59939-unnamed.png

Taliban'ın zaferi: Jeopolitik bir deprem

Amerika sonrası, ilk aşaması İslami İran ve Afganistan'ın 1979'daki dünyanın en büyük iki imparatorluğuna karşı zaferlerinden doğan islami uyanışın, ABD'nin Afganistan'daki yenilgisi sonrası ikinci aşamasının kapılarını açacak. Batı ve en son ABD emperyalizminin egemen olduğu beş yüzyıllık dönemin sonu, Müslümanları özgün olabilmek noktasında özgürleştirecektir.

2 Ekim 2021 Cumartesi
İNTİZAR - İmparatorlukların meşhur mezarlığı Afganistan, ABD imparatorluğunu ve küresel egemenlik umutlarını gömdü mü? ABD'nin Afganistan'daki yenilgisinin jeopolitik depremi, Dünya nüfusunun ve kaynaklarının çoğunluğuna ev sahipliği yapan "Dünya Adası" olan tüm Avrasya süper kıtasına şok dalgaları gönderdi ve ABD'nin lanetli ulus inşa projesinin enkazı altındaki arzularını ezdi.
 
İngiliz jeopolitik teorisyeni Sir Halford John Mackinder, şu denklemi meşhur etti: “Doğu Avrupa'yı yöneten, Heartland'ı da yönetir. Heartland'ı yöneten 'Dünya Adası'nı da yönetir. Dünya Adası'na hükmeden dünyaya hükmeder.” Ancak bugün, Doğu Asya'nın ekonomik yükselişi, Zbigniew Brzezinski'nin “Büyük Satranç Tahtası”nın merkezini doğuya, Mackinder zamanındaki Doğu Avrupa'dan genel olarak Orta Asya'ya ve özel olarak Afganistan'a kaydırdı. ABD (Anglo-Siyonist) İmparatorluğu, Büyük Satranç Tahtası'nın merkezini kontrol etme konusundaki Afgan kumarını kaybederek, 19. yüzyıldaki Büyük Oyun'un bugünkü eşdeğerini kaybetmiş görünüyor.
 
ABD'nin Afganistan'daki 2021 yenilgisi, 1989 Sovyet yenilgisine pek çok açıdan benzerlik taşıyor. Her iki durumda da, son derece üstün askeri, ekonomik ve teknolojik kaynaklara sahip, dünya çapındaki bu iki imparatorluk, grotesk Afgan gerillaları tarafından kesin olarak yenilgiye uğratıldı. Her iki durumda da, istilacı ve işgalci bu iki imparatorluk egemen ideolojilerini -SSCB için komünizm, ABD için neoliberal kapitalizm- dayatmaya çalıştı ve İslam bayrağını taşıyan Afganlar tarafından bozguna uğratıldı. Her iki imparatorluk da Afganistan'ı boyunduruk altına alma çabalarında muazzam meblağlarda para harcadı ve bu süreçte kendilerini iflas ettirdiler. Her iki imparatorluğun da hayali gücü, yenilgilerinin altında ideolojik, kültürel, ekonomik ve askeri zayıflıkları ortaya çıkardığı için Afganistan'daki talihsizlikleri nedeniyle maskesini düşürmekte ve çürütmektedir. Belki de en önemlisi, her iki imparatorluk da kendi Afgan fiyaskolarında hesaplanamaz moral kayıpları yaşadı ve emperyal çöküşün önünü açtı.
 
Sıradan Amerikalılar ve seçtikleri politikacılar, Afganistan'da neyin tehlikede olduğuna dair belirsiz bir fikre sahipler. ABD'nin Afganistan'daki haçlı seferini 11 Eylül 2001'deki "terör saldırısının" intikamı olarak gösteren medya propagandasıyla beyinleri yıkandı. Gerçekte, 11 Eylül yeni muhafazakârlar tarafından içeride sahte bir bayraktı ve ABD'nin Afganistan'a karşı savaşı terörle mücadele veya intikamla değil, jeopolitik ve parayla ilgiliydi. Afgan savaşı, başta askeri-endüstriyel-istihbarat kompleksinin uyuşturucu satıcıları olmak üzere çeşitli yozlaşmış kişi ve kuruluşlar için muazzam miktarda para kazanmayı başarsa da, makro düzeyde finansal bir felaket ve ilk büyüklüğün jeopolitik bir gafıydı.
 
ABD'li işgalciler Afganistan'ın zengin doğal kaynaklarını - sadece afyonu değil, aynı zamanda demir, bakır, lityum, nadir toprak elementleri, kobalt, boksit, cıva, uranyum ve krom dahil olmak üzere trilyonlarca dolar değerinde maden yataklarını - yağmalamayı umuyorlardı. Ve bir TAPI (Türkmenistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan) doğal gaz boru hattı inşa etmeyi ve kontrol etmeyi umuyorlardı. Nitekim TAPI boru hattı planları, Taliban'ın boru hattı sözleşmesini Arjantinli Bridas şirketine sunmak yerine ABD/CIA adayı Unocal'a vermeyi reddetmesi üzerine Temmuz 2001'de alınan ABD'nin Afganistan'ı işgal etme kararında muhtemelen en önemli faktördü.
 
ABD, Taliban tarafından aşağılanması sayesinde, Orta Asya'nın maden ve enerji kaynaklarını sömürme çabalarında ve Avrasya süper kıtasını birleştiren Yeni İpek Yolu ticaret koridoru planlarında yalnızca marjinal bir oyuncu olacak. Orta Asya'nın gelişimi öncelikle yakındaki en büyük ekonomik güç olan Çin tarafından yönlendirilecektir. Bu nedenle, jeopolitik analist Alfred McCoy, Çin'in Afganistan'daki ABD yenilgisinin birincil yararlanıcısı olacağını savundu. McCoy şöyle yazıyor :
 
“Avrasya'ya bir trilyon dolar ve Afrika'ya bir trilyon dolar daha yatırım yapan Çin, tarihin en büyük altyapı projesinden başka bir şeyle meşgul değil. Bu üç kıtayı raylar ve boru hatları ile çaprazlıyor, Asya'nın güney kenarı etrafında deniz üsleri inşa ediyor ve tüm üç kıta dünya adasını bir dizi 40 büyük ticari limanla çevreliyor.
 
Böyle bir jeopolitik strateji, Washington'un Avrasya üzerindeki kontrolünü kırmak ve böylece küresel hegemonyasından geriye kalanlara meydan okumak için Pekin'in koçbaşı haline geldi. Kabil'den toplu tahliyenin çok güçlü bir şekilde gösterdiği gibi, Amerika'nın eşitsiz askeri hava ve deniz donanmaları hala bu kıtaların üzerinde ve çevresinde hızlı hareket etmelerine izin vermektedir. Ancak Çin'in kara tabanlı, çelik nervürlü altyapısının o dünya adasının çöllerinde, ovalarında ve dağlarında yavaş ve santim santim ilerlemesi, gelecekteki kontrolün çok daha temel bir biçimini temsil ediyor."
 
Avrasya-Afrika dünyası adasının gelecekteki lider gücü olarak Çin'in yükselişi, İslam ve dünyanın Müslüman milletleri ve halkları için önemli etkilere sahiptir. Afganistan, İran, Pakistan, Türkiye ve Müslüman Doğu'nun diğer ulusları ile birlikte kaçınılmaz olarak Çin merkezli bir ekonomik yörüngeye çekilecektir. Müslümanlar sonunda Müslüman olmayan Çinliler tarafından istila edilecek, işgal edilecek ve fiziksel ve ideolojik olarak sömürgeleştirilecek mi? Dinleri nedeniyle (muhtemelen Batı propagandasının önerdiği kadar korkunç olmasa da) kesinlikle baskı altında olan Uygurların kaderi Orta ve Doğu Asya'nın diğer Müslüman halklarını mı bekliyor?
 
Müslümanlar kuşkusuz para ve güç konusunda Çin ve diğer ülkelerle itişip kakışacak olsa da, Çin'in Müslüman dünyasını Avrupa-Amerikalılar ve Siyonistlerin yaptığı gibi sömürgeleştirmesi ve boyun eğdirmesi pek olası görünmüyor. Çin sınırında yaşayan milliyetçi Uygurlar bir istisnadır. Tarihsel olarak, Çin, Avrupa'nın aksine, uzak diyarları işgal etme ve sömürgeleştirme konusunda bir eğilim göstermedi. Ve resmi Marksizmine rağmen, Çin'in gerçek ideolojisi Konfüçyüsçü köklerine çok uygun bir tür kolektivist milliyetçiliktir. Evrenselleşen bir ideolojiden yoksun olan Çin, Hristiyan ve Hristiyan sonrası "medenileştirici misyonlarıyla" Avrupa-Amerika'nın aksine, kültürünü diğer halklara zorlama arzusundan yoksundur. Herkesin Hıristiyan olmasını isteyen Hristiyanlar ve herkesin komünist olmasını isteyen (Avrupalı) komünistler ve herkesin neoliberal laik hümanist olmasını isteyen neoliberal laik hümanistlerin aksine, Çinliler herkesin Çinli olmadığını çok iyi biliyorlar ve bu onların için sorun değil.
 
Batılı laik hümanist emperyalistlerle Çinli pragmatistler arasındaki keskin fark, Batı'nın 1979'dan beri İslam Cumhuriyeti ile savaş halinde olduğu ve onu ortadan kaldırmaya adamış olduğu İran'da tam olarak kendini gösteriyor. Batılı laik hümanistler ve onların Hıristiyan ve/veya ya da Siyonist yoldaşları, İran'ın İslami yönetim deneyimine katlanamazlar, çünkü başarısı, tüm dünyanın Batı gibi olmaya yazgılı olduğu şeklindeki efsanevi yanılgılarını tehdit eder. Çinliler ise İran'a muğlak komünist Konfüçyüsçülüğü empoze etmekle ilgilenmiyorlar. Batı, İran'a ve bölgesel müttefiklerine sonsuz terör saldırıları düzenlerken, Çin, indirimli petrol karşılığında İran'ın altyapısını geliştirmeyi amaçlayan 25 yıllık 400 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladı. Batı'dan farklı olarak Çin, İran'ın başarılı İslami Cumhuriyet tecrübesinin devam etmesine aldırış etmemekten son derece mutlu.
 
Batı'nın İslami İran'a karşı savaşındaki diğer faktör olan Siyonizm de aynı şekilde İslam-Çin ilişkilerinde bir faktör değildir. Siyonist milyarderlerle dolu egemen seçkinleri olan Batı, Filistin'i işgal eden ve soykırıma uğratan Siyonist varlığı korumaya ve genişletmeye fanatik bir şekilde kendini adamıştır. Çin'in, Çin çıkarlarına hizmet etmek üzere Siyonistlerle pragmatik bir şekilde bağlar geliştirirken, Siyonizm'e ideolojik bir bağlılığı yoktur. Batı-sonrası bir dünyada kaçınılmaz bir durum olan Siyonist varlık nihayet çöktüğünde, Batı emperyalizmi altında korkunç acılar çeken ve sonuç olarak Filistinlilerle empati kuran Çinliler hiç gözyaşı dökmeyecek.
 
Batı ve en son ABD emperyalizminin egemen olduğu beş yüzyıllık dönemin sonu, Müslümanları özgün olabilmek noktasında özgürleştirecektir. Emperyalist-sömürgeci saldırganlığın bitmek bilmeyen saldırısına durmaksızın tepki vermek yerine, sonunda ne tür (İslami) yönetim yapıları altında yaşamak istediğimizi anlamak için nefes alma alanı bulacağız. Amerika sonrası, ilk aşaması İslami İran ve Afganistan'ın 1979'daki dünyanın en büyük iki imparatorluğuna karşı zaferlerinden doğan İslami uyanışın, ABD'nin Afganistan'daki yenilgisi sonrası ikinci aşamasının kapılarını açacak.
 
Kevin Barrett
Crescent Internatonal
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar