trum hariri.jpeg

Trump’tan Hariri’ye “İran’ı sınırlama” ayarı

Trump basın toplantısındaki konuşmasıyla, tüm dünyanın gözleri üzerindeyken Hariri'ye baskı yapmakta, onu yaptığı anlaşmayı bozmaya zorlamakta, Lübnan'ı kanlı bir savaşın ön cephesi haline getirmeye çalışmaktadır… Trump'ın Hariri'ye yönelik baskısının nasıl bir sonuç yaratacağını göreceğiz, ama Trump'ın bu davranışının kendisi, bölgede gelinen noktanın ciddiyetinin en açık göstergesi…

28 Temmuz 2017 Cuma
Beyaz Saray'da bir araya gelen ABD Başkanı Trump ve Lübnan Başbakanı Hariri, basına kapalı toplantılarını bitirdikten sonra, Beyaz Saray'ın “Gül Bahçesi” olarak adlandırılan açık alanında ortak bir basın toplantısı düzenlemişler. Önce Trump söz almış ve “Lübnan, IŞİD, El Kaide ve Hizbullah'la olan savaşta ön cephede yer alıyor. Bütün inançlardan Lübnan halkı ülkelerini güvenli ve müreffeh yapmak için birlikte çalışıyor” dedikten sonra, Hizbullah'ın ABD'nin terör örgütü listesinde yer aldığını ve Hizbullah'ın Lübnan devleti, Lübnan halkı ve tüm bölge için bir tehdit olduğunu sözlerine eklemiş.
 
Trump'ın ardından söz alan Lübnan Başbakanı Hariri, “Lübnan'da IŞİD ve El Kaide'ye karşı savaşıyoruz. Bilindiği gibi, Lübnan'da Hizbullah'la bir mutabakatımız var. Hizbullah parlamentoda yer alıyor. Hizbullah birlik hükümetinde yer alıyor. Bu konsensüs önemli” demek zorunda kalmış. (Trump Praises Lebanon's PM for Fighting Hezbollah – but They're His Political Allies, Haaretz, july 26)
 
 
“Trump'ın cahilliği”
 
Bu basın toplantısı hakkındaki yorumlar yine aynı noktaya odaklanmış durumda: Trump'ın cahilliği, Trump'ın Ortadoğu hakkındaki bilgisizliği, Trump'ın boş boğazlığı…
 
Hariri'nin Beyaz Saray'daki toplantıda ciddi sıkıntılar yaşayacağı, bunun nedeninin de Hizbullah'a karşı kendisinden beklenen duruşu sergileyememesi olduğu gezisinden önce değişik mecralarda gündeme gelmişti. Hariri'nin Suudi Arabistan'ın Lübnan'daki temel partneri olduğu bilinir, ancak onun performasından Suudilerin de pek memnun olmadığı, Suudilerin, Hariri'nin şirketlerinin yaşadığı finansal sıkıntıları rahatlatma konusunda da pek istekli olmadığı bir süredir sık sık ifade ediliyordu. Hariri'nin, Hizbullah'ın müttefiki Mişel Aun'la yapılan anlaşma sonrasında hükümetin başına geçtiği, Suudi Arabistan'ın bu anlaşmadan da memnun olmadığı ve Lübnan devletine ve ordusuna yapmakta olduğu mali yardımları durduğu da biliniyor.
 
Hizbullah bir süredir Lübnan ve Suriye Ordusu'nun koordinasyonu ve Suriye Hava Kuvvetleri'nin hava desteğiyle Lübnan-Suriye sınırındaki Arsal'da El Nusra ağırlıklı cihatçıları temizlemeye yönelik yeni askeri operasyonlar başlattı. Operasyonların son derece etkili olduğu ifade ediliyor. Operasyonların zamanlamasının Hariri'nin Beyaz Saray ziyaretiyle doğrudan bağlantısı var mıdır bilinmez? Hizbullah'ın operasyonun zamanlamasını, bu sözleri söylemesi beklenen Trump'a bir ön-mesaj göndermek için seçmiş olması muhtemel.
 
 
O denli insani bir lider!
 
Pentagon ve CIA'daki kaynaklarından edindiği bilgilerden yararlanarak yazdığı yazılarla tanınan Seymour Hersh yıllar önce “Redirection” başlıklı yazısında Hariri'yi anlatıyordu:
 
“2005 yılında Amerika merkezli Uluslararası Kriz Grubu'nun bir raporuna göre, Lübnan parlamentosundaki Sünni çoğunluğun lideri ve Refik Hariri'nin oğlu Saad Hariri, babasının bir suikasta kurban gitmesinin ardından dört milyar dolarlık bir servetten daha fazla miktarda paraya mirasçı oldu. Bu paradan 48 milyon dolarını Dinniyeh'teki İslami militan bir gruba aktardı. Bir adam, Kuzey Lübnan'da küçük bir İslami devlet kurmaya çalışırken yakalandı. Kriz grubu, militanların önemli bir bölümünün Afganistan'daki El Kaide kamplarında eğitildiğini belirtiyor.
 
Kriz Grubu'nun raporuna göre Saad Hariri, daha sonra parlamentodaki çoğunluğunu, Dinniyeh'teki İslamcıların işledikleri suçlarla bir önceki yıl Beyrut'ta Ukrayna ve İtalya büyükelçiliklerini bombalamakla suçlanan kişilerin affedilmesi için kullanmıştır. (Ayrıca 1987 yılında Lübnan başbakanı Reşit Kerami'nin öldürülmesi de dahil, dört büyük siyasi suikasta imza atan Maruni Hıristiyanların askeri liderlerinden Samir Caca için de parlamentoda bir af talebi sunmuştur.) Hariri, raporu hazırlayanlara, bu davranışlarının gayet insani olduğunu söylemiştir.”
 
 
Hariri bu denli insanidir…
 
Af talebinde bulunduğu Samir Caca, Sabra Şatila Mülteci Kampı'nda binlerce savunmasız Filistinli kadın ve çocuğu işkenceyle katleden faşist Falanj örgütünün o dönem emri veren komutanıdır. 2012 yılında düzenlenen AKP Kongresi'nde ayakta alkışlanan dünya liderlerinden de biridir. Geçen yıl sızdırılan Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı belgelerinde adı Suudi Kraliyet ailesinden yüklü miktarda para yardımı alan isimler arasında geçmektedir.
 
Tayyip Erdoğan'da en az Hariri kadar insanidir… Bir taraftan İsrail'in katlettiği Filistinli çocuklar için en insani haliyle ağlar, diğer taraftan da, o çocukların katillerini kendi parti kongresinde ağırlar…
 
Tayyip Erdoğan seneler önce iktidarının temellerini sağlamlaştırma sürecinde küresel ve bölgesel güç odakları nezdinde güvenilirliğini arttırmak için Türk Telekom'u Hariri ailesine peşkeş çekmişti…
 
 
Hariri, Hizbullah, ABD…
 
Hariri, ülkesine yıllarca giremez duruma düştükten sonra Hizbullah müttefiki Mişel Aun'la uzlaştı, çünkü hareket alanı çok daralmıştı ve uzlaşmaması Lübnan'ı kan deryasına döndürecek bir çatışmayı ateşleyebilirdi. Hizbullah'ın işgalci İsrail'e ve Lübnan'da ve Suriye'deki cihatçı gruplara karşı direnişiyle Lübnan'daki tüm gruplar nezdinde edindiği prestij Hariri'nin hareket alanını daraltan asıl unsurdu. Hariri ne ABD ne Suudi uşaklığından vazgeçmişti, ancak kazanma şansı olmayan bir savaşa girmek yerine, uzlaşarak kendi konumunu garantiye alma yolunu seçmişti.
 
Trump ise, ne Ortadoğu hakkında bilgisiz bir cahildir, ne de söylenildiği gibi bir boşboğazdır. Trump basın toplantısındaki konuşmasıyla, tüm dünyanın gözleri üzerindeyken Hariri'ye baskı yapmakta, onu yaptığı anlaşmayı bozmaya zorlamakta, Lübnan'ı kanlı bir savaşın ön cephesi haline getirmeye çalışmaktadır…
 
2012-2013'te Irak ve Suriye'deki gelişmelere paralel olarak cihatçı grupların bombalı saldırılarıyla sarsılan Lübnan'da son yıllarda sağlanan göreli istikrar belli ki ABD ve İsrail yönetimlerini çok rahatsız ediyor. Yıllardır yapılan onca baskıya, dökülen onca paraya rağmen, Lübnan'dan istediklerini bir türlü alamadı, Lübnan'daki cepheyi tam anlamıyla açamadılar.
 
 
“İslamcı terörle savaş”
 
ABD'nin “İslamcı terörle savaşına” bir de bu açıdan bakmaya ne dersiniz? Hariri'nin “İslamcı terör gruplarına” aktardığı paralarla ilgili iddiaların kaynağı İran, Rusya ya da Hizbullah değil. İddiaların kaynağı Amerika merkezli Uluslararası Kriz Grubu. Bunları ve daha fazlasını yazılarıyla ortaya koyan Amerika'nın en tanınmış gazetecilerinden biri.
 
Ama tüm bunlara rağmen, ABD yönetimi için Suriye ve Lübnan'da “İslamcı teröre karşı” gerçek bir savaş yürüten Hizbullah “en büyük tehdit” ve gerçekte “İslamcı terörün” en büyük destekçileri en önemli müttefiklerdir.
 
Sözünü ettiğimiz durum, bir yanlışlığın ya da bilgisizliğin ürünü değildir. Bu, ABD'nin Ortadoğu'da yürüttüğü hegemonya mücadelesindeki en etkili aracıdır. Bir kez daha vurgulamak gerekir, ABD'nin “İslamcı terörle savaşabilmesi” için, öncelikle “İslamcı terör”ün bulunması gerekir. En yakın müttefikleri Türkiye, Katar, Suudi Arabistan “İslamcı terör”ü her türlü yöntem ve araçla sonuna kadar beslemeseydi, ABD Suriye'yi hangi gerekçeyle parça parça işgal edebilecekti?
 
Tabii ki olanlar ona yetmiyor, ABD bir kez daha ateşle oynuyor ve durumun ciddiyeti hissedilmiş ki, ABD içinden bile ciddi uyarılar geliyor.
 
 
Ortadoğu'da yeni bir savaş mı?
 
20 Temmuz günü bir yazı yayımlayan New York Times editoryası, “Amerika'nın en son ihtiyaç duyacağı şey Ortadoğu'da yeni bir savaştır” diyor ve ancak buna rağmen İran'la bir savaş olasılığının giderek yükselmekte olduğunu saptıyordu. (Avoiding War With Iran) Editorya, Başkan Trump'ın provokatif tehditlerinin, yardımcılarının sözlerinin ve Sünni Arapların eylem ve söylemlerinin bu olasılığı yükselttiğini ifade ederken, Dışişleri Bakanı Tillerson ve Savunma Bakanı Mattis'in İran karşıtı açıklamalarından örnekler veriyordu.
 
En üst düzey Amerikan yetkililerinin yaptıkları açıklamaların, İran'da bir rejim değişikliğinin hedeflendiğine işaret ettiğini saptayan editorya, buna karşılık olarak da Afganistan, Irak ve Libya deneyimlerinin sonuçlarını anımsatıyordu. Amerikan yönetiminin bu tutumunun İran'daki “sertlik” yanlılarının elini güçlendirdiğini vurgulayan editorya, ABD'nin Ruhani gibi “ılımlı”larla çalışmayı sürdürecek bir politikayı izlemesi gerektiğini, mevcut politikada ısrarın “hassas” Ortadoğu'da ölümcül sonuçlar yaratabileceği uyarısını yapıyordu.
 
İran'ın Hizbullah ve diğer aşırılıkçıları halen desteklemekte olduğunu, Irak'taki Şii milisler aracılığıyla etki alanını genişlettiğini, Suriye yönetimine güçlü destek sunduğunu dile getiren editorya; IŞİD'in yenilgisinin ardından İran ve Suudi Arabistan arasındaki rekabetin daha da yükseleceğini, bu rekabetin İran ve ABD'yi savaşa sürükleyebileceğini öngörüyor ve uyarlarını bu öngörüsü nedeniyle yaptığını ifade ediyor.
 
 
Yeni bir savaş tehlikesi
 
Editorya savaş tehlikesi nedeniyle uyarıda bulunuyor, ancak bunu gerçekliğin oldukça çarpık bir tablosunu sunarak yapıyor. Suudi Arabistan'ın ABD iradesi dışında herhangi bir savaş başlatacak ne gücü ne de yeteneği vardır. Tüm mali kaynaklarına, teknolojik olanaklarına, ABD'nin silah, uzman ve istihbarat desteğine rağmen Yemen'deki savaş performansı apaçık ortadadır. ABD'nin kullanışlı uşağı Suudiler, ABD ve İsrail'in ittirmesi olmadan bunları aklından bile geçiremez. Ama “hassas” Ortadoğu'da yeni bir savaş tehlikesi gerçekten artmaktadır ve bu tehlikenin asıl nedeni, ABD ve İsrail'in, İran ve müttefiklerinin bölgede son yıllarda savaşarak elde ettiği kazanımlar karşısındaki hazımsızlığıdır. Editorya da esas olarak aynı hazımsızlıktan muzdariptir, ancak sözcüsü olduğu egemen sınıf bölüğünün “İran'ı sınırlama” politikasının taktik açılımları mevcut ABD yönetiminden farklıdır. Bu nedenle, hem önemli bir gerçek tehlikeye işaret etmekte, hem de tehlikenin kaynağını Ortadoğu'da mezhep çatışmasından kaynaklanan Suudi-İran rekabeti olarak sunmaktadır.
 
Oysa editoryanın da rahatsız olduğu Hizbullah Lübnan'da ve bölgede ciddi bir Sünni, Hıristiyan sempatizan kitlesine sahiptir. Lübnan'da, tüm gruplarla iyi ilişkiler kurabilmektedir. Suriye ve Irak'taki korkunç tablonun gözler önüne serilmesinden sonra, Hizbullah'ın önceki uyarılarının ve verdiği savaşın gerçekliği ve önemi daha da berrak görülmeye başlamıştır. ABD'nin ve İsrail'in tüm gücüne karşın, “Sünni ittifak” mensubu uşaklar gibi bu güçlerin önünde diz çökmemesi, tutumunu net bir biçimde ortaya koyması öncelikli hedef olmasının temel nedenidir.
 
Trump'ın Hariri'ye yönelik baskısının nasıl bir sonuç yaratacağını göreceğiz, ama Trump'ın bu davranışının kendisi, bölgede gelinen noktanın ciddiyetinin en açık göstergesi…
 
 
Cenk Ağcabay
sendika.org
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar