5.jpeg
  • Anasayfa» 
  • Alıntılar»
  •  Suudi Krallığı gibi bir yönetimi himaye eden ABD neden Çin'in Uygur politikasına karşı kampanya peşinde?

Suudi Krallığı gibi bir yönetimi himaye eden ABD neden Çin'in Uygur politikasına karşı kampanya peşinde?

Amerika'nın "insan hakları" konusunu kendi siyasi çıkarları doğrultusunda kullandığı ve bu çerçevede çifte standart bir uygulama içerisinde hareket ettiği bilinen bir gerçektir. ABD bu günlerde bu karakterinin bir yansıması olarak Çin'in Uygurlara karşı muamelesin ile ilgili "insan hakları" silahını kullanırken, mesela Suudi Arabistan'ın insan hakları ihlallerini görmezlikten gelebiliyor.

11 Şubat 2019 Pazartesi
İNTİZAR - Amerika için her şey kendi siyasi çıkarını temin ettiği müddetçe değerlidir. Bu anlamda "insan hakları" kavramı da ancak ABD için bir siyasi sonuç ürettiği müddetçe anlamlıdır. Amerika Birleşik Devletleri'nin bu güne değin siyaset etme tarzından bu sonucu çıkarmak gayet mümkündür.
 
ABD bu günlerde Çin'in kendi sınırları içerisinde bulunan Uygurlara dönük uyguladığı politikalara karşı bir kampanya peşinde. Bu mevcut Amerikan yönetiminin Batılı değerlere bağlılığının bir neticesi olarak ortaya çıkmış bir tavır olarak değerlendirilemez. Çünkü Washington yönetiminin mesela Arabistan'daki Suudi Krallık yönetiminin Yemen'de işlemiş olduğu cinayetler başta olmak üzere artık ansanların gözlerinden kaçırılamayacak kadar aşikar bir şekilde işlenen insan hakları ihlalleri karşısındaki tavrı ortadadır. Hatta aynı yönetimin kendi vatandaşı olan Cemal Kaşıkçı'nın İstanbul'daki konsolosluğu içerisinde en vahşi şekilde katledilmesinin yine Amerika'daki mevcut iktidar tarafından örtbas edilme gayreti bütün dünya kamuoyu tarafından gayet iyi bilinmektedir. 
 
Amerika'nın bu iki yüzlülüğünü ispatlamak için aslında çok da emek harcamaya gerek yoktur. Zira artık bütün dünya kamuoyu Amerika'nın bu çiftestandat tavrını gayet iyi bilmektedir. Esas mesele şu ki; Amerika niçin bu günlerde Çin'in kendi vatandaşları olan Uygurlara karşı icra ettiği politikalar ile ilgili olarak bir "insan hakları ihlali" kampanyası peşinde? Yukarıda da bahsedildiği gibi ABD "insan hakları ihlali" meselesini kendi siyasetini bir sonuca ulaştırabilmek için bir silah olarak kullandığına göre, burada hangi amacını gerçekleştirmek için bu silaha sarılmış olabilir? Amerika aslında Çin'in hangi politikasından rahatsız: Gerçekten Uygurlara uyguladığı politikadan mı, yoksa bir başka karın ağrısı mı söz konusu? Amerika gerçekte ne yapmak istiyor? 
 
Aşağıda alıntıladığımız yazı bu sorulara cevap oluşturabilecek bir içerik sunuyor...  
 
Çin'in Uygurlara muamelesine yönelik ABD destekli BM soruşturması kampanyası
 
ABD'nin önderliğinde Pekin'e karşı artan “insan hakları” kampanyasının parçası olarak, Pazartesi günü, dört hükümet dışı kuruluş, Çin'in batıdaki Sincan bölgesindeki Müslüman Uygur azınlığa karşı baskısı hakkındaki iddialara yönelik bir soruşturma yapması için BM İnsan Hakları Konseyi'ne ortak bir çağrıda bulundu.
 
Ortak açıklama, ABD'de ve uluslararası medyada artık düzenli şekilde gerçek olarak listelenen suçlamaların tekrarını içeriyor: “bir milyon kadar Türki Müslüman, Pekin'in ‘siyasi eğitim' kamplarında keyfi olarak alıkonuluyor;” alıkonulan bu insanlar, “zorunlu siyasi beyin yıkamaya tabi tutuluyor, inançlarından vazgeçmeye zorlanıyor, kötü muamele ve bazı durumlarda işkence görüyor” ve kampların dışındaki Uygurlar, “dini ibadet, ifade, örgütlenme, barışçıl bir şekilde toplanma ve hareket etme özgürlüğüne yönelik sert kısıtlamalar” ile karşı karşıya.
 
BM İnsan Hakları Konseyi'nin Şubat sonunda başlayacak olan bir sonraki oturumunun, Kasım 2018'de Çin'deki insan haklarına ilişkin, Sincan'daki insan hakları ihlalleri iddialarını da içeren bir araştırma raporunu değerlendirmesi bekleniyor.
 
Çin hükümeti suçlamaları reddediyor ve aldığı önlemlerin, Uygur ayrılıkçısı gruplarla ilişkili aşırılıkçılara ve teröristlere karşı koymak için gerekli olduğunda ısrar ediyor. Başlangıçta toplama kamplarının varlığını inkar eden Pekin, ABD'nin ve müttefiklerinin artan propaganda kampanyası karşısında, artık, kampların, Uygurların iş bulma olasılıklarını ve yaşam standartlarını arttırma üzere tasarlanmış mesleki kamplar olduğunu iddia ediyor.
 
Sincan'daki baskıya ilişkin kanıtlanmamış iddialar büyük olasılıkla şişirilmiş olsa da, Çin Komünist Partisi (ÇKP) yönetiminin Uygur azınlığın temel demokratik haklarını yaygın biçimde suistimal ettiğinden kuşku duyulamaz. ÇKP, uzun süredir, her şeyden önce işçi sınıfını hedef alan çok büyük bir polis devleti aygıtını beslemektedir.
 
ÇKP, Çin'deki çeşitli etnik ve dinsel azınlıkların gerçek sıkıntılarına çözüm bulmaktan aciz olduğunu kanıtlamıştır. Yönetimin Han şovenizmine dayanan Çin milliyetçiliğini yükseltmesi, gerek Sincan'da, gerek Tibet'te, gerekse diğer azınlık grupları arasında ayrılıkçı düşüncelerin beslenmesinden doğrudan sorumludur.
 
Bununla birlikte, Washington ve müttefikleri tarafından körüklenen mevcut “insan hakları” kampanyası tek kelimeyle ikiyüzlüdür. Bush yönetimi, Afganistan'ın ve Irak'ın istilasını, işgalini ve yıkımını içeren, Yemen'deki, Libya'daki ve Suriye'deki askeri harekatları, CIA'in gözaltı ve işkence merkezlerini ve teröre karşı koyma adına kapsamlı antidemokratik önlemlerin geliştirilmesini kapsayan kanlı “terörle mücadele”sini başlatmak için, esas olarak Suudi aşırılıkçılar tarafından düzenlenen 2001 terör saldırılarına sarılmıştı. Doğrusu, Başkan Bush, Çin'in ABD önderliğindeki savaşlara destek vermesi karşılığında, Çin'in Uygur ayrılıkçısı gruplara artan baskısına büyük ölçüde göz yummuştu.
 
ABD, yağmacı ekonomik ve stratejik çıkarlarını ilerletmek için, düzenli olarak, “insan hakları” meselelerini kendi çıkarına kullanmaktadır. Washington, askeri diktatörlüklere ve otokratik rejimlere arka çıkma ve onları bizzat kurma konusunda uzun bir tarihe sahiptir; seçilmiş hedeflere baskı yapmak için insan hakları ihlallerini titizlikle kavrarken, Suudi Arabistan gibi müttefiklerinin baskılarını önemsememektedir.
 
Çin'in Uygurlara yönelik baskısı üzerine propaganda yağmuru, ABD'nin Pekin ile tüm cephelerde yoğunlaşan ve çok daha kapsamlı cepheleşmesinin parçasıdır. Buna, ticaret savaşı önlemleri ve Çin'le savaşa hazırlanmak için Hint-Pasifik genelinde girişilen bir askeri güçlenme dahildir. ABD emperyalizmi, artık dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Çin'in, kendi küresel egemenliğine meydan okumasını engellemeye kararlıdır.
 
Geçtiğimiz ay, ABD'li Senatörler Marco Rubio ve Bob Menendez, Çin'e ve Sincan'daki kötü muameleyle ilişkili Çinli yetkililere karşı yaptırımların önünü açmak için, Kongre'de iki parti destekli bir yasa tasarısı yeniden sundu. “Uygur İnsan Hakları Politikası Yasası”, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın, FBI'ın ve diğer istihbarat kurumlarının Uygurlara yönelik baskı aleyhine kanıt toplama faaliyetlerini ve ABD'nin Sincan'daki Çinli yetkilileri hedef alma dahil Çin'e karşı adım atması tekliflerini genişletecek.
 
BM'nin bir keşif soruşturması yapması çağrısı, bu propaganda faaliyetine meşruiyet kazandırmak için tasarlanmıştır. Anlamlı bir şekilde, Pazartesi günü ortak açıklama yapan dört kuruluş arasında, Avrupa'da bulunan ama ABD'nin devlet aygıtı ile sıkı bağlara sahip olan Dünya Uygur Kongresi (DUK) idi. DUK, CIA ve ABD Dışişleri Bakanlığı için bir paravan işlevi gören Ulusal Demokrasi Vakfı'dan kayda değer fonlar almıştır.
 
Diğer üç kuruluş, Washington'da yerleşik ve ABD siyaset kurumu ile sıkı bağlara sahip İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü ve Cenevre merkezli Uluslararası İnsan Hakları Servisi'dir (ISHR).
 
ABD, Pekin'deki ÇKP yönetimine baskı yapmak ve onu zayıflatmak için, Tibet'teki ve Sincan'daki ayrılıkçı hareketlerden uzun süredir yararlanıyor. 1950'lerde ve 1960'larda, CIA, ABD'nin Çin hükümetini istikrarsızlaştırma stratejisinin parçası olarak, Tibet içinde gerilla operasyonları yürütmeleri için Tibetli sürgünleri finanse etmiş, eğitmiş ve silahlandırmıştı. ABD'nin 1970'lerde Çin ile uzlaşması bu tür aleni faaliyetleri azaltsa da, Washington Tibetli ve Uygur sürgün gruplarıyla bağlarını yine de sürdürdü.
 
Kampanyanın ABD siyasi ve kültürel çevrelerinde onlarca yıl boyunca bir gündem konusu olan Tibet yerine Sincan'a odaklanması önemlidir. Trump yönetiminin başlıca hedeflerinden biri, Çin'in, ülkeyi Avrasya ile çok daha sıkı bir şekilde bütünleştirmeyi amaçlayan taşımacılık ve iletişim bağlantılarını, limanları ve boru hatlarını kapsayan çok büyük bir altyapı projesi olan Kuşak ve Yol Girişimi'dir. Çin'in batısındaki Sincan, Avrupa'ya doğru demiryolu ve karayolu bağlantılarının yanı sıra, boru hatlarının enerji zengini Orta Asya cumhuriyetlerine geçiş noktasıdır.
 
Washington, kendisinin geniş Avrasya kara parçası genelindeki etkisini ve stratejik konumunu baltalayacak ve potansiyel olarak, Avrupalı müttefiklerini Çin'le daha sıkı bağlar kurmaya çekecek olan Kuşak ve Yol Girişimi'ne derinlemesine düşmandır. Taşımacılık bağlantıları ve boru hatları, Afrika'dan ve Ortadoğu'dan ithal edilen enerji ve hammaddeler için Malakka Boğazı'ndan geçen gemi taşımacılığı rotalarına bağımlılığını da azaltacak. Pentagon, Malacca Boğazı'nı, ekonomik bir abluka oluşturmak için Çin ile savaş durumunda kullanabileceği en önemli denizcilik “dargeçitlerinden” biri olarak görüyor.
 
ABD, daha temel bir seviyede, ayrılıkçı grupları teşvik edip destekleyerek, Çin'i zayıflatma ve hatta bir dizi itaatkar ulus devlet bölme potansiyeline sahiptir. Kuşkusuz, Washington'daki stratejistler, Stalinist bürokrasinin 1991'de Sovyetler Birliği'ni dağıtmasına yol açan olayların tekrarlanmasını umuyorlar. Pekin yönetimi de bu örneğin son derece farkında ve bu tehdide karşı koymak için polis devleti baskısı dahil her yola başvurmaya kararlı.
 
Peter Symonds 
wsws
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar