46611-cats.jpg
  • Anasayfa» 
  • Analiz»
  •  11 Eylül savaşlarında ABD'nin yenilgisi “Çine Dönüş”ü hızlandırıyor — İslami alternatif için açılan kapı

11 Eylül savaşlarında ABD'nin yenilgisi “Çine Dönüş”ü hızlandırıyor — İslami alternatif için açılan kapı

Amerika'nın Kabil'deki çöküşü, yalnızca Afganistan'da değil, aynı zamanda 11 Eylül savaşları olarak bilinen daha geniş bir dizi çatışmada da yenilginin sinyalini verdi. Gerçekte, İslam bir kez daha dünyanın dayanak noktası olmaya hazırlanıyor, çünkü rakiplerinin aksine, dini çeşitliliği korurken aynı zamanda yeryüzünde güçlü bir İlahi düzen yaratmak için geleneklere ve araçlara sahip.

10 Ekim 2021 Pazar

İNTİZAR - Can çekişen ABD imparatorluğu, Taliban'ın Kabil'e girdiği ve eski kukla cumhurbaşkanı Eşref Gani'nin çalınan milyonlarca dolar nakitle kaçtığı 15 Ağustos 2021'de büyük bir gerileme yaşadı. Taliban'ın parıldayan zaferi eski işgalcileri ve dünyayı şok etti.

24 Nisan'da, üst düzey ABD'li yetkililer savaşın kaybedildiğini kabul ettiler ve kalan 3500 askeri  Begram Hava Üssü'nden çekmeye karar verdiler ve 1400 personeli korumak için 650 askeri ABD büyükelçiliğinde görevlendirdiler. Yavaş ve düzenli bir tahliye planı, Taliban'ın ABD destekli kukla rejimi yenmesinin en az bir, muhtemelen iki yıl alacağını iddia eden istihbarat değerlendirmelerine dayanıyordu.

2 Temmuz'da Amerikalılar gecenin köründe kukla “müttefiklerine” haber bile vermeden Bagram'dan kaçtılar. Ağustos ayı başlarında Amerikalılar, Taliban'ın aylar hatta haftalar içinde kazanabileceğini kabul etti. Washington'ın küçük düşürücü ve kaotik 15 Ağustos yenilgisi, Pentagon'un hayal ettiğinden daha hızlı geldi.

Amerika'nın Kabil'deki çöküşü, yalnızca Afganistan'da değil, aynı zamanda 11 Eylül savaşları olarak bilinen daha geniş bir dizi çatışmada da yenilginin sinyalini verdi. ABD-Siyonist propagandacıları tarafından Eylül 2001'de Dünya Ticaret Merkezi'nin yıkılmasına karşı bir savunma tepkisi olarak çerçevelenen bu savaşlar, aslında halkla ilişkiler lansmanı olarak hizmet eden sahte bayrak vahşetinden aylar önce planlanmıştı.

11 Eylül darbesinde iktidarı ele geçiren neoconlar, General Wesley Clark'ın açıkladığı gibi “beş yılda yedi ülkeyi ortadan kaldırmayı” amaçlıyorlardı. Irak, Suriye, Libya, Lübnan, Sudan, Somali ve nihayet İran'da ABD yanlısı rejim değişikliğini uygularken Afganistan'ı Avrasya “büyük satranç tahtasının” kalbinde kalıcı bir ABD üssü yapmayı umuyorlardı.

Ancak hikayenin tamamı ABD emperyal çıkarlarından ibaret değildi. İsrail yanlısı neoconlar, İsrail'in sadece düşmanlarını yenmekle kalmayıp, aynı zamanda Benjamin Netanyahu tarafından yaptırılan ve Richard Perle, Douglas Feith, David Wurmser tarafından yazılan 1996 "Clean Break" belgesinde belirtildiği gibi, bölgedeki baskın güç olmak, onlara "üstün gelmek" için bölgeyi yeniden inşa etmek adına ABD ordusunu gizlice gasp ettiler ve aynı fikirde olan Siyonist fanatikler -esasen Eylül 2000 PNAC belgesini yayınlayan "Rebuilding America's Defenses - Amerika'nın Savunmasını Yeniden İnşa Etmek" adlı grup- ABD'nin gücünü Müslüman Doğu'ya karşı serbest bırakmak için "yeni bir Pearl Harbor" çağrısında bulundular.

Neoconlar, ABD ordusunu gasp edip, İsrail için bir dizi aptalca ayak işi görmek üzere göndererek, Çin'in yükselişi ve Amerika'nın çöküşüne zemin hazırladılar. Ancak Amerikalılar, kendi kendini atayan tek kutuplu hegemon olarak statülerini kaybetmeyi kabul etmeye henüz hazır değiller. ABD, 11 Eylül savaşlarında yenilgiyi kabul ederek güçlerini yeniden topluyor ve Çin'e yöneliyor. New York Times'ın 22 Ağustos'ta bildirdiği gibi: "Amerikan çekilmesi (Afganistan'dan) ABD'nin dikkatini Pekin'e yeniden odaklamasına da izin verecek. Başkan Biden, Afganistan'daki savaşın — ne kadar kaotik olursa olsun — ülkeyi çok uzun süre daha büyük jeopolitik önceliklerden uzaklaştırdığını açıkça belirtti. Biden Pazartesi günü Beyaz Saray'da yaptığı açıklamada, 'Gerçek stratejik rakiplerimiz — Çin ve Rusya — ABD'nin Afganistan'ı süresiz olarak istikrara kavuşturmak için milyarlarca dolarlık kaynak ve dikkat harcamasını sürdürmekten başka bir şey istemeyeceklerini' ifade etti.”

ABD'nin Çin ve Rusya'ya karşı yaklaşmakta olan mücadelesi bir Soğuk Savaş 2.0 anlamına geliyor. Ancak, ABD kapitalist liberalizmini Çin-Sovyet Komünizmi ile karşı karşıya getiren ilk Soğuk Savaş'ın aksine, bu yeni Soğuk Savaş'ta, Amerikalılar ideoloji güdümlü fanatikler ve Çinliler ile Ruslar ise pragmatistler olarak görünüyor. Orijinal Soğuk Savaş'ta olduğu gibi, Yeni Soğuk Savaş da materyalist felsefelere dayalı toplayıcı ideolojilerin zayıflıklarını sergileyecektir. Komünizmin 1991'de çökmesi gibi, Yeni Dünya Düzeni kurma iddialarıyla Amerikan tarzı liberal kapitalizmin 2020'lerde veya 2030'ların başına ulaşacak bir süreçte çökmesini bekleyebiliriz.

Amerikan liberal kapitalizmi, özgürlük kavramına odaklanan kültürel bir bileşeni ve özel milyarderlerin yönetim kurumlarına hükmetme ve topluma iradelerini dayatma özgürlüğüne dayanan bir ekonomik düzeni bir araya getiriyor. Bu düzen hızla çöküyor. Batı'da özgürlüğe bağlılık gün geçtikçe aşınıyor, yerini acımasız sansür ve topyekün gözetim alıyor. Bu arada Batılı “liberal” (milyarderlerin sahip olduğu) ekonomiler, Çin'in kamu bankacılığına dayalı planlı ekonomisine göre durgunluk yaşıyor. Rusya da ulusal ve popüler çıkarları gözeten güçlü bir devlet tarafından yönetilen planlı bir ekonominin Yeltsin dönemi milyarder oligark liberalizminden daha iyi çalıştığını keşfetti.

Ulusötesi bir siyaset felsefesi olarak liberalizmin ölümü ve onun yerini küçük pragmatizm ve kabileciliğin (hizipçilik, grupçuluk, aşiretçilik) alması, İslam'ın doldurmaya hazır olduğu manevi bir boşluk bırakıyor. İnsan kalbi, ekonomik ilerlemeden ve ulusal özgüvenden daha büyük bir şey için yaşamayı arzular. Nihayetinde, Tanrı'ya teslim olmayı ve Tanrı'nın yolunda yürüme taahhüdünü yaşamayı arzular. Ve dünyanın modern iletişimle her zamankinden daha fazla birbirine bağlandığı bir çağda, insan kalbi artan bir şekilde Tanrı'nın eli altında birlik aramaktadır.

Geniş çapta birbirinden ayrılmış topraklardan ve kültürlerden insanları Tanrı'ya ortak bir bağlılık altında bir araya getirme yeteneğini ve bu bağlılığa dayanan ortak bir sosyo—politik dağılımı gösteren İslam, giderek daha belirgin bir alternatif olarak görülecektir.

İslam'ın kendisini insan uygarlığının temel direği olarak yeniden ortaya koyma olasılığı Tony Blair gibi insanları korkutuyor. Eski Birleşik Krallık Başbakanı ve savaş suçlusu, ABD'nin Afganistan'daki yenilgisine, Joe Biden'ın çekilmesini "aptallık" olarak nitelendiren 2700 kelimelik histerik bir makale yazarak yanıt verdi. Blair, Anglo-Siyonist Afgan yenilgisinin “dünyadaki her cihatçı grubu neşelendirdiğini” söyleyerek ateş püskürüyor. “Radikal İslam”ın yükselişte olmasından endişe duyuyor.

Blair, Dünya Ticaret Merkezi'nin patlayıcılarla yıkıldığını ve 11 Eylül'ün Batı'nın nefret ettiği İslami Uyanış'a karşı savaşa girmesi için kendi kendine bir bahane olduğunu çok iyi biliyor“Daha iyi bir terim istemek için buna ‘Radikal İslam' diyeceğim. Enstitüm tarafından kısa bir süre önce yayınlanacak bir araştırma makalesi, bu ideolojinin farklı biçimlerde ve değişen derecelerde aşırılıkçılıkla neredeyse 100 yıllık gebelik döneminde olduğunu gösteriyor. Özü, Müslüman insanların dış güçler ve kendi yozlaşmış liderlikleri tarafından ezildikleri için saygı görmedikleri ve dezavantajlı oldukları ve cevabın İslam'ın köklerine geri dönmesinde uluslara değil dine dayalı bir devlet yaratmasında yattığı inancıdır..."

Blair çok haklı. Ancak daha sonra İslami Uyanışı yanlış karakterize etmeye devam ediyor: "İslam dininin siyasi bir ideolojiye ve zorunlu olarak dışlayıcı ve aşırı bir ideolojiye dönüştürülmesidir, çünkü çok inançlı ve çok kültürlü bir dünyada tek bir gerçek inanç vardır ve hepimiz buna uymalıyız". Aslında, yüzyıllar boyunca İslami siyasi uygulama her zaman çok inançlı ve çok kültürlü bir dünyada yaşadığımız gerçeğinin Tanrı vergisi olduğunu benimsemiştir. Medine Anayasası'nın hazırlanmasından, Hz. Muhammed'in Dünya Hıristiyanlarıyla olan Antlaşmalarının hazırlanmasına, İslamı İran gibi en otantik İslami yönetilenler de dahil olmak üzere günümüzün Müslüman çoğunluklu uluslarının çoğundaki mevcut uygulamaya kadar, Müslümanlar “dinde zorlama olmadığı” konusunda ısrar ettiler ve gelişen dini çeşitlilikle dolu toplumları yönettiler. Blair, tarihsel olarak dünyadaki herkesi kendi ilkelerine dönüştürmeye çalışan kendi Katolikliğini Müslümanlar üzerine yansıtıyor.

Gerçekte, İslam bir kez daha dünyanın dayanak noktası olmaya hazırlanıyor, çünkü rakiplerinin aksine, dini çeşitliliği korurken aynı zamanda yeryüzünde güçlü bir İlahi düzen yaratmak için geleneklere ve araçlara sahip. Önümüzdeki Amerikan sonrası dönemde liberalizmin ve küçük kabileciliğin boşluğu giderek daha belirgin hale geldikçe, Tony Blair gibi İslamofobik savaş suçluları bile İslami alternatifin kaçınılmazlığını görme noktasına gelebilir.

Kevin Barrett
Crescent International
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar