sysisl1-765x444.jpg

Tarihin en kullanışlı ahmakları: "Yeşil Kuşak Müslümanları"

"Suriye’de yürütülen vekâlet savaşının baş aktörleri, Amerika’nın kullanışlı ahmakları olan yeşil kuşak Müslümanları olmuştur. Komünizm tehlikesinden, devrimci İslam tehlikesine kadar her alanda kullanışlılıklarını ispatlamış, Amerika uğruna biner biner ölüme gitmekten çekinmediklerini göstermişlerdir."

2 Mayıs 2016 Pazartesi

İNTİZAR - Yeşil kuşak projesi, soğuk savaş yıllarında ABD'nin Sovyetlere karşı geliştirdiği, Sovyetlerin yayılmasını ve efsanevi sıcak denizlere inme politikasını engellemek için oluşturduğu, başta askeri, kültürel, dini ve ekonomik çok yönlü bir projedir. Projenin fikir babası Zbigniev Brzezinski, ABD'nin Sovyet hegemonyasına karşı yürüttüğü tüm faaliyetleri, bir üst aşamaya taşıyarak kapsamlı bir operasyon başlatmıştır. Temel fikir olarak Sovyetlere karşı Müslüman toplumları bir kalkan olarak kullanmak üzere şekillenen bu yapı, daha sonradan ABD için çok kullanışlı bir silah haline gelecek, dünyanın kaderini istedikleri gibi belirleme imkânı verecekti. Bu projenin en önemli ayakları olan Türkiye ve Pakistan'da askeri darbeler yapılarak ilk adımlar atılmıştır.

 

“Yeşil Kuşak projesi” İslamın sığ ve derinliksiz yorumu olan Vahhabi, Selefi yorumu üzerine inşa edildi

Bu proje kapsamında Müslüman ülkelerdeki, İslamcı yapılar desteklenmeye başlamıştı. Ana hatlarıyla desteklenen bu yapılar radikal unsurlar, antikomünist unsurlar ve direkt Amerikancı – batıcı unsurlar olarak öngörülmüştü. Dolayısıyla önce radikal fikirlerin tohumlarının ekilmesi için Suudi Arabistan öncülüğünde, özellikle de Rabitatul Alemi İslam örgütü eliyle Sünni dünyaya Vahhabi ve Selefi fikirler ihraç edildi. Antikomünist unsurların oluşturulması için yerel yapıların yeniden organize edilerek argümanlarının revize edilmesi yoluna gidildi. Amerikancı – batıcı seküler grupları oluşturmak içinse milliyetçi muhafazakar kesim hedef alındı. Ancak tüm bunların gerçekleşebilmesi için bir yandan da toplumun tüm değerlerden arındırılıp, kof bir hale getirilerek içeriksizleştirilmesi gerekiyordu. Ayrıca ülkenin ekonomik ve askeri yönden bağımlı hale getirilmesi de bu proje için hayati önem taşımaktaydı. Türkiye'de bu süreç Turgut Özal zamanında büyük bir hızla uygulamaya geçirildi. Toplum her türlü ahlaki dinamiklerden koparıldı ve hayat tarzı büyük bir değişime uğratıldı. Bu süreç sadece İslami yapıları değil, antiemperyalist ve millici olan tüm yapıları darmadağın etti. Gelinen nokta bu işte ne kadar başarılı olduklarının göstergesidir. Tam bir tüketim toplumuna dönüştürülen ülke insanları, kendilerine sunulan suni gündemlerin dışında hiç bir şeyle ilgilenmez, hiç bir konuda fikir üretemez hale gelmiştir. Görsel ve yazılı basın yoluyla toplumda neredeyse telafi edilemez tahribatlar oluşturulmuştur. Ana hatlarıyla proje bu şekildeydi.

 

Devrimci İslam anlayışını nötralize edbilmek için de İslamın ilkel ve manadan koparılmış yorumu olan Vahhabilik kullanıldı

Böyle bir projenin yürütülebilmesi için her şeyden önce gerçek devrimci İslamı nötralize edecek bir ideoloji ve hatta ideolojiler üretmek gerekiyordu. Üretilen ideolojilerden sonra bir düşman algısı oluşturmak lazımdı. Yukarıda belirttiğimiz strateji çerçevesinde radikal unsurlar için, İslamın ilkel ve manadan koparılmış yorumu olan Vahhabilik seçilmişti. Anti komünist unsurların oluşturulması için ise, komünizmin din düşmanlığı zaten hazır bir zemin oluşturmaktaydı. Amerikancı seküler yapıların oluşturulması içinse içi boşaltılmış, sömürücü bir İslam modeli öngörülmüştü.

 

İran İslam devriminin ardından Şii karşıtı yapılar oluşturulmaya başlandı

Projenin hayata geçirilmesinden sonra, İslam ülkelerinde Vahhabi düşünceyi yaymak üzere yoğun bir tercüme kampanyası başlatıldı. Türkiye'deki Müslüman halkın dünyadaki İslami akımlarla tanışması sağlandı. Bir yandan Müslüman kardeşler akımının yayınları yoğun bir şekilde gündeme taşınırken, öte yandan toplumun İbn-i Teymiyye gibi Vahhabiliğin fikir babalarıyla tanışması sağlandı. İslamın temel dinamiklerinin toplum tarafından algılanması tabii ki bir tehlike arz etmekteydi. Bunun için yapılması gereken şey İslami kavramların içlerin boşaltılması yahut anlam sapmalarına uğratılmalarıydı. Bu süreç içerisinde gerçekleştirilen İslam devrimi, tüm bu planların hızlandırılmasını zorunlu kıldı. Çünkü Ayetullah Humeyni öncülüğünde yapılan devrim İslam toplumlarında büyük bir şaşkınlık, ardından ümit, özgüven ve coşku yaratmıştı. Bu devrimin kadük hale getirilmesi için tüm bu unsurlara ilaveten bir de anti Şii grupların palazlandırılması gerekiyordu ki, bunun alt yapısı da zaten hazırdı. Hem milliyetçi muhafazakâr kesim, hem de Türkiye'deki tarikatlar bu iş için biçilmiş kaftandı.

 

ABD ve Suudilerin desteklediği bir kahraman(!) figür: Usame bin Ladin

Bunun yanı sıra Sovyetlerin Afganistan'ı işgali ve Afgan cihadı da İslam coğrafyasında yeni bir sayfanın açıldığının habercisiydi. Her şey ABD'nin istediği gibi gidiyordu. Dünyada radikal İslamın güçlenmesi ve yayılması için bir kahramana ihtiyaçları vardı ve bu kahramanı bulmakta da çok zorlanmadılar. Usame bin Ladin, Afgan cihadıyla beraber ismi duyulan ve özellikle Arap ülkelerinde taban bulması için ABD ve Suudiler tarafından desteklenen bir kahraman figürüydü. ABD, radikal İslami unsurların oluşturulup yayılması için eşsiz bir memba bulmuştu. Dünyanın her yerinden Müslüman gençler Afgan cihadına taşınarak orada politize ediliyor, askeri eğitimden geçerek ülkelerine gönderiliyorlardı. Projede oluşturulmak istenen birinci unsur tamamlanmıştı.

 

“Nurcular” üzerinden oluşturulan antikomünist ve NATO'cu yapı

İkinci unsur olan anti komünist yapıların oluşması tahmin edileceği gibi hiçte zor değildi. Ülkemizde bu işi “Nurcular” üstlenmişlerdi. Adamların tüm dünyası komünizm karşıtlığı üzerine kurulmuştu. Nur cemaatleri üzerinde yapılan çalışmalar kısa sürede meyvesini vermiş, antikomünist ve aynı zamanda NATO'cu bir yapı oluşturulmuştu.

 

Gladyo'nun tetikçi askeri ayağı milliyetçiler

Geriye kalan muhafazakâr sağcı ve milliyetçi grup ise, Amerikancı seküler İslamın temel taşlarını oluşturuyorlardı. Burada milliyetçi kesim NTO'nun kirli işlerini yapan terör örgütü Gladyo için revize edilmişti. Milliyetçiler artık yeşil kuşak projesinin tetikçi ayağı Gladyo'nun askerleri haline getirilmişti. Tabii ki, bu insanların tümünün bilerek ve isteyerek bu işe girmiş olduklarını iddia etmiyoruz. Ancak durum buydu. Tüm bu yapılanmalar sürerken, bir yandan da toplum dejenere edilmiş, görsel ve basılı yayın yoluyla tamamen güdülmeye hazır, söylenecek her yalana ve yapılacak her operasyona açık bir güruh haline getirilmişti, adeta kimliksiz bir toplum oluşturulmuştu.

 

Devrimci İslam ve “Amerikancı devrimciler”

Sovyetlerin dağılmasından sonra ABD için tehlike arz eden tek düşman kalmıştı: Ayetullah Humeyni'nin gerçekleştirdiği İslam devrimi. Bu devrim tüm Amerikan projelerini bir çırpıda çöpe atabilecek bir tehlike oluşturuyordu. İslam devriminin Müslüman toplumlara kazandırdığı yeni kavramlar ve önermeler emperyalistler açısından yıkıcı bir etkiye sahipti. Bu kavramların anlam erozyonuna uğratılmaları için yoğun bir çalışma süreci başlatıldı. Yeşil kuşak projesi kapsamındaki İslam ülkelerine muazzam bir para akışı sağlanarak, bu çalışmalar desteklendi. İslam Cumhuriyeti firavunların, Hamanların ve Karunların yıkılmasından bahsediyordu. Özgürlükten, adaletten, kardeşlikten bahsediyordu. Bu devrim gerçekten İslam dünyası için yeni bir soluk anlamına geliyordu. Karşı devrim faaliyetleri ivedilikle yapılmalıydı. Doğal olarak bu faaliyetler İslami yapılar eliyle yerine getirilmeliydi aksi takdirde etkisiz olacaktı. Devrimci İslamın önünü almak için öncelikle alternatif devrimci yapılar oluşturulmalıydı. Bunun için en uygun kesim radikal unsurlardı. Bu unsurlar da İslam devletinden, İslam devriminden, tağutların, Firavunların yıkılmasından bahsederek, geniş çaplı küresel bir cihad hareketine giriştirildi. Artık “Şii devrimi” karşısında “Sünni Vahhabi devrimciler” de vardı. Bunların güçlenip yayılması için ABD özellikle yardım ediyor, sansasyonel eylemlerde bulunmalarına göz yumuyor, İslam dünyasında sahte kahramanlar yaratmakla kalmayıp, batı dünyasında da İslamofobi oluşturuyordu. Bir taşla bir kaç kuş vurmanın keyfini çıkarıyordu. Devrimci İslamın her hamlesini bu Amerikancı devrimcilerle etkisiz kılmaya çalışıyordu. Komünizm tehlikesinden sonra Amerika elindeki kullanışlı aptalları, harcayabileceği yeni mecraya yönlendirmişti. Tüm İslam dünyasında Suudi Arabistan'ın önderliğinde Şii Müslümanlar aleyhine büyük kampanyalar ve propagandalar düzenleniyor, zaten kimliksizleştirilmiş, kişiliksizleştirilmiş güruhlar bu bayrak altında toplanmaya teşvik ediliyordu. Bu işte de ne kadar başarılı olduğu görülmektedir.

 

İran İslam devrimiyle bölgede Amerika ve İsrail'in varlığını tehdit eden “direnişçi unsurlar” oluştu

İran İslam devriminin Müslüman toplumlara kazandırdığı en büyük ve en stratejik ivmelerden biri de Kudüs'ün özgürleştirilmesi ve anti Siyonist düşüncedir. Bu çerçevede yaşanan gelişmeler İsrail için adeta bir kâbusa dönüşmüştü. İslam dünyasının her köşesinde Filistin davası bayraklaştırılıyor, bu konuda faaliyetler yürütülüyordu. Bu faaliyetlerin Siyonist İsrail için en tehlikeli olanı Lübnan'da kurulmuş olan Hizbullah örgütü ve Filistin'deki intifada eylemleriydi. İsrail bu faaliyetleri önlemek için terör eylemleri, suikastlar ve savaş dâhil her yolu deniyordu. Ancak bir türlü önleyemiyordu. İran İslam devrimi İsrail için adeta sonun başlangıcının işaret fişeği olmuştu. Askeri güçle veya terör eylemleriyle mücadele yöntemi etkisiz kalıyordu. Nitekim 2006'daki Lübnan savaşında tarihi bir hezimete uğrayarak, öz güvenini kaybetmişti. Yine Filistin içindeki intifada hareketleri bastırılamaz bir boyuta taşınmıştı. Hizbullah'ın varlığı ve giderek artan anti Siyonist unsurlar için yeni ümitler bahşetmiş ve İsrail'in yiten özgüvenine karşın Müslüman halklarda Siyonistlere karşı özgüven patlaması meydana getirmişti.

 

Hizbullah ve Filistin direnişinin yok edilebilmesi için önce Suriye'nin hedef alınması gerekiyordu

İsrail'in, dolayısıyla Amerika'nın hedef tahtasında artık İran'ın yanında Hizbullah da öncelikli hedefler arasındaydı. Amerika ve İsrail'in İran'a yapacakları her hangi bir müdahalenin ön şartı haline gelen Hizbullah'ın yok edilmesi hayati bir önem taşıyordu. Çünkü herkes İran'a yapılacak delice bir saldırın bedelini ilk önce İsrail'in ödeyeceğini biliyordu. İran tüm bu yıllar boyunca Hizbullah'a füze taşımış hatta füze teknolojisini vermişti. Hizbullah kendi füzesini üretebilecek duruma gelmişti. Ve envanterinde  ne kadar füzenin olduğu ve bunların nitelikleri de bilinmezliğini koruyordu. Bu bilinmezlik İsrail'in uykularını kaçırıyordu. Hizbullah'ın yok edilmesi için ilk önce lojistiğinin kesilmesi lazımdı. Hizbullah'ın lojistik sağlamasındaki en güçlü yardımcısı Suriye de böylece hedef tahtasına konulmuştu.

 

Kontrol edebilmek için bölgenin kristalize edilmesi gereği ve sınırların yeniden çizilmesi planı

İsrail'in güvenliği ve Amerikan emperyalizminin orta doğuyu daha rahat yönetebilmesi için, bölgedeki kaosun artarak devam etmesi ve sınırların değiştirilmesi gerekiyordu. Bu çerçevede Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) geliştirildi ve uygulamaya konuldu. Tüm bunların ana hedeflerinden biri İsrail'in düşmanlarının ve potansiyel düşmanların zayıflatılmasıydı. Böylece İsrail için olası tehlikeler önlenmiş ve Siyonizm karşıtı gruplar tasfiye edilmiş olacaktı.

 

Devasa kullanışlı ahmaklar ordusu

Tüm bu planların uygulanılması için, ellerinde büyük bir kullanışlı ahmaklar güruhu vardı. Bunlara muhafazakar seküler İslamcıların ve anti komünist grupların da eklenmesiyle devasa bir kullanışlı ahmaklar ordusu kurulmuştu.

 

Bölgeye musallat edilen “Amerikancı İlkel İslam Devrimi” bariz örneği “Suriye Devrimi(!)”

İlk adım “Amerikancı ilkel İslam devrimi”nin bölgeye musallat edilmesiydi. Özgürlük, baskıcı rejimlere başkaldırı gibi süslü sloganların ardına gizlenen karanlık projeler uygulanmaya başlanmıştı. İsrail'in potansiyel düşmanlarının tüm askeri ve toplumsal güçleri çökertilmiş, geriye kalanlar ise adeta hizaya çekilerek İsrail'in eteklerini öpmek için sıraya girmişti. Libya'daki zengin petrol yataklarının yağmalanmasından sonra, sıra asıl hedef olan Suriye'nin yerle bir edilerek Hizbullah'ın çökertilmesine gelmişti. Bunun için yeşil kuşak projesinin kullanışlı ahmakları dünyanın dört bir yanından İsrail'in hedeflerini gerçekleştirmek için, akın akın Suriye'ye sevk edildiler. Bu işin finansını Suudi Arabistan ve Katar karşılarken, lojistiğini de BOP'un eş başkanlığını yürüten Türkiye üstlendi. Suudi petrodolarlarıyla organize edilen vahşi güruh Türkiye'de eğitimden geçip Suriye'ye gönderilmeye başladı. Suriye'de büyük bir katliam ve yıkıma sebebiyet veren bu vahşi teröristler, yaptıkları katliamları internet üzerinden dünyaya yayınlayarak, hem musallat oldukları toplumlara korku salmış, hem de batı dünyasını İslama karşı daha katı hale getirmişlerdi. Yüzbinlerce terörist dünyanın dört bir yanından Suriye'yi yıkıma uğratmak için akın ediyorlardı. Ancak bu hamlenin gerçek amacını gören İran İslam devrimi, Hizbullah ve Şiiler bu savaşı kendileri için bir ölüm kalım savaşı olarak gördüler. Suriye'yi canları pahasına savundular. Türkiye'deki kişiliksizleştirilmiş Müslümanlar basın ve satın alınmış kanaat önderleri, tüm bu yaşananları devrim olarak lanse etmek için cansiperane bir mücadeleye girmişlerdir. Tabii bu savunmanın temel argümanı ise Şii düşmanlığı üzerine kurulmak zorundaydı. Nitekim mankurtlaştırılmış güruh dört bir koldan Şiilere saldırmaya bunun yanında aslında israil'in çok da kötü olmadığı algısını oluşturmaya başladılar. İsrail tarihinin en rahat günlerini yaşıyordu.

 

Batının Suriye üzerinden planladığı operasyona, yine Suriye üzerinden cevap vermek en etkili yol

Öte yandan Vladimir Putin ile yeniden toparlanma sürecine giren Rusya, özellikle Ukrayna'da Batının ve CİA'nın yapmış olduğu hamlelere karşı cevap vermenin en etkili yolunun Suriye'den geçtiğini görmüştü. Ayrıca eğer batı Suriye'de kazanırsa okların daha güçlü bir şekilde kendisine yöneleceğini biliyordu. Hem kendi askeri gücünü göstermek, hem kararlılığını vurgulamak için Suriye'deki savaşa müdahale etti. Suriye'de batılıları ters köşeye yatıran bir diğer unsur ise Kürtler oldu. Batının ve Türkiye'nin bütün ayartmalarına karşı Suriye devletine ihanet etmeyen Kürtler, Kobani'deki ve diğer Kürt bölgelerindeki savunmalarıyla IŞİD'ın durdurulmasında neredeyse bir kilometre taşı oldular.

 

Suriye vekâlet savaşının baş aktörleri: ABD'nin kullanışlı ahmakları olan yeşil kuşak Müslümanları

Suriye'de yürütülen vekâlet savaşının baş aktörleri, Amerika'nın kullanışlı ahmakları olan yeşil kuşak Müslümanları olmuştur. Komünizm tehlikesinden, devrimci İslam tehlikesine kadar her alanda kullanışlılıklarını ispatlamış, Amerika uğruna biner biner ölüme gitmekten çekinmediklerini göstermişlerdir.

 

Tarihin en kullanışlı ahmaklarının yeni bir tehlike çıkıp sahaya sürülene kadar, görevleri şimdilik bu...

 

 

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar