2018022810303219_2767g5on225kjr05go26jgh0421.jpg

Türkiye yol ayrımında

Suriye'de Rusya ile birlikte hareket etmekle kalmayıp ikili ilişkilere stratejik boyut katan Türkiye, Suriye'ye vurmaya kararlı NATO'daki müttefikleri ile Moskova arasında sıkıştı. Böylece Türkiye iki tarafı da idare etme siyasetinin sonuna geliyor.

13 Nisan 2018 Cuma
Suriye'de ABD ile Rusya arasındaki rekabeti kendi lehine çevirerek önce Fırat Kalkanı, ardından Zeytin Dalı harekâtlarıyla sahada kendine yer açan Türkiye, Doğu Guta'daki olayların ardından bir yol ayrımına sürükleniyor.
 
Eğer Suriye yönetimini cezalandırma hamlesi büyük bir çatışmaya dönüşürse Türkiye, iki küresel güce aynı anda el veren taktiklerle daha fazla yol alamayabilir, ki muallâkta yol alan bu fırsatçı politikayı Başbakan Binali Yıldırım'ın şu sözleri çok iyi anlatıyor: “İki tane süper gücün arasına kılıç gibi girip Suriye'de istikrarı getirmek kolay bir iş değildir.”
 
Yedi yıldır Suriye lideri Beşar Esad'a karşı kategorik düşmanlık sergileyen Türk hükümeti her faciada peşinen Şam yönetimini suçlayan yaklaşımından ilk kez çark etti. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'ın "Suriye rejimi hesap vermeli” çıkışından hemen sonra Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin'den Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a gelen bir telefonla Ankara'nın dili değişti.
 
Hükümet sözcüsü Bekir Bozdağ saldırının failine dair ifade kullanmadan Ankara'nın tutumunu şöyle aktardı: “Hadisenin derhal soruşturulması ve gerçeğin ortaya konması gerektiğinin altını çiziyoruz. Tabii Suriye'nin Amerika ve Rusya'nın güç savaşına kurban edilmemesi de gerekir. Uluslararası toplum birlikte hareket etmeli, aksi halde başka sorunlar çıkar.”
 
Bu tavırla Türkiye, Rusya'yla imtihana muhtaç ortaklığına bir yama attı. Beri tarafta BM Güvenlik Konseyi'nde Rus vetosuna takılan Amerikan tasarısına destek beyanında bulunarak da NATO'daki ortaklarına sadakat gösterisinde bulunmuş oldu.
 
Ankara'nın gönlü aslında Esad yönetimine bedel ödettirilmesinden yana. Ancak Rusya ile S-400 füze kalkanı anlaşması, temeli atılan Akkuyu nükleer santrali ve yapımı devam eden Türk Akımı doğal gaz boru hattı gibi projelerle derinleşen ekonomik ilişkiler, Moskova'nın yeşil ışığı sayesinde Suriye'de gerçekleştirilen askeri operasyonlar ve Astana süreci nedeniyle Türkiye Moskova'yı gözetme gereği duyuyor.
 
Ayrıca Şam'ı vurmak için ortak hareket eden ABD ve Fransa'nın bel kemiği Kürt gruplardan oluşan Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) verdiği destek de Rusya'ya meyili artıran bir diğer kritik neden. Nitekim, ABD ile tehlikeli restleşmenin hemen başında Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un “Türkiye Afrin'in kontrolünü Suriye ordusuna bırakmalı” açıklaması da bir nevi Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı'nı mümkün kılan aktörün kim olduğuna dair bir hatırlatmaydı.
 
Ayrıca Erdoğan Suriye'deki operasyonların içerideki siyasi getirisine bel bağladığı için Astana sürecini gömmeyi kolay kolay göze alamayabilir. Suriye'de makas değiştirmek Kürtlerle ilgili politikayı da değiştirmeyi gerektiriyor. Başkanlık seçimlerine milliyetçi-mukaddesatçı damarlardan yürüyen Erdoğan'ın, Suriye'de savaş ilan ettiği Halk Savunma Güçleri (YPG) ya da SDG ilgili ABD'nin istediği yola girmesi içerdeki hesapları alabora edebilir.
 
Öte yandan, Ankara'nın kritik dönemeçte kavgalı ortaklarından yana çark edebileceğini düşündüren aksi faktörler de var. Birincisi Astana'da Rusya ve İran'la kurulan ortaklığın kırılgan olması ve bu sürecin Türkiye'nin beklentilerini garanti etmemesi. İkincisi, ekonomideki can sıkıcı gıcırtı sesleri ve Türk lirasının durdurulamayan değer kaybı. Özelikle ekonomideki kötü sinyaller Türkiye'yi Batı ile kavganın maliyetini düşünmeye zorluyor. İlişkileri pek çok ülkeyle sorunlu hale gelen Erdoğan'ın bundan sonra en fazla hesaba katmak zorunda olacağı alan ekonomi.
 
Birbirine zıt faktörler Ankara'yı iki kamp karşısında net pozisyon almaktan alıkoyuyor. Fakat iş ciddiye binerse Ankara bir tercih yapmak zorunda kalacak. Suriye'de öngörülen felaket senaryosu hayata geçerse her şeyden önce Türkiye, Suriye'de kontrol ettiği bölgelerle ilgili bir karar vermek durumunda: Ya fiili durum üzerinden Ruslarla birlikte oyunda kalma yoluna gidecek ya felaketten uzak durmak için bölgeleri bırakıp tarafsız kalmanın yollarını arayacak ya da Suriye'deki askeri varlığını yedeğindeki milis güçleriyle birlikte Batı-Körfez koalisyonunun hizmetine sunacak.
 
Bu noktada, Erdoğan'ın Lavrov'u “Biz, yeri geldiği zaman Afrin'i Afrinlilere bizzat teslim ederiz. Ama bunun zamanını biz belirleriz. Lavrov değil” diye terslemesi şartlar el verdiğinde Esad'ı devirmeye endeksli eski politikaya dönülmesinin ihtimal dışı olmadığını gösteriyor.
 
Türkiye'nin alacağı pozisyon --eğer büyük oynamak istiyorsa-- Amerikan yönetimi için de kritik önemde. Suriye'de 2011 sonrası başlayan vekâlet savaşını önemli ölçüde Türkiye'nin iş birliği şekillendirdi. Rusya'dan yana tavır almış ya da ortada kalmış bir Türkiye yıkıcı bir müdahaleye giden Batılı ortaklar için kayıp bir müttefik hükmünde olacaktır. Ancak ilişkilerdeki olumsuz gidişata rağmen ABD, Türkiye'nin kolayca gözden çıkaracağı bir ortak değil.
 
Söylemlere bakılırsa şekillenmekte olan taarruz koalisyonunun yegane konusu Suriye değil. Son dönemlerde eski Sovyet coğrafyasındaki bazı siyasi müdahaleleri boşa çıkaran, karambolde Kırım'ı ilhak eden ve doğu Ukrayna'nın kontrolden çıkmasını sağlayan, bu yüzden NATO nezdinde dosyası epey kabaran Rusya ile de hesaplaşmak isteniyor. Bu yetmezmiş gibi Rusya-İran eksenine Türkiye'nin de eklenmesi teyakkuzun boyutunu daha da katlıyor.
 
Artık Suriye krizi Suriye'den ibaret değil. Haliyle Türkiye'nin yapacağı tercih ne yönde olursa olsun Suriye'de sahnelenen bu tehlikeli düello bir ‘Türkiye Buhranı”na da yol açma potansiyeli taşıyor.
 
Fehim Taştekin
Al-Monitor
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar