20517698-0-image-a-3_1572715145956.jpg

ABD, İran'da rejimi değiştirebilir mi?

Enerji zengini olan, Suriye'yi destekleyen, ABD ve İsrail karşıtı hareketlere arka çıkan, elinde Hürmüz Boğazı gibi bir koz bulunan İran'a geri adım attırmak, ABD açısından çok önemlidir. Peki, ABD bu hedeflerine ulaşabilir mi? Hayır. Çünkü nesnel olarak gerilemektedir. Stratejik hedefi ne olursa olsun, imkân ve kabiliyeti zayıflayan, hegemonyası aşınan bir güçtür ABD.

3 Aralık 2020 Perşembe
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD), strateji belgelerinde "hasım devletler" olarak andığı Çin ve Rusya karşıtı hamleleri aralıksız sürüyor. Üstelik bu hamleler sadece dış politikaya yönelik değil. İç siyasette de belli ölçüde karşılığı var. Peki, Çin'i ve Rusya'yı yakın çevrelerinde kuşatmak için seferber olan ABD'nin başarı şansı var mı? Dünya dengeleri buna uygun mu? ABD'nin gücü, ittifak ilişkileri yeterli mi? Bu sorulara yanıt ararken, Soğuk Savaş'ın başladığı yıllara uzanalım. İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna bakalım…
 
Bilindiği üzere, ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt'in görevi başında ölmesi sonucu, başkan yardımcısıyken başkanlık koltuğuna oturan Harry S. Truman, ABD dış siyasetinin, hem ülkenin refahını öncelediğini hem de dünya pazarlarının yeniden kurulması ve genişlemesini amaçladığını söylemiştir. 1947 yılında, Truman Doktrini diye anılan doktrini ilan etmiştir. ABD'nin dış politikasının değiştiğini, Sovyetler Birliği'ni durdurmaya ve kuşatmaya odaklandığını, bu kapsamda komünizm tehdidi altındaki ülkelere mali, siyasi, askeri destek vereceklerini açıklamıştır.
 
Marshall Planı da yine bu dönemde, 1947'de ilan edilmiştir. ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, Harvard Üniversitesindeki konuşmasında, savaş nedeniyle çöken Avrupa ekonomilerine dikkat çekerek, ABD açısından aynı zamanda büyük bir pazar olan bu ekonomilerin toparlanması, birbirleriyle işbirliğine yönelmesi için ABD'nin üzerine düşeni yapacağını söylemiştir. Bu amaçla Avrupa ülkelerine mali yardım, malzeme ve makine yardımı yapacaklarını vurgulamıştır.
 
Şimdi tekrar soralım. ABD ve Avrupa'nın yaşadıkları ekonomik bunalım, salgın hastalık sonrasında daha da ağırlaşmışken, ABD ve Avrupa'daki müttefikleri, dış politikadaki amaçlarını ne kadar gerçekleştirebilirler? Çin ve Rusya'ya yönelik siyasetlerini ne kadar hayata geçirebilirler? ABD, bu amaçla müttefiklerine ne kadar yardım edebilir? Müttefiklerini ne ölçüde yanında bulabilir?     
 
ABD'nin 30 yıldır hangi hesabı tuttu? 
 
Yukarıdaki soruların yanıtı çok açık. Dünya Soğuk Savaş'ın başlangıç yıllarından çok farklı. Soğuk Savaş biteli, 30 yıl oldu. ABD, son 30 yılda çullandığı, işgal ettiği, iç karışıklık çıkardığı ülkelerde her zaman amacına ulaşamadı. Yugoslavya'nın parçalanmasında istediğini aldı. Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan'daki renkli devrimlerde önce başarılı oldu, sonra konumunu koruyamadı. Afganistan'ı işgal etti, sonrasında ise umduğunu bulamadı. Irak işgalinde yaktı, yıktı ama yerine istikrarlı bir düzen koyamadı. Üstelik İran'ın artan etkisini önleyemedi. Suriye ve Libya'da ise süreç gelgitlerle devam ediyor. Latin Amerika'da da benzer tablo söz konusu. Hedefine ulaştığı ülkeler de var, ulaşamadıkları da.
 
Almanya hariç, Avrupa'daki müttefiklerinin zayıflığı da ABD'nin elini zayıflatıyor. Dahası, Avrupa'nın en etkili, en başat gücü olan Almanya ile de ciddi çelişkileri var ABD'nin. Berlin'i pek çok konu başlığında ikna edemiyor.   
 
Bu nedenle ABD, Soğuk Savaş yıllarındaki gibi, müttefikleri üzerinde denetim kurduğu günleri özlüyor. Lakin tarih ABD'nin istediği gibi ilerlemiyor.
 
ABD İran'ı nasıl görüyor?
 
Strateji; kuvvet, zaman, mekân unsurlarını dikkate alarak, hedefe ulaşmak için izlenen yolu, yapılan uygulamaları, başvurulan yöntemleri, kullanılan araçları içerir. Stratejik güç oluşturmadan, stratejik hedef saptanmadan hiçbir mücadele verilemez. Ne savaş, ne siyaset, ne diplomasi…
 
Stratejik hedef doğru saptanmamış ise taktiklerin doğru olması yararsızdır. Stratejik hedefe doğru ilerlerken, sık sık durum muhakemesi yapmak, muhasebe çıkarmak, imkân ve kabiliyetlerin hedef için yeterli olup olmadığını denetlemek gerekir. Aksi halde, fırsatları değerlendirmek, risk ve tehditlere karşı önlem almak olanaksızdır.
 
Stratejiye ilişkin bu kısa ve basit anımsatmayı yapmamızın nedeni, Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) başkan seçilen Joe Biden'ın kabinesini oluşturmaya başladığı süreçte, ABD'nin müstakbel ve muhtemel hamlelerine ilişkin dillendirilen beklentiler. Konuşulan senaryolar. Başkanın kimliği, dışişleri bakanının kişiliği üzerinden yapılan tahminler. ABD'nin stratejik tercihleri, öncelikleri ve çıkarlarına ilişkin yazılan yorumlar.
 
Başlıktaki soruya gelince… ABD'nin İran siyaseti, Orta Doğu siyasetinden bağımsız değildir. İsrail'in güvenliği, Suudi Arabistan ve müttefiklerinin güvenlik ihtiyaçlarının temini, enerji kaynakları ve güzergâhlarının denetimi, Rusya ve Çin'in bölgede artan ağırlığının dizginlenmesi, Kürt devletinin kurulması, İran'da rejim değişikliğinin kotarılması, ABD'nin öncelikleridir. Başkan değiştiği için, bu hedeflerin değişmesi beklenemez. İran'ın bölgede artan ağırlığını, Şiiler üzerindeki nüfuzunu, ABD ve İsrail karşıtı tavrı nedeniyle Sünni rejimler arasında olmasa bile Sünni halklar nezdinde edindiği itibarı geriletmek ister ABD. İran'ın yerinde, zamanında, dozunda, muhatabına göre kullandığı söylemlerin (Şiilik, İslam Devrimi, emperyalizm karşıtlığı, Siyonizm karşıtlığı, ABD karşıtlığı gibi…) hayli etkili olduğunu gören ABD için, Tahran'ı dize getirmek, stratejik bir kazanım olarak görülür.
 
ABD, İran'da rejimi değiştirebilir mi? 
 
ABD açısından İran, hasım güçler olarak tanımladığı Rusya ve Çin'le birlikte hareket eden, ABD'nin stratejik müttefiki İsrail için büyük tehdit oluşturan, ABD'nin bölgede yakın ilişkilere sahip olduğu Suudi Arabistan ve bu ülkenin liderlik ettiği Arap ülkeleri tarafından sevilmeyen bir güçtür. Enerji zengini olan, Suriye'yi destekleyen, ABD ve İsrail karşıtı hareketlere arka çıkan, elinde Hürmüz Boğazı gibi bir koz bulunan İran'a geri adım attırmak, ABD açısından çok önemlidir. İran'a yönelik yıllardır uyguladığı ambargonun da, stratejinin de, siyasetin de, yaptırımların da temelinde bunlar yatar.
 
Peki, ABD bu hedeflerine ulaşabilir mi? Hayır. Çünkü nesnel olarak gerilemektedir. Stratejik hedefi ne olursa olsun, imkân ve kabiliyeti zayıflayan, hegemonyası aşınan bir güçtür ABD. Bu temel gerçek, Biden için de geçerlidir ve bağlayıcıdır. Her ne kadar Joe Biden, Obama döneminde imzalanan ve Trump döneminde ABD'nin çekildiği İran'ın nükleer faaliyetlerine ilişkin antlaşmaya (P5+1) yeniden imza atacağı yönünde vaatte bulunsa da, İran politikasında büyük değişim beklenmemelidir. ABD; 1979 İslam Devrimi öncesinde sıcak ilişkilere sahip olduğu İran'ı kuşatmak, çevrelemek, rejimini değiştirmek istese de, bunu başaracak güçten yoksundur.
 
Barış Doster
CRI
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar