muhammed-bin-selmand-4044d097f6c2b8ca3f68.jpg

Suudi Arabistan’ın Lübnan fiyaskosu

Hariri’nin istifaya ve Hizbullah’a karşı tavır almaya zorlanması Suudi politikasında bir dönüm noktası teşkil ediyor. Riyad başlıca tehdit olarak İsrail’i değil İran’ı görüyor. Riyad, Lübnan'daki ve Lübnan dışındaki dostlarının kaygılarına aldırmadan Hizbullah'ı caydırmak için doğrudan müdahale ediyor. Hizbullah'ın gücünü kırmak isteyen Suudi Arabistan'ın Lübnan politikası başarısız oldu.

24 Kasım 2017 Cuma
Lübnan Başbakanı Saad Hariri'nin kafa karıştıran istifasının ardından Suudi Arabistan'ın Lübnan'a verdiği ültimatom yarım asır önce yaşanan benzer bir olayı akla getiriyor. Şubat 1967'de o dönem Yemen yüzünden Mısır'la çekişen Suudi Arabistan Lübnan'ı bu kavgada tarafsız kalması için uyarmış, ülkesinde bulunan Lübnanlıları gönderme ve Lübnan bankalarındaki Suudi paralarını çekme tehdidinde bulunmuştu. Suudilerin baskısı Lübnanlı siyasetçileri birleştirdi ve Riyad bu tehditleri hiçbir zaman yerine getirmedi.
 
65 yıllık ilişkilere bakıldığında Suudilerin hiçbir zaman bir Lübnan stratejisi olmadığı görülüyor. Suudi Arabistan'ın etkin bir politika geliştirmesini engelleyen bazı faktörler var. Bunların başında krallığın Lübnan'a coğrafi olarak uzak olması, Lübnan'da güçlü veya silahlı bir müttefikinin olmaması ve zorlayıcı bir güç ve amaçtan mahrum olması geliyor.
 
Lübnanlılar için Suudi Arabistan her zaman Mısır, İsrail ve Suriye'den sonra geldi, bu listeye şimdi İran da eklendi. 1970'lerde Riyad'ın Lübnan'da iki çelişen amacı oldu: İsrail karşıtı Filistin direnişine arka çıkmak ve güçlü bir Lübnan devletini desteklemek. 1990'larda Riyad nüfuzunun zirvesine ulaştı. Bunun için Sünni başbakanın güçlenmesi ve Hizbullah'ın dizginlenmesi karşılığında Lübnan'ın Suriye rejimi tarafından kontrolüne izin verdi. Ancak bu nüfuz ekonomik konularla sınırlıydı. Siyaset ve güvenliği Şam idare ediyordu. Bu denklem, Lübnan ekonomisini giderek Suudi Arabistan'a bağımlı kıldı.
 
Savaş sonrası dönemde Suudi destekli Refik Hariri'nin Lübnan'da liderliğe yükselmesi Riyad'ın masada olmasını sağladı ama Hariri dünya liderleriyle geniş bir ilişkiler ağı geliştirmeye başlayınca Suriye rejimi onu kontrol altına aldı. 2000 yılındaki parlamento seçimlerinin gösterdiği gibi Riyad, diğer tüm Sünni liderlerin pahasına Hariri'nin güçlenmesine yardım etti. Hariri'ye şubat 2005'te düzenlenen suikast Lübnan'daki Suriye-Suudi iş birliğini noktaladı ve Suriye ordusunu Lübnan'dan çekilmeye zorladı. Boşluğu adım adım İran doldurdu ve Hizbullah Lübnan siyasetine doğrudan dâhil oldu.
 
Saad Hariri'nin istifaya ve Hizbullah'a karşı tavır almaya zorlanması Suudi politikasında bir dönüm noktası teşkil ediyor.
 
Riyad'ın geleneksel Lübnan politikası, rakipler arasında arabulucu olmaya, tüm gruplara eşit mesafede durmaya ve merkezi hükümeti desteklemeye dayanıyordu. Riyad'ın Lübnan'da en etkili olduğu dönemler, ön planda durmayıp ABD veya Suriye'nin gölgesinde hareket ettiği dönemlerdi. Geleneksel Suudi politikası Lübnan'a Arap-İsrail ihtilafının merceğinden bakıyordu.
 
Riyad, sıkıntıyla karşılaşınca Lübnan siyasetinden çekilen, hasım taraflar konuşmaya hazır olunca geri gelen bir aktör olarak biliniyordu. 1979'da Lübnan'daki Suudi büyükelçisini taşıyan helikoptere ateş açılması üzerine Riyad, Lübnan'da istikrarı korumak için konuşlandırılan Arap Caydırıcı Gücü'nden 700 civarında askerini geri çekti. Bu karar, Lübnan'da kontrolün adım adım Suriye ordusuna geçmesini sağladı ve 1982'deki İsrail işgaline zemin hazırladı. Mayıs 2008'de Hizbullah Saad Hariri liderliğindeki Müstakbel Hareketi ile çatışıp hareketin silahlarına el koyarken Suudi Arabistan geri çekildi ve Lübnan'da siyasi krize son veren Doha Anlaşması'na destek verdi.
 
Suudi politikasının kılavuz ilkeleri bugün tamamen değişmiş durumda. Arabuluculuk ve sıkıntılı süreçlerde geri çekilmenin yerini ön alıcı ve agresif bir siyasi baskı aldı. Riyad başlıca tehdit olarak İsrail'i değil İran'ı görüyor. Suudi politikası artık ABD ya da Suriye'nin gölgesinde değil. Para sıkıntısı çeken Riyad, Lübnan hükümetine de Hizbullah karşıtı siyasi partilere de mali destek sağlamıyor. Buna Hariri liderliğindeki Müstakbel Hareketi de dâhil. Riyad, Lübnan'daki ve Lübnan dışındaki dostlarının kaygılarına aldırmadan Hizbullah'ı caydırmak için doğrudan müdahale ediyor.
 
Bir zamanlar Lübnan'ın hizmet odaklı ekonomisine, turist tuzaklarına bayılan Suudiler Lübnan'ın ellerinden kaydığını düşünüyor. Eskiden Riyad'ın yardımına bel bağlayan ve servetlerini Suudi Arabistan'da kazanan Lübnanlılar ise yeni pazarlar arıyor. İkili ticaret hacmi Suudi Arabistan lehine. Temmuz 2006'daki Hizbullah-İsrail savaşının ardından Riyad Lübnan Merkez Bankası'na yatırdığı paranın tamamını çekmişti. Bu arada Suriye savaşı da Lübnan ekonomisinin işleyişini değiştirdi. Suriye üzerinden Körfez ülkelerine ulaşmak artık bir seçenek olmadığı için alternatif deniz yolları aranıyor. İki ülke arasındaki en güçlü bağı ise Suudi Arabistan'da çalışan ve ülkelerine yılda ortalama 4,5 milyar dolar gönderen 350 bin Lübnan vatandaşı oluşturuyor.
 
Suudi Arabistan'ın son hamlesinin uzun vadeli sonuçları hafife alınamaz. Lübnan'da Sünni kesimde yükselen Suudi karşıtlığı alarm verici, görülmemiş bir boyutta. Suudiler istemeden Hariri'yi ülkenin en popüler lideri yaptı. Riyad'daki patronu hariç herkes Hariri'ye destek verdi.
 
Suudi Arabistan'ın 20 yıl boyunca uyguladığı politika Refik Hariri'yi güçlendirmek adına diğer tüm Sünni siyasetçileri zayıflatmıştı. Suudiler şimdi de adım adım parasal kaynaklar dâhil güçten mahrum bıraktıkları Saad Hariri'nin Hizbullah'a kafa tutamamasından şikâyet ediyor.
 
Lübnan'ın tarafsız dış politika anlayışı Lübnan ekonomisine yönelik Suudi misillemesinden kaçınma gereğine dayanıyor. Lübnan, Suudi Arabistan'ı her zaman takip edilmesi değil hoş tutulması gereken zengin ikincil güç olarak gördü. Hizbullah'ı dizginlemek Suudilerin başlıca hedefi ama bunu başarmak için Lübnan siyasetinde ilişkiler geliştirmeye dönük uzun vadeli bir yaklaşım gerekiyor. Oysa Suudi Arabistan 2011'den bu yana Lübnan'da yok.
 
Riyad, bu riskli hamleyi yaparken ne gerçekçi bir oyun planına ne de bunu uygulayacak müttefiklere sahipti. Sonuç ne olursa olsun ortada berbat bir başarısızlık var. Suudi Arabistan'ın Lübnan'daki nüfuzunu sürdürmesi için kendi iç karışıklığını aştıktan sonra hasar kontrolüne girişmesi zaruri olacak.
 
 
 
Joe Macaron
Al-Monitor
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar