Israel-Palestine-959533.jpg

Gazze’de katliam, İsrail’de sevinç: Ben Gurion’un hayali nasıl gerçekleşiyor?

Ortadoğu'nun stratejik bir noktasına emperyalizm tarafından yerleştirilen bu sürekli savaş makinasının 70 yılda emperyalizm için hiç de fena bir iş çıkarmadığı tartışılmaz bir gerçek. 70. kuruluş yılını da patronuyla beraber tam da 70 yılına uygun bir şekilde bir kan banyosu yaratarak, çok eşitsiz durumdaki Filistinlileri katlederek kutladı.

15 Mayıs 2018 Salı
Amerikan elçiliğinin Kudüs'e taşınması nedeniyle düzenlenen tören Amerikalı ve İsrailli üst düzey yetkilileri buluşturdu. İsrail Başbakanı Netanyahu'nun yanında oturan Trump'ın damadı Kushner ve kızı İvanka'nın töreni gurur dolu bakışlarla izleyişleri kameralara yansıyordu. Törende konuşan Amerikalı ve İsrailli tüm yetkililer ve din görevlileri aynı noktalara vurgu yaptı. İsrail'in gerçek başkenti Kudüs'tü, çünkü 3000 yıl önce burası Yahuda ve İsrail devletinin başkenti idi. Bu törenle, bir tarihsel yanlış düzeltiliyor, “hakikat” tecelli ediyordu. Bu tarihsel yanlışın düzeltilmesi, Trump ve Netanyahu'nun cesareti sayesinde gerçekleşmişti. Kudüs barışı sembolize ediyordu, bugünkü tören Ortadoğu barışına giden yolu açıyordu. ABD Hazine Bakanı Mnuchin ise konuşmasında başka bir noktaya dikkat çekiyor, İran Nükleer Anlaşması'nın iptal edilmesi ve hemen sonra gelen elçilik açılışının ABD'nin “belirleyici dünya lideri olarak dönüşünün” açık göstergeleri olduğunu vurguluyordu.
 
Törende alkışlar altında bu konuşmalar yapılırken, törenin yapıldığı yere 75 km uzaklıkta, İsrailli akademisyen Ilan Pappe'nin son kitabına koyduğu başlıkla “Dünya Üzerindeki En Büyük Hapishane” olarak karakterize ettiği Gazze sınırında bu açılış törenini protesto etmek ve yıllar önce atıldıkları ülkelerine geri dönme hakkını talep etmek için toplanan Filistinlilere açılan ateş sonucu ölü sayısı 50'yi, yaralı sayısı 2000'i geçmişti. Haaretz'in verdiği bilgiye göre, sadece 772 Filistinli, İsrail askerlerinin açtığı ateşle yaralanmıştı. Bu, barış ve kardeşliği hedefleyen öyle bir törendi ki, başlamasından birkaç saat önce İsrail savaş uçakları Gazze'yi bombalıyordu. Gazze, Pappe'nin ifadesiyle “Dünya Üzerindeki En Büyük Hapishane” idi ama diğer hapishanelerden önemli bir farkı vardı: Bu hapishanenin üzerinden bomba hiç eksik olmuyordu.
 
Töreni gururlu bakışlarla izleyenler arasında Amerikalı senatörler ve Amerika'daki etkili Siyonist lobinin üyesi tanınmış milyarderler de vardı. Trump'ın elçiliği taşıma kararını uygulaması durumunda süreci hızlandırmak için yeni elçiliğin inşaat masraflarını kendisinin üstleneceğini söyleyen Sheldon Adelson da töreni yüzüne takılmış gururlu bir gülümsemeyle izliyordu. Trump 6 Aralık 2017'de elçiliğin taşınma kararını açıkladığında oluşan tepkiler üzerine bir açıklama yapan o günkü ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, kararın yakın gelecekte uygulanmayacağını, Trump'ın ilk yönetim dönemi içinde bunun gerçekleşmesini beklemediğini söylemişti. Karar Tillerson'ın beklemediği bir hızla uygulandı, zaten Tillerson'da bu süreçte koltuğunu Amerika'daki en büyük “İsrail dostlarından” Pompeo'ya bıraktı.
 
“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü”
 
Muzaffer bir edayla kürsüye çıkan Netanyahu, dünyanın en güçlü ulusunun elçiliğini Kudüs'e taşımasının tarihsel önemini vurgulayıp ABD'ye bu kararı için minnet duyduklarını dile getirirken, “Trump'ın tarihi tanıyarak tarih yaptığını” söylüyordu. Trump'ın Ortadoğu Barış Elçisi Kurshner konuşmasında, İsrail'le birlikte durduklarını çünkü aynı değerlere demokrasi ve insan hakları değerlerine inandıklarını dile getiriyor, “bir gün bu bölgeye barış geldiğinde, geçmişe dönüp bakacağız ve Amerika'nın hakikati kabul ettiği bugünün, barışa yolculuğun başlangıç noktası olduğunu göreceğiz” diyordu. Kurshner bunları söylerken Gazze sınırında, Doğu Kudüs'te Filistin halkı İsrail devletinin mermi ve gaz bombaları altındaydı. Haaretz'den Noa Landau, törene dair izlenimlerini aktardığı haberinde, yapılan konuşmaların içeriğinin, seçilen müziklerin dinsel tonunun ağırlığına özellikle dikkat çekiyordu.
 
Amerikalı bir Yahudi yazar Chemi Shalev, Haaretz'de, elçiliğin açılışı nedeniyle duyulan sevinci ve Filistinlilerin uğradığı katliamı yansıtan keskin karşıtlık içeren görüntülerin Charles Dickens'ın “İki Şehrin Hikayesi”nin ölümsüz girişi değerinde olduğunu yazdı. “Zamanların en iyisiydi. Zamanların en kötüsüydü. Akıl çağıydı, aptallık çağıydı. İnanç çağıydı, inançsızlık çağıydı. Işık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi. Umudun baharıydı, umutsuzluğun kışıydı.” Shalev, diğer tarafta ölü sayısı hızla artarken açılışta bulunanların merhamet yoksunluğuna, kibrine öfkeyle dikkat çekiyordu. Dişlerine kadar silahlı çok iyi donatılmış bir ordunun karşısındaki sapanlı ve taşlı insanları kolayca öldürmesinin hiçbir propaganda kampanyasıyla gizlenemeyeceğini vurgulama gereği duyuyordu.
 
Yeni elçiliğin yakınında açılışı protesto etmek için toplanan Filistinliler İsrail güçleri tarafından vahşice dövülüp gözaltına alınırken, elçiliğin açılışını kutlayan bir grup gözaltına alınan Filistinliler için, “onları yakın”, “onları vurun”, “onları öldürün” diye bağırıyordu. Ölümcül saldırılar henüz Kudüs'te başlamamıştı, şimdilik Gazze'de öldürüyorlardı.
 
Büyük Felaket
 
Amerikan elçiliğinin Kudüs'e taşınmasının zamanlaması son derece sembolik ve önemliydi. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında İngiliz Manda Yönetimi kontrolü altına giren Filistin'deki son İngiliz Yüksek Komiseri Alan Cunningham'ın 14 Mayıs 1948 günü Filistin'den ayrılması ve İngiliz bayrağının indirilmesinden birkaç saat sonra David Ben Gurion, İsrail devletinin bağımsızlığını ilan etmişti. Gurion'un İsrail devletini ilanından 11 dakika sonra, dönemin ABD Başkanı Truman'ın, ABD'nin İsrail'in kuruluşunu tanıması için yetkililere talimat verdiği söylenir. Ben Gurion'un ilanı, Filistin halkının Nakba (Büyük Felaket) olarak adlandırılacak ülkesinden askeri şiddetle atılma ve komşu ülkelerde mülteci olarak yaşamaya başlama sürecinin en önemli noktasıydı. İsrail Devleti'nin ilanı ve Filistin halkının ülkesinden askeri şiddetle atılmasından 70 yıl sonra bugün yaşananlar aslında aradan geçen 70 yılın bir özetini veriyordu.
 
Yakınlarda Ben Gurion'un yeni bir biyografisini yazan İsrailli tarihçi Tom Segev, İsrail'in kuruluşunun 70. yılını değerlendirdiği konuşmasında, “Eğer dışarıdan bakarsanız, bu 20. Yüzyılın en çarpıcı başarı öyküsüdür. Ben Gurion'un hayallerinin gerçekleşmesidir. İsrail en güçlü zamanını yaşıyor, Yahudi nüfusu hiç olmadığı kadar yüksek. Ama aynı zamanda Gurion'un çözülmeden bıraktığı sorunlar devam ediyor ve gelecek çok kasvetli” diyordu.
 
20. Yüzyılın en çarpıcı başarı öykülerinden biri olarak İsrail'in aslında, 20. Yüzyılda emperyalizme ait bir başarı öyküsü olduğunun altını kalınca çizmek gerekiyor. Ortadoğu'nun stratejik bir noktasına emperyalizm tarafından yerleştirilen bu sürekli savaş makinasının 70 yılda emperyalizm için hiç de fena bir iş çıkarmadığı tartışılmaz bir gerçek. 70. kuruluş yılını da patronuyla beraber tam da 70 yılına uygun bir şekilde bir kan banyosu yaratarak, çok eşitsiz durumdaki Filistinlileri katlederek kutladı.
 
Filistinlilerin haklarını savunan suçlu ilan ediliyor
 
Ben Gurion'un hayallerinin gerçekleşmesi olan bu başarı öyküsünün diğer tarafı hakkında konuşan eski FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) diplomatı Hint Koury şunları söylüyor: “İsrail'in varlığını ve egemenliğini kabul etmemiz isteniyor. Yıkılan evlerimizi, topraklarımızdan sürülmemizi, varlıklarımıza el konulmasını kabul etmemiz isteniyor. Yerleşimcilerin şiddetini, zeytin ağaçlarımızın sökülmesini kabul etmemiz isteniyor. İşgali kabul etmemiz, İsrail'in hiçbir taahhüdünü yerine getirmemesini kabul etmemiz isteniyor. Gazze'nin kuşatma altında kalmasını, Doğu Kudüs'ün bizim olmamasını kabul etmemiz isteniyor. Kendi ülkemizde tutsak olmayı kabul etmemiz, İsrail'in ırkçı yasalarını kabul etmemiz, Filistinlilerin haklarını savunan herkesin anti-semitizmle suçlanmasını kabul etmemiz isteniyor.”
 
Bu başarı öyküsünün diğer tarafta ne tür sonuçlar yarattığını Koury ortaya böyle koyuyor. Koury'nin dikkat çektiği bir nokta saldırıların yeniden yoğunlaştığı bir dönemde önem kazanıyor. Batı kamuoyunda son birkaç aydır solcu film yönetmeni Ken Loach ve İngiliz İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn hakkında anti-semitizm suçlamasıyla yürütülen kampanyalar, ABD-İsrail ortaklığının Ortadoğu'daki saldırgan politikalarını yoğunlaştırırken hiçbir aykırı sese tahammülü olmadığını, işgalci ve katliamcı Siyonist politikalara karşı sesini yükseltenlere karşı çok yönlü saldırı hazırlıkları yapıldığını gösteriyor.
 
Fay hatları harekete geçiyor
 
Törende konuşan ABD Hazine Bakanı Mnuchin'in “ABD'nin belirleyici dünya lideri olarak dönüşü”ne işaret ettiğini söylediği İran ile Nükleer Anlaşma'nın bozulması ve elçiliğin Kudüs'e taşınması kararları; ABD'nin Ortadoğu'daki tüm fay hatlarını harekete geçirerek bölgede yeni yıkıcı depremler yaratmakta kararlı olduğunun ilk elden ifadesidir. ABD Özel Kuvvetleri'nin Yemen'deki mevcudiyetini artırdığı ve faaliyetlerini hızlandırdığı yönünde yoğunlaşan haberler doğrudan ABD'nin bu kararlı yönelişiyle bağlantılı. Pompeo da son açıklamasında, İran'ın Nükleer Anlaşma devam ederken Suriye'de, Yemen'de, Irak'ta teröristlere desteği sürdürdüğünü, Avrupalıların bu konuda İran'a tutum almadığından yakınıyordu.
 
İsrail'in Suriye'ye artan saldırıları, Yemen'deki hareketlilik sıcak geçmesi muhtemel bir yaza doğru ilerlendiğine işaret ediyor. Lübnan ve Irak seçimlerinin sonucu ortaya, ABD-İsrail ortaklığının keyfini kaçıracak bir tablo çıkardı. Bu tablonun “düzeltilmesi” için hangi araçları kullanacakları şimdilik bilinmiyor ancak bu ülkelerde yeni çatışmalara zemin hazırlayacak araçların kullanılması şaşırtıcı olmayacaktır. Irak ve Lübnan seçimlerinin sonuçları, ne ABD bomba ve dolarlarının ne de Suudi paralarının beklenen sonuçları getirdiğinin yeni göstergeleri oldular.
 
Ortadoğu halklarını zor günler bekliyor
 
Shalev yazısında yeni elçiliğin açılış törenindekilerin merhamet yoksunluğunu ve kibrini vurguluyordu. Bu öyle bir kibir ki, kendi aldıkları kararlar nedeniyle Filistinliler hemen yakınlarında can verirken, onlar kürsüde yaptıkları açılışın Filistinlilere barış getirmeyi amaçladığını söyleyebiliyorlar. Geçtiğimiz günlerde, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Selman'ın bir konuşması basına sızmıştı; Selman, Filistin meselesi hakkında Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas için “ya barış planını kabul etsin ya da ağzını kapatsın” diyordu. Ortadoğu'da yoğunlaşan bu saldırı dalgasının başlıca hedeflerinden birisi, Filistin halkını bu saldırılarla ezerek İsrail'in öncelikleri ve istekleri temelinde şekillenecek bir anlaşmaya zorlamaktır. Trump'ın, Kurshner'in, Selman'ın aylardır sürekli dile getirdikleri barış budur. Bugün ortaya çıkan tablo, onların nasıl bir barışa hangi araç ve yöntemlerle yürüyeceğinin de en çıplak göstergesidir. Bu barış aynı zamanda Ben Gurion'un hayalinin de en tam haliyle gerçekleşmesidir. İsrail'in katil Savunma Bakanı Lieberman geçtiğimiz Nisan ayında “Gazze Şeridi'nde masum insan yok” diyordu. Lübnan seçim sonuçları hakkında konuşan bir başka İsrailli bakan, “artık Hizbullah'la Lübnan arasında fark yok” dedi. Yaptıklarını yapacaklarının teminatıdır. Filistin halkını ve Ortadoğu'nun direnen halklarını çok zor günler bekliyor, ancak 70 yıldır direnmekte olan mazlum Filistin halkı yine direnecek, emperyalizme ve siyonizme karşı mücadelesini zafere kadar sürdürecektir.
 
Cenk Ağcabay
sendika.org
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar