suleymani-2.jpg

Suriye-Irak sınırından Katar Krizi’ne Ortadoğu

ABD-İsrail-Sünni ittifakının da temel hedefi “İran’ı sınırlamak”, son gelişmeler sınırlama operasyonlarının yüksek olasılıkla Suriye ve Lübnan odaklı ilerleyeceğine işaret ediyor. ...Katar'ı hizaya getirmek için uygulanan baskı, Hamas'ın etkisini geriletmek ve İran'ı sınırlama operasyonlarının yükünün bir kısmını Katar'a yüklemek.

17 Haziran 2017 Cumartesi
IŞİD, Musul ve Rakka'da yolun sonuna gelirken, “IŞİD sonrası” Ortadoğu için yapılan hamleler de hızlanmaya başladı. Amos Harel 5 Haziran'da Haaretz'de, “Son zamanlarda Ortadoğu'daki en önemli stratejik gelişme Irak-Suriye sınırında yaşanıyor, İsrail ve diğer ülkelerin güvenlik ve istihbarat örgütleri dikkatle burayı izliyorlar” diye yazmıştı (Iran Striving for Land Corridor From Tehran to Beirut). Harel'in görüştüğü Mossad Araştırma Bürosu'nun eski Başkanı Chagai Tzhurel, “Oluşacak bölge tablosunun en önemli noktası Irak-Suriye sınırıdır” diyordu. Tzhurel'e göre, Irak-Suriye sınırının iki tarafında, Şii milisler ve Suriye yönetimi ve müttefiklerinin birleşip burayı güvenceye almaları, Tahran'dan Irak, Suriye ve Lübnan'a uzanan İran merkezli bir hattın oluşmasına yol açacak ve bu bölgesel güç dengesinde İran lehine önemli bir değişim anlamına gelecek ve tabii bu İsrail ve ABD'nin kesinlikle kabul etmeyeceği bir durum.
 
New York Times'ın Ortadoğu Bürosu şefi Anna Barnard'da son yazısında, Suriye'de yaşanan gelişmeler için “Büyük Oyun'un 21. yüzyıl versiyonu” benzetmesini yaptı (Beyond Raqqa, an Even Bigger Battle to Defeat ISIS and Control Syria Looms). “Büyük Oyun”, 19. yüzyıldan başlamak üzere stratejik bölgelerin emperyalist güçler arası paylaşılma mücadelelerini anlatmak için kullanılıyor. ABD ordusunun “IŞİD'le mücadele” örtüsünü çıkarıp atarak doğrudan Suriye ordusu ve müttefiklerine askeri saldırılar düzenlemeye başladığı günlerde Barnard'ın da artık Suriye operasyonunda ABD'nin gerçek jeo-stratejik hedeflerini açık açık yazmaya başlaması kuşkusuz bir tesadüf değil.
 
Barnard yazısında, Suriye'de jeo-politik önemi ve riskleri çok daha büyük yeni bir karşı karşıya gelişin başlamakta olduğunu haber veriyordu. Barnard'ın da “yeni karşı karşıya geliş noktası” olarak tarif ettiği ve büyük bir jeo-politik öneme sahip olduğunu belirttiği nokta aynıydı. O da, kritik öneme sahip Bağdat-Şam hattını kapsayan sınır bölgelerine işaret ediyordu ve bu hattın kontrol edilip Lübnan'a bağlanmasının yaratacağı sonuçlara dikkat çekiyordu. Barnard'ın yazısı yayınlandığı gün Suriye ordusu ve müttefikleri ani bir hareketle El Tanf'ın güneyinde Irak sınırına uzanan bir hamle gerçekleştirdi ve ABD, İngiliz ve Norveç özel kuvvetleri tarafından desteklenen ÖSO'nun bu hatta ilerlemesinin önünü kesti. Çok geçmeden İran Devrim Muhafızları Kudüs Ordusu komutanı Kasım Süleymani'nin bu bölgede çekilmiş fotoğrafları sosyal medyaya servis edildi.
 
Guardian'dan Martin Chulov'da, sınırın Irak tarafında yakında IŞİD'den temizlenen Ba'aj şehrinde Haşdi Şabi Komutanı Ebu Mehdi El Mühendis'le görüşmüş. Chulov, kentin merkezindeki kavşakta büyük “Musul'dan Ba'aj'a, teşekkür ederiz Süleymani” yazısının bulunduğunu söylüyor. Mühendis, Ba'aj'ın IŞİD'in bölgedeki son kalesi olduğunu ve 2013-2014'ten beri Türkiye'den gelen IŞİD'liler için bir geçit noktası işlevi gördüğünü anlatıyor. Chulov'a konuşan bir başka Haşdi Şabi komutanı, bu alandan çekilmeyeceklerini, burayı ana üsse dönüştüreceklerini söylüyor. Chulov, bu noktaların Haşdi Şabi'nin eline geçmesiyle bölgesel dinamiklerde çok hızlı bir değişim yaşandığını ifade ediyor. Zaten onun yazısının başlığı da, “Tahran'dan Beyrut'a: Şii milisler İran'ın nüfuz yayını sabitleştirmeyi hedefliyorlar”.
 
Irak-Suriye sınırında bu gelişmeler yaşanırken, ABD, HIMARS isimli roket sistemini Tanf Üssü'ne yerleştirdi. ABD'nin bu yeni hamlesi, Suriye'deki savaşın ağırlık noktasının Suriye-Irak sınırına kaymakta olduğuna ve ABD'nin Suriye'deki işgalci pozisyonunu nasıl ve hangi araçlarla devam ettireceğine dair önemli işaretler sunuyor. Sözü edilen hattın ABD ve İsrail tarafından kabullenilmesi mümkün değil, çünkü bu hattın kurumlaşması, 6 yılın sonunda karşı kampın savaştan daha büyük kazanımlarla çıkması anlamına gelecek.
 
Suriye'deki savaşla doğrudan bağlantılı bir tatbikat İsrail Hava ve Kara Kuvvetleri tarafından Kıbrıs'ta gerçekleştiriliyor. Kıbrıs'taki Trodos Dağları'nda gerçekleşen tatbikata Kıbrıs askeri birimleri de katılıyor. Altı ay önce Girit Adası'nda gerçekleştirilen İsrail ordusu tatbikatından sonra bu tatbikat İsrail ordusunun ülke dışında gerçekleştirdiği ilk büyük aktivite. İsrail ordusu bu tatbikatta hedef alınan düşmanın kim olduğu konusunda tatbikatı izlemesine izin verdiği gazetecilere açıklama yapmıyormuş, ancak haberi yapan Haaretz muhabiri Gilli Cohen'e göre, tatbikatın yapıldığı bölgenin coğrafi yapısı, dağları ve tepeleri Lübnan Dağı'na çok benziyor. Gazetecilerle konuşan İsrail Hava Kuvvetleri'nden bir komutan tatbikat yapılan alanın İsrail Hava Kuvvetleri'nin operasyon yaptığı spesifik bazı alanlara çok benzediği için seçildiğini, alanın özellikle Golan Tepeleri'ne çok benzediğini ifade etmiş. Kıbrıs ordusuna bağlı birimler tatbikatta İsrail karşıtı güçlerin pozisyonlarını alıyormuş, İsrail helikopterleri ve özel kuvvetlerinin saldırılarına karşı savunma pozisyonlarında yer alıyorlarmış (Target: Hezbollah? A Rare Look at Israel's Largest-ever Commando Exercise in Cyprus).
 
İsrail, Lübnan ya da Golan Tepeleri'ne benzeyen bir alana dönük saldırı hazırlıkları yapıyor. Suriye savaşının bugünkü güçler dengesi çizgisinde ilerlemesi durumunda, Hizbullah “tehdidi”ni gerekçe göstererek Suriye'ye yönelik büyük bir İsrail saldırısı hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Yeni Amerikan yönetimi, “terör tehditleri”ni sıralarken son aylarda sürekli olarak Hizbullah ile IŞİD'i yan yana getirmiyor mu? Suriye işgalini genişletip derinleştirmek için “IŞİD tehdidi”nin ardından bir “Hizbullah tehdidi” ABD için de hiç fena olmayacaktır. ABD-İsrail-Sünni ittifakının da temel hedefi “İran'ı sınırlamak”, son gelişmeler sınırlama operasyonlarının yüksek olasılıkla Suriye ve Lübnan odaklı ilerleyeceğine işaret ediyor.
 
*
 
Ortadoğu'nun bir başka önemli gündem maddesi olan Katar'a yönelik abluka da konuyla doğrudan bağlantılı. Katar ablukasının başlamasının ardından konuşan İsrailli yetkililer gizlemeye hiç gerek duymadan, Katar dışındaki Körfez ülkeleriyle yaşamsal çıkar ortaklığına sahip olduklarını dile getirdiler. İsrail açısından Katar ablukasını yaşamsal kılan faktör, Katar'ın Hamas'a ve Gazze'ye sunduğu destek. Katar'ı hizaya getirmek için uygulanan baskı, Hamas'ın etkisini geriletmek ve İran'ı sınırlama operasyonlarının yükünün bir kısmını Katar'a yüklemek. Hamas'ın etkisinin sınırlanması ve Gazze'nin hareketsizleştirilmesi, İran'ı sınırlama operasyonlarının başarılı sonuçlar doğurması açısından önem taşıyor.
 
Katar ablukası devam ederken, ABD'den iki haber geldi. İlk haber, kısa bir süre önce en yetkili ağızlardan “terör finansörü” ilan edilen Katar'la imzalanan yeni bir ABD anlaşmasına ilişkindi. Katar, 12 milyar dolarlık F15 savaş uçağı alımı için ABD ile yeni bir anlaşma imzalamıştı. Anlaşmanın imza töreni için Katar Savunma Bakanı Halid bin Muhammed el-Atiye'nin 14 Haziran'da Washington'da ABD Savunma Bakanı Jim Mattis'le bir araya geldiği duyuruldu. Yapılan açıklamada, söz konusu anlaşmayla “ABD'de 42 eyalette 60 bin kişiye istihdam sağlanacağı” bildirildi. Katar'ın “terör sponsorluğu”ndan ABD'nin “istidam yaratıcısı”na dönüşmesi çok kısa sürede gerçekleşti. ABD, “terörizm sponsoru” Katar'a sadece uçak satmadı, Katar'ın Körfez'de başlattığı tatbikata iki de savaş gemisi gönderdi. Pentagon'dan yapılan açıklamada, anlaşmanın ABD'nin dostu bir ülkenin güvenliğini güçlendireceği belirtilirken, Katar'ın stratejik önemi ve Körfez'in politik istikrarındaki ve ekonomik gelişmesindeki katkıları vurgulandı.
 
Katar ablukasıyla saheneye konulan oyunu daha iyi görebilmek için Daniel Byman ve William Mccants'ın The Atlantic'de yeni yayımlanan yazısına uzanmak gerekiyor. Yazarlar, ABD Hazine Bakanlığı Müsteşarı David Cohen'in 2014 yılında yaptığı açıklamada, Kuveyt'i, “Suriye'deki terörist gruplara yapılan bağışların merkez üssü” olarak ilan ettiğini aktarıyorlar. Kuveyt şimdi krize çözüm bulmak için Körfez ülkeleri arasında aracılık yapıyor. Yazarlar dün Katar'la anlaşmayı imzalayan ABD Savunma Bakanlığı'nın 2016 yılındaki terörizm raporunda Katar hakkında, “Katar içindeki kişi ve kurumlar, aralarında El Kaide'nin Suriye şubesinin de bulunduğu teröristlere para sağlıyorlar” diye yazıldığını aktarıyorlar. Yazarlar aktarmaları, Haziran 2016'da kamuoyuna açıklanan ABD Savunma Bakanlığı'nın “Country Reports on Terrorism 2015” başlıklı resmi raporundan yapıyorlar.
 
Aynı raporda, Suudi Arabistan da El Nusra'ya sağlanan bağışlardan dolayı eleştiriliyor (The Danger of Picking Sides in the Qatar Crisis The Atlantic, 16 June). ABD Savunma Bakanlığı'nın resmi raporu bu bilgileri kayda geçirmiş, bu kayıtlar ABD'nin “İslamcı terörle savaş” örtüsü altında sahnelediği tiyatronun gerçek niteliğini çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor.
 
ABD'den gelen konuyla doğrudan ilgili ikinci haber Suudi Arabistan'la ilgiliydi. Suudi Arabistan'ın Yemen'deki sivil katliamlarının inkar edilemeyecek görüntüleri gözler önüne serildiğinde, bu katliamların Amerika'nın sağladığı silahlar, sunduğu lojistik ve istihbarat desteğiyle gerçekleştiği de çıplak biçimde ortaya çıkmıştı. Bu gelişme üzerine başlayan tartışmalar sonrasında, Suudi Arabistan'ın ABD'den satın aldığı bazı hassas bombaların satışına sınırlamalar getirilmişti. Dün ABD Senatosu'nda yapılan bir oylamayla bu sınırlamalar kaldırıldı. Yani Katar'la imzalanan yeni silah anlaşmasının duyurulduğu sırada, bu sınırlamaların kaldırıldığı haberi de veriliyordu. Bu sınırlamaların kaldırılması ABD'nin bölgede Suudi Arabistan'ı merkeze alan yeni politikasıyla uyumlu, ama bunun bir de Amerikan liberalizmi tarafından sunuluşu var.
 
Liberal New York Times konuyla ilgili haberinde Senato'nun bu kararı alırken çok zorlandığını söylüyor, çünkü senatörlerin Yemen'de yaşanan insani felaket hakkında yeterli bilgileri varmış!
 
Ama…
 
Bir de New York Times'ın da gördüğü bir mektup varmış. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Cubeyr bu mektubu ABD Dışişleri Bakanı Tillerson'a Trump'ın Suudi Arabistan ziyaretinden hemen önce yazmış. Cubeyr mektubunda, Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri'nin Yemen'de sivil kayıpları önlemek için ABD Hava Kuvvetleri tarafından verilecek özel bir eğitim programına tabi olmak istediğini yazmış.
 
Taraflar bu konuda bir mutabakata ulaşmış ve ABD, Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri'ni daha az sivil kayba yol açacak bir askeri eğitime tabi tutmak için 750 milyon dolarlık özel bir anlaşma imzalamış. New York Times, bunca sivil ölümden sonra ABD Senatosu'nun Suudi Arabistan'a silah satışları üzerindeki sınırlamaları kaldıran yeni kararın bu anlaşmayla yaratılan güven ortamından doğduğunu düşünüyor (Saudi Arabia Tries to Ease Concerns Over Civilian Deaths in Yemen).
 
Oylamada Suudi Arabistan'a dönük sınırlamaların kaldırılması yönünde oy kullanan Demokrat Parti Senatörü Mark Warner, gazeteye yaptığı açıklamada, “Suudi Arabistan'ın sivillere dönük saldırılarına ilişkin kaygıların farkındayım, ama ABD'nin eğitim programını uygulamasıyla birlikte, sivillerin korunması konusunda Suudi Arabistan güçlerinin daha dikkatli olacağına inanıyorum” diyor. Amerikan liberalizmi, kapitalizmin “Parayı veren düdüğü çalar” temel ilkesini işte böyle güzelliyor. Askeri-sınai kompleksin kârına kâr katan anlaşmaları böyle meşrulaştırıyor.
 
Suudiler'in Hava Kuvvetleri sivilleri katletmesin diye ABD Hava Kuvvetleri tarafından özel eğitime tabi tutulacak…
 
Ama…
 
Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonu Başkanı Paulo Pinheiro ile komisyon üyesi Karen Koning Abuzayd, BM Cenevre Ofisi'nde ortak bir basın toplantısı düzenledi. Abuzayd, ABD'nin hava saldırıları sonucu Sadece Mansoura köyünde 200 olmak üzere toplam 300 sivilin yaşamını kaybettiğini açıkladı. Pinherio, yaşanan bombalamalar sonucunda yaklaşık 160.000 insanın evlerini terk etmek zorunda kaldıkları bilgisini verdi. Washington Post, insan hakları derneklerinin paylaştığı videolara dayandırdığı haberinde ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyona ait savaş uçaklarının son dönemlerde Musul ve Rakka'da en az iki kez beyaz fosforlu bomba kullandığını açıkladı. Söz konusu habere göre beyaz fosfor bombası patladığında içindeki kimyasal hava ile reaksiyona girerek kalın beyaz bir bulut oluşturuyor. İnsana değdiği zaman ise kemikleri bile yakarak ölüme sebep oluyor…
 
Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri'ne eğitim vereceklerin pratikleri böyle, asıl soru da buradan çıkıyor: Bunları kim eğitecek?
 
 
Cenk Ağcabay
sendika.org
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar