberi, Trump yönetimi yetkililerinin Arap müttefikleri ile İran'ın Ortadoğu'da gelişen nüfuzuna karşı NATO tipinde yeni bir askeri ittifak oluşturma görüşmeleri yaptığını, ittifak içinde Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerin bulunduğunu bildiriyor. (U.S., Arab Nations Weigh NATO-Style Alliance, 16 Şubat)
Ortak düşmanları İran'a karşı İsrail'le istihbarat paylaşımı mekanizmasını da kapsaması hedeflenen bu girişime diğer Arap ülkelerinin de katılmasının beklendiği konuyla ilgili görüşmelere katılan 5 Arap devlet yetkilisi tarafından ifade ediliyor. ABD ve İsrail'in bu ittifakın doğrudan içinde yer almayacağı, İsrail'le istihbarat paylaşımı kapsamında bir ilişki kurulurken, ABD'nin ittifakı istihbarat paylaşımı ve askeri destekle takviye edeceği ve ABD'nin askeri ve istihbari desteğinin mesela Suudi Arabistan'a Yemen'de sunduğu desteğin ötesine geçeceği, yani daha gelişkin olacağı vurgulanıyor.
Suudi ve BAE yetkililerinin, İsrail'in ittifaktaki rolüne ilişkin duydukları kaygıların görüşmeler sırasında gündeme geldiği ve ABD'li yetkililerin, İsrail'le sadece İsrail'in oldukça gelişkin olduğu istibarat paylaşımı ve hedef seçimi çerçevesinde ilişkilenileceğini belirttikleri ifade ediliyor.
Gazetenin bilgi almak istediği İsrail sözcüsü, yeni ittifak girişimiyle ilgili sorulara yanıt vermemiş. Haberde, çarşamba günü gerçekleşen Trump-Netanyahu görüşmesinde konuşulan önemli konulardan birinin yeni ittifak olduğu belirtiliyor.
İsrail'in “yeni bulunmuş Arap partnerleri”
ABD yönetiminin Mısır'a ortak bir askeri gücün Mısır'da konuşlanması konusunu sorduğu, ancak bu konuda Suudi Arabistan'ın çok daha istekli olduğu belirtilen bir başka nokta. İttifak girişimi konusundaki müzakerelerin ne derece ilerlediği konusunda henüz yeterli netlik yok, ama Arap diplomatlarının bir süredir Vaşington'da konuya ilişkin üst düzey görüşmeler yaptığı belirtiliyor.
Trump-Netanyahu görüşmesi ve görüşme sonrası yapılan ortak basın toplantısına ilişkin Haaretz'de bir değerlendirme yazan Haaretz'in Ortadoğu yorumcusu Zvi Barel, Trump'ın basın toplantısında gündeme getirdiği Ortadoğu anlaşmasının daha çok Netanyahu'nun hüsnükuruntusunu çağrıştırdığını iddia ediyor ve Netanyahu'nun çok sevdiği “yeni bulunmuş Arap partnerleri” ile bir Ortadoğu barışını tamir etmenin zorluklarını dile getiriyor. (Trump's ‘Deal' for the Mideast Sounds More Like Netanyahu's Wishful Thinking, Feb 16)
Barel'in Netanyahu'nun çok sevdiği “yeni bulunmuş Arap partnerleri” aslında çok da yeni partnerler değiller, ancak son yıllarda İsrail'le ilişkilerinde İran düşmanlığı çerçevesinde yeni bir sıçrama yaşandığı aşikar. ABD'nin oluşturmaya çalıştığı yeni ittifaka yüklemeye hazırlandığı bir başka görev, giderek daha da belirginleşen katı İsrail yanlısı tutumu çerçevesinde gelişecek “Ortadoğu barış anlaşmasına” politik ve askeri dayanak noktaları sağlamak olacak.
İran'a karşı Sünni ittifak
Tayyip Erdoğan'ın, Hakan Fidan'ın, Hulusi Akar'ın son haftalarda yoğunlaşan Körfez Krallıkları seferleri ve Suriye, İran hakkında değişen söylem, ABD'nin kurmaya çalıştığı bu yeni Sünni ittifak çerçevesinde anlam kazanıyor.
Tayyip Erdoğan'ın yeni söylemini hemen sahiplenip, yeni yönelişin ne olduğunu açıklamaya çalışan Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül, “Irak'taki ABD işgalinin, Afganistan işgaliyle Taliban‘ın devreden çıkarılmasının, Suriye savaşının gidişatının azdırdığı, bütün bölge için tehdit haline getirdiği bir Fars yayılma haritası, bir Fars milliyetçi dalgası söz konusu” diyor.
Konuşan İbrahim Karagül değil, Körfez Krallıkları'nın ABD think tank'lerine ödedikleri milyonlarca dolar karşılığı yazan, konuşan ABD stratejistleri adeta.
Karagül'e göre, “İran, Yemen'den S. Arabistan'ı, Suriye'den de Türkiye'yi vurmuştur. Suriye'de, Türkiye'ye yakın bütün örgütleri hedef almış, PKK-PYD ile ortaklık kurmuş, Türkiye'yi çevrelemeye ayarlı terör koridorunun en büyük destekçilerinden olmuştur. PKK'ya silah ve para vermiş, strateji önermiş, Suriye savaşında bütün kartlarını Türkiye'yi hırpalamaya, durdurmaya ayarlamıştır.”
Gerçekliğin İbrahim Karagül eliyle böylesine ters yüz edilişi neden?
Kendisi anlatıyor:
“Ben buna “Savunma Ekonomisi” diyorum. Bölgenin savunma ihtiyaçları büyük oranda hala ABD ve Avrupa'dan sağlansa, milyar dolarlık silah anlaşmaları bu ülkelerle yapılıyor olsa da, “yeni durum” Türkiye'ye, özellikle büyüyen Türk savunma sanayii için yeni fırsatlar sunuyor.
Bugüne kadar farklı sektörlere yönelen Körfez fonlarının, “savunma ekonomisi” üzerinden Türkiye'nin bölge ile ilişkilerinde yeni bir dalga oluşturacağı bir tahmin değil artık. Ortak savunma anlaşmaları da böyle bir yakınlaşmanın zeminini oluşturuyor.”
Emperyalist çıkarlar adına asker yazılma telaşı
Körfez fonlarının çok büyük oranda Batılı silah şirketlerinin kasasını doldurduğu kimse için sır değil, ama Karagül'ün yeni “Savunma ekonomisi” kavramının AKP'nin artık her tarafından tel tel dökülmekte olan hayaller dünyasına ait bir fantazi olduğu çok açık.
“Savunma ekonomisi” bir AKP fantazisi, ancak Tayyip Erdoğan'ın koşa koşa gidip parçası olmaya çalıştığı bu yeni “Sünni ittifakı” bölge için büyük tehlikeler yaratma potansiyeline sahip ve büyük olasılıkla “savunma ekonomisi” diye süslenen esas olarak, Ortadoğu'da ABD eliyle pişirilen mezhep savaşında ön cephe ülkesi olarak yer alma, bundan ekonomik ve politik güç devşirme arzusudur. “Savunma ekonomisi” cilasıyla parlatılan Ortadoğu'daki askeri hesaplaşmalara emperyalist çıkarlar adına asker yazılma telaşıdır.
Türkiye'nin üzerine bir kabus gibi çöken bu siyasi İslamcı kadronun kalıp değiştirme ve her tür değeri kendi çıkarları doğrultusunda kullanma konusunda son derece gelişkin reflekslere sahip olduğunu gösteren alçakça bir örnek Karagül'ün yazısında bulunuyor. Bu kadronun soyunduğu yeni rol, “Pers işgaline karşı Mekke'nin korunması” olarak sunuluyor. Körfez'in petro-dolarlarından emperyalizme asker yazılarak fayda sağlama çabası “Pers füzelerine karşı Mekke'nin korunması” olarak meşrulaştırılmaya çalışılıyor, Sünniliğin fedaliğine soyunuluyor.
Hizbullah rahatsızlığı
Financial Times'ın yeni bir haberi Hizbullah'ın Suriye savaşındaki rolünü ve yaşadığı gelişmeyi ele alıyor. Hizbullah'ın Suriye'deki savaşta elde ettiği kazanımlarla, bir gerilla gücünden bir istila gücüne dönüştüğü ve bunda son derece başarılı olduğu vurgulanıyor. İsrail askeri yetkililerinin bu gelişmeleri çok dikkatli bir biçimde izledikleri ve çok kaygılı oldukları özellikle vurgulanan bir başka nokta. (Hizbollah emerges stronger from Syria, 16 Feb)
Bir gerilla gücünden bir istila gücüne dönüştüğü iddia edilen Hizbullah tüm Ortadoğu'da emperyalizm ve Siyonizm'in uzun zamandır bir numaralı düşmanıdır. Suriye'yi istila etmemiş, Suriye'nin emperyalistlerin güdümündeki Cihatçı katiller tarafından istila edilmesini engelleyen bir politik-askeri güç olarak var olmuştur.
Hizbullah, Ortadoğu'da yaşayan Hristiyanlar'dan, Ortadoğu'nun Sünnilerine çok geniş bir sempati ağına sahiptir. Lübnan'ın bütünlüğünün korunmuş olması ve Cihatçı katillerin burada geriletilmesinin de asıl faktörüdür. Bundan dolayı, ABD, İsrail, Körfez Krallıkları ve Türkiye'nin düşmanlığını kazanmıştır.
ABD'nin Birleşmiş Milletler eski temsilcisi tanınmış Neo-con Samantha Power'ın danışmanlığını yapan Wael Alzayat gazeteye yaptığı açıklamada, Hizbullah'ın bölgedeki ABD çıkarlarına karşı oluşturduğu tehdidin sadece İsrail'in güvenliği ile ilgili olmadığını, çok daha ötesine uzandığını, Iraklı Şii milisler aracılığıyla Irak'ı ve ABD müttefikleri Suudia Arabistan, Türkiye ve Ürdün'ü de kapsadığını söylüyor.
Ruhani'den Körfez temasları
İran ve müttefiklerine yönelik kampanya giderek yükseliyor. İran'a doğrudan bir saldırıdan ziyade, öncelikli olarak bölgesel müttefiklerine karşı geliştirilecek bir yıpratma savaşı dalgasının yükseltilmesi ufukta görünüyor. İran devlet başkanı Ruhani görev yaptığı dönem boyunca yapmadığı şeyi dün yaptı ve ilk kez Körfez ülkelerine bir ziyaret gerçekleştirdi. Umman'da ve Kuveyt'te görüşmeler yapan Ruhani, Yemen için bir ateşkes çağrısı yaptı.
Türkiye nerede?
Ruhani'nin bu girişiminin nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz, ancak ABD'nin Ortadoğu'da pişirdiği mezhep savaşının giderek daha fazla zemin kazandığını tüm bu gelişmelerden görebiliyoruz. Astana görüşmelerinin ertelenmesine paralel olarak, ABD, Britanya, Fransa, Türkiye ve Suudi Arabistan temsilcilerinin uzun bir aradan sonra ilk kez yarın (17 Şubat) Esad karşıtı ülkeler adı altında yeni bir toplantı yapacak olmaları bu gelişmelerle doğrudan bağlantılı olsa gerektir.
Toplantıyla ilgili konuşan bir Fransız diplomat, gelecek hafta yapılacak Cenevre görüşmelerinden önce, ortak düşüncelere sahip ülkelerin toplanıp görüşmeler için ortak tutum geliştirmeye çalışmalarının normal olduğunu söylüyor. Fransız diplomat, son dönemde Rusya ile yakınlaşan Türkiye'nin nerede durduğunu da bu toplantıda göreceklerini sözlerine ekliyor.
Evet yarınki “Esad karşıtı ülkeler toplantısında” ve Cenevre'de AKP'nin nerede durduğu daha net görünecek…