55888-1.jpg
  • Anasayfa» 
  • Alıntılar»
  •  ABD ve uşakları, İran’a “topyekûn savaş” ya da tam teslimiyeti seçenek olarak dayatıyor

ABD ve uşakları, İran’a “topyekûn savaş” ya da tam teslimiyeti seçenek olarak dayatıyor

Amerikan emperyalizmi ve bölgedeki uşakları, İran'a “topyekûn savaş” ya da tam teslimiyet seçeneklerini sunuyorlar. Savaş seçeneği tüm bölgeyi cayır cayır yakma potansiyeline sahiptir. Bu temel gerçeklik nedeniyle bölge halkları kendi gelecekleri için çok geç olmadan “Savaşa Hayır”, “Emperyalizm Ortadoğu'dan defol” sloganlarıyla alanları doldurmak zorunda.

17 Haziran 2019 Pazartesi
İNTİZAR - "...Ne zaman savaş için bir ateş körükledilerse, Allah onu söndürdü. Yeryüzünde sürekli bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar..." (Maide 64) Kur'an'da Yahudiler ile ilgili olarak ortaya konan bu vasıflandırma bu gün yaşananları da oldukça anlaşılır kılıyor. Siyonist İsral ve onun ABD'deki lobileri şu sıralar İran'ı topyekün bir savaş veya tam teslimiyet arasında bir seçim ile karşı karşıya bırakmak üzere bütün maharetlerini ortaya koymak ile meşgüller. Siyonist İsrail ve bölgedeki ortakları gücünü arkalarına aldıkları emperyalizmin marifeti ile kendi emellerini temin için oluşturdukları bütün dünyayı eteşe verebilecek böylesi tehlikeli bir oyunun tam ortasındayız ve dünya kamuoyu karşı kaşıya olunan tehlikenin ne kadar büyük olduğunun henüz yeterince farkında değil.
 
Bir ateş körüklenmekte ve bu ateşin söndürülmesi için dünya halklarından itiraz seslerinin yükselmesi gerekiyor. Yaşananların vehametine ve savaş ihtimaline karşı yükselmesi gereken itiraza dikkat çeken Cenk Ağcabay'ın sendika.org'da yayınlanan yazısını ilginize sunuyoruz... 
 
Umman Körfezi'ndeki saldırılar “topyekûn savaşın” işareti midir?
 
Tam da Japonya Başbakanı Şinzo Abe ABD ile İran arasındaki gerilimleri yumuşatmak amacıyla bir tür arabuluculuk yapmaya karar vermiş, çarşamba günü İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüşmüş ve 13 Haziran'da İran lideri Hamanei ile bir araya gelmişti ki; Japonya Ticaret Bakanı Hiroşige Seko, Japonya'ya gitmekte olan iki yük gemisinin Umman Körfezi'nde saldırıya uğradığını açıkladı.
 
Şinzo Abe ile görüşmesinden sonra Hamanei'nin ofisinden yapılan açıklamada, Abe'nin tüm iyi niyetine ve ciddiyetine rağmen Hamanei'nin Trump'la herhangi bir mesaj alışverişinde bulunmayacağı çünkü Trump'a güven duyulamayacağı ifade edildi. Görüşmenin ardından Tahran'da konuşan Abe, İran liderinin nükleer silah yapmak ya da kullanmak gibi bir niyetlerinin olmadığını kendisine söylediğini aktardı.
 
Abe 40 yılın sonunda İran'ı ziyaret eden ilk Japonya Başbakanı oldu. Abe'nin arabuluculuk türü bir rol üstlenip bu ziyareti gerçekleştirmiş olması, İran üzerinde artan ABD-İsrail baskısının ulaşmış olduğu düzeyin en açık göstergesiydi. Japonya da Avrupa Birliği gibi İran'a yönelik olarak artan ABD-İsrail tehditlerinin ve arka arkaya gelen provokasyonların Ortadoğu'da bir savaşa yol açması olasılığından rahatsızdı ve kendi kapasitesi ölçüsünde savaş olasılığını engelleme yönünde adımlar atmaya çalışıyordu. Japonya'nın enerji ihtiyacının karşılanmasında Ortadoğu ve İran önem taşıyor.
 
Abe, Ruhani ile görüşmesinin ardından düzenlenen basın toplantısında, Ortadoğu'da yüksek bir gerilimin olduğunu “ne pahasına olursa olsun askeri çatışmanın engellenmesi gerektiğini” belirtti ve “Ortadoğu'daki barış sadece bu bölge için değil tüm dünya için zorunludur. İran bölgede gerginliğin daha fazla artmaması için yapıcı rolünü oynamalıdır” dedi.
 
Abe'nin konuşmasında öne çıkan bir başka nokta, İran'ın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile işbirliğini olumlu olarak değerlendirdiklerini vurgulaması ve bunun devamını beklediklerini dile getirmesiydi. Yani ABD ve İsrail'in tüm yaygaralarının aksine, Japonya Başbakanı da İran'ın nükleer anlaşmaya aykırı bir girişimde bulunmadığını dile getirmiş, anlaşmanın korunması yönünde bir tutuma sahip olduklarını yinelemişti.
 
Batı'da dünkü saldırıların duyurulduğu haberlerin başlıklarında genel olarak bu saldırıların bölgede “daha geniş bir çatışma korkusunu arttırdığı” yönündeki vurgu dikkat çekiyordu. Bu saldırıların geçtiğimiz ay aynı bölgede petrol taşıyan tankerlere yapılan saldırılardan daha sert olması da işaret edilen bir başka unsurdu.
 
Haberlerde, ABD Başkanı Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton'un 2 hafta önce Birleşik Arap Emirlikleri ziyaretinde yaptığı bir açıklamada herhangi bir kanıt göstermeden önceki saldırılardan İran'ı sorumlu tuttuğu anımsatılıyor; İran yetkililerinin bu iddiayı reddetmesinin ardından Bolton'un “onlardan başka kimin yapmış olabileceğini düşünüyorsunuz” sorusunu sorduğu belirtiliyordu.
 
Bolton mayıs ayındaki saldırılarla ilgili olarak sadece bunları söylememişti, o saldırıları İran'ın düzenlediğine ilişkin kanıtları 2 hafta içinde Birleşmiş Milletler'e sunacaklarını da belirtmişti. Bugüne kadar bu yönde herhangi bir adım atılmadı ama bu konuşmaların ardından ABD'nin bölgeye ek asker ve savaş malzemesi gönderme kararı aldığı dünyaya duyuruldu. Saldırılar Ortadoğu'daki ABD askeri varlığının genişletilmesinin gerekçesi oldu.
 
Geçtiğimiz hafta NBC News'e konuşan ABD Ordusu Merkez Komutanlığı Komutanı Gen. Frank McKenzie, İranlıların ya da onların vekillerinin bölgede her an bir saldırı düzenleyebileceğine inandıklarını ifade etmiş ve “tehdidin çok yakında olduğunu düşünüyorum” demişti. Dünkü saldırıyla ilgili haberlerde en fazla alıntılanan McKenzie'nin bu sözleriydi. McKenzie sadece “tehdidin çok yakında olduğunu” düşünmüyordu, o bu “yakın tehdit” nedeniyle bölgedeki ABD askeri varlığının daha da “genişletilmesini” istiyordu.
 
ABD ve İsrail'in İran'a yönelik askeri ve politik baskıyı bu düzeye yükseltmesi esas olarak Suriye, Irak, Yemen, Filistin ve Lübnan'daki askeri ve politik gelişmelerden duydukları hoşnutsuzluğun ürünüdür. Bu ülkelerde, ABD ve İsrail'in hedeflediği sonuçlar alınamamıştır. Askeri varlığın sürekli olarak genişletilmesi yönündeki eğilim, bölgedeki tüm aktörleri askeri güçle hizaya getirmeyi amaçlamaktadır. ABD-İsrail'in ne “asrın anlaşmasını” ne de bölgedeki diğer temel meseleleri askeri gücü devreye sokmadan kendi öncelik ve istekleri doğrultusunda yönetme şansları yoktur.
 
Suudi Arabistan'ın Abha Havaalanı geçtiğimiz hafta Yemen'in Husi savaşçıları tarafından füzeyle vuruldu. Yıllardır Husilerle savaşmakta olan Suudi kuklası Yemen hükümeti yaptığı açıklamada, Abha Havaalanı'na fırlatılan füzenin Husilere İran tarafından aktarıldığını ve füze ateşlenirken etrafta İranlı askeri danışmanların bulunduğunu iddia etti. “Uluslararası topluma” harekete geçme çağrısı yaptı.
 
Oysa “uluslararası toplum” yani ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya Yemen konusunda zaten seneler önce “harekete geçmiş”, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne sundukları güçlü askeri ve politik destekle Yemen'de gerçekleşen katliamların ilk elden sorumluluğunu üstlenmişlerdi.
 
Suudi Arabistan yaptığı açıklamada, havaalanına düzenlenen saldırıdan İran'ı sorumlu tuttu ve saldırıya “acil karşılık vereceğini, İran'ı terörist Husilere sunduğu destekten caydırmak için gerekli düzenlemeleri” yapacağını ifade etti. O da zaten senelerdir elinden geleni fazlasıyla yapıyordu…
 
Husiler yaklaşık beş yıldır Suudi Arabistan ve BAE merkezli koalisyona karşı son derece eşitsiz koşullarda savaşıyorlar ve sözcüleri Muhammed Abdülselam son saldırıyla ilgili açıklamasında, kendilerini savunma haklarının bulunduğunu, son saldırıyı Yemen'de süreklileşen Suudi Arabistan-BAE saldırganlığı ve blokajı nedeniyle düzenlediklerini ifade etti. Blokajı kırmak zorunda olduklarını belirten sözcü, bunun için Suudi Arabistan'a ait hedefleri vurmaya devam edeceklerini bildirdi.
 
Suudi Arabistan-BAE saldırılarının ve blokajın Yemen halkına büyük bir felaket getirdiği, on binlerce savunmasız çocuk ve kadının bombalar altında açlık ve hastalıklarla mücadele etmeye çalıştığı çok iyi biliniyor. ABD ve İngiltere, Suudi-BAE Koalisyonuna ihtiyaç duyduğu silah ve donanımı sağlarken, Amerikan Özel Kuvvetleri'nin emekli komutanları Yemen'de Suudi-BAE tarafından ödenen dolgun maaşlarla operasyonları yönetiyor. Suudi ve BAE'nin maaşlarını ödediği IŞİD komutanları ise Yemen'de Husilere karşı koalisyonla aynı cephede savaşıyor.
 
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey geçtiğimiz salı günü basına konuşurken gelen bir soru üzerine, İran'ın Yemen ve Suriye'deki varlığının onun “Ortadoğu'daki hegemonik arayışının bir parçası” olarak ele alınması gerektiğini dile getirdi. Her zaman olduğu gibi, bir bölge ülkesi olan “İran hegemonya arayışında” iken, binlerce kilometre öteden gelen ABD savaş uçaklarını, savaş gemilerini, nükleer silahlarını, askerlerini “bölgeye barış ve istikrar” için yığmıştı.
 
13 Haziran'da yaşanan saldırılara ilişkin bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı Pompeo saldırılardan İran'ı sorumlu tuttu ve ABD'nin iki tanker patlamasının sorumlusunun İran olduğuna inandığını söyledi. Pompeo, İran'ın uluslararası barış ve güvenliğe en büyük tehdit olduğunu ifade ederken, İran'ın bu davranışlarının nedeninin artan ABD baskısından kurtulmak olduğunu dile getirdi. Pompeo'ya göre, saldırıda kullanılan gelişkin silahlar bölgede sadece İran'da bulunuyordu.
 
Saldırıların ardından bölgede savaş tehlikesinin büyümesi genel olarak üzerinde anlaşılan bir saptama olurken, Obama yönetiminde Dışişleri Bakanı Yardımcılığı yapan ve İran'la müzakereleri yürüten ABD delegasyonunda yer alan William J. Burns, eğer bu saldırıyı İran düzenlediyse “çok tehlikeli bir durumun” oluştuğunu belirtiyor, bu noktaya gelinmesinde ABD'nin “diplomasi yerine zorlamayı” esas almasının etkili olduğunu vurguluyordu.
 
Irak'ta savaşmış eski bir asker olan Demokrat Parti Senatörü Seth Moulton'da “İran'la savaşmamız için hiçbir neden yok. Trump yönetiminde yer alan John Bolton ve diğerleri tıpkı Irak'ta olduğu gibi bizi İran'la bir savaşın içine çekmeye çalışıyorlar. Zayıf başkanı savaşa ikna etmek için Irak'ta kullandıkları taktiklerin aynısını uyguluyorlar.” diyordu.
 
Seth Moulton savaş deneyimi olan bir politikacı olarak olan biteni en açık ifadelerle ortaya koydu. Amerikan Savaş Partisi Ortadoğu'da giderek daha büyük tehlikeler yaratan pervasız adımlar atmaya devam ediyor. Son gelişmeleri Haaretz'deki köşesinde değerlendiren Z'vi Barel, “ABD'nin saldırmak için bahane aradığını çok iyi bilen İran bu saldırıyı neden düzenlesin?” sorusunu sorduktan sonra, İran'ın nükleer anlaşmayı kurtarmak için Avrupa, Çin ve Rusya ile diplomatik temaslara hız verdiği bir süreçte, onu en zor duruma sokacak şeyin bu tip bir saldırı olduğunun altını çiziyordu.
 
Z'vi Barel, “Amerikalı yetkililer hemen İran'ı sorumlu tuttular ama nasıl oluyorsa dünyanın en önemli istihbarat örgütleri gerçekte bu saldırıların arkasında kimin bulunduğunu ortaya çıkarmakta başarısız oldu. Eğer biliyorlarsa, topyekûn bir savaşa yol açmadan ne yapılabilir?” diyor.
 
Barel'in sorusu yerinde, son birkaç ayda yaşananlar ve son saldırılar “topyekûn” bir savaş olasılığını epey güçlendirdi. “Topyekûn” bir savaş olasılığını güçlendiren asıl faktör, dünya ve bölge halklarının Amerikan Savaş Partisi'nin pervasızlığı karşısında yeterince güçlü bir sesi henüz çıkaramamış olmasıdır. Savaş ve yıkım emperyalist-kapitalizme içkindir, onun ayrılmaz parçasıdır. Savaşları, yıkımı engelleyecek yegâne güç emekçi halklar ve onların savaş karşıtı politik eylemidir.
 
Amerikan emperyalizmi ve bölgedeki uşakları, İran'a “topyekûn savaş” ya da tam teslimiyet seçeneklerini sunuyorlar. Savaş seçeneği tüm bölgeyi cayır cayır yakma potansiyeline sahiptir. Geçtiğimiz günlerde konuyu değerlendiren Amerikalı bir yorumcu, Ortadoğu savaşlarının çok uzaklarda yaşanması ve Amerikan halkının gündelik yaşamına neredeyse hiç etki etmemesi nedeniyle ABD karar alıcılarının bu konuda çok rahat hareket ettiklerini belirtiyordu.
 
Yorumcunun sözleri gerçekliğin bir yönüne işaret ediyordu; ABD'nin Ortadoğu savaşları esas olarak bölge halklarına büyük felaketler getirirken, aynı zamanda ABD askeri-endüstriyel kompleksine ait şirketlerin kasalarını daha fazla doldurmasını sağlıyor. Bu temel gerçeklik nedeniyle bölge halkları kendi gelecekleri için çok geç olmadan “Savaşa Hayır”, “Emperyalizm Ortadoğu'dan defol” sloganlarıyla alanları doldurmak zorunda.
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar