RTX21N84.jpg

Körfez ülkelerinin tehlikeli oyunu

Arap isyanlarının patlak verdiği 2010’dan bu yana Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) tüm üyeleri rejimlerinin bekasıyla meşgul. Altı ülkenin güçlerini sınır ötesinde nasıl kullandığını da bu kaygı belirliyor.

9 Nisan 2016 Cumartesi

Arap isyanlarının patlak verdiği 2010'dan bu yana Körfez İşbirliği Konseyi'nin (KİK) tüm üyeleri rejimlerinin bekasıyla meşgul. Altı ülkenin güçlerini sınır ötesinde nasıl kullandığını da bu kaygı belirliyor.

Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Kuveyt ve daha az ölçüde Umman güçlerini sınır ötesinde kullanırken ortak bir Körfez mutabakatı çerçevesinde değil kendi iç sorunları doğrultusunda hareket ediyor. Bunun sonucunda KİK üyeleri Libya, Mısır, Yemen ve Suriye gibi Arap ülkelerinde birbiriyle çelişen amaçlar güdüyor.

Suudi Arabistan ve BAE Müslüman Kardeşler'in Kuzey Afrika'daki yükselişini durdurmaya çalışırken Katar yakın zamana kadar Müslüman Kardeşler'e aktif destek veriyordu. Suriye'ye gelince Umman hariç KİK ülkelerinin hepsi ılımlı isyancılar diye tabir edilen grupları hevesle destekledi ki bu tabirle kimlerin kastedildiği beş yıldır süren ayaklanma esnasında giderek bulanıklaştı. Kendi ülkelerindeki protestoları İran-Şii komplosu gibi sunan Suudi Arabistan'la Bahreyn'in mezhepçi gündemleri ise Kuveyt ve Umman'da hoş karşılanmıyor.

KİK devletleri dış müdahalelere kalkıştıklarında kendi halklarını hiper milliyetçilikle etkilemeye çalışıyor. Bölgesel kriz, siyasi istikrarsızlık ve ekonomik sıkıntı dönemlerinde hiper milliyetçilik büyük önem kazanıyor.

Körfez'de ulus devletlerinin doğuşuyla başlayan eski ılımlı milliyetçilik militer eksenli, iddialı bir hiper milliyetçi eğilime dönüşüyor. Bu bilhassa Suudi Arabistan ve BAE için geçerli. Her iki ülke de Yemen'de arka bahçelerine kadar uzanan İran maşalarıyla savaşma iddiasında. Her iki ülkede de silahlı kuvvetlerin başında ve askeri kurumların tüm kademelerinde kraliyetin önemli isimleri bulunuyor. Böylece halklarına vatan için bizzat ölmeye hazır olduklarını gösteriyorlar. Bahreyn'in de bu yolu izlemekten başka seçeneği yok. Zira bu ülkede iç siyaseti dengede tutan şey İran'ın Bahreynli Şiileri kullanarak bu küçük krallığı istikrarsızlaştırmaya çalıştığı yönündeki yerleşik söylemdir.

Körfez'de kralların, emirlerin, şeyhlerin oğulları sıradan halk gibi vatan için ölmeye hazır kişiler olarak resmediliyor. Hiper milliyetçiliğin bu militer hâli, hükümdarla halk arasında bir eşitlik yanılsaması yaratıyor. Böylece refah ve paranın azaldığı dönemlerde iyice göze batan hiyerarşi ve eşitsizlikler maskelenmiş oluyor.

Hiper milliyetçilikten beklenen bir nevi mucize gerçekleştirerek halkı homojen ve yekvücut bir yapıya dönüştürmesidir. Her şeyden önemlisi bu aşırı yurtseverlik ulusun farklı parçalarını birleştirip bir anda hayali bir millet yaratmayı vadediyor.

Körfez devletlerinin Arap dünyasında güttüğü zıt hedefler halklar üzerinde olumsuz etkiler bırakıyor olabilir: İslamcılarla İslamcı olmayanlar arasında kutuplaşmanın derinleşmesi, orduların sivil hükümetler karşısında güçlenmesi, Körfez parasına bağımlılığın oluşması, belli rejimlere yapılan yardımlarla yeni patron-müşteri ilişkilerinin doğması… Çelişen hedefler, İslamcı militanların bölge çapındaki yükselişinde de şu ya da bu şekilde etkili olmuş olabilir. Son Körfez müdahalelerinin Bahreyn veya Mısır'da uzun vadeli demokratik yönetimlerin oluşumu yönünde olumlu etki yaptığına dair kanıt bulmak zor. Suriye ve Yemen'den bahsetmiyoruz bile. Körfez'in bölgesel müdahaleleri insani bağlamda da yıkıcı olabiliyor. Yemen ve Suriye örnekleri, Körfez'in agresif silah politikalarının istikrara katkı yapmadığını, aksine yeni gerilim ve çatışmalara, yeni sivil ölümlerine yol açacağını çarpıcı biçimde ortaya koydu.

Dış müdahaleler Körfez'in kendi içinde ise farklı birkaç sonuç doğurdu ve bunların hepsi kısa vadeli de olsa rejimlerin bekasına katkıda bulundu.

İlk olarak Körfez'deki İslamcılar, özellikle de Mısır'daki Müslüman Kardeşler'in devrilmesini kolaylaştırdıkları için KİK ülkelerini eleştiren İslamcılar susturuldu. 2013 yazında Körfez'deki birçok İslamcı Mısır'da kötü duruma düşen kardeşleriyle dayanışma hâlindeydi. Müslüman Kardeşler aktivistleri KİK hükümetlerini eleştiren, General Abdül Fettah El Sisi'ye sağlanan maddi desteği kınayan bildiriler dağıtıyordu. Bu aktivistler, hükümet politikalarına Körfez çapında eşgüdüm hâlinde karşı çıkarken Suudi Arabistan'da iki tanınmış aktivist -- Muhsin El Avaci ve Muhammed El Arifi – sorguya çekildi. Daha sonra ikisine de seyahat yasağı kondu. Müslüman Kardeşler'e destek tabu hâline geldi. BAE'de de birçok Müslüman Kardeşler yandaşı tutuklandı ve hâlen cezaevinde bulunuyor. Suudi Arabistan ve BAE, Katar'a Müslüman Kardeşler'i sınır dışı etmesi, Mısır'dakilere de desteği kesmesi için baskı uygulamaya başladılar. Suudi Arabistan ve BAE son olarak da terörle mücadele yasaları kapsamında Müslüman Kardeşler'i terör örgütü ilan ederek yasakladılar.

İkincisi Körfez ülkelerinin Suriye ve Yemen'deki müdahaleleri baştan itibaren “İran'a karşı kararlı duruş” olarak sunuldu. Bu sayede KİK ülkelerindeki İslamcılar anında kazanıldı ve bu kesimin Mısır müdahalesi nedeniyle kendi hükümetlerine duyduğu öfke şimdilik yatıştırılmış oldu.

Umman hariç Bahreyn'den Suudi Arabistan'a kadar Körfez'deki tüm İslamcılar, kendi hükümetlerinden gördükleri baskıya rağmen, faaliyetlerinin kısıtlanmış olmasına rağmen İran-Şii nüfuzunun yayılışına karşı güçlü tutum aldıkları için aynı hükümetlere destek ifade etmeye başladılar. Körfez ülkelerinin Suriye ve Yemen'deki müdahaleleri İslamcılar arasında giderek Irak ve Suriye'de mağdur olan Sünnilerin intikamı olarak görülmeye başlandı.

Suudi Arabistan'da tanınmış bir Selefi olan Muhammed El Arifi, Mısır'daki darbeden kısa süre önce başka İslamcılarla birlikte Suriye için açıkça cihat çağrısı yapmıştı. Bir yıl sonra bu çağrısını reddetti. Suudi Arabistan'ın Yemen savaşına da güçlü destek veren Arifi, cephedeki Suudi askerlerine moral vermek için beyaz entari yerine askeri üniforma giymeye başladı.

Yemen müdahalesi hükümetlerle Selefilerin arasını geçici olarak düzeltmiş oldu, Müslüman Kardeşler ise uzakta tutulmaya devam edildi. Yukarıda bahsi geçen militer hiper milliyetçiliğin yanında şimdi bir de mezhepçilikle popülist milliyetçiliğin yıkıcı bir karışımı olan Selefileşmiş milliyetçilik ortaya çıktı.

Birçok KİK ülkesi aşırı milliyetçiliği ve onun militer ve Selefi türevlerini iç sorunlara ve bilhassa Müslüman Kardeşler'in meydan okumasına karşı en etkili aşı olarak görüyor olabilir. Ne var ki aşırı milliyetçiliğin uzun vadeli, yıkıcı sonuçları çok yakında kendini gösterebilir. KİK ülkeleri halkı teatral bir hiper milliyetçilikle coşturmanın bedelini ağır ödeyebilir. Bu bedel de savaş alanında ödenir.

KİK devletlerinin bazı İslamcılara baskı yapması, bazılarını ise teşvik etmesi etkili bir “böl ve yönet” stratejisi olabilir ancak mezhepçi Selefilerin güçlendirilmesi, bu zihniyete sahip çıkılması Suudi Arabistan ve Bahreyn gibi ülkelerde uzun vadeli bir çözüm olamaz. Suudi Arabistan 2015'te İslam Devleti'nin (İD) Şii camilere ve güvenlik güçlerine düzenlediği 15 saldırıyla şimdiden yüksek bir bedel ödedi. Kuveyt de aynı şekilde Şii ibadethanelerine düzenlenen kanlı saldırılarla bu stratejinin karanlık tarafını gördü.

Suudi Arabistan'ın sahip çıktığı Selefiler ile İD arasında ideoloji ve eylem bağlamında belirgin ama çok ince bir çizgi var. Bu ince çizgiyi iki tarafın Suudi rejiminin meşruiyetine yönelik tavırları oluşturuyor. Ülke içindeki Selefiler kraliyet ailesine karşı isyanı yasaklarken İD bu isyanın çağrısını yapıyor. Suudi Selefiler hükümdarlarına dilekçe yazar, İD ise şiddet temelli stratejiler uygular. Bu ayrım daha ne kadar sürebilir? Suudi Selefiler şimdilik içeride itaat etmekten, cihadı dışarıda yürütmekten memnun görünüyor.

KİK ülkeleri, içteki muhalefeti kontrol altında tutan dış müdahaleler için para buldukça bölgedeki mevcut çalkantıyı atlatabilir. Ne var ki petrol fiyatlarında yaşanan muazzam düşüşün baskısıyla ekonomik büyüme tökezlemeye başladı. Dibe vuran petrol fiyatlarının Arap dünyasındaki Körfez müdahalelerini frenleyip frenlemeyeceğini zaman gösterecek. Daha da önemlisi düşük petrol fiyatları Körfez bölgesinin içinde siyasi sonuçlar doğurur mu? Körfez ülkeleri bilhassa da Suudi Arabistan, Selefilerin gözünde Sünniler uğruna mezhepçi savaşlar yürüten bir lider olmaktan çıkarsa kendi Selefileri de mevcut çizgilerini terk edebilir.

Böyle bir durumda bölgesel çatışmaların sürmesini sağlayan dış cihat coşkusu yeniden alevlenir mi? Pekâlâ alevlenebilir. Peki, Selefiler Sünnilere yeterince sahip çıkılmadığı için kendi hükümetlerine yönelip arzuhâlden terörizme geçiş yapabilir mi? Suudi Arabistan-El Kaide ilişkilerinin tarihçesi bize bir şey öğrettiyse eğer yeni Selefilerin bir bölümü aynen bunu yapar.

Madawi Al-Rasheed

Kaynak: al-monitor.com

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar