Başlıksız-2.jpg

Türkiye İslamcılarının geldiği nokta: İslamsız İslam

Neticede, Türkiye İslamcıları, bir dönem hızlı giriş yaptıkları siyasal İslam yaklaşımından, "İslamsız İslam" anlayışına doğru büyük bir savrulma yaşamışlardır. Gelinen nokta bu hazin sonun şahididir.

10 Mayıs 2016 Salı

Muhtevasını kaybeden Türkiye İslamcılığı, geriye kalan kabuğunu da kaybediyor

İNTİZAR - Birazcık İslami kaygıları olan insanların, şaşkınlıkla, öfkeyle ve biraz da dehşetle neler olduğunu anlamaya çalıştıkları günleri yaşıyoruz. İslami kaygılar taşıyan herkesin birbirine neler oluyor diye kaygıyla baktığı, yenilmişlik psikolojisiyle sorular sorduğu günlerdeyiz. Nasıl olmuştu da Müslümanlar bu hale evrilmiş, böylesine savrulmuş ve iflas noktasına gelmişlerdi. İslam adına savunulan ne varsa, bir kenara atılmış, yine İslam adına karşı çıkılan şeyler hayatımızın baş köşesinde yerini almıştı. Sanki Müslümanlar kabuk değiştirmiş, eski kabuğun içinden şimdiye kadar muhalefet edilen renge sahip yeni bir İslamcılık yahut İslamcılıktan geriye kalan bir şey çıkmıştı.

 

"Kral çıplak" diyemeyenlerin sonu kaybedilen değerlerin ardından çırılçıplak kalmaktır 

Ortaya çıkan bu yeni şeyin adlandırılması herkes için çok zor, tanımlanması da çok can acıtıcıydı. Üstelik kimsenin kral çıplak demeye cesareti de yoktu. Herkes bu yeni düzene uyarak kral çıplak demektense, kral ile birlikte tüm değerlerinden ve ideallerinden sıyrılmayı, çıplak olmayı tercih etti. İşin garip tarafı iş söze gelince herkes eskisinden daha İslamcı, daha Müslüman ve dünyaya nizam verme nutukları atıyor. Tarifi imkansız garabet durum almış başını gidiyor. Herkes içinde bulunduğu çöplüğün faziletlerine dair methiyeler dizmekte, bu içler acısı durumunu meşrulaştırmak için, Allah'ın kitabını ve Peygamberin sünnetini eğip bükmekte yarışmaya başladı.

 

Kutsal olanın hürmetini gözetmeyen, aslını kaybetmiş, bozulmuş olanı kutsar 

Artık Belam kılıklı hocalar kanal kanal geziyor, insanların sapkınlıklarına kılıflar uyduruyor, işbirlikçi yöneticileri kutsuyorlar. Satılık kalemler ise kendi rezilliklerini ve dünyaları için yaptıkları dalkavuklukları kamufle edebilmek için, Allah, peygamber, Kâbe ve istisnasız tüm İslami kutsalları haraç mezat köşelerinde peşkeş çekiyorlar. Ortadaki yağmadan pay alan herkes aldığı payın büyüklüğüne göre onurlu, namuslu insanlara saldırıyor güçlerinin yetmediği yerde ise, bu yağmadan kırıntı alma derdinde olan ruhsuz, dindar/kindar kitleleri bu insanların üzerine saldırtıyorlar. İslamcılık bakiyesi kimseler, daha önce kendi uğradıkları baskı ve zulümleri, güç ellerine geçince meşrulaştırıp, muhalifleri üzerinde daha acımasızca uygulamaya başladılar. Karşıt her düşünceyi, her hareketi, her yayını baskı altına almış, ülkeden farklı bir ses çıkmasını önlemek için sesin sahibini adeta boğmak için fırsat kollar hale gelmişler.

 

Devrimci ideallere ihanet eden, işbirlikçilere dönüşen Türkiye İslamcıları

Temiz, saf ideallerin mazlum çocukları olan İslamcıların, birden bire böylesine canavarlaşması herkeste şok etkisi yaratmıştır. Güç zehirlenmesine uğrayan İslamcılar, umursamaz bir şekilde zulmetmeye, kul hakkı yemeye, hırsızlığa ve bilumum ahlaksızlığa fütursuzca dalmışlardır. Adeta cin şişeden çıkmış, bütün büyü bozulmuş ve kendilerince İslam olarak adlandırdıkları ideal, bir paçavraya dönmüştür. Siyasal İslam'ın belki de üçüncü kuşağı olup da ideallerine bağlı kalan gençler için, şu günlerde büyü bozulmuş, at arabası kabağa ve atlar da fareye dönüşmüş durumdadır. Siyasal İslamcı kuşak için hikayenin sonu pek de mutlu bitmemiştir. Hikayenin kahramanları, devrimci ideallere ihanet eden işbirlikçiler haline gelmişlerdir. İslam kaygısı taşıyan samimi insanlar, etraflarındaki bu amansız talana öylece bakakalmışlardır. Şimdiye kadar yazılanlar sadece bir durum tespitinden, belki de bir hasar tespitinden ibaretti.

 

Dünyanın kurtuluşunun anahtarını sunan İslamcılar nasıl oldu da kendi dünyalıklarını kurtarma yoluna girdi?

Peki ne olmuştu da o temiz, samimi insanlar bu hale gelmişlerdi? Ne olmuştu da, büyük idealler birer paçavraya dönmüş, söylenilen her şey bir yalandan ibaret olup çıkmıştı? Gerçekten anlamakta ve anlamlandırmakta zorluk çekilen bu ibret verici ihanetin altında yatan sosyolojik ve psikolojik etkenler nelerdi? Bu ihanetin tarihsel bir alt yapısı var mıydı? Neden dimyata pirinci giderken evdeki bulgurdan olmuştuk? Elbette tüm bunları her yönüyle analiz etmemiz, olayı tam anlamıyla ortaya koymamız imkansızdır. Ancak yine de bu konuya dair bazı ip uçları vardır ve bu yıkımın belli başlı nedenlerini bize işaret etmektedir.

 

Türkiye İslamcılığını zayıf kılan; köksüz ve ithal fikirlerin ürünü olmasıydı

Siyasal İslamcılık, Türkiye'de kökü çok eskilere dayanan ve bunun yanı sıra yerli dinamiklerin meydana getirdiği bir hareket değildir. Türkiye Müslümanlarının siyasal İslam'la tanışması daha çok ithal fikirlerden mülhemdir. Kaldı ki, gelinen bu noktada bu fikirlerin ithal edildiği ülkelerdeki siyasal İslamcılar da, bizim İslamcılardan çok farklı bir durumda değillerdir. Sünni İslam coğrafyasının hemen her noktasında aynı yenilgi ve yıkım kendini göstermektedir.

 

En büyük tehlike, Müslümanların dünyevileşmesi

Türkiye Müslümanları en başından beri sürekli horlanmış, itilip kakılmışlardı. Bu yüzden daha içe kapanık ve birbirleriyle daha sıkı ilişkiler içinde varlığını sürdüren bir hareket halindeydi. Özellikle seksenlerde çok hızı bir yükselişe geçmiş, özgürlük, adalet, İslam, devlet gibi sloganlarla dindar kesimleri kendisine çekmişti. İktidardan ve iktidarın nimetlerinden uzak olduklarından, Müslümanlar ciddi bir şekilde imtihan olmuş değillerdi. Müslümanlar dayakla, hapisle, işkenceyle imtihan olmuşlardı ancak henüz iktidar ve iktidarın nimetleriyle imtihan olmamışlardı. Refah partisinin belediye seçimlerindeki büyük zaferinden sonra Müslümancı kadro blok halinde belediyelere yerleşmiş, kendi çaplarında büyük paralara hükmetmeye başlamışlardı. İktidarın ve iktidar nimetlerinin tadı damaklarına çalınmıştı. Dünyevileşmeye başlama felaketi için bu dönem adeta kilometre taşı olmuştur. Üniversitelerde beraber, makarna yediğimiz insanlar artık lüks araçlara binmekte, lüks evlerde oturmakta ve devletin imkanlarından istedikleri gibi yararlanmaktaydılar. Elbette burada istisnasız herkes bu şekilde davrandı demek gibi bir iddiamız yoktur. Lakin ahvali umumiye böyleydi. Müslümanlar önceden önünden bile geçemedikleri/geçmedikleri mağazaların müdavimleri olmuş, mal ve servet biriktirme sevdasına kapılmışlardı. Köşe bucak kaçtıkları dünya nimetleri artık onlara göz kırpıyordu ve Müslümanlar kendilerine göz kırpan bu güzelin cazibesine kapılmışlardı. İktidarın nimetleri gören Müslümanların belediyelerle yetinmeyecekleri belli olmuştu. Böylelikle dünyevileşmeye doğru ilk ciddi adımı atmışlardı. Belki de bu şekilde sonun başlangıcına doğru ilk adımı atmış oldular.

 

Muhtevasını kaybeden İslamcılık "gömlek çıkarma" operasyonu ile kalan kabuğunu da kırıp attı

İlerleyen yıllarda Müslümanların iktidar serüvenleri daha acıklı bir hal almıştı. Hem iddia ettikleri İslamilikten vazgeçemiyor hem de dünya nimetlerinden olmak istemiyorlardı. Bir nevi aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık durumundaydılar. Üzerlerinde var olan gömleği çıkaramıyorlardı. Tayyip Erdoğan'ın başbakan olduğunda 'biz milli görüş gömleğini çıkardık' sözünün bilinç altı kodlarında bu yatmaktadır. İslamcıların Ak parti döneminde, adeta patlayan bir rögar gibi etrafa kötü kokular saçmasının altında da bu yatmaktadır. Çünkü İslamcılar kabuğu İslam ama içi tamamen dünyevilikle dolu olan bir yumurta haline gelmişlerdi. Dünyevilik o kadar devasa bir hale gelmişti ki, artık kabuğa sığmıyordu, ancak İslam görünümlü kabuğun atılması insanların kendini inkârı anlamına geleceğinden, bu zamana kadar ıkına sıkıla dayanmışlardı. Ak parti iktidarı işte bu kabuğu kırmayı, üstelik pişkince, ahlaksızca İslami bir görünüm vermeyi başarmıştır. Hem İslam'dan olmayıp, hem kendilerine dar gelen kabuğun kırılmasıyla beraber, İslamcıların içlerinde biriktirdikleri dünyevilik bir anda etrafa saçılmış, her alanda arsızlık almış yürümüştü. Ak partinin İslam'a vurduğu en büyük darbe, İslamsız İslam'ı üretmesidir. İslamcılar, İslamsız bir İslam'ın peşinden aşkla ve şevkle koşmaya başlamışlardır.

 

Alternatif oluşturamayan Türkiye İslamcıları, egemen güçlerin payandasına dönüştüler 

İslamcıların süreç içindeki hezimetlerine zemin hazırlayan meselelerden biri de, hiç bir şekilde muhalif oldukları şeylere karşı alternatif üretememiş olmalarıdır. Yeni bir dünya, yeni bir düzen, ahlak, adalet v.s söylemlerle ortaya çıkan ve bu yönde bir yaşam tarzı oluşturmak isteyen bir yapı olarak, İslamcılar kendi bu söylemlerin pratiğe dökecek eylemlerden yoksun olmuşlardır. Sadece süslü kelimeler ardına saklanarak, sloganik önermelerden öteye gitmeyen pratikleriyle, kapitalizmin ahtapot gibi her koldan sarmış olduğu dünya düzenine meydan okuyabilecekleri aptallığına düşmüşlerdir. Bırakın alternatif ticaret, eğitim, sanat v.s kurumlarını oluşturmayı, kendi aile düzenlerinde bile kendi ideallerini hakim kılmakta aciz duruma düşmüşlerdir. İnsanları davet ettikleri şeylerin uygulanabilirliği konusunda ikna edememişlerdir, çünkü kendileri de bunları uygulamada hüsrana uğramışlardır. Çünkü daha önce belirttiğimiz gibi bu tür düşüncelerin Türkiye coğrafyasında geçmişi yoktu ve ithal fikirlerdi. Dolayısıyla pratik zemini çok kaygan ve neredeyse imkansız gibiydi. Bununla birlikte İslamcıların düştükleri en büyük hatalardan biri de, pek çok şeyi özümsemeden, içeriğini dahi bilmeden insanlara ve hatta kendilerine sunmalarıydı. Ortada herkesin gördüğü ama görmezden geldiği, kılıflar ürettiği bir dünya, bir garip durum vardı. Nihayetinde İslamcılar, kapitalizmin, küresel emperyalizmin toplum mühendislikleri neticesinde oluşan sele kapılarak, sürüklenmişlerdir. Öyle ki, dün nefret ettikleri İsrail'e bugün dostum diyen, emperyalistlerin İslam'ı yıkma projesi olan BOP projesine göğsünü gere gere başkanlık ettiğini söyleyen “İslamcı” liderin ardından, adeta böğürerek, coşkuyla koşmaktadırlar. Tüm bu rezilliklere ama, fakat... diyen insanlara hangi kesimden olursa olsun, ağızlarını köpürterek, salyalarını akıtarak saldırmakla övünecek bir duruma düşmüşlerdir.

 

İnisiyatif savaşını emperyalistler kazandı

İslam coğrafyasında yükselen siyasal İslam, ilk başta Batılı emperyalistler için tehlike çanları çalmaktaydı. Ancak bunun dipten bir dalga olduğunu, Müslüman halkların yüzlerce yıllık ezilmişliklerinin birikmiş öfkesinin dışa vurumu olduğunu fark eden Batılı emperyalistler bu dalgayı kendi gemisini yürütmek ve Müslüman halkların birikmiş gazını almak için bir fırsat olduğunu gördüler. Bunun üzerine büyük bir inisiyatifi ele geçirme harekatı başlattılar. Devrimci İslami kavramların içini boşalttılar, saçmalıklarla dolu yeni bir İslam algısı pompalamaya başladılar. Hatta daha vahimi, gerektiğinde afiyetle yemek üzere, İslamcılığı helvadan yapılmış bir put olarak Müslümanlara sundular. "İslamcılık" neredeyse Batılı emperyalistlerin Müslümanların eline tutuşturduğu helvadan bir put haline geldi, çünkü artık tehlike arz edecek söylemler olsa bile eylemlerden yoksun hale getirilmişti. Eylem derken silahlı mücadele v.b şeyleri kast etmiyoruz, bilakis, eğitim, bilim, fen, sanat v.s alanlarda Müslümanlar silahsızlandırılmış, iğdiş edilmişlerdir. Şimdilerde ise yükselen gerçek Devrimci İslam'a ve direniş hareketine karşı elleriyle yaptıkları bu helvadan putu yemenin zamanı gelmiştir. Tüm İslamcı kadrolar gerçek Devrimci İslam'a karşı öfke ve nefretle doldurulmuş halde Batılı emperyalistlere aşkla, şevke ve koşarak hizmet etmektedirler.

 

Sünni coğrafyanın bünyesi genlerine uymayan "Devrimci İslam" anlayışını reddetti

Siyasal İslamcıların en büyük handikaplarından biri de, bu tür devrimci fikirlerin geleneksel İslami yapılarına, adeta genlerine aykırı olmasıydı. Bilindiği üzere İslam'da iki ana ekol vardır. Birinci Ehli Sünnet, ikincisi ise Şii ekolüdür. Peygamberin vefatından sonra haksız yere başlatılan iktidar mücadelesi, neredeyse günümüze kadar sürmüştür. Sünni ekolün peygamberden sonra kendini hilafet ve saltanat ekseni etrafında dizayn etmesi, tamamen devletçi ve gelenekçi bir yapıya uygun bir din anlayışı geliştirmesine yol açmıştır. İslam özünden koparılmış, devrimci İslami kavramlar iğdiş edilmiş, her şey saltanatın ve sultanların korunması üzerine bina edilmiştir. Bu konuda, müfessirler ve muhaddisler satın alınmış, Kuran tefsirlerinde tahrifata gidilmiş, Peygamber adına binlerce hadis uydurulmuştur. Uzun zaman içinde özünden koparılmış İslam, gerçek İslam'ın yerini almış ve Muhammed Peygamberin getirdiği İslam olarak kabul görmüştür. Sünnilerin aksine, saltanatı reddeden, imamet felsefesine inanan Şiiler ise, sürekli muhalefette kalmış ve devrimci yapısını korumayı başarmıştır. Şiilerin bu yapılarını korumalarındaki en büyük avantajları ise Ehlibeyt imamlarının etrafında toplanmış olmalarıdır. Nitekim on ikinci imama kadar tüm imamlar birbiri ardı sıra saltanat sahipleri tarafından şehit edilmişlerdir. Ancak Peygamberden sonra geçen yaklaşık 250 yıllık süre içinde Şiilerin masum imamlar tarafından eğitilip, dizayn edilmeleri onların itikadi anlamda da bozulmalarının önünü almıştır. Şiiler illegal örgütlenmeler ve devrimcilik konusunda zindeliklerini günümüze kadar muhafaza etmeyi başarmışlardır. Nitekim bin yıl sonra, tüm Sünni coğrafya neredeyse emperyalistlerin kontrolündeyken, İran'da, Ayetullah Humeyni önderliğinde gerçekleştirilen büyük devrim, İran'ı emperyalistlerin esaretinden alarak bağımsız bir ülke haline getirmeyi başarmıştır. Şu anda daha Şii Müslümanlar Amerikan emperyalizminin ve Siyonizm'in önündeki yegâne engeldirler. Tüm bu tarihsel ve sosyolojik gerçekler göz önüne alındığında, geleneksel Sünni İslam, devrimci ve siyasal İslam'ı bir nevi safra olarak algılamış olabilir. Doku uyuşmazlığı yaşadığı Devrimci İslam'ı bünye reddetmiş olabilir. Çünkü Emevilerden başlayıp Abbasilerle devam eden ve günümüze kadar var olan Müslüman devletlerin hiç birinde ciddi bir İslami isyan başlamamıştır. Var olan isyanların neredeyse tümü Şii yahut Şiilik iddiasında bulunan isyanlardır. Tarihe bakın, Emevilere Şiiler dışında ciddi bir karşı koyuş olmuş mudur? Abbasiler, Şiilere yardım iddiasıyla gelmelerine rağmen yine Şii isyanlarıyla yüz yüze gelmiştir. Kurulan tüm devletleri ve en son Osmanlı imparatorluğuna bakın. Bir tek İslamcı ayaklanma var mıdır? Son dönemlerde, devletin Batıya ram olmasıyla oluşan kültürel ve ekonomik yozlaşmaya din adına yapılan itiraz ve isyanlar ise devrimci bir içerikten yoksundurlar. Daha çok statükoya dönmek adına yapılan isyanlardır. Konumuza dönecek olursak, Sünni İslam'ın genetiğinde devrim unsuru yoktur, olsa bile çok zayıf bir damardır. Dolayısıyla yüz yıllardır kemikleşmiş bir Sünni İslam algısına birden bire Devrimci İslam aşısının yapılması, bünyenin bu aşıyı reddetmesiyle sonuçlanmış olabilir. Çünkü ne kaynak kitaplarında, ne meşhur alimlerinin sözlerinde ne de kültürel pratikte bu tür bir söylem ve eyleme sahip değildir. Nitekim Sünni İslam geleneğinde devrimciliğin bir karşılığının oluşmamasının yahut devrimci Müslümanların taban bulamamasının kökenlerinden biri de bu olabilir. Çünkü var olan din anlayışı ve algısına ters olan her şey, zaten içeriksizleştirilmiş bir İslam pratiğinde, iğreti durmakta ve insanları irrite etmektedir. Devrimci ideallere sahip olan Müslümanların en başta, bizzat namaz kılan, Kuran okuyan hatta İslam için her türlü fedakârlığı yapmaktan çekinmeyen insanlar tarafından reddedilip, dışlanmasında, bu bilinçaltı yatmaktadır.

 

Kendi imal ettikleri "İslamsız İslam"ın iflah olmaz neferleri haline dönüşen Türkiye İslamcıları

Neticede, Türkiye İslamcıları, yaşadıkları süreç ile evrildiler. Ancak bu evriliş sahiplendikleri dava açısından daha iyiye gitmekten çok uzaktı. İslamcılar, İslam davasından gerçek ve Devrimci İslam'ı eleyip, geriye kendi dünyevileşme davalarını ikame ettiler. Dünyevileşmiş İslam ve İslamcılar nevi şahıslarına münhasır adeta ayrı bir tür oluşturdular. Allah'ın adıyla Allah'a rağmen her türlü haltı yemeye, tüm hakikati eğip bükmeye başladılar. Sonunda ortaya İslamsız İslam garabetini çıkarmayı başardılar. Bir dönemin hızlı ve samimi İslamcıları, artık İslamsız İslam'ın iflah olmaz neferleri haline dönüştüler. Gelinen nokta bu hazin sonun şahididir.

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar