1021027463.jpg
  • Anasayfa» 
  • Alıntılar»
  •  Bağımsız Kürdistan referandumu girişimine karşı İran, Irak ve Türkiye üçlemesi gerçeği yansıtıyor mu?

Bağımsız Kürdistan referandumu girişimine karşı İran, Irak ve Türkiye üçlemesi gerçeği yansıtıyor mu?

Irak Kürdistan'ında yapılacak bağımsızlık referandumu karşısında ortaya çıkan tablo ne kadar gerçeği yansıtıyor? Gerçekten bağımsızlık referandumu girişimi etrafında bütün Kürtler aynı yaklaşıma mı sahipler? Ya da bu girişime karşı tepki veren İran, Irak ve Türkiye üçlemesi topyekun ortak bir stratejiyle mi hareket ediyorlar? Peki, tabana yansıyan cepheleşmenin tavanda bir karşılığı var mı?

27 Ağustos 2017 Pazar
İNTİZAR - Irak Kürdistanı'nda 25 Eylül'de bölgesel yönetimin inisiyatifi ile gerçekleştirilmesi planlanan 'bağımsızlık referandumu' girişimi karşısında ortaya yeni bir kutuplaşma tablosu çıktı.
 
Bir bağımsız Kürdistan devleti kurulması çerçevesinde belki ilk adım mesabesinde de olsa bu girişim ile birlikte bölgedeki bütün ülkeleri etkileyen bir cepheleşme ortaya çıktı. Fakat ortaya çıkan bu fotoğraf kimi siyasi taraflarca olduğundan daha sert bir şekilde yansıtılma gayretine sahne oldu. 
 
Gerçekten en azından şu aşamada böylesi sert bir cepheleşme söz konusu mu? Mesela bu bağımsızılık referandumu girişimine en çok karşı olduğu gözlemlenen İran ve Türkiye'nin basına yansıdığı gibi topyekün ortak bir askeri operasyon gerçekleştirmeleri söz konusu mu? 
 
Diğer taraftan bağımsızlık referandumu girişimi gerçekten Kürt halkının ortak iradesinin bir ürünü mü, yoksa Kürt siyasetçileri içerisinde bir öne çıkma imkanı olarak, bazı siyasilerin kendi siyasi geleceklerini temin için kullandıkları bir araç mı? Zira bu girişime karşı Kürt halkı içerisinde özellikle Süleymaniye merkezli bir muhalefetin olduğuna dair haberler söz konusu.  
 
Eğer hem bağımsızlık girişimini destekleyen cephede ve hem de bu girişime kaşı olan tarafta böyle toptan bir var oluş-yok oluş yaklaşımı söz konusu değil ise sahayı bu derece ısıtıp kutuplaştırma gayretinden kimler nemalanma peşinde? Muhtemelen bu soru; 'kutuplaştırma ile siyasetçilerin şahsi siyasi maksatlarının geleceğini temininin peşinde olunduğu' şeklinde cevaplanabilir. 
 
Bütün bu sorulara cevap bulma noktasında yardımcı olabilecek üç yazıyı sizlerin değerlendirmesi için seçtik. İlki İran basınından. Zira bağımsızlık referandumu konusunda tavrı en dakik takip edilmesi gereken ülkelerden biri İran İslam Cumhuriyeti. Aşağıda alıntıladığımız mülakat oldukça kayda değer tespitler ve yaklaşımlar içeriyor...
 
 
İran ve Türkiye'den ortak operasyon muhtemel değil
 
İran ile Türkiye arasındaki ilşkileri değerlendiren Dış Politika Uzmanı Sadık Meleki, iki ülkenin ortak operasyon yapma üzerinde anlaşmaya varmasının muhtemel olmadığını aktardı.
 
İran ve Türkiye İlişkileri Uzmanı Sadık Meleki, Mehr haber Ajansı'na verdiği ropörtajda İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri'nin yaptığı Türkiye ziyaretinin önemine işaret ederek iki ülke arasındaki önemli konular üzerinde değerlendirmelerde bulundu.
 
İslam İnkılabı ardından ilk kez üst düzey bir İranlı askeri yetkilinin Türkiye'yi ziyaret ettiğini belirten Meleki, "Bu ziyaret, büyük bir öneme sahip olmasına rağmen gereksiz yere büyütülmemelidir. Genellikle iki ülkenin bu seviyedeki yetkililerinin yaptığı karşılıklı görüşmeler devam ettiği takdirde ikili ilişkilerin geliştirilmesi üzerinde olumlu etkilere sahiptir" ifadelerinde bulundu.
 
Türkiye'nin İran'la arasındaki ortak sınırda beton duvar inşaatına başlamasını iki ülke arasındaki dostane ilişkilere ters olduğunu açıklayan İranlı Uzman, bu olaya olumlu bakanların Türkiye tarafından sergilenen politikalarla uygulamaları dikkate alarak görüşlerini değiştirmeleri gerektiğini bildirip şöyle dedi: Sözü geçen ziyaretin sınırdaki duvarın inşasıyla eş zamanlı olarak gerçekleşmesi aslında İran'ın bu konuda dikkatini dağıtmak için yürütülen birer taktiktir. Türkiye'nin bu girişimi bir taraftan da İranofobi politikasının yayılması ve İran'ın sınırlarını kontrol etme konusunda güçsüz kaldığı anlamına geliyor. 
 
Türkiye'nin Kürtlere yönelik çok yönü bir politika izlediğini bildiren Meleki, sözlerini şöyle sürdürdü: Türkiye'nin oynadığı oyunların hedefi haline gelmemeye çalışmalıyız. Zira Ankara'nın Erbil'e yönelik sergilediği politkalar dünden bugüne birçok değişikliklere sahne olmuştur ve yine de olacak. Bunun yanı sıra gelecekte de Türkiye'nin Suriye Kürtlerine karşı sergilediği tavırları da ABD'den alacağı onay ile garantiye göre değişecektir.
 
Sadık Meleki, Türkiye'nin geçenlerde Kürdistan tarafından Irak'ın kuzeyinde ilan edilecek bağımsız devletin savaşa neden olabileceğine dair öne sürdüğü iddialarına rağmen günümüzde bu tür söylemlerden bayağı uzaklaştığını aktararak, "Şimdiyse Türkiye'nin tanık olduğumuz karşıt tavırları bu ülkenin eski tepkileriyle herhangi bir benzerliğe sahip değildir. Diğer taraftan da Erbil'in bölgede güçlenmesine sebep olan önemli nedenlerden birisi de Türkiye'nin bizzat kendisidir. Bağdat'ın karşı çıkmasına rağmen Erbil ile petrol anlaşması imzalama, Peşmergelerin eğitilmesi, Barzani'yi bir devlet başkanı olarak karşılama ve Kürdistan bayrağını Ankara'da havalandırma olaylarının hepsi Erbil'i referandum gerçekleştirmeye isteklendiren ögeler arasında yer alıyor" açıklamalarında bulundu.
 
İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Bakıri'nin Türk yetkililerle yaptığı görüşmesini değerlendiren Meleki, sözlerine şunları da ekledi: Bazı kaynaklar iki ülkenin ortak operasyon yapma üzerinde anlaştığını aktardı. Halbuki ortadaki etkenleri dikkate aldığımızda ortak operasyon üzerinde anlaşma konusu imkansız gibi görünüyor, fakat eskilerde de gerçekleştiği gibi eş zamanlı operasyonlar anlaşılan konular arasında yer alabilir.
 
İran ve Türkiye İlişkileri Uzmanı son olarak, "Türkiye İslam İnkılabı ardından İran'ın karşılaştığı savaş ve yaptırım koşullarından yararlanarak karşılıklı ilişkilerde tek taraflı bir yönde hareket etmeye alışmıştır. Ancak bu sürece İranlı yetkililerin göstereceği gayretle son verilmelidir. İki taraflı menfaatiyle kazanca yol açacak bir politikaya bağlı kalmak İran ve Türkiye arasında dengeli bir ilişkinin yerleşmesi yönünde uyulması gereken anahtar sözcüklerdir" şeklinde konuştu.
 
İkinci seçtiğimiz yazı da; Türkiye'de Irak ve Suriye söz konusu olduğunda en deneyimli ve yetkin gazetecilerin başında gelen Fehim Taştekin'in Al-Monitor'da yayınlanan yazısı...
 
 
Türkiye, İran, Irak üçlemesinin altı boş
 
Türk medyası PKK'ye karşı operasyon senaryolarına İran'dan sonra Irak'ı da ortak etti ancak Bağdat'ın öncelikleri farklı.Türkiye, Fırat Kalkanı ile sınır ötesinde sadece bir askeri harekât gerçekleştirdi fakat iktidar Türk ordusunun Suriye ve Irak'a gireceğine dair beyanatlarıyla kamuoyunda birden çok harekât heyecanı yaşattı.
 
Son olarak İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bagheri'nin 15 Ağustos'taki tarihi Ankara ziyaretinde Türkiye'nin PKK ya da PKK ilintili grupları hedef alan harekât planına İran da ortak edildi. Fakat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın “Terör örgütlerine karşı İran'la müşterek hareketin yapılması her an gündemde” sözü Devrim Muhafızları tarafından yalanlandı. Hiç tınmayan iktidar güdümlü medya bu kez Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Bağdat ziyaretini müteakiben operasyon senaryosuna üçüncü ortak olarak Irak'ı dahil etti. Irak'ın Türkiye-İran ortak operasyonu için “Biz de varız” dediği öne sürüldü.
 
Bağdat'taki görüşmelerin içeriğine vakıf bir kaynak ise Al-Monitor'a Kandil Dağı ve Şengal'de PKK varlığından duyulan rahatsızlığın tekrarlandığını ama ortak operasyon senaryosunun gündeme dahi gelmediğini söyledi.
 
Hem Irak hem de Suriye'de bir tarafında PKK'nin de bulunduğu Türkiye'yi yakından ilgilendiren kritik bir dönemece giriliyor. Bu yüzden Türkiye bir yandan Rusya ve ABD'yi kendi Kürt odaklı gündemine çekmek için yoğun çaba harcarken diğer tarafta komşularla diplomatik temaslarını yoğunlaştırarak ortaklık tesis etmeye çalışıyor.
 
Birçoğumuz Türk Dışişleri Bakanı'nın bir dizi sorunun yaşandığı Irak'a sıklıkla gittiğini zannedebiliriz ama aksine Çavuşoğlu bu önemli komşuya ilk ziyaretini 23 Ağustos'ta gerçekleştirdi. Gündemde ise dört önemli madde vardı:
 
  • Kürdistan'daki bağımsızlık referandumu.                                           
  • PKK'nin Ezidileri örgütleyerek demokratik özerklik modelini taşımaya çalıştığı Şengal bölgesi.                                                              
  • PKK'nin yönetici kadrosunun üstlendiği ve çok sayıda kampının bulunduğu Kandil Dağı.                                                                             
  • Musul'u İslam Devleti'nden (IŞİD) kurtaracak güçleri eğitme gerekçesiyle Türk askerlerinin konuşlandırıldığı Başika üssü.
 
Al-Monitor'a konuşan kaynağın verdiği bilgilere göre Türk tarafı, mutat olduğu üzere, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin yetki alanında yer alan Kandil'deki PKK varlığından duyduğu rahatsızlığı tekrarladı. Tabii onlarca yıldır kuzey üzerinde hiçbir kontrolü olmayan Irak ordusunun bu bölgede yapabileceği bir şey yok. O yüzden Türkiye'nin taleplerine karşılık Irak tarafının verdiği yanıt da mutat: “Irak'ın toprak bütünlüğü ve egemenliğini ihlal eden hiçbir silahlı örgütün varlığını kabul edemeyiz.”
 
Şengal ise Türkiye'nin ciddiyetini 25 Nisan'da belirli mevzileri vurarak gösterdiği iki yıllık bir dosya. Türk tarafı Bağdat'taki görüşmede, PKK çizgisindeki Ezidilerin özerk yönetim ilan ettiği Şengal'deki durum kalıcı hale gelmeden ve yayılmadan müdahale edilmesi gerektiğini vurguladı. Ancak masaya ne Kandil ne de Şengal'e ortak operasyon düzenlenmesi yönünde bir öneri gelmedi. Türk tarafı Irak ordusu ve Peşmerge'nin birlikte bölgeyi kontrol edebileceğini vurgulasa da Bağdat'ın bu konudaki yaklaşımı farklı ve Ankara'nın hassasiyetlerini paylaştığı söylenemez.
 
Irak Anayasası'nın 140. maddesine göre statüsü belirlenmesi gereken Şengal hukuki olarak Musul'un idari sınırlarında yer alsa da 2003'teki Amerikan müdahalesinden bu yana bölge fiilen Peşmerge'nin kontrolünde. 2014 sonrası (IŞ)İD ile mücadele sırasında PKK'nin örgütlediği Ezidi güçleri de artık saha hakimiyetine ortak olmuş durumda. Bağdat yönetimi Türkiye'nin protestolarına rağmen PKK ilintili Ezidi güçlerini Haşd El Şaabi kapsamında değerlendirip maaşa bağladı. Bağdat'ın amacı Şengal'le bir köprü kurup Ezidilerin yüzünü Erbil'e değil Bağdat'a dönmelerini sağlamaktı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin Kürdistan sınırları içinde gördüğü Şengal'de Peşmerge ve Kürdistan Demokrat Partisi'ne (KDP) alternatif bir yapılanma Bağdat açısından göz yumulacak, hatta desteklenecek bir denge unsuru. O yüzden de Türkiye'nin “Şengal ikinci bir Kandil olmasın” yönündeki uyarıları göz ardı edilebiliyor.
 
Musul'u kurtaran süreçte istediği gibi etkili ve yönlendirici olamayan Türkiye, Başika'daki Türk askeri varlığını da artık Şengal'deki PKK varlığıyla ilişkilendiriyor. Çavuşoğlu temaslarında Irak'ın egemenlik hakları ve toprak bütünlüğünü ihlal etmek gibi bir amaçlarının olmadığını ama Şengal'deki durum değişinceye kadar Başika'da asker bulundurmanın gerekli olduğunu savundu. Başbakan Binali Yıldırım'ın ocak ayındaki Bağdat ziyareti sırasında tarafların Başika sorununu müzakere ederek ortak çözüm bulma konusunda vardığı mutabakat tekrarlandı ve önümüzdeki süreçte somut adım atılması önerisi paylaşıldı.
 
Irak yönetimi (IŞ)İD'le savaş ve Kürdistan referandumu gibi hayati konularla yüzleşmeye devam ederken Türkiye ile gerilimi tırmandırmak istemiyor. Ama her görüşmede Başika'nın ilişkilerin önünde bir engel olduğu da vurgulanıyor.
 
Kürdistan'daki referanduma gelince, kamuoyuna yansıyan sert açıklamalara rağmen Çavuşoğlu bir yandan Kürtlerin haklarını savunduklarını söyledi bir yandan da referandumun telafisi zor sorunlara yol açacağı uyarısında bulundu. Çavuşoğlu Irak'ın toprak bütünlüğünü sağlamak ve Kürtleri ikna etmek için Bağdat'la yaşanan sorunların çözülmesini telkin etti.
 
Irak tarafı ise Kürtlerin bu noktaya gelmesinden Türkiye'yi sorumlu tuttu: “Kürtleri bu noktaya siz getirdiniz. Enerji anlaşması ve başka ilişkilerle Barzani'yi cesaretlendirdiniz.”
 
Çavuşoğlu Bağdat'tan sonra Erbil'e geçerek Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ile görüştü.
 
Al-Monitor'un konuşan kaynağa göre Türk tarafı Barzani yönetimine “Kürtler haksız demiyoruz, haklı oldukları yerler var. Ama bağımsızlık doğru bir yol değil. Kürtlerin Bağdat'la olan sorunlarının çözümünde Türkiye de yardımcı olabilir. Bütçe ve diğer meselelerle ilgili Bağdat'ı ikna edebiliriz. Bunun üzerinde çalışabiliriz” mesajını verdi.
 
Referandum konusunda bölünme senaryosunun muhatabı olan Irak'ın, İran ve Türkiye'ye kıyasla daha makul tepkiler verdiği söylenebilir. Ankara fiilen bir bağımsızlık ilanı söz konusu olmadığından ve referandumu “Barzani'nin elini güçlendirme taktiği” olarak okumayı tercih ettiğinden bu aşamada Kürdistan yönetimine karşı bir yaptırım telaffuz edilmiyor. Barzani ile görüşmede de Türk tarafı referandumun iptali konusunda bastırsa da yaptırım tehdidi anlamına gelebilecek herhangi bir caydırıcı mesaj verilmedi.
Üçünçü yazı da bu kez bağımsızlık referandumunun birinci derece tarafı olan Irak Kürdistanı şehirlerinde yaşayan Kürt halkının yaklaşımını yansıtan yine aynı bölgede gazetecilik yapan Fazel Hawramy'in Al Monitor'da yayınlanan yazısı. Bu yazı da özellikle hariçte, söz konusu meseleyi hararetle, bir kutuplaşma eğilimi içerisinde değerlendirenlerin hassasiyetleri ile Irak Kürdistanı'nındaki halkın kaygılarının pek de örtüşmediğini ortaya koyar nitelikte... 
 
Bağımsızlık referandumunda “hayır” demeye hazırlanan Kürtler
 
7 Haziran'da Kürt partilerin çoğunluğu eylülde bağımsızlık referandumuna gitme konusunda mutabık kalmıştı. Bu tartışmalı referandumun durdurulması için dış baskılar dinmeden devam ederken asıl öldürücü darbe içeriden gelebilir. Sıradan Kürtler, bilhassa da Süleymaniye'dekiler hükümetin ekonomiyi kötü yönetmesine öfkeli. Görünen o ki birçok insan bu hoşnutsuzluklarını referandum bağlamında ifade etmeye hazır.
 
Al-Monitor, son iki aydır Süleymaniyeliler başta olmak üzere onlarca insanın referandum konusundaki görüşlerini aldı. Bunların arasında polisler, öğretmenler, Peşmerge mensupları, esnaflar, taksiciler ve memurlar var. Pek çoğu referanduma temelden itiraz ediyor. Onlara göre bu, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni (KBY) 1992'deki kuruluşundan beri elinde tutan mevcut iktidarın idari ve ekonomik başarısızlığını perdelemek için oynadığı bir oyun.
 
Dağlık bir bölgede yer alan Süleymaniye, Irak Kürdistanı'nın en büyük vilayeti. Onun dışında Dohuk ve Erbil vilayetleri var. Kürdistan bölgesinin 5,2 milyonluk yerli nüfusunun yaklaşık 2 milyonu Süleymaniye'de yaşıyor. Öfke ve bıkkınlık Süleymaniyeler arasında açıkça hissediliyor.
 
İki çocuk babası Şaho Mahyaddin şöyle diyor: “Referandumda niçin ‘evet' diyeyim? 17 yıldır trafik polisliği yapıyorum ama elimde ne var? Elektrik yok, su yok, evim yok, herhangi bir yatırımım yok. Hiçbir şeyim yok. Elime geçen tek şey maaşımdı (980 dolar) ama son iki yılda onu da yüzde 30'dan fazla kestiler. Bu parayla çocuklarıma nasıl bakabilirim?”
 
Petrol fiyatlarındaki düşüşün sıkıntısını yaşayan KBY geçtiğimiz yıl kamudaki maaşlarda kesintiye gitti. 1,4 milyon kişiden oluşan şişirilmiş memur kadrolarının maaşları, %65'i bulan oranlarda azaltıldı. Bu adım, alım gücünün düşmesi dâhil ekonomiyi olumsuz etkiledi. Krizden dolayı zaten zor durumda olan esnaf şimdi de referandumun etkilerinden kaygılanıyor.
 
Mutfak malzemeleri satan bir dükkânda çalışan Daştavan şöyle diyor: “İnsanlar referandum sonrası olacaklardan endişe ettikleri için sadece un ve pirinç gibi temel gıdaları alıyor. Satışlar açısından bu temmuz ayı benim için en kötü ay oldu, Daeş'in saldırdığı günlerden (2014 yazı) bile daha kötüydü.” Çarşıda tanıdığı pek çok insanın ekonomik durumdan dolayı öfkeli olduğunu anlatan Daştavan, birkaç istisna dışında çoğunun referandumda “hayır” diyeceğini tahmin ediyor.
 
Süleymaniye'nin en büyük çarşısında, babasından kalan çay ocağında 15 yaşından beri çalışan Nejat da “Burayı 1953'ten beri işletiyoruz. İşler hiçbir zaman bu kadar kötü olmadı.” diyor. Bağdat'la Erbil arasında ciddi sorunların başlamasıyla işlerin üç yıldır kötüye gittiğini anlatan Nejat şöyle devam ediyor: “Eskiden günde yaklaşık 400 çay satardım, bugün 120 civarında. Buna rağmen referandumda ‘evet' diyeceğim. Çünkü böyle bir fırsat bir kere gelir. Bu fırsatı kaçırmamamız lazım.”
 
2014'ün başlarında Bağdat hükümeti Kürdistan'ın ulusal bütçedeki payını ödememeye başladı ve akabinde maaş kesintisine gidildi. Memurların pek çoğu tüm birikimlerini tüketmiş durumda. Hiçbir sosyal güvencesi olmayan pek çok insan referandumun olumsuz yansımalarından tedirgin oluyor. Ekonomik krizden en kötü etkilenen gruplardan biri öğretmenler. Öğretmen maaşlarındaki kesinti neredeyse %70'e ulaşıyor.
 
Halepçe'de 18 yıldır ilkokul öğretmenliği yapan Nesar “Ben sandığa gidip kararlı bir ‘hayır' oyu vereceğim. Hükümet 900 dolarlık maaşımı %65 oranında azalttı.” diyor. Peki, hükümet maaşları eski haline getirirse kararı “evet” yönünde değişir mi? “Hayır.” diyor Nesar “Çünkü mevcut yönetime hiçbir şekilde güvenmiyorum.”
 
İngiliz mandası döneminde de daha sonraki rejimlerde de hep isyankâr olan, bağımsızlık hareketlerinde başı çeken Süleymaniye halkının 25 yıllık Kürt idaresinin ardından bağımsızlık referandumuna muhalif olması oldukça ironik bir durum.
 
Eylül 1930'daki meclis seçimlerinde Süleymaniyeli Kürtler, Bağdat'taki bir Arap kralının insafına kalmamak düşüncesiyle İngiliz mandasında bağımsız bir devlet kurmak için İngiliz hükümetinden talepte bulunmuştu. Bu çabanın beyhude olduğu anlaşılınca İngilizlere karşı öfke yükseldi, Kürtler bunu İngilizlerin ihaneti olarak gördü. Bağdat'tan Araplar tarafından yönetilmeyi reddeden Süleymaniyeli Kürtler Kürdistan'ın geri kalanı sessizlik içindeyken sokaklara döküldü. İngiliz ve Iraklı güçlerle yaşanan çatışmalar neticesinde seçim gününün sonunda 14 kişi ölmüş, çok daha fazlası yaralanmıştı.
 
Süleymaniye halkı 20'nci yüzyılın ikinci yarısında da defalarca isyan etti. İnsanlar çocuklarına ünlü Peşmerge komutanlarının ya da Peşmerge'nin Irak ordusuna karşı kazandığı muharebelerin ismini verdi, ellerinde ne imkân varsa Peşmerge'ye destek olmaya çalıştı. Ancak bugün birçoğunun kafası karışık. “İşler niçin ters gitti?” sorusuna yanıt bulmaya çalışıyorlar. Öyle ki ortalama bir Kürt'e bugün siyasetle uğraşan eski Peşmerge komutanlarından bahsettiğinizde küfürlü bir yanıt almamak neredeyse imkânsız. İnsanlar Kürt yöneticilerinden hazzetmiyor, onlara karşı sabırları tükenmiş durumda.
 
1980'lerde Irak ordusuna karşı Peşmerge komutanı olarak çarpışan Abdülbasit İsmail gelinen noktayı şöyle yorumluyor: “Esas mesele, halk ile siyasi iktidar arasındaki güven meselesidir. Biz Kürtleri Irak devletinin boyunduruğundan kurtarmak için savaştık ama böyle bir keşmekeş yaratacağımız asla aklıma gelmezdi.”
 
Dağlarda “Halo Sur” ismiyle savaşan İsmail bugünlerde Erbil'de taksicilik yapıyor ve zorlukla geçiniyor. İsmail'in komuta ettiği 26 kişilik birliğin 24 kişisi bugün hayatta değil, Irak ordusuyla çatışmalarda bağımsızlık uğruna can vermişler. 25 Eylül'de nasıl oy kullanacağı sorulduğunda İsmail şöyle diyor: “Yanlış anlamayın, ben sonuna kadar bağımsızlıktan yanayım ama bu hırsızların peşinden gitmem. Şehadet parmağımı keserim ama referandumda oy vermem."
 
Her üç yazı da söz konusu olan bağımsızlık referandumu girişimi ile oluşturulan tablonun olanın ötesinde olduğunu gayet net bir şekilde ortaya koyuyor. Referandum girişimi sahibi olan tarafın da, bu girişime karşı tepki veren tarafların da sahaya yansıyan siyasetleri ile bunun kamuoyuna yansıltılması arasında bir fark olduğu ortada.
 
Siyasilerin şahsi siyasi geleceklerini temin için halkların hassasiyetlerini kullanmaları yakın zamanda oldukça sık tanık olduğumuz bir durum olarak bu olayda da kaşımıza çıkıyor.  

 

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar