13081876_10208411474857475_403319367_n.jpg

Müslümanların muhafazakar hastalığı: Kürtler!

"...Çağımız Müslümanlarının, en büyük sorunu İslam’ın değil de bağlı bulundukları düzenlerin oluşturduğu algı üzerinden kendilerini konumlandırmalarıdır. Bu sinsi algılar Müslümanlarda öylesine bilinç altı hasarlarına yol açmış ki, çoğunlukla bu hasarların farkına bile varılmamakta ve hatta bunlar İslam’ın önermesi olarak görülmektedir..."

28 Nisan 2016 Perşembe

Müslümanlar İslamın insanlığa tanımış olduğu evrensel haklar üzerinden kendilerini tanımlamalıdırlar

 

İNTİZAR - Müslüman olmak bir takım hususiyetleri gerektirir, bu hususiyetlere sahip olunmadan İslam'a tabi olduğunu iddia etmek, kendini aldatmaktan başka bir şey değildir. Öncelikle Müslümanlar İslam'ın insanlığa tanımış olduğu evrensel haklar üzerinden kendilerini tanımlamalıdırlar. Çağımız Müslümanlarının, en büyük sorunu İslam'ın değil de bağlı bulundukları düzenlerin oluşturduğu algı üzerinden kendilerini konumlandırmalarıdır. Bu sinsi algılar Müslümanlarda öylesine bilinç altı hasarlarına yol açmış ki, çoğunlukla bu hasarların farkına bile varılmamakta ve hatta bunlar İslam'ın önermesi olarak görülmektedir. Bu hastalıkların en barizlerinden biri de milliyetçilik hastalığıdır. Hakim güçlerin tanımlayıp içini doldurduğu ve kendi çıkarları doğrultusunda oluşturduğu dost ve düşman algısını kanıksanması Müslümanlar için büyük bir felakettir. Olaylara gerçek tevhidi bir bakış açısıyla yaklaştığını düşünen Müslümanlar, ne yazık ki, geçmişe nazaran daha sofistike bir şekilde kurgulanan milliyetçiliğin dikenli tellerine öyle ya da böyle bir yerlerini kaptırmaktadırlar. Birinci telden geçen ikinciye, ikinciden geçen üçüncü tele takılmaktan kurtulamamaktadır.

Örneğin Kürt meselesi, hakim güçlerin oluşturdukları ve yürüttükleri algı operasyonunun adeta turnusol kağıdıdır. Kürt meselesinde iki taraf vardır, birincisi hakim güçler ikincisi Kürt halkıdır. Müslümanlar ilk olarak burada büyük bir tuzağa düşmektedirler. Hakim güçlerin algı operasyonları sayesinde Kürt eşittir PKK hatasını bir ön kabul olarak bilinç altlarında istiflemişlerdir ve ne yazık ki, bunun farkında bile değillerdir. PKK, Kürt halkının tamamını temsil etmez, ancak Kürt halkının tamamının ilahi hakkı olan bir takım taleplerini dile getirir. Dilini özgürce konuşmak, köyünün Kürtçe olan isimlerini kullanabilmek, kültürünü özgürce yaşayabilmek, genç nesillerin asimilasyonunun önüne geçebilmek, hatta bunların hepsinin de ötesinde, kendi geleceği üzerinde söz sahibi olabilmek.

Bilindiği gibi bölgemiz coğrafyası emperyalistler tarafından kalemle çizilmiş suni sınırlardan oluşmaktadır. Müslümanlar olarak bu sınırların savunusunda gönüllü neferler şeklinde saflardaki yerimizi aldığımızın çoğu kez farkında olamıyoruz maalesef. Oysa bizim yapmamız gereken şey, İslam'ın evrensel hakları şablonunu bu meseleye tatbik etmektir.

Mesele ile ilgili tüm ön yargılardan arınarak olayı yeni baştan ele almalıyız. Tüm ön yargılar derken, buna dini, mezhebi algılar da dahildir. Sünni Müslümanlar genelde daha yoz bir milliyetçilik çerçevesinde olaya bakmaktadırlar, bu geçmişten gelen hakim güçlere boyun eğme kültürünün bir yansımadır. Şii Müslümanlar ise, bu kadar yoz bir milliyetçilikle olmasa bile hem milliyetçi bir gözle bakmakta, hem de tam doğru yorumlanamamış bir anti Siyonist tavır sergilemektedirler. Kürtleri ABD ve İsrail destekliyor v.s. paranoyaları içinde, adeta bir taraftar coşkusu ve zekâ seviyesiyle olaya yaklaşmaktadırlar. Oysa yaşadıkları coğrafyadaki hâkim güçler açıkça ve alenen İsrail ile dost olduklarını ilan etmelerine ve Siyonistler için adeta ikinci vatan olmasına rağmen, Kürtlere sergilenen katı tavrın yarısı bile ortaya konmamaktadır.

 

Her milletin devleti olması bir ilahi hak mıdır? Eğer öyleyse bu hak niçin Kürtler söz konusu olunca sorun oluyor?

Şimdi her şey bir kenara, eğer mevcut durum üzerinden değerlendirme yapılacaksa, mantık şunu gerektirir; Arapların, Türklerin, Farsların, Azerilerin, Ermenilerin... devletleri varsa bu o milletlerin ilahi haklarıysa, bu hak Kürtler söz konusu olduğunda, yapılan izahların sonuna ama, fakat, lakin gibi kendinden önceki söylenenleri hükümsüz kılan cümleler kurulmaktadır. Yok eğer bu durum üzerinden bir değerlendirme yapılmayıp, İslam'ın evrensel hakları üzerinden bir önermede bulunulacaksa, bu önermenin açılımı yapılmalı ve var olan mevcut duruma da tatbik edilmelidir.

 

Ulus devlet olgusu İslamın önerdiği bir siyasi yapı değil/Müslümanların çözüm önerileri olmalı

Ulus devlet olgusu artık bedene dar gelen bir elbise hükmündedir ve İslam'ın önerdiği siyasi yapının bu olmadığı çok açıktır. Müslümanlar özellikle de Şii Müslümanlar, yeni sistem önermelerinde bulunmalıdırlar, Kürtlerin ve diğer milletlerin taleplerinin İslami ve insaniliğini tartıp, bir çözüm sunmalıdırlar.

 

Kürt meselesinde Müslümanlar İslam ve insaf çerçevesinde bir çözüm üretemezlerse bu ateş bütün bölgeye sıçrayacak

Kürt meselesi denilen sorun, sadece Türkiye, ırak ve Suriye ile sınırlı kalmayıp yarın İran'ın da başını ağrıtacaktır. İslam ve insaf sınırları içinde bir çözüm üretilemezse, bu ateş bütün bölgeye sıçrayacaktır. Küresel çağda, insanların bilgi ve düşünceleri gelişen teknoloji sayesinde sanıldığından çok daha hızlı bir şekilde terakki etmekte ve daha çok sorgulayan beyinler oluşturmaktadır. Bu süreç özellikle Kürt gençleri arasında çok daha hızlı bir şekilde gelişmektedir. Yıllardır hakim güçlerin kendi sınırları içindeki Kürtlere karşı fütursuzca ve saygısızca davranışları, aşağılama ve yapmış oldukları katliamlar, Kürtlerin tarihsel hafızalarında büyük travmalar oluşturmuştur. Özellikle Türkiye ve ırak Kürtlerinin yaşadıkları toplu kıyımlar, inkarlar ve yapılan diğer hakaretler zihinlere kazınmış, Kürtlerin bir arayış ve mücadele içine girmesine neden olmuştur. Bunlar inkar edilemez gerçekliklerdir ve amasız, fakatsız, lakinsiz ikrarları gerektirmektedir. Kürt denilince özellikle Türk Müslümanların kafasında oluşan tekinsiz imaj bir an önce kırılmalıdır. Dünyanın büyük bir değişimin sancılarını çektiği şu günlerde Müslümanlar daha mantıklı ve sağduyulu yaklaşımlar geliştirmelidirler.

 

İzahı zor tablo: Devletin yanında yer aldığı İŞİD fitnesiyle savaşan Kürtlere karşı devletin yanında saf bağlayan Müslümanlar

Mesela ABD ve İsrail'in projesi olan IŞİD fitnesine bir şekilde Şiilerin ve Kürtlerin dışında neredeyse bulaşmayan kalmamıştır. Müslümanlar, kutsadıkları yahut en azından Kürtlere karşı yanında saf bağladıkları devletin açıkça ve alenen IŞİD'in yanında yer almasına rağmen yine de IŞİD ile savaşan Kürtlere karşı homurdanmaktan geri durmamaktadır. Müslümanlar günümüz sorunlarına karşı, yeni söylemler ve eylemler geliştirmelidirler, yoksa yakında bedeni sıkan elbiselerin düğmeleri ve dikişleri patlamaya başlayacaktır. Tüm bu sorunlar İslam'ın bahşettiği evrensel haklar çerçevesinde çözülmezse, bölge yeni olaylara gebe olmaktan kurtulamayacaktır.

 

Kürt meselesinde çözüm önerisi sunamayan Müslümanlar egemen güçlerin politikaları karşısında da olması gerekeni ortaya koyamadılar

Kürtlerin bağımsızlık istemeleri, bazı kesimleri rahatsız etmektedir, ve siyasal İslamcılar cansiperane bir şekilde bu kesimlerin ön saflarında yerlerini almışlardır. Aslında vicdan sahibi her insanın sürecin neden bu noktaya geldiğini çok iyi tahlil etmesi ve gerekli dersleri çıkarması ve yapılan yanlışlardan dönmesi gerekmekteyken, durum tam tersine cereyan etmiş, olayı daha fazla kanırtmalarıyla sonuçlanmıştır. Yıllardır Türkiye ve Irak'da Kürtlere karşı uygulanan baskıcı politikaların bunda hiç mi etkisi yoktur? On binlerce faili meçhulün, yakılan köylerin, ırkçı politikaların hiç mi etkisi yoktur? Bu zulüm, baskı ve cinayetlerle büyüyen çocuklar artık boyun eğmemeye, itirazlarını yükseltmeye başladılar. Müslümanlar, devletin bu baskılarına ve zulümlerine ne zaman itiraz ettiler, ne zaman faili meçhullere kurban giden, evleri başlarına yıkılan Kürtlere sahip çıktılar? Ne zaman çözüm için, kardeşlik için ellerini taşın altına koydular? Yapılan bunca haksızlıkların bir sonucu olacağını kestirmekten bile aciz durumda, görmezden geldiler, belki de bir kısmı içlerinden iyi oluyor bu Kürtlere demekten kendilerini alamamışlardır. Şimdi Kürtler yeter deyince ne oluyoruz diye afallamanın ne anlamı var? İş bu noktaya varınca bunlar İsrail oyunu, bizler kardeşiz demenin, pratikte bir anlamı var mı? Son zamanlarda İsrail'in yaptığı "Kürt devleti kurulmalıdır" açıklamalarını bayraklaştıran İslamcı kesim, basiretsizliğini ve siyasi yetersizliğini sorgulayacağına, vurun abalıya dercesine saldırgan bir dil kullanmaya devam etmektedir. Tüm bunlar toplumsal hareketleri okumaktan yoksun olmanın ve gerçekten reel politika üretememenin sonucudur. Süreç iyi okunabilse, olaylara zamanında müdahale edebilecek, herkes kendine çeki düzen vererek adaletçi bir çözüm arayışına gidilebilecekti. Müslümanlar kardeşleri, komşuları ve akrabaları olan Kürtlere hiç bir şey önerememişlerdir, var olan statükoyu korumak adına ellerinden geleni yapmışlardır. Bütün bunların üzerine kendilerine yapılan haksızlıklara itiraz eden Kürtlere İslam adına hiç de adil ve kardeşçe olmayan telkinlerde bulunmuşlardır. Burada tartışılan kurulması muhtemel devletin siyasi yapısı veya kime hizmet edeceği, kimin işine yarayacağı değildir. Onlar ayrıca tartışılması analiz edilmesi gereken konulardır. Söz konusu tartışma Kürtlerin bu noktaya gelmesinin altında yatan etkenler ve Müslümanların bu durum karşısındaki tutumlarıdır. Müslümanlar bir çok konuda olduğu gibi Kürt meselesinde de kötü bir imtihan vermişlerdir.

 

Muhammedi İslam, Muhafazakar İslam yol ayrımındaki Kürt etkisi

Müslümanlar İslam'ın pratiğini ve devrimci yönünü hayatlarında uygulamak ve yansıtmak durumundadırlar. Eğer bu pratikler yaşanmıyor ve kuru sözden öteye geçip eyleme dönüşmüyorsa, bunun ne kendilerine ne de davet ettikleri kitlelere bir faydası olmayacaktır. Örneğin, son zamanlarda Kürt şehirlerinde devlet tarafından oluşturulan korkunç yıkıma, nasıl bir yaklaşım sergiledikleri önemlidir. Mazlumun yanında durduklarını yüksek sesle haykırabilmişler midir? Kürtlere bu muameleyi reva görenlere itiraz etmişler midir? Eğer sen eyleminde ve söyleminde devrimci, mazlumdan yana ve zalimin karşısında duramıyorsan, sapla samanı ayırıp, hakkı söylemekten kaçınıyorsan, bu gerçek Muhammedi din değil, senin kendi dünyanda kurgulayıp, Muhammedi olarak yaftaladığın dinden öte bir şey değildir. Yani düşünsenize, Filistin'deki, Arakan'daki, yahut her hangi bir coğrafyadaki zulümlere olması gerektiği gibi, avazın çıktığı kadar bağırıp, karşı durup, kendi yanı başında, komşularına akrabalarına yapılan zulümler karşısında üç maymunu oynamak, hangi dine, hangi imana, hangi insafa sığmaktadır? Müslümanlar her şeyden önce kendilerini sorgulamalıdırlar. Nefislerindeki hastalıkların ürettiği bütün mazeretlerden, bütün amalardan arınarak, Muhammedi bir tavır takınmalıdırlar. Kuran'da Kıyamet suresi 14-15 ayetlerde bu hususta şöyle buyurulmaktadır: “Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.” Yani ne kadar ama, fakat, lakin diyerek mazeretler üretsek bile vicdanımızı dinlediğimizde kendi hakikatimizi görürüz. Merhum imamın şu sözünü hayatımıza düstur edindiğimizde bütün sorunlarımız çözülmüş olacaktır: “Ben burada oturup tesbih çeken mollalardan değilim. Ben Papa değilim ki, Pazar günleri ayin yapıp, diğer vakitlerde kendim için saltanat süreyim ve diğer işlerle bir ilgim olmasın.” Bizler de kendimizden ve ucu bize dokunan işlerden gayrısıyla ilgilenmedikçe, hiç bir meselemizi halledemeyeceğiz, suya sabuna dokunmayan bir İslam'dan vazgeçmedikçe, İslam'ı ne yaşayabileceğiz ne de yaşatabileceğiz. İslam, hemen şimdi, burada bulunduğun anda ve mekanda uygulanabilirliği olan bir dindir. Nerede olursan ol, zulme karşı ol, mazlumdan yana ol, zalimlere sesini yükselt...

 

Problemlerin gerçekliğini tespit edip, reel pratikler ortaya koyamadıkça kimliğimizin de gerçekliğini inşa etmiş olamayız

Özetle bizler, toplumdaki var olan problemlerin vasfına göre çözüm üretemedikçe, reel pratikler ortaya koyamadıkça, sadece kendimizi kandırmış olacağız. Başkalarının yaptıkları devrimlerle, verdikleri mücadelelerle burada ahkam keserek, paylaşımlarda bulunarak alkış devşirmek bize bir şey kazandırmayacaktır.

 

Ulus devlet, kutsal devlet saçmalıklarından kurtulamazsak, Müslümanlar daha uzun süre birbirlerini boğazlamaya devam edecek

Bir diğer mevzu ise, maalesef Müslümanların bölgedeki gelişim ve dönüşümü doğru okuyamamalarıdır. Gelişmeleri, bölgedeki dinamikleri ve değişkenleri doğru okuyamamak bölgenin geleceği açısından oldukça endişe vericidir. Bölge halklarının ivedilikle görmeleri gereken gerçek Kürtlerin siyasi oluşum gerçeğidir. Kürtler öyle ya da böyle bu yola girmişlerdir, er ya da geç bu iş olacaktır ve bu bölgenin kaçınılmaz gidişatıdır. Müslümanlar bu gidişatı çok iyi okumak ve buna göre İslam ve insaf çerçevesinde projeler üretmelidirler. Kürtlerin ve Kürt hareketlerinin şiddetle, silahla bastırılamayacağı artık görülmelidir. Türkiye'nin ve Irak'ın politikaları bunun şahididir. Ulus devlet, kutsal devlet saçmalıklarından ve bilinçaltımızda oluşan tahribatların etkisinden kurtulamazsak, Müslüman halklar birbirlerini daha çok uzun süre boğazlamaya devam edecektir.

 

Müslümanlar inkar ve baskı politikalanının bir parçası olmak değil, çözüm adına yeni şeyler söyleyen taraf olmak durumundadır

Müslümanlar yönetimle ilgili, adaletle, müsavatla ilgili yeni şeyler söylemelidir, inkar ve baskı politikalarını bırakmalı, nebevi çerçeveden olaylara yaklaşmalıdırlar. Müslümanların Kürtleri dışlamaları onları kötü emelli güçlere yakınlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Müslüman kardeşi, inkar ve baskılarından kaçıp kendine yeni müttefikler arayacaktır ve bunu bulmakta da çok zorlanmayacağı ortadadır.

 

Kürt meselesi devrimci siyasal İslam için bir turnusol kağıdı olmuştur

Dolayısıyla, Kürtler yirmi birinci yüzyılda, adeta devrimci, siyasal İslam için de bir turnusol kağıdı olmuşlardır. Müslümanlar eğer hakkaniyetli ve insaflı projeler üretemezlerse, şimdiki sorunlar ilerleyen yıllarda çığ gibi büyüyerek karşı konulmaz bir hal alacaktır.      

 

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar