13219832_10208516441961587_1435656931_n.jpg

Peygamber mirasının yağmacıları: Alimler..!!

Alimlik gibi saygın ve peygamberin mirası olan bir müessesenin, yetersiz, bencil, basiretsiz kimselerin elinde oyuncak haline gelmesi ve buna ses çıkarması gereken kimselerin bir tek kelime dahi etmeden her şeyi halının altına süpürmeleri, sorunları bir müddet daha gözlerden kaçırabilir. Peygamber varisi olması gerekirken, mirasın yağmacısı olunduğu vahameti görülemezse, sorun devam edecektir.

13 Mayıs 2016 Cuma

Mazlumun umudu, zalimin korkusu, toplumun vicdanı olması gereken alimler

İNTİZAR - Alimler peygamberlerin varisleridir. İlim ise peygamberlerin mirasıdır. İslam'ın en çok üzerinde durduğu, her fırsatta tavsiye ettiği, Çin'de bile olsa talep etmemizi emrettiği şeydir ilim. İlim her yönüyle insanlığın hali hazırda gittiği yolunu, geçmişini ve geleceğini aydınlatan bir ışıktır. Dolayısıyla alimlerin görevlerinden biri de insanlığın gittiği yolu, geçmişini ve geleceğini aydınlatmaktır. Alim insanlığa Allah'ın çizdiği sınırlar ve gösterdiği yol üzere rehberlik eden kimsedir. Hududullah'ı ortaya koyan, koruyan ve uygulanmasına yardımcı olan kimsedir. Peygamberlerin binlerce yıllık davasını günümüze taşıyan ve bu davanın temsilcisi olması gereken kimselerdir alimler. Adaleti ayakta tutmak, iyilikleri emretmek, kötülüklerden alıkoymak, doğru ve güzel olan ne varsa bu mirasın  varisleridirler alimler. Dini anlayan, anlatan, haktan taviz vermeyen, batıla boyun eğmeyen, gerektiğinde tüm dünyaya meydan okumaya bile hazır olan yiğitlerdir alimler. Alimler yaşadıkları çağda mazlumun umudu, zalimlerin korkulu rüyası ve toplumun vicdanı olmak zorundadırlar.

 

Alimin varisi olduğu Peygambere karşı çıkılmasının sebebi mevcut köhne düzenin varlığına oluşturduğu tehdittir

Peygamberin mirasçısı olmak/olabilmek gerçekten zor bir şeydir. Çünkü peygamberlerin hayatları zorluklarla doluydu. İstisnasız hepsi horlanmış, ezilmiş, alay edilmiş ve hatta canlarına kast edilmiştir. Dolayısıyla Peygamberin söylediklerini sonraki kuşaklara taşımak da, zorlu bir iştir. Zira Peygamberin döneminde insanların dine karşı olma nedenleri bugün de aynen bakidir. İnsanlar gerçekte bir Allah'a davet ettiği için Peygamberlere karşı çıkmamışlardır. İnsanlar kendi hakimiyetlerine son verdiği için, kendi haksız kazançlarını engellediği için, menfaatlerine uymadığı için peygamberlere karşı çıkmışlardır.

 

Mücadele; Allah'ın var olup olmaması üzerine değil, hakimiyetin Alha'a ait olup olmaması üzerinedir

Tarih boyunca insanlarla peygamberler arasındaki mücadele, Allah'ın varlığı veya yokluğu üzerine olmamıştır. Mücadele hakimiyetin Allah'ta olup olmaması üzerine olmuştur. Nitekim Kur'an bunu Firavunun şahsında çok güzel ortaya koymaktadır. “Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: "Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?" (Zuhruf, 51) Ayetten de anlaşılacağı üzere öteden beri peygamberlere karşı gelenlerin mücadelesinin temelinde mülkiyet, sahiplenme ve kendini hakim görme vardır. Peygamberler bunu reddetmişlerdir, hakimiyetin ve mülkün yalnızca Allah'a ait olduğunu söyleyerek, onların kirli ve çirkin politikalarına, siyasetlerine karşı durmuşlardır.

 

Alim de; Peygamberin Allah'dan gayrı iradelere dayalı tesis edilmiş düzene tehdit oluşu gibi tehdit olmalı, payanda değil 

İnsanlar kendi çıkarlarına ve kazançlarına dokunulmadığı müddetçe çok fazla tepki vermezler, kendi yaptıkları yanlış ve zulüm olsa bile kazandıkları ve tatmin oldukları müddetçe görmezden gelirler. Mekkelilerin Peygambere karşı çıkış temellerinde de bu vardı. İslam'ı kabul etseler öteden beri Kâbe ve putlar üzerinden kurdukları ticaret yerle bir olacaktı. Aslında bu konu başlı başına ele alınması gereken bir konudur. Ancak konumuza dönersek, peygamberler zalimlerin ve sömürücülerin çıkarlarına dokunmuş, itiraz etmiştir. Onlarla uzlaşmaya yanaşmamış, geçici manevralarla mevzilerini korumuştur, ancak asla nihai hedeflerinden ve bu hedefi ilan etmekten vazgeçmemişlerdir. Şu durumda alimler de, varisi oldukları peygamber gibi zalimlerin ve sömürücülerin çarklarına çomak sokmak durumundadırlar. Yani tabii misyonları bu olmalıdır. Bunun tabii sonucu olarak da zalimler, alimlerin varlığından rahatsız olmalı, onlara gün yüzü göstermemelidirler. Olayın mantığı ve doğası bunu gerektirir.

 

Alimler; ifa etmekle mesul oldukları Adalet ve özgürlük misyonunun ikame edilmesinde varlıklarını ortaya koyabiliyorlar mı?

Tarih boyunca zalimlerle uzlaşmayan pek çok alimin zindanlara hapsedildiğini ve katledildiğini hepimiz bilmekteyiz. Projektörü günümüze çevirip de durum nedir diye baktığımızda gördüklerimiz maalesef pek iç açıcı değildir. Günümüz dünyası belki de dine en çok ihtiyaç duyulan çağlardan birini yaşamaktadır. Adalete, merhamete, kardeşliğe, doğruya, güzel ve insani olan ne varsa en çok ihtiyaç duyulan bir çağdayız. Zulümler, sömürüler, haksızlıklar, rezillikler, menfaatperestlikler, hasılı kötü olan ne varsa ayyuka çıkmıştır. Neredeyse peygamberlerin gönderildikleri toplumların bulundukları içler acısı duruma gelmişiz. Hz. Muhammed son Peygamber olduğuna ve ondan sonra peygamber gelmeyeceğine göre, onun misyonunu yüklenecek kimseler olmalıdır ki, din ayakta kalabilsin, adalet ve özgürlük söylemini yaşatabilsin. İşte burada Peygamberin mirasının ve mirasçılarının önemi ortaya çıkmaktadır. Peki günümüzdeki alimler bu misyonu ne kadar icra edebiliyorlar? Adalet için, hakikat için, zalimlere karşı durmak, mazlumu korumak için ne yapıyorlar alimlerimiz? Etrafımızda alim diye kendini pazarlayan yüzlerce insan var ve bir tek zalim ve sömürücü bile bunlardan rahatsızlık duymuyor, bir tek yönetici bile bunlardan şikayetçi değil. Burada bir terslik yok mu? Oysa peygamberlerin pratiği bize bunun tam tersini göstermiştir çağlar boyu.

 

Alimler "keskin bir kılıç"; ama kimin elinde?

İslam'ın alimlere yüklediği bu misyon, alimleri adeta keskin bir kılıca döndürmüştür. Dolayısıyla saltanat sahipleri, zalimler ve sömürücüler,  yönettikleri, zulmettikleri ve sömürdükleri kitlelere karşı bu kılıcı ellerine almak için her türlü fedakarlığı ve her türlü zorbalığı çekinmeden sergilemişlerdir. Özellikle Emevi döneminden başlayarak günümüze kadar, alimler ya satın alınmış, ya baskıyla susturulmaya çalışılmıştır, tüm bunlara direnen ve vicdanların sesi olmayı sürdürmek isteyen alimler içinse üçüncü yol, yani ölüm reva görülmüştür.

 

Muhafazakar tabiatlı Ehli Sünnet ekolü mevcut otoriteye itaati esas alan bir dini önermeye ve buna bağlı alim tipine sahiptir

Bilindiği üzere İslam'da iki ana ekol ve iki ana İslam yorumu vardır. Ehli Sünnet ve Şii ekolleri. Ehli sünnet ekolü genellikle mevcut iktidarla uzlaşma yoluna gitmiş, var olan otoriteye karşı çıkmayı günah kabul etmişlerdir. Tabii ki bu genel yaklaşımdır, yoksa bu yaklaşımı benimsemeyip canından olan pek çok Ehli Sünnet alimi vardır. Günümüz Ehli Sünnet alimleri, geçmişin aynası gibidirler, geçmişteki alimlerin tutum ve davranışlarını geleneksel olarak günümüzde de devam ettirmektedirler. İktidarla barışık, çoğu zaman iktidarın emrinde, gerektiği zaman sipariş üzerine fetva vermekten çekinmeyen bir yapıya sahiptirler. Toplumun önde gelen ilim adamları, var olan toplumsal sorunlara ciddi çözümler üretemez/üretmez bir duruma gelmiş, iktidar yahut güçlü sınıfın yaptıkları yanlışlara ve zulümlere tepki ve tavır koymaktan uzaklaşmışlardır. Bu konuda güncel pek çok örnek mevcuttur, düşünmeye bile gerek kalmadan herkesin evet, falan olayda, filan meselede de böyle olmuştu diyebilecekleri vakalar hala zihinlerdedir. Dolayısıyla bu ekol, kendi İslami yorum ve mantığı çerçevesinde ve yapısı itibariyle bu türden alimler türetmiştir. Anlayış ve yorum olarak bu tavırları normal karşılayan bir zihniyete söylenecek pek bir söz yoktur. Ancak, kendini bu yapının dışında gören ve bu misyonu reddeden insanlara bir şeyler anlatmak mümkündür.

 

Devrimci tabiatlı Şii ekol mevcut otoriteye uzak durmayı esas alan bir karaktere ve alim tipine sahiptir

İkinci olarak Şii ekolünün alimlere biçtiği misyon ve konum, Ehli Sünnetten oldukça farklıdır. Şii ulema genel yapısı itibariyle devletten uzak durmuş, zalimlere karşı sürekli muhalefet halinde olmuştur. Elbette birinci ekolde olduğu gibi bu ekolde de istisnalar mevcuttur. Saltanata yamanmış alimler olmuştur, ancak Şii ekolünün genel karakteristiği budur. Örneğin günümüzde İran İslam Cumhuriyeti'nde iktidar, İslamcıların elinde olmasına rağmen alimler devletten maaş almazlar. Hiç bir cami hocası devletten maaş almaz. Bu yüzden bağımsızdırlar ve kendilerini ekmeklerine mahkum hissetmemektedirler. Hatta İran'da devrim yapıldıktan sonra, imam Humeyni'ye artık devlet bizim elimizdedir, alimleri halka muhtaç etmeyelim maaşlarını biz verelim diye teklif edildiği ve imamın buna şiddetle karşı çıktığı, gerektiğinde yapılan yanlışlar karşısında alimlerin İslam Cumhuriyeti'ne bile muhalefet etme misyonunun devamı için bu öneriyi reddettiği söylenmektedir. Şii toplumunda da alimlerin çok saygın bir yeri vardır ve buna bağlı olarak alimler miras aldıkları peygamber misyonunu icra etmek için her alanda topluma önderlik etmektedirler. Toplum da alimlerinin bağımsızlığını ve minnetsizliğini gördüğünden onlara güvenmekte ve her alanda onların rehberliğini seve seve kabul etmektedir.

 

Toplumların dini, sosyal ve siyasal önderliğini yapmış olan Peygamberlerin varisi Alimlerin de bu işlevi görmeleri tabiidir 

Evet, peygamberler kendi toplumlarının dini, sosyal ve siyasal önderliğini yürütmüşlerdir, dolayısıyla alimlerin de bu işlevi görmeleri çok tabiidir. Bir alimin toplumun dini ve kısmen sosyal ihtiyaçlarına çözüm sunması her zaman mümkündür. Çünkü fıkhın kaideleri ve hükümleri bellidir, yeni bir fetvaya ihtiyaç duyulduğunda zaten alimin böyle bir fetva verme yetkisi de yoktur, konuya doğrudan müçtehitler dahil olmakta ve sorunu çözmektedirler. Ancak siyasi tutum, tavır ve yöntemler çok spesifik konulardır. Bu konularda daha çok bilgiye, zekaya, basirete, içinde bulunduğu toplumu tanımaya ve istişareye ihtiyaç vardır. Elbette alimler bu konularda da bir takım girişimlerde ve pratiklerde bulunabilirler, ancak bunlar tartışılmaz değillerdir.

 

Alim bir örneklik inşa ederek topluma istikamet vermelidir

Evet alim, dini olarak toplumu yönlendirmeli, ahlaki olarak ona bizzat örnek olmalı, sosyal açıdan topluma dinin rengini katabilmelidir. Aynı zamanda bunların yanında siyasi olarak topluma yön çizmelidir. Bu Şii toplumunda alimin tabii görev sınırları içinde yer almış, alimler ve toplum da bunu benimsemiştir. Buraya kadar anlatılanlar olayın teorisi, olması gereken boyutudur. Ancak olması gerekenin yanında bir de olan vardır. Zaten var olan durum, ortada bir sorunun olduğunun göstergesidir. Alim, toplumu dini, ahlaki, sosyal ve siyasi yönden şekillendirmeyi yahut yönlendirmeyi kendi vazifesi olarak bilir. Evet öyledir de. Lakin sorun bütün bunların bazı meziyetler gerektiriyor olmasındadır. Bunlar samimiyet ister, bunlar bilgi ister, bunlar feraset ister, bunlar dostu düşmanı tanımayı ister.

 

Tabiatında 'Toplumu yönlendirmek' olan Alimlik, yetkin olmayanların elinde sorun üreten bir merkeze dönüşüyor

Kendini dev aynasında görmenin hem alime hem de alimlik yaptığı topluma büyük zararları vardır. Bir insanın alim olması onun her yönüyle topluma önderlik edebileceğine, her yönüyle sorunları doğru bir şekilde tespit edip, çözüm üretebileceğine delil olmaz. Ancak var olan durum bunun tam tersi bir hal almıştır. Bir insan kendini alim, molla v.s görüyorsa, her türlü yetkiyi elinde bulundurmanın kendisine verilmiş ilahi bir hak olduğunu düşünmekte ve anlamsız bir özgüvenle her işe müdahale etmektedir. Yani alim gerektiğinde elbette bu hakkı kendinde görebilir ve görmelidir de, ancak gerçekten bu yeterliliğe sahip olmaları şartıyla. Ahlaki yönden, takva yönünden ve daha bir çok yönden aynı seviyede olmadığı insanlarla, fonksiyon olarak kendini aynı seviyede görmek hem alimin, hem de alimlik ettiği toplumun ayağının altındaki zemini kaygan hale getirmektedir.

 

Sorunu; peygamberi olanı günümüze taşıyan gerçek alimlerin üzerinden kendini konumlandıran yetkin olmayan alimler oluşturuyor 

Şii toplumunda bir çok alim ve müçtehit her yönüyle, her türlü donanıma sahip olarak toplumun dini, sosyal ve siyasi yönetimini ellerine alarak, pek çok başarılı gelişmeler kaydetmişlerdir. Meselenin tabii mecrası budur. Ancak günümüzdeki ve özellikle de toplumumuzdaki alimlerin sahip oldukları eksik donanımla kendilerini bu örnekler üzerinden konumlamaları pek çok sakıncaları beraberinde getirmektedir. Alimler kendi durumları hakkında gerçekten ihlaslı ve samimi bir durum tespiti yapıp ona göre davranmadıkları müddetçe yanılmaya, yanlışa ve yenilmeye mahkumdurlar. Alimlerin sorunlara yol açan yanlış tutum ve tavırlarını bir kaç ana başlık altında zikretmek mümkündür, ancak bunlardan en önemli iki tanesine değinmekte fayda var.

 

Arkasında namaz kılan sade Müslümana, Peygamberin sade hayatından bahsedip, gösterişli hayat sürme tezatındaki "Alim" tipi

Birincisi ahlaki sorunlar; pek çok kez alimler bu sorunlarını görmeksizin ahlaki nutuklarda bulunmaktadırlar. İnsanlara ahlaktan bahsederken, bazı şeylerin kötülüğünden ve kaçınılması gerektiğinden bahsederken, kendilerinin o şeylerle meşgul olması en büyük sorunlardan biridir. Alimlerin mal biriktirme hırsıyla kişiliklerini ayaklar altına alması gerçekten acınası bir tablo oluşturmaktadır. Evler, rezidanslar, lüks arabalar... bunlar meşru ve helal kazanılmış paralarla alınmış olabilirler. Burada fıkhi bir sorun yok, bahsettiğimiz gibi konumuz ahlaki sorunlar. Arkasında namaz kılan fakir Müslümana, Peygamberin fakirliğinden, Emîr'ül-Mü'minîn'in sade ve fakir yaşamından bahsettikten sonra pahalı lüks arabalarıyla oradan ayrılıp, lüks evlerine dönmelerinin ahlaki bir sorun taşıdığını tartışmaya bile gerek yoktur. Kesinlikle aklı başında, biraz kafası çalışan her insan bunun gibi onlarca örnek sayabilir.

 

Yeterli donanıma sahip olmayan alimlerin siyasi konularda yön tayin etmesi toplum için büyük tehlikelere sebep olmaktadır

İkincisi ise siyasi tutum ve yönelişlerdir. Alimler içinde bulundukları toplumun siyasi yönelimini de tayin etmek istemektedirler. Gerçekten gerekli donanıma sahip olmayan bir alimin böyle bir işe soyunması toplumu ve gelecek nesilleri büyük tehlikelere atmaktadır. Bunun farkında olmayan yahut olsa bile umursamayan alimler, böyle bir yetkinin kendilerine sanki bizzat Allah tarafından verilmiş, sorgulanamaz, eleştirilemez bir hak olduğunu düşünmekte en azından öyle hareket etmektedirler. Bunun en büyük tehlikelerinden biri de kendini yetiştirememiş bir alimin kendi nefsi eğilimleri doğrultusunda toplumu yönlendirmesi ve bunun da İslam'ın gereği gibi algılanmasıdır. Gerçek Muhammedi İslam hakikatte o alimin kendi şahsi düşünce ve değerlerine göre algılanmaktadır. Örneğin, aynı medrese sıralarında okumuş âlimlerin bir kısmı, a partiye, bir kısmı b partiye bir kısmı da c partiye oy vermektedirler... oysa ki bu partilerin hemen hepsi neredeyse bir birine taban tabana zıt siyasi oluşumlardır. a partisine oy veren âlim toplumunu o partiye oy vermeye yönlendirmekte ve buna İslam, din, maslahat adı altında binlerce kılıf uydurmaktadır. b partisi için de aynı şeyler söz konusudur, c partisi için de. Şimdi aynı dine, aynı mektebe ve aynı dinsel dinamiklere sahip, aynı zaman diliminde, aynı toplumda ve hatta aynı mahallede yaşayan insanların böylesine çelişkili noktalarda durmaları olayın vahametini, en azından tehlikenin boyutunu göstermektedir. Bu birbirinden farklı partilere oy verenler gerçekte kendilerinin çıkar ve maslahatlarına göre oy vermektedirler. Alimlerin ve cemaatlerin yaklaşımları kendi menfaatleri doğrultusunda olduğundan, yeterli donanıma sahip olmayan alimlerin toplumları siyasi yönden yönlendirmelerinin tehlikesi daha bir görünür hale gelmektedir. 

 

İngiliz Şiiliğinin baş aktörünün dizinin dibinde oturan alimler!

İşin  başka bir vahim yönü de herkesin kendini hak ve İslami olarak görmesidir. Mesela İngiliz Şiiliği hususunda bir kısım alimler hassasiyet gösterirken, diğer bir kısım ise umursamıyor, yahut hepsinin ötesinde İngiliz Şiilerinin dizleri dibinde oturmakta bir beis görmüyorlar. Ahlaki sorunlarda olduğu gibi bu konuda da binlerce örnek çok fazla düşünmeye gerek kalmadan insanların zihninde canlanacaktır.

 

Peygamberin varisi olması gerekirken, mirasın yağmacısı olunduğu vahameti görülemezse, çözüm üretmesi gerekenlerin sorun üretmesi devam edecektir

Netice itibariyle, alimlik gibi saygın ve Peygamberin mirası olan bir müessesenin, yetersiz, bencil, basiretsiz kimselerin elinde oyuncak haline gelmesi ve buna ses çıkarması gereken kimselerin bir tek kelime dahi etmeden her şeyi halının altına süpürmeleri, sorunları bir müddet daha gözlerden kaçırabilir. Ancak sorun kökünden halledilmedikten sonra pansuman tedbirlerle bir yere varılamayacağı açıkça görülmelidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar