c9eb0cda-eba1-4aec-88ef-3024f5714638.jpg

Ruhunu katlettikleri İslama timsah gözyaşı döken İslamcılar..!!

"...İnsanların kalplerinde ve yaşamlarında büyük bir devrim gerçekleştiren İslamı yok etmek için devrimin çocuklarını tek tek ezdiler, yavrusunu yiyip sonra ağlayan timsah gibi saldırdılar devrimcilere. Devrimci İslamı yok etmek için düşmanlarıyla kol kola girmekten çekinmediler. Gönüllü uşaklar oldular büyük bir mutlulukla..."

21 Mayıs 2016 Cumartesi

İnandıklarını hayata hakim kılamayan zamane İslamcıları, kendilerine hakim olanı hakikat diye dayatıyorlar

İNTİZAR - Zihinlerin istilaya uğradığı bir çağın çocuklarıyız biz. Doğruların peşinden koşarken tam aksi istikamette gittiğine aldırmayan bir neslin dramını yaşamak, üstelik göre göre, bile bile, kanırta kanırta, ısrarla yanlış istikamette gitmeye devam etmek, ne de sancılı bir ruh halidir. Hiç bir insan böylesi bir ruh haline dayanamaz. Ya yolunu değiştirip doğru istikamete gidecektir, yahut yanlış yolun doğruluğuna dair masallar anlatıp, ninnilerle kendini avutacaktır veya ruhunu dizlerinin üzerine çökertip, tek kurşunla infaz edecektir. Başka bir yolu yoktur. Modern zamanların bozguna uğramış İslamcıları, doğru yoldan gitmeye yanaşmıyorlar, ruhlarını infaz edip her şeye bir son da veremiyorlar, geriye yapacakları tek şey kalmıştır. Kendilerini yalanlarla kandırmak, ninnilerle avutmak. Günümüz İslamcılarının yaptıkları tam da budur. Uğradığı bozgunların, altında kaldığı enkazın acısını katlanabilir kılmak için, kendini yalanlarla örülmüş surların içine hapsetmek. Şu an İslamcıların hemen hepsi, kurdukları yalan dünyalarında, yalan dinleri, yalan davaları, yalan merhametleri, yalan insanlıklarıyla caka satıp, hamasi nutuklar atıyorlar. Bazı insanlar vardır ya, söyledikleri yalanlara kendileri de inanır, bizim İslamcılarımız onlardan değillerdir, her şeylerinin bir yalandan ibaret olduğunu yüreklerinin derinlerinde bir yerlerde bilirler. Bu yüzden normal değillerdir, hiç bir tepkileri, hiç bir davranışları ölçülü değildir. Hep ifrattadırlar, hep aşırıdırlar, hiç bir şeyi kararında yapmaktan yana değillerdir... Peki neden? Çünkü psikolojileri bozuktur, bastırılmış korkuları depreşir sürekli, bilinç altlarında sürekli bir hain haleti ruhiyesinde yaşamaktadırlar. İhanet ettiklerini kendilerine bile itiraf edemezler ama aynı zamanda vicdanlarına da izahta zorlanırlar. Sürekli biri de bir bini de bir mantığıyla bakarlar olaylara, bu yüzden çirkinleşmede, rezillikte sınır tanımazlar, bir kere çamur bulaştı nasılsa diyerek kendilerini çamur deryasına atmakta bir sakınca görmezler. Uğruna ruhlarını sattıkları şeyden sonuna kadar yararlanmak isterler, ruhlarını sattığına değsin isterler, en azından kendilerini buna değdiğine inandırmak isterler. Terk ettikleri dünyalarından sonra, uğruna terk ettikleri dünyaya da adapte olamazlar, hiç bir yere ait değillerdir artık. Sürekli arafta yaşamanın huzursuzluğu okunur yüzlerinden. Unutmak için satıldıkları şeye gömülürler, satıldıkları şeye gömüldükçe unutmaları gerektiğini hatırlarlar. Kısır bir ruh döngüsü içinde, ruhlarının kıyametini yaşarlar. Bu İslamcılar düşündükleri gibi yaşamamanın bedelini yaşadıkları gibi düşünerek öderler. Artık özünü kaybetmiş, posası kalmış dinlerini, çirkinliklerini örtmek için bayraklaştırmışlardır, çünkü artık bu din onları rahatsız eden her şeyden arındırılmış, hainlikleri yüzlerine vuramayacak bir hale getirilmiştir. Dolayısıyla arkasına sığınılabilecek, kendilerini hedef göstermeyecek bahaneler üretmek için bulunmaz bir nimet haline dönüşmüştür. Her şeye rağmen adına din dedikleri kendilerini kandırmak için anlatacakları, tutunacakları bir masalları vardır artık. Ancak her ne kadar masallarla ördükleri surların ardına girseler kaçınılmaz son onları bekliyordu. Nihayetinde cinnet... Bir cinnet hali kapladı benliklerini, sürekli ileri taşıdıkları azgınlıkları, sapkınlıkları onları “kezzebu bi ayatina / ayetlerimizi yalanladılar”a kadar götürdü.

Hakikati Allah'ın rizasına göre tespit etmek işine gelmiyorsa, senin rızana göre çıkarını temin eden yeni bir ilah üretmek

İslamcıların bu cinnet nöbetleri her şeyi ters yüz etmelerine yol açtı. Artık kitaba bile tersten yanaşmaya başladılar. Kitabın yap dediklerini yapmamaya, men ettiklerini yapmaya koyuldular. Kitabı tersten okumanın sonucu kötü olanlar pratikte kutsandı ve iyi olanlar ise pratikte reddedildi. Kuran baştan başa İslamcıların hikayeleriyle doludur. Hangi ayete bakarsanız bakın, benliğini ve özünü kaybetmiş İslamcılardan bahseder. Artık Kuran'daki nasihatler, öğütler İslamcılar için anlamını kaybetmiştir, İslamcıları ancak kınananların zikredildiği ayetlerde bulmak ve tanımlamak mümkün hale gelmiştir. Kuran'ın iman edip salih amel işleyenler diye bahsettiği kesim İslamcılar olmaktan çıkmıştır, inkâr eden ve kötü işler yapanları tarif ettiği ayetler İslamcıları anlatır olmuştur. İslamcılar, artık İsrail oğullarının Samiri'sine, Semud kavminin dokuzlu çetesine, Firavun'un etrafındaki figürlere dönüşmüştürler. İbrahim'in ateşine odun taşıyan Nemrud'un halkı, Ebrehe'nin ordusundaki askerler, Lut peygamberin azgın kavmi, Yusuf'u kuyulara atan kardeşler olmuşturlar. Dudaklarında iyilik zikirleri, virtleri amellerinde ise, tüm kötülüklerin izleri dolaşır olmuştur. Tarihin en hazin hikayelerinden biridir bizim İslamcılarımızın hikayesi...

Samirileşen zamane İslamcıları... Samiri de ilahi elçinin izinden bir avuç alıp yaptığı put altın buzağı'nın hamuruna atmıştı*

Musa'nın kavminden ayrılmasını fırsat bilen Samiri gibi, kendilerinin uyacakları bir tanrıdansa, kendilerine uyacak bir buzağıyı tanrı edinmiş, insanları buna tapmaya davete soyunmuşlardır. İslamcılar da Samiri gibi altından buzağı yapılmışlardı, o çirkin dünyalarındaki tanrıya biçtikleri değerin göstergesiydi onun altın oluşu. Rüzgar estikçe buzağıdan çıkan böğürtülü sese meftun olmuşlardı. Çirkin dünyalarının kulak tırmalayan hırıltısını, altın süzgecinden geçirerek güzelleştirmeye çalışıyorlardı. Herkes kendi ruhunu sattığı buzağıyı yapabilmek için dünya malına sarıldıkça sarıldı, altını biriktirdikçe biriktirdi, zulmünü arttırdıkça arttırdı. Çünkü herkes küçük birer Samiriye dönüşmüş, kendi buzağısını yapma yarışına girmişti. İslamcılarımız parayı ve paranın nimetlerini kendilerine hatırlatan altın buzağılarına tapınıyorlardı artık.

"Hakikat" için feda olamıyorsan, "Hakikati" dünyan için feda edersin

Bu cinnet nöbetlerinde Semud kavmi gibi peygamberlerinin “Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a kulluk edin” çağrılarına kulak tıkadılar. Allah'a kulluk, ahlaklı olmayı, zulmetmemeyi, dünyaya tamah etmemeyi gerektiriyordu. Bunun için kimse hazır değildi dünyasını dine feda etmeye. Dünyalarını feda edeceklerine Salih'in devesini kesmek daha karlı göründü onlara. Hakikati, mucizeyi, gerçekleri temsil eden o deve, kendi düştükleri rezil durumu hatırlatıyordu, kurdukları sömürü düzeninin temellerini sarsıyordu, onlara kaçıp durmakta oldukları Allah'ı anımsatıyordu. Bunun için dokuzlu çeteye katıldı İslamcılarımız, Allah'ı hatırlatan en büyük mucizenin bacaklarını kopardılar ve öldürdüler. Artık rahat uyuyabileceklerini, hayatlarından dini ve Allah'ı koparıp attıklarını düşünüyorlardı. Oysa unuttukları, Allah'ın onlara şah damarlarından yakın olduğuydu.

Musa olamazsan, ya Firavun, ya Haman, ya Karun ya da Belam olursun

Firavun kıssasını okudukça İslamcılarımızın her biri gıpta ettikleri, olmayı arzuladıkları tiplerle özdeşleştiler. Kimi Firavun olmayı seçti, kimi Haman, kimi Belam, kimiyse Karun oldu. Firavun ile kendini özdeşleştirenler, insanlara musallat oldu, politikaya atıldılar, insanları ezdikçe ezdi, kendilerine ram ettirdikçe zevk aldılar. Tüm bu mülk benim değil mi edasıyla, ayaklarını yere vura vura yürümeye başladılar. Kimi Haman oldu kibirlendikçe kibirlendi, kendini fildişi kulelerinde ulaşılmaz sandılar. Karun'a öykündü kimi, malı yığdıkça yığdılar, parayı istifledikçe hırslandılar, insanları sömürmekten haz duyar oldular. Daha çoğunu, en çoğunu, hepsini istemeye, herkesin elindekini çalmaya azmettiler. Fakiri, yetimi, muhtacı unuttular, onları kendi zenginliklerine göz diken bozguncular olarak algıladılar. Belam olmayı seçenler ise, birer küçük peygamber gibi gördüler kendilerini. Sorgulanamaz olduklarını ve her söylediklerinin ilahi bir emir gibi telakki edilmesi gerektiği hevesine kapıldılar. Dini eğip büktüler, bir paçavraya çevirmek için ellerinden geleni artlarına koymadılar. Arsızca, umursamazca Allah'ın kullarının haklarını yağmaladıkça yağmaladılar, ama yine de ne doydular, ne de efendilerini doyurmayı başardılar. Zulümleri, kibirleri, çirkinlikleri arttıkça benlikleri, insanlıkları azalmaya başladı. Sonunda kendilerinin de adlandıramadığı tuhaf yaratıklara dönüştü İslamcılarımız.

Hakikate bende olamayanların, Hakikati söyleyenlere düşman olmaları kaçınılmazdır

Doğrular, hakikatler öylesine canlarını yakar oldu ki, can acıtıcı gerçekleri duyduklarında öfkeden yüzleri kararmaya başladı. Doğru söyleyenlere ne yapacaklarını, onu nasıl susturacaklarını bilemez oldular. Hakikat zincirinden sonsuza dek kurtulmalarını sağlayacağını sandığı için hakikati yakmaya soyundular. Doğru olan, iyi olan, gerçek olan ne varsa yakmak için odun topladılar ve büyük bir ateş yaktılar. Ateşin etrafına toplanıp, içine attıkları hakikatler yandıkça tarif edilemez bir mutlulukla, kendilerinden geçtiler. Gerçekler yanarsa, yalanlarla örülü dünyalarında huzur bulacaklarını sandılar. Ama bilmedikleri yaktıkları o ateşin kendi eteklerini tutuşturacağıydı. Bakın İslamcılara, nasıl bir yangın içinde olduklarını göreceksiniz, ahlak, haya, insanlık, iyilik ve mana adına ne varsa kendileriyle beraber tutuşmuş yanıyor.

Kabe'ye yönelip tevazu ile eğilmeyenler, Ebreheler gibi içlerindeki kibir ordularıyla kutsalların üzerine yürürler

Kendilerine söz verdikleri Allah'ı hatırlatan, sözlerinden döndüklerini anımsatan, ihanetlerini yüzlerine çarpan ne varsa yerle bir etmeye giriştiler. Ebrehe misali filden ordularla daldılar, kutsal olan, güzel olan ne varsa düşman kesildiler. Gerekirse Kâbe'yi bile yıkmaktan çekinmediler. Yüreklerindeki kibir ve enaniyet ordularıyla yürüdüler kutsalların üzerine, ama ebabilleri unutmuşlardı. Çok yakında kendilerini siccil yağmuruna tutacak ebabillerden gafil, azdıkça azdılar. Kâbe'nin Rabbi olduğundan gaflete düşüp, kendilerini rab ilan ettiler.

Hayatlarında ahlakı hakim kılmak için İslam olmak yolunu bırakıp, İslamı hayatlarındaki ahlaksızlıkların maskesi yapmak

Lut kavminin azgınlarına dönüştüler. Paranın şımarttığı, zahiri gücün zehirlediği İslamcılar, tarihin gördüğü en rezil fesatlara gözleri kapalı atıldılar. Kadınla, erkekle zinayla imtihanı kaybettiler. Tüm bastırılmış, duyguları yerle bir ettikleri kutsalların ardından çirkin yüzünü gösterdi. Bin yıldızlı otellerde, besmelelerle işret alemlerine daldılar. Parayı bulan hayatını değiştirmeye, karısından başladı... yıllardır aynı yastığa baş koyduğu, yoklukta yanında olan insanları buruşturup bir kenara attılar. Terk ettikleri, buruşturup bir kenara attıkları inançlarından, davalarından sonra çok da zorlanmadılar. Ahlaki çöküntü, artık bir yıkıma dönmüştü, Karunlaşan İslamcılarımız ikinci evliliklerini yaptılar, sonra kutsallardan arınmış olduklarını idrak edince, zinanın dibine vurdular. Kendileri de dibe vurmuştu artık, dibe vurmuşluğun boş vermişliğiyle, çirkinleşmenin sınırlarını zorladılar.  İslamı maske olarak kullanma çabaları onları düştükleri bu pislikleri örtmeye yetmedi. Yüzlerce Kuran kursları, vakıflar, öğrenci yurtları kurdular vicdanlarına yalan söylemek, çirkinliklerini örtmek adına. Ancak kurt bünyeye girmişti bir kere, bu kez o kursları, vakıfları kirletti pislikleri. Ahlaktan arınmışlığın dışavurumlarını nutkumuz tutularak izlemeye başladık.

Yüzü kara olan en çok alnı ak olandan rahatsız olur, zira kendi yüzü karalığını zahir eden alnı ak olandır

Sonra kendilerinden başkasına tahammül edemez oldular, kendilerinden iyi olanı, kendilerinden daha doğru ve kendilerinden temiz olana karşı büyük bir nefret beslediler. Kendi dünyalarında öldürdükleri iyilik ve güzellikleri bir başka yerde görmeye katlanamaz oldular. Önce bakışlarıyla hırpaladılar, sözleriyle dövmeye başladılar, sonra itip kakmaya, aşağılamaya giriştiler doğru insanları. Adı konulmamış bir ambargo uygulandı, tüm bu pislikler karşısında ama, lakin, fakat diye başlayan cümlelerle itiraz eden insanlara. Hayatlarından, dünyalarından dışladılar, bir vebalı gibi kaçar oldular bu temiz insanlardan. Bunların dilinden canlarını acıtan ayetleri duydukça, tıpkı eskilerin masalları diyen Mekke müşrikleri gibi, artık çağ değişti, şimdi zaman farklı diye böğürmeye başladı İslamcılarımız. Tahammülsüzlükleri had safhaya ulaştığında, doğru sözlü ve doğru özlü insanları, el birliğiyle kuyulara attılar Yusuf'un kardeşleri gibi. Artık hepsi gördükleri Yusufları atmak için yüreklerinin bir yerlerinden kuyular kazmıştı, Yusuflar artık mühürlü kalplerindeki kuyulara hapsolunuyordu.

Zamane İslamcıları (!) Devrimci İslamı yok etmek için, İslamın en kara düşmanları ile aşikar işbirliği yapmaktan çekinmediler

Açın Kuran'ı bir kez daha okuyun. Kuran baştan başa İslamcıların kıssalarıyla doludur. Firavunlaşan, Karunlaşan, Belamlaşan, Nemrutlaşan, lutileşen, Ebreheleşen, hakikati kuyulara atan İslamcıları anlatan ayetlerle dolup taşmaktadır. Bir de bu gözle bakın Kuran'a, bu gözle okuyun, göreceksiniz iyiliği emredip kötülükten alıkoyan insanların ne kadar az olduklarını. Peygamberin "İslam garip geldi ve garip gidecek" sözünün altını kalın çizgilerle çizmektedir İslamcılar. Kuran'ı ölülere inmiş bir kitap gibi yaşayanların hayatından çıkarıp, hikâyeci ve saçmalayan bir peygamber profili oluşturdular. Ellerinde Kuran, dillerinde Peygamber, Kuran'a inat, Peygambere inat çılgın bir çirkinleşme yarışına tutuştular. İnsanların kalplerinde ve yaşamlarında büyük bir devrim gerçekleştiren İslamı yok etmek için devrimin çocuklarını tek tek ezdiler, yavrusunu yiyip sonra ağlayan timsah gibi saldırdılar devrimcilere. Devrimci İslamı yok etmek için düşmanlarıyla kol kola girmekten çekinmediler. Gönüllü uşaklar oldular büyük bir mutlulukla. Bakın, tarihin en barbar, en yoz, en korkunç istilasının altında İslamcıların imzasını göreceksiniz. IŞİD, Nusra ve daha bilmem hangi yamyamların sponsoru oldular. Canlarıyla mallarıyla desteklediler. Süfyani ordusu masum insanları koyunlar gibi boğazlarken, buradan devrim, devlet, İslam naralarıyla kendilerinden geçtiler. Düne kadar küfrettikleri, İsrail ve ABD'nin kucağında zevkle bu yıkımı izlediler. Neron gibi yaktıkları İslam coğrafyasına bakıp, hırlayarak, böğürerek, dudaklarına oturan çirkin bir sırıtışla, zafer marşları söyleyerek seyrettiler. "Kahrolsun Siyonizm" naraları atan İslamcılar, "İsrail bizim dostumuzdur" diyerek soysuzluğun nirvanasına ulaştılar.

İslamcılardan, onların çirkinlik saraylarından kaçıp can havliyle İslam'ın çatısı altına sığınanlar dehşet içinde kalakalmışlardır artık. Yeminlerini bozmayan, sözlerinden dönmeyen Müslümanlar, yumrukları sıkılı bir şekilde beklerken Kuran'ın pek çok ayette haykırdığı gibi şöyle haykırmaktadırlar: “Bekleyin, biz de bekleyenlerdeniz...”

 

---------------------------------------------------------------------------------------------

*Sâmirî: "Onların görmedikleri bir şey gördüm: (Sana gelen) ilâhî elçinin (Cebrail'in) izinden bir avuç (toprak) aldım ve onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi" dedi. (Taha 96)

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar