1744n.png

BAE ile İsrail arasındaki anlaşmanın sonuçları

Abraham Anlaşması'nın en önemli sonuçlarından biri de Filistin davası her zamankinden daha çok Arap kimliğini yitirmesi ve İslami kimliği takviye olmasıdır. Gerçekte bu gelişme Filistin meselesini etnik çerçeveden çıkararak İslam dünyasında etnikçiliğin ötesinde bir seviyeye yükseltebilir. Nitekim bu gelişme Filistin'in İslami İran veya Türkiye gibi Arap kimliği olmayan ülkelere yaklaştırabilir.

6 Eylül 2020 Pazar
BAE ile korsan İsrail arasında sağlanan normalleşme anlaşmasının sonuçlarını ele aldığımız sohbetimizin birinci bölümünde sizlerle birlikteyiz. İki bölümden oluşan sohbetimizde bu anlaşmanın getirileri stratejik ve uzun vadeli mi, yoksa taktiksel ve kısa vadeli mi olacağını irdelemek istiyoruz.
 
Siyonist rejimin siyasi inzivadan çıkması
 
BAE ile korsan İsrail arasında varılan normalleşme anlaşmasının en önemli sonuçlarından biri, bu rejimle barış anlaşması imzalayan Arap ülkelerinin sayısında artış yaşanmasıdır.
 
BAE siyonist rejim İsrail'le barış anlaşması imzalayan ve resmen diplomatik ilişkilerini başlatma yönünde adım atan üçüncü Arap rejimi ve Fars Körfezi'nde yer alan ülkelerin arasında da birinci rejimdir.
 
1967 yılında vuku bulan Arap – İsrail savaşından sonra sadece Mısır 1978 yılında Camp Davit anlaşması ve Ürdün 1994 yılında Arap Vadisi Anlaşması'na imza atarak eli kanlı İsrail rejimi ile barış anlaşması imzalamıştı. Şimdi ise BAE Abraham adı ile anılan anlaşma ile birlikte Siyonist rejimle "barış anlaşması" imzalayan üçüncü Arap rejimi oldu.
 
Bu süreçte dikkat çeken nokta ise, sadece BAE korsan İsrail ile son otuz yılda gizlice ilişkileri sürdürmediği ve bundan başka diğer bazı Arap rejimler de Tel Aviv ile gizli ilişkileri olduğu ve bu ilişkilerin özellikle Suudi Arabistan'da Kral Salman döneminde ve 2015 yılından sonra daha da gelişmesidir.
 
Siyonist rejimin ikinci TV kanalı Mayıs 2016'da internet sitesinde şöyle yazdı: "BAE'nden önemli sayıda yatırımcı, başta Kudüs olmak üzere İsrail'de inşaat sektöründe yatırım yapıyor".
 
Siyonist rejimin Spor ve Kültür Bakanı Miri Rego Ekim 2018'de bu rejimin judo takımını BAE'ne gönderme bahanesi ile Abu Dabi'ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Korsan İsrail Dışişleri Bakanı İsrail Kans da Temmuz 2019'da ilk kez Ebu Dabi'yi ziyaret ederek BAE yetkilileri ile görüştü.
 
Bu gelişmelere bakıldığında aslında BAE ile İsrail arasında varılan anlaşma, bebek katili rejimin Batı Asya bölgesinde siyasi inzivadan çıkma anlamına gelmediği, zira zaten bazı Arap rejimlerin Filistin davasına ihaneti sayesinde çok önceleri siyasi inzivadan çıktığı söylenebilir. Nitekim Abraham Anlaşması domino etkisi yaparak Bahreyn ve Umman gibi diğer bazı Arap rejimleri de Tel Aviv'le ilişkilerini normalleştirmeye kalkışırsa, Filistin davası ve ayrıca Batı Asya bölgesi üzerinde stratejik etkisi olmayacaktır.
 
Siyonist rejimin Fars Körfezi'ne gelmesi
 
Bazı gözlemciler Abraham Anlaşması'nın önemli bir sonucu olarak, Siyonist rejimin böylece Fars Körfezi'ne ayak atacağını düşünüyor. Zira BAE korsan İsrail'le barış anlaşması imzalayan ilk Fars Körfezi ülkesi sayılıyor. Buna karşın İsrail'in Fars Körfezi'nde varlığı güvenlik ekseninden ziyade iktisadi amaçlı olacağı anlaşılıyor. Nitekim Camp David ve Arap Vadisi anlaşmaları da Tel Aviv'le Kahire ve Amman arasında güvenlik bağları oluşturmadı.
 
Buna göre Abraham Anlaşması da Siyonist rejimin Fars Körfezi'nde varlığına güvenlik boyutu kazandırmayacağı anlaşılıyor.
 
Gerçi bundan önce Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerle korsan İsrail arasında istihbarat ve güvenlik alanlarında bir takım iş birliği durumu söz konusu olmuştur. Ancak bu ilişkiler ve iş birliği daha çok söz konusu Arap rejimlerin iç güvenlik durumlarına yönelikti. Nitekim şimdi de İran İslam Cumhuriyeti'nin BAE ile İsrail arasında varılan anlaşmaya gösterdiği tepkiye bakıldığında, bu anlaşma Tel Aviv'in Fars Körfezi ve İran sınırlarına yakın bir bölgede güvenlik eksenli varlığı ile sonuçlanması imkansız olduğu anlaşılıyor.
 
İran Genel Kurmay Başkanı General Muhammed Bakıri bu konuda yaptığı uyarıda şöyle dedi:
 
Kuşkusuz İran milletinin komşu ülke BAE'ne barışı ve tutumu değişir ve İran silahlı kuvvetleri de bu ülkeye başka türlü hesaplarla bakmaya başlar; nitekim Fars Körfezi'nde İran İslam Cumhuriyeti'nin milli güvenliğine zarar verecek herhangi bir gelişmeden, velev ki naçizane olsun, BAE sorumlu tutulacak ve asla kabul edilmeyecektir.
 
Anlaşmanın kısa vadeli sonuçları
 
Gözlemcilere göre, Abraham Anlaşması, anlaşmanın üç tarafı yani BAE, Siyonist rejim ve ABD için iç arenalarında kısa vadeli bazı sonuçları olacak ve bu sonuçlardan en çok bu rejimlerin liderleri yararlanacak.
 
Arap uzman Ayeş Muhammed BAE'nin bu anlaşmadan çıkarları konusunda şöyle diyor:
Bir çokları Arap rejimlerin İsrail ile ilişkilerini normalleştirme konusunda rekabetleri ve bunun bu rejimler için faydaları ne olacağını soruyor. Gerçekte bu ülkeler normalleştirmeden hiçbir yararı olmayacak ve ortak çıkar veya yatırımdan söz etmek mutlak surette yalandır. Eğer böyle olsaydı, bundan yıllar önce İsrail ile ilişkilerini normalleştiren Mısır ve Ürdün çok iyi durumda olmaları gerekirdi. Oysa veriler bu ülkelerin iktisadi durumu çok vahim olduğunu gösteriyor.
Arap uzman Ayeş Muhammed şöyle devam ediyor:
Bu rekabetin gerçek nedeni, iktisadi çıkar değil, asıl bu ülkeleri yöneten siyasi düzenle ilgilidir. Siyasi açıdan despot rejimlerce yönetilen bu ülkelerin hakimiyetleri kendi halkı tarafından benimsenmiyor ve meşru da sayılmıyor. Dolayısıyla bu rejimler meşruiyetlerini dışarıdan temin etmek zorunda kalıyor. Şöyle ki; İsrail'in kucağına düşmek ancak bu ülkelerin despot yöneticileri için faydalıdır, zira bu durumda Tel Aviv ve Washington'un desteğinden yararlanıyorlar.
Dolayısıyla BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed'in kişisel menfaati ve Amerika ve Siyonist lobilerin desteğini kazanarak Batı Asya gelişmelerinde daha etkili rol ifa edebileceğini zannetmesi, Abu Dabi'yi Tel Aviv'le ilişkileri normalleştirmeye yönlendiren önemli etken sayılır. Bu analizin ve bakışın doğruluğunu ispat eden konu ise, Abu Dabi ile Tel Aviv arasında F-35 savaş uçaklarının BAE'ne verilmesi üzerine anlaşmazlık yaşanmasıdır. BAE Amerika'dan F-35 savaş uçaklarını satın almak istiyor; ancak siyonist rejim elebaşıları ve özellikle savaş Bakanı Beni Gantz buna şiddetle karşı çıkıyor. Gantz hiçbir anlaşma İsrail'in güvenliğini zayıflatmaması ve bölgede askeri üstünlüğünü etkilememesi gerektiğini vurguluyor.
 
Benyamin Netanyahu ve Donald Trump da BAE ile yapılan anlaşmaya kişisel çıkarları çerçevesinden bakıyor. Son günlerde Siyonist rejim Başbakanı Benyamin Netanyahu işgal altındaki Filistin'de kamuoyu ve siyasi partilerin ağır baskısı altında bulunuyor. İsrail İş Bulma Kurumu Başkanı Rami Graver geçen Mart ayında yaptığı açıklamada korona virüs salgını yüzünden işgal altındaki Filistin'de 600 bin kişinin işsiz kaldığını, bu rakamın 800 bine ulaşabileceğini tahmin ettiklerini belirtti. İsrail ekonomi bakanlığı ise bu rejimde korona virüs salgını yüzünden işsiz sayısı bir milyona ulaşacağını açıkladı.
 
Son iki ayda işgal altındaki Filistin'de her Pazar günü binlerce kişi sokaklara dökülerek Benyamin Netanyahu karşıtı protesto eylemi düzenliyor. Protestocular Netanyahu kabinesi korona virüs salgını ile mücadelede başarısız olduğunu, iktisadi sorunlara çözüm getiremediğini, üstelik Benyamin Netanyahu'nun dört fesat dosyası örtbas edilmeye çalışıldığını belirterek, Siyonist başbakanın istifa etmesini istiyor. İç arenada bu durumla karşı karşıya bulunan Benyamin Netanyahu BAE ile yaptığı anlaşmadan dış politika alanında bir koz gibi yararlanmaya ve böylece iç arenadaki baskıları hafifletmeye çalışıyor.
 
Öte yandan 2020 yılının başında Kasım ayında düzenlenmesi beklenen başkanlık seçimlerini kazanacağına kesin gözüyle bakan ABD Başkanı Donald Trump korona virüs salgını ve bu salgınla mücadelede beceriksizliğinin ardından bu umudu suya düştüğünü görmeye başladı.
 
Dünya genelinde korona virüs yüzünden gerçekleşen ölümlerin dörtte birinin Amerika'ya ait olduğu belirtiliyor. Beyaz Saray'a girdiği günden bu yana diğer ABD başkanları gibi korsan İsrail'e hizmette kusur etmeyen Trump başkanlık seçimlerinde şansını arttırmak için BAE ile İsrail arasındaki anlaşmayı ilan ederek, dış politika alanında tam başarısız olmadığını ispat etmeye çalıştı. Oysa gerçekte Trump yönetimi son dört yılda dış politika alanında hiçbir kazanımı olmadığı gibi “Önce Amerika” sloganı da “Yalnız Amerika”ya dönüştü. Bu yüzden Trump Abraham Anlaşması'nı ilan ederek dış politika alanında bir kazanımı olduğunu göstermek istedi.
 
Her halükarda ve bu anlatılanlardan hareketle Abraham Anlaşması için ne BAE, ne İsrail ve ne de Amerika için bir stratejik getirisinin olmadığı söylenebilir, zira gerçekte yeni bir gelişme yaşanmış sayılmıyor. Gerçekte Abu Dabi ta 1990'lı yıllardan bu yana Tel Aviv'le gizli ilişkilerini bulunuyordu ve şimdi bu ilişki sadece gün yüzüne çıkmış oldu. Nitekim Bahreyn ve Suudi Arabistan da ta 1990'lı yıllardan bu yana İsrail ile ilişkileri bulunuyor ve şimdi bu ülkelerin Siyonist rejimle muhtemel normalleşme anlaşmaları İsrail ile ilişkileri normalleştirme dominosu sayılmıyor.
 
 
****
 
Batı Asya'da siyaset ve gücün kutuplaşması
 
Bazıları BAE ile İsrail arasında varılan ve Abraham adı ile anılan anlaşma Filistinlileri Siyonist rejim İsrail'e karşı zayıflatacağını düşünüyor. Ancak burada akla gelen ilk soru, Filistin davası şimdiye dek BAE'nin dış politika alanında nasıl bir konuma sahip olduğu ve Abu Dabi'nin Filistin'e destek doğrultusunda hangi uygulamalarda bulunduğu sorusudur.
 
Uluslararası meseleler uzmanı Hüseyin Emir Abdullahian bu konuda şöyle diyor:
BAE zaten şimdiye kadar Filistin için bir tek adım bile atmış değil ki şimdi Tel Aviv'le anlaşması Filistin'i İsrail'e karşı zayıf konuma düşürsün. Gerçekte Filistin coğrafyası sürekli küçüldü, ancak başta BAE ve Suudi Arabistan olmak üzere Arap rejimlerin bir çoğu hiçbir tepkide bulunmadı ve sadece sözlü veya yazılı kınamalarla yetindi.
Bu gerçekten hareketle Abraham Anlaşması Filistin'in zayıf konuma düşmesine yol açmayacağı söylenebilir. Ancak anlaşmanın tabi ki önemli bir stratejik sonucu olacaktır. Bu anlaşmanın Batı Asya'da siyaset ve gücün kutuplaşmasına yol açacağı ve bu kutuplaşmayı takviye edeceği anlaşılıyor. Gerçekte bu anlaşma Filistinlilere ve Direniş Ekseni'ne uzlaşmanın gerçek yüzünü göstermiş oldu; nitekim Filistin içinde müzakere ve uzlaşmadan yana tavır koyan Filistinli gruplar bile şimdi Filistin'in toprak bütünlüğünü ve güvenliğini savunmak için "direniş"ten başka seçenek olmadığı sonucuna vardıkları anlaşılıyor. Hatta Filistin özerk teşkilatı anlaşmayı “ihanet” olarak ilan etti ve Abu Dabi'deki Büyükelçisini geri çağırdı.
 
Batı Asya bölgesinde Direniş Ekseni'nde yer alan Yemen'in Ensarullah hareketi, Lübnan'ın Hizbullah hareketi ve Irak'ta birçok direniş grubu BAE'nin bu hareketini sert bir dille kınayarak, Siyonist rejime karşı dayanışmaya ve Filistin'e desteğe vurgu yaptılar.
 
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ise bildirisinde şu ifadelere yer verdi:
Tarih Siyonist rejim tarafından işlenen bu stratejik hatanın ve BAE'nin mazlum Filistin milleti ve hatta tüm Müslümanların sırtına bu haksız yere indirdiği hançerin nasıl ters sonuç doğuracağını ve Direniş Ekseni'ni takviye ederek bölgede Siyonist rejim İsrail ve gerici Arap rejimlere karşı birlik ve dayanışmayı zirveye ulaştıracağını gösterecektir.
Libya Analysis Enstitüsü kurucusu ve ABD – Libya ticaret derneği eski icra başkanı Jason Pack, Foriegn Policy dergisinde şöyle yazdı:
Bir kaç on yıl için Arap – İsrail savaşı Batı Asya bölgesinde esas jeo politik fay hattı sayılıyordu; ancak son yıllarda bu durum, Fars Körfezi'nde yer alan Arap ülkelerinin sessizce İsrail'e yaklaşmasından sonra artık gündem dışı kaldı. İsrail ve BAE arasındaki son normalleştirme anlaşması bu değişim sürecine sadece resmiyet kazandırdı. Gerçi bu anlaşma Filistin – İsrail davasının çözümü üzerinde pek fazla etkisi olmayabilir ve esasen bu konudan kaçınmış olabilir, fakat başka alanların üzerinde derin tesiri olmuş ve Arap baharından bu yana bölgeyi uğraştıran çağdaş soğuk savaşın şiddetlenmesine sebebiyet vermiştir.
Dolayısıyla Batı Asya'da siyaset ve gücün kutuplaşmasının takviye edilmesi, BAE ile İsrail arasında varılan anlaşmanın stratejik sonuçlarından biridir.
 
“Hiç” karşılığında barış
 
Abraham Anlaşması'nın önemli sonuçlarından biri aslında anlaşmanın mahiyetidir. Geçmişte Siyonist rejimle Mısır ve Ürdün arasında varılan anlaşma, İsrail'in işgal ettiği bazı bölgelerden çekilmesine karşı varılan bir anlaşmaydı. Buna karşın BAE ile İsrail arasındaki anlaşma “barışa karşı barış” anlaşmasıdır. Gerçi BAE, Siyonist rejim bu anlaşmanın karşılığında Batı Şeria'yı ilhak etmekten vazgeçeceğini ileri sürdü, fakat Siyonist rejim Başbakanı Benyamin Netanyahu bir açıklama yaparak Batı Şeria'yı ilhak etme planı sadece bir süreliğine ertelendiğini ve kesinlikle iptal edilmediğini vurguladı.
 
Şimdi eğer Bahreyn ve muhtemelen Umman gibi diğer Arap ülkeleri için aynı süreç tekrarlanırsa, Abraham Anlaşması'nın getirilerinden biri, Siyonist rejimle anlaşma mahiyeti “toprağa karşı barış”tan “barışa karşı barış” olarak değişeceği söylenebilir. Bir başka ifade ile, Arap rejimler bu tür anlaşmaları ile Arap coğrafyasını küçültmenin yanı sıra Siyonist rejimin cinayetlerine de destek vermiş oluyor ki, bu da BAE ile korsan İsrail arasında varılan anlaşmanın stratejik sonuçlarından biridir.
 
BAE'nin adının kötüye çıkması ve Abu Dabi'ye yönelik tehditlerin artması
 
BAE ile Siyonist rejim arasında varılan anlaşmanın bir başka stratejik sonucu, BAE'nin adının kötüye çıkmasıdır ki, bu da doğal olarak bu ülke için ciddi zararlara ve tehditlere yol açacaktır.
 
Son yıllarda BAE Arap ülkelerinin içişlerine müdahale eden bir aktöre dönüştü. Bu müdahalelere Libya, Yemen, Lübnan, Suriye ve hatta Mısır'ı örnek vermek mümkün. Ancak bu ülkelerin içlerine müdahale etmek Abu Dabi için hiçbir getirisi olmadığı gibi Türkiye ve İran İslam Cumhuriyeti gibi bölgesel güçlerle aralarında gerginlikleri tırmandırdığı gözleniyor.
 
Öte yandan BAE komşusu Katar ile Fars Körfezi İşbirliği Konseyi çerçevesinde ciddi gerginlik yaşamaya başladı ve Abu Dabi ile Doha ilişkileri Haziran 2017'de kesildi.
 
Son aylarda Abu Dabi ile Ankara hattında da BAE'nin yanlış dış politikaları yüzünden ciddi gerginlik yaşanmaya başladı ve hatta tarafların arasında çatışma ihtimali gündeme geldi.
 
Yine BAE şimdiye kadar İran ve Katar ile diplomatik ilişkilerini düzeltmekten kaçındığı bir sırada Siyonist rejimin Filistin ülküsüne ihanet sayılan bir harekette bulunarak Abu Dabi'de büyükelçilik açması BAE'nin adını İslami ve Arap kimliğini gözardı ettiği için iyice kararttı ve bölgede Abu Dabi'ye yönelik baskıların artmasına yol açtı. Bu doğrultuda birçok Arap ülkesinde protestocular BAE karşıtı protesto eylemlerinde Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed'in posterlerini yaktı.
 
Uluslararası meseleler uzmanı Hüseyin Emir Abdullahian, twitter hesabında bu konuya temas ederek şöyle yazdı:
BAE çakma rejim İsrail'in ayağını Fars Körfezi'ne açmakla akılsızca bölgenin toplu güvenliğini ilgilendiren kırmızı çizgileri aşıyor. Bugünden itibaren Fars Körfezi'nde yaşanacak ve Siyonistlerin eli bulunduğu anlaşılacak her türlü gelişmenin sonuçları hem Siyonistler ve hem Abu Dabi için çok ağır olacaktır.
 
Filistin'in İslami kimliğinin takviye edilmesi ve Arap rejimlerin arasında çatlak oluşması
 
Abraham Anlaşması'nın en önemli sonuçlarından biri de Filistin davası her zamankinden daha çok Arap kimliğini yitirmesi ve İslami kimliği takviye olmasıdır. BAE Mısır ve Ürdün'den sonra Siyonist rejim İsrail ile diplomatik ilişki kuran üçüncü Arap ülkesidir. Bu gelişme Arap rejimlerin Filistin davasına desteğini gerilettiği anlamına geliyor. Gerçekte bu gelişme Filistin meselesini etnik çerçeveden çıkararak İslam dünyasında etnikçiliğin ötesinde bir seviyeye yükseltebilir. Nitekim bu gelişme Filistin'in İran İslam Cumhuriyeti veya Türkiye gibi Arap kimliği olmayan ülkelere yaklaştırabilir. Öte yandan BAE'nin bu uygulaması Arap ülkelerini de ikiye böldü. Zira Arap ülkelerinden birçok siyasi grup ve halk kitleleri BAE'nin bu uygulamasını kınayarak, hatta anlaşmaya destek veren hükümetlerine de karşı çıktılar. Bahreyn, Kuveyt, Irak, Yemen, Mısır, Fas, Tunus, Cezayir, Lübnan ve Ürdün'de halk ve bazı siyasi gruplar düzenledikleri protesto eylemlerinde BAE ile İsrail arasında imzalanan normalleşme anlaşmasına itiraz ederek hükümetlerinden bu anlaşmayı kınamalarını istediler. Kuşkusuz bu ülkelerin yönetimleri kendi halkının bu talebine karşı pasif tutum sergilemeleri halkla aralarındaki çatlağı daha da derinleştirecektir.
 
Arap kurumların zayıflaması
 
Son yıllarda Arap Birliği ve Fars Körfezi İşbirliği Konseyi gibi bazı Arap kurumlar pratikte etkisiz birer kuruma dönüştüğü gözleniyor. Gerçi Batı Asya bölgesinin Arap coğrafyası son yıllarda birçok çatışmaya ve savaşa ve sürekli değişikliklere sahne oldu, ancak Arap Birliği ve Fars Körfezi İşbirliği Konseyi gibi kurumlar sırf Suudi Arabistan gibi malum rejimlerin hizmetinde oldu ve Arap dünyasında yaşanan krizlerin çözümü için hiçbir etkili adım atmadı. Şimdi ise BAE ile İsrail arasında varılan anlaşmada bu kurumların Arap dünyasında hiçbir etkinliği olmayan birer kurum olduğunu ispat etti.
 
Filistin dil kimliği itibarı ile bir Arap ülkesidir ve Siyonist rejim İsrail ile sürtüşme ve savaş halindedir. Ancak Filistin'in Arap kimliği ve ayrıca Arap Birliği üyesi olmasına rağmen bu birlik BAE ile İsrail arasında varılan anlaşma hakkında hiçbir oturum düzenlemedi ve hatta Filistin Özerk Teşkilatı'nın acil oturum çağrısını reddetti. Bunun sebebi ise Arap dünyasında bu anlaşmaya yönelik oluşan çatlaktır. Mısır, Umman ve Bahreyn Abraham Anlaşması'na açıkça destek verirken, Suudi Arabistan ve bir kaç Arap rejimi sessiz kalmayı tercih etti. Bu arada Kuveyt gibi bazı Arap ülkeleri anlaşmayı kınadı. Dolayısıyla BAE ile İsrail arasında imzalanan anlaşmanın stratejik sonuçlarından biri Arap kurumların konumunu daha da zayıflatmaktan ibaret olduğu söylenebilir. Nitekim uzmanlar Arap dünyasında kurumlaşma meselesi yeniden tanımlanması gerektiğini dile getirmeye başladı.
 
Parstoday
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar