Dunya-Kuresi-Fiziki-Turkiye.jpg

2024 jeopolitik uyanış yılıdır

Dünya uluslarının büyük çoğunluğu Batı'nın iki yüzlü doğasını uzun zaman önce fark etti ve artık onun tatlı vaatlerine ve sahte sözlerine inanmıyor - küresel uyanış geri döndürülemez.

10 Aralık 2023 Pazar

İNİTZAR - Soğuk Savaş yıllarından, 90'lı yılların başlarında çöken Doğu Blok'u ile birlikte Tek Kutuplu Dünya yıllarına ve epeydir şekillenmekte, vücut bulmakta olan Çok Kutuplu Dünya günlerine doğru büyük bir hızla akmakta olan bir zaman nehrinin şaşkınlık verici hızına şahit olmaktayız. 

Çok Kutuplu Dünya artık iyiden iyiye kendini belli etmeye başladı. Bu yeni şekillenmekte olan dünyanın farkında olanlar ve bu farkındalık ile geleceğini planlayanlar için muazzam fırsatlar barındırdığı bütün netliği ile ortada duruyor. Buna karşın hala başını ABD'nin çektiği Batı hegemonyasının merkezde olduğu güçler dengesi üzerinden mevcut iktidarlarını ikame etmenin hesabı içinde iş görenler de var. Anlaşılan o ki yakın gelecek, hesabını yaparken dayanaklarını iyi hesaplayamayan bu iktidar sahiplerinin savrulacağı sahneleri bize gösterecek.

Kurulmakta olan Çok Kutuplu Dünya'nın hem farkındalık noktasında ve hem de sahada ortaya koyduğu fiiller açısından en önemli unsurlarından biri olan Rusya'nın yaklaşımını izhar eden Rusya Federasyonu Dış İstihbarat Servisi Direktörü Sergey Yevgenyevich Naryshkin'in 2024 yılı ile ilgili öngörülerini içeren yazısı oldukça dikkat çeken tespitler barındırıyor. 

Rusya'nın yakın geleceği nasıl gördüğü sorusuna da cevap niteliğindeki bu önemli tespitler içeren yazının bir kısmını ilginize sunuyoruz... 

2024 jeopolitik uyanış yılıdır

Egemenliğini sürdürmeye çalışan Batı ile egemen kalkınma hakkını savunan yeni güç merkezleri arasındaki şiddetli mücadelenin yol açtığı küresel çalkantının önümüzdeki yıl da ivme kazanmaya devam edeceği açıktır. Dahası, gözlerimizin önünde cereyan eden dünyanın yeniden yapılandırılması sürecine, kendilerini liberal-totaliter "uyuşukluktan" kurtarmak isteyen daha fazla ülkenin, halkın ve tüm kıtaların jeopolitik uyanışının eşlik edeceğine inanmak için nedenler var.

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana 30 yıldır devam eden ve özel askeri harekatın başlamasıyla açık bir aşamaya giren "eski" ve "yeni" dünyalar arasındaki temel ya da belki de varoluşsal çatışma, son bir yılda coğrafi olarak her şeyi kapsayıcı hale geldi. Washington ve müttefikleri tarafından ısrarla dayatılan küreselci ve açıkça hümanizm karşıtı gündem, çok kutupluluk fikrini paylaşan ve geleneksel dünya görüşüne bağlı olan Batılı olmayan devletler arasında giderek artan sayıda tepkiye neden olmaktadır. Tüm bunlar istikrarsızlık risklerini çoğaltmakta ve dış politika arenasında kaosun artmasına yol açmakta, dünya liderleri açısından büyük bir itidal ve öngörü gerektirmektedir.

Şu ana kadar ortaya çıkan dünya tablosu, zayıflayan ABD'nin temsil ettiği "tepedekilerin" artık kendi liderliklerini sağlayamadıkları ve Anglosakson elitinin abartmadan diğer tüm ülkeleri dahil ettiği "aşağıdakilerin" artık Batı diktasına boyun eğmek istemedikleri klasik bir devrim durumunu andırmaktadır. Halihazırda var olan ve yalnızca Anglosaksonların yararına olan küresel "üstyapı"nın tamamının radikal bir şekilde çökmesini önlemek için, Avrupa-Atlantik üst düzey yöneticileri, kontrollü kaos yaratmanın iyi bilinen yolunu izleyecektir - bazı "inatçı" devletleri diğerleriyle karşı karşıya getirerek gezegenin kilit bölgelerindeki durumu istikrarsızlaştırmak ve daha sonra bunların etrafında Batı'nın kontrolü altında operasyonel ve taktiksel koalisyonlar oluşturmak.

Ancak mevcut durumun özelliği, Washington ve uydularının yıkıcı tasarımlarını tam olarak gerçekleştirme kabiliyetlerinin giderek azalmasıdır. Şüphesiz Rusya'nın yanı sıra Çin, Hindistan ve diğer birçok devletin de dahil olduğu sorumlu dünya oyuncuları bir araya geldi ve dış maceralara kararlılıkla karşı çıkmaya ve örneğin Suriye'de olduğu gibi kriz çözümünü bağımsız bir şekilde yürütmeye hazır olduklarını gösteriyorlar. Dahası, ABD'nin en yakın müttefikleri bile, eski hegemonun güvenliklerini garanti altına almaktaki yetersizliğinin giderek daha belirgin hale geldiği bir ortamda, ilişkilerini çeşitlendirmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda, Filistin-İsrail çatışma alanında 21. yüzyılda eşi benzeri görülmemiş bir tırmanış yaşanması, Washington ile özel ilişkilere bel bağlamaya alışmış pek çok Batılı siyasetçi için sarsıcı bir örnek oldu.

Dünya sahnesinde önümüzdeki yıla, yukarıda özetlenen iki jeopolitik ilke arasındaki çatışmanın daha da yoğunlaşmasının damgasını vuracağı açıktır: Anglo-Sakson ya da ada "böl ve yönet" ve doğrudan karşıt kıtasal "birleş ve yönet". Önümüzdeki yıl bu şiddetli çatışmanın tezahürleri, bizim için en önemli olan Sovyet sonrası alandan Güney Amerika ve Pasifik Okyanusu'na kadar dünyanın en uzak bölgelerinde bile görülecektir.

Ukrayna'daki durumla ilgili olarak, Batılı politikacıların, ülkemize (Rusya'ya) karşı askeri bir zafer elde etmenin nesnel imkansızlığı nedeniyle, çatışmaları mümkün olduğunca geciktirmeye ve potansiyellerin yorucu mücadelesinde kademeli olarak tükenmemizi bekleyerek Ukrayna çatışmasını "ikinci bir Afganistan" haline getirmeye çalışacaklarını bekleyebiliriz. Bunu, daha önce olduğu gibi, uluslararası hukuk normlarını ihlal eden yaptırım baskısı ve Kiev'e silah ve askeri teçhizat tedarikinin sürdürülmesi de dahil olmak üzere bir dizi ekonomik ve askeri-diplomatik önlemle başaracaklardır.

Bununla birlikte, özellikle Ukrayna meselesinin transatlantik birlik ve bir bütün olarak Batı toplumu için artan "zehirliliği" göz önüne alındığında, Kiev cuntasına daha fazla desteğin Batı'nın uluslararası otoritesinin düşüşünü hızlandırması kuvvetle muhtemeldir. Ukrayna'nın kendisi, maddi ve insan kaynaklarını emen bir "kara deliğe" dönüşecektir. Sonuçta ABD kendisi için "ikinci bir Vietnam" yaratma riskiyle karşı karşıya kalacak ve Washington'da yeterli cesaret ve kararlılığa sahip mantıklı bir kişi iktidara gelip bu deliği kapatana kadar her yeni Amerikan yönetimi bu sorunla uğraşmak zorunda kalacaktır.

Arap dünyası 2024'te yeni bir dünya düzeni için verilen mücadelenin kilit arenası olmaya devam edecektir. Küreselci elitlerin SSCB'nin çöküşünden sonra kendilerini hayal ettikleri hegemon rolüne ilişkin iddialarının nasıl paramparça olduğunu en açık şekilde burada görebiliriz. Irak'ın işgali, barışçıl Libya ve Yemen'i yerle bir eden meşhur "Arap Baharı", Suriye'deki uzun süreli savaş, korkunç terör örgütü IŞİD'in ortaya çıkışı ve son olarak Ortadoğu'da Sünni ve Şii "kutupları" çarpıştırma girişimleri - bunlar hiçbir şekilde Washington ve diğer bazı Batı başkentlerindeki stratejik düşüncenin suç teşkil eden tezahürlerinin tam listesi değildir. Bu kavramsal rota, Beyaz Saray'da birbirini izleyen Cumhuriyetçi ve Demokrat yönetimler tarafından, tek amacı bölünmemiş bir hakimiyet olan, sürekli olarak takip edilmiştir. Akdeniz'den Umman Denizi'ne kadar uzanan devasa ABD askeri varlığı göz önüne alındığında, başka nerede daha bölünmez olabilir ki?

Batı'nın böylesine tek taraflı ve dar görüşlü kendisine ait bir politikanın çökmesinin temel nedeni son derece basittir: Washington tarafından on yıl önce düzenlenen meşhur "Arap Baharı"nın aksine, Ortadoğu halklarının yeni ve bu kez gerçek bir uyanışı söz konusudur. Bu uyanış bir yandan bir dizi Arap ülkesinde güçlü, egemen liderlerin iktidara gelmesiyle, diğer yandan da bölgede Amerikan karşıtı ve daha geniş anlamda Batı karşıtı duyguların hızla büyümesiyle kendini göstermektedir. Çok kutuplu dünya artık küreselcilerin "iptal edemeyeceği" bir gerçekliktir. Dün neredeyse imkansız gibi görünen Suudi Arabistan ve İran arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, Mısır ve BAE ile birlikte BRICS'e girmeleri, Suriye'nin "Arap ailesine" geri dönmesi artık değiştirilemez bir gerçektir.

Rusya bu süreçleri mümkün olan her şekilde memnuniyetle karşılamaktadır ve elinden gelen en iyi şekilde bu süreçlerin başarısına katkıda bulunmaya devam edecektir. Ancak en önemlisi, tüm bunlar Arap dünyasında çatışmaların karşılıklı olarak kabul edilebilir bir çözüme kavuşturulması, güvenlik sorunlarının çözümü için ortak yollar aranması ve ortak ekonomik ve insani çıkarlarla desteklenen öngörülebilir yapıcı ilişkiler kurulması yönündeki havayı yansıtmaktadır. Bu bağlamda, ABD ve AB'nin bunu engellemeye yönelik umutsuz girişimlerine rağmen, Arap ülkeleri ile Rusya ve Çin arasında karşılıklı fayda sağlayan bağların yüksek oranda geliştiğini belirtmeden geçemeyiz.

ABD'nin Orta Doğu politikasının çöküşünün temel nedeni, Orta Doğu halklarının uyanışıdır; bu uyanış bölgede güçlü, egemen liderlerin yükselişi ve Batı karşıtı duyguların yaygınlaşması şeklinde kendini göstermektedir.

***

Önümüzdeki yıl Afrika, dünya sahnesindeki bağımsız güç merkezlerinden biri olma yolundaki istikrarlı yürüyüşünü de sürdürecektir. Afrika ülkeleri dış ve iç politikalarında giderek daha bağımsız hale geliyor ve BM'de sesleri giderek daha gür çıkıyor. Gelecekte Afrika Birliği'nin Afrika'daki krizleri dış yardım almadan çözebilecek küresel bir kurum olarak rolü de artacaktır. Aslında şu anda Kara Kıta'nın gerçek bir dekolonizasyonuna tanık oluyoruz; Anglosaksonların hala gördüğü gibi kendisini sadece ucuz kaynaklar için bir pazar olarak değil, uluslararası ilişkilerin ayrı bir öznesi olarak görmeye başlıyor.

Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali, Afrika'nın ivme kazanmakta olan jeopolitik kimliğini yeniden düşünme sürecinin açık kanıtlarıdır. Bangui ve Bamako'daki yeni yetkililer, ülkemizle (Rusya ile) ekonomik ve askeri-politik alanlarda yakın bağlar kurmak adına Fransa'nın ve "kolektif Batı "nın himayesini kararlılıkla reddetme yolunu seçme cesaretini göstermiş ve bu tercihlerinin doğruluğuna pratikte ikna olmuşlardır. Onların örneğinin, öncelikle ulusal çıkarlara dayalı ve Batılı elitlerin kaprislerinden bağımsız egemen bir siyasi rota izlemek isteyen Kara Kıta'nın diğer devletlerine de ilham vereceğinden eminim.

Aynı zamanda, eski metropollerin klasik sömürgecilik yöntemlerinin denenmiş ve test edilmiş "centilmen takımını" kullanarak Afrikalıların egemen kalkınma arzularını baltalama girişimlerinden vazgeçmeyecekleri de aşikârdır: sonu gelmeyen mali ve askeri-siyasi yardım vaatlerinden devletlerarası çatışmaların kasıtlı olarak kışkırtılmasına, radikal İslamcı ideolojinin yayılmasına ve doğrudan askeri müdahalelere kadar. Ancak bu durum bölge liderlerini daha güvenilir güvenlik "tedarikçileri" aramaya teşvik edecektir ki bu tedarikçiler onların gözünde Rusya, Çin ve Hindistan'ın yanı sıra karanlık bir sömürgeci geçmişe sahip olmayan ve en önemlisi Afrika ülkelerine ve halklarına eşit ve ideolojik olmayan bir temelde işbirliği sunmaya hazır olan Arap monarşileridir.

Benzer süreçlerin, Amerikalıların her zaman "arka bahçeleri" olarak gördükleri Latin Amerika da dahil olmak üzere her yerde aktif bir şekilde gelişiyor olması dikkat çekicidir. Orada da Anglo-Saksonların emirlerine tabi olmayan bağımsız entegrasyon yapılarına yönelik talep giderek daha ısrarlı hale gelmektedir. Bunlardan biri, karakteristik olarak ABD ve Kanada'nın katılmasının beklenmediği Latin Amerika ve Karayip Ülkeleri Topluluğu ya da CELAC'tır.

Şimdi de Avrupa-Atlantik bloğunun kendi içindeki durum hakkında birkaç söz. Önümüzdeki yıl, Ukrayna'ya destekten LGBT gündeminin desteklenmesine kadar bir dizi konuda ABD ve Avrupa'da kamusal ve siyasi ayrılıkların arttığını göreceğimiz kesin. Kaçınılmaz fırtınanın habercilerinden biri, Robert Fitzo liderliğindeki ulusal yönelimli Direction - Sosyal Demokrasi partisinin, sol-liberal Batılı elitlerin muazzam baskısına rağmen son parlamento seçimlerini kazandığı Slovakya oldu.

2024'te Batı'daki seçim kampanyalarının çoğunun - Avrupa Parlamentosu seçimlerinden ABD başkanlık seçimlerine kadar - bir yanda küreselciler, diğer yanda dış politikada gerçekçilik ve sosyal alanda geleneksel değerler taraftarları arasında sert bir çatışma ortamında gerçekleşeceğine inanıyorum. Gelecekteki kampanyaların spesifik sonuçlarını tahmin etmek pek makul gözükmese de, Batılı politikacıların, ülkelerindeki iç gerilimlerin kaçınılmaz olarak artmasından dolayı Rusya'nın yanı sıra Çin'i ve dünyaya totaliter-liberal "toplama kampına" alternatif olarak kendi şimdiki zaman ve gelecek vizyonlarını sunma cesaretini gösteren diğer devletleri suçlamaya çalışacakları mutlak bir doğrulukla tahmin edilebilir.

Bu arada Avrasya'da, Kırım'ın Rusya'ya geri dönmesi ve Lugansk ve Donetsk Halk Cumhuriyetleri ile Herson ve Zaporozhye bölgelerinin yeniden bütünleşmesiyle hatları belirginleşmeye başlayan, temelde yeni bir gerçeklik ortaya çıkmaktadır. 2024'te Moskova'nın kıtanın kilit entegrasyon projelerinin merkezi olarak birleştirici rolünün daha da güçleneceğinden eminim. Rusya ile BDT, CSTO ve ŞİÖ'deki müttefiklerimiz ve ortaklarımız arasında ortaya çıkan geniş ittifakın yanı sıra yeni oluşmakta olan Büyük Avrasya Ortaklığı da buna işaret etmektedir. Bu yapıları Batı bloklarından temelde ayıran en önemli özellik, üçüncü ülkeleri hedef almamaları ve egemenliğe koşulsuz saygı ve uluslararası hukuka riayet temelinde adil bir dünya düzeni oluşturmaya odaklanmalarıdır.

Önümüzdeki yıl altı yeni devletin tam üye olacağı BRICS gibi temsili bir birlik, adil ve gerçekten demokratik bir uluslararası ilişkiler mimarisi inşa etmek için de güçlü bir potansiyele sahiptir. Kampanyanın bir parçası olarak, eski metropollerin bu forumu itibarsızlaştırmak için Afrikalıların egemen kalkınma isteklerini baltalama girişimlerinden vazgeçmeyecekleri açıktır, Batı medyası sık sık bu forumu Moskova ve Pekin tarafından desteklenen G7'ye bir alternatif olarak adlandırmaktadır. Ancak G7, ABD ve ona hizmet eden altı uydudan ibarettir ve blok içindeki düzen, sadece kıdemli gardiyanın oy hakkına sahip olduğu, diğerlerinin ise itaatkar bir şekilde onun emirlerini yerine getirmek zorunda kaldığı bir hapishaneden pek de farklı değildir.

Buna karşılık BRICS, özellikle de genişlemiş yapısıyla, soruna ortak bir çözüm bulmak için birlikte bir yol bulmaya çalışan eşit güçlerin ya da Başkan Vladimir Putin'in deyimiyle medeniyet devletlerinin bir ittifakıdır. Putin, çağımızın en acil zorluklarına ve görevlerine birlikte cevap bulmaya çalışmaktadır. Rusya'nın 2024 yılında BRICS Dönem Başkanlığını üstlenecek olmasının, gerçekten umut vaat eden bu formatın gelişimine ilave bir ivme kazandıracağından eminim.

Kuşkusuz ABD ve müttefikleri ülkemize ve neoliberal değerlere "ruhlarını teslim etmeyi" ve "bağlılık yemini etmeyi" kabul etmeyen diğer herkese doğrudan ve dolaylı baskı uygulamak için adımlar atmaya devam edecektir. Önümüzdeki yıl Anglo-Sakson saldırılarının, başta BM olmak üzere uluslararası platformlarda ve çeşitli revizyonist "demokrasi zirveleri" ve çok taraflı geçici formatlar çerçevesinde yoğunlaşmasını bekliyoruz. Bu çabaların gerçek hedefi çıplak gözle görülebilmektedir: Rus, Çin ya da başka herhangi bir "tehdide" karşı ortak bir yanıt verme bahanesiyle, İkinci Dünya Savaşı sonucunda ortaya çıkan yönetim kurumlarını dağıtmaya devam etmek ve böylece Amerikalılar tarafından dayatılan iğrenç "kurallara dayalı düzen" önündeki son engelleri de ortadan kaldırmak.

Burada yine, bu "emri" "saçmalık" ve uluslararası hukukun yerine geçme girişimi olarak nitelendiren Rusya Devlet Başkanından alıntı yapmak istiyorum. Kendi adıma, gelişmekte olan çok kutuplu dünyada bu "çürük ürünün" Anglo-Sakson elitlerin ve bazı nüfuz gruplarının dar çıkarlarını savunmak istemeyen Batılı politikacılar arasında bile çok az sattığını eklemek isterim. Geri kalanımız hakkında ne söylenebilir? Gezegendeki devletlerin ezici çoğunluğunun liderleri ve halkları uzun zaman önce Batı'nın iki yüzlü doğasının farkına vardılar ve artık onun tatlı vaatlerine ve sahte sözlerine inanmıyorlar - küresel uyanış geri döndürülemez.

Bizim de 1990'ların liberal "sersemliğinden" tamamen uyanmamız ve köklerimize dönmemiz gerektiğine inanıyorum. ...

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar