6f595d7b-7b3b-4ffe-bfb7-eeff9886751d_16x9_788x442.jpg

Batı Asya'da cepheleşme belirginleşiyor

Amerika'nın öncülüğünde gerçekleştirilen Irak ve Suriye üzerinden bölgenin istikrarsızlaştırılması operasyonunun Direniş Ekseni'nin ortaya koyduğu karşı mücadele ile boşa çıkarılması sonrasında, bu operasyonda Amerika ile birlikte olan Suudi Arabistan ve BAE gibi bölge ülkeleri İsrail'le, Direniş Ekseni'nin lokomotifi İslami İran'a karşı bir cephe oluşturuyor.

16 Aralık 2017 Cumartesi
İNTAZAR - Amerika ile birlikte bölgenin tam da İsrail'in gelecek stratejisine uygun olacak şekilde parçalara bölünüp balkanlaştırılması, kristalize edilmesine dönük olarak gerçekleştirilen operasyonun Türkiye de dahil olmak üzere bir çok bölgesel ortağı vardı. Türkiye ile birlikte Suudi Arabistan, BAE, Katar gibi ülkeler bu operasyonun bölgesel ortakları olarak başı çekiyordu.
 
Söz konusu operasyon İslam İnkılabı stratejik aklının üssü olan İslami İran'ın başı çektiği Direniş Ekseni'nin karşı duruşu ile boşa çıkarıldı. Böylece dengeler sarsıldı. Şimdi bölgenin istikrarsızlaştırılması operasyonunun ortaklarından oluşan takım parçalandığı gibi, bu bölünme evveliyatı olan Körfez İşbirliği Teşkilatı gibi yapıları da işlevsizleştiriyor. Değişen dengeler yeni ittifakların da kapısını aralıyor. 
 
Batı Asya İslam İnkılabı stratejik aklının domine ettiği yeni bir tercih sürecine doğru seyrediyor. Bölgenin, üzerinden parçalanması planlanan Irak ve Suriye, bütünlüğünü koruduğu gibi asıl istikrarsızlık kaynağı olan İsrail'e karşı oluşan yeni tehdidin stratejik sahası haline geliyorlar. 15 bin Iraklı Şii milisin Suriye üzerinden İsrail'in sınırına yerleşeceği veya İran Lübnan ve Suriye'de füze fabrikaları kuruyor gibi bölgeden gelen haberler kimin kime karşı mevzilendiğinin de ip uçlarını oluşturuyorlar. 
 
Bölgede iki temel karşıtlık var. Bunlardan ilki İslam Inkılabı starejik aklının üssü olan İslami İran. Diğeri de Siyonist staretjik aklının üslendiği İsrail. Bölgede geri kalan ülkeler de bu iki karşıtılık etrafında yerlerini alıyorlar. Daha önce Türkiye ve Katar gibi ülkelerin de BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle birlikte yer aldığı takım dağılmış durumda. Şimdi Türkiye ve Katar yenilen önceki takımdan ayrıldı. Suudi Arabistan ve BAE özellikle Katar'ın İran ile ilişkilere bakışının kendileri gibi olmaması üzerinden bölgedeki ortaklıkları yeniden şekillendirme peşinde. Bu iki ülke İslami İran'ın en büyük düşmanı olan Amerika ve İsrail ile birlikte ortak bir starejinin takibi peşindeler.
 
Bahsi edilen bölgedeki bu cepheleşmeyi Giorgio Cafiero Al-Monitor yer alan yazısında teferruatlıca analiz etmiş; 
 
 
 
BAE'nin alternatif Körfez konseyi
 
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) 5 Aralık'ta Suudi Arabistan'la yeni bir ortaklık kurduğunu açıkladı. Bazı gözlemcilere göre bu hamle Kuveyt emirini baltalamayı amaçlıyordu. Açıklama, Körfez İşbirliği Konseyi'nin (KİK) Kuveyt'teki zirvesine saatler kala yapıldı. Sadece Kuveyt ve Katar'ın devlet başkanı seviyesinde katıldığı zirve iki saat içinde çöktü ve kayıtlara en başarısız KİK zirvesi olarak geçti. Kuveyt'in altı aydır devam eden Katar krizinde arabulucu olma gayretleri de bugüne kadar sonuçsuz kaldı.
 
Yeni BAE-Suudi ortaklığı Katar krizinin sürdüğü bir ortamda KİK'e alternatif olarak ortaya çıktı. Ancak 1981'de Arap Yarımadası'nda yer alan altı devletin kurduğu KİK'in yerini alacağını söylemek için henüz erken. Yine de BAE-Suudi ortaklığının temel amacı KİK'in altı üye arasında sağlamaya çalıştığını bu iki devlet arasında sağlamak yani askeri, ekonomik, kültürel ve siyasi konularda iş birliğini artırmak.
 
Yeni ortaklık BAE ile Suudi Arabistan arasındaki yakın ittifakı tam anlamıyla yansıtıyor. Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayid'e göre iki devlet olağan diplomatik ilişkilerin ötesine geçti ve artık bir bütün sayılabilir.
 
Orta Doğu'da çalkantıların sürdüğü, sayısız bölgenin güvenlik tehdidi altında olduğu bir dönemde BAE ve Suudi Arabistan bölgeye son derece benzer merceklerden bakıyor, güvenliğe odaklanıyor ve İran'la Katar'ın karşısında duruyor. BAE ve Suudi Arabistan bölgedeki başlıca devlet dışı aktörlerle ilgili de aynı tehdit algısına sahip. Bunlar Yemen'deki isyancı Husi hareketi, Lübnan Hizbullahı, Irak ve Suriye'deki İran destekli Şii milisler ve İslam Devleti ile El Kaide'nin kolları şeklinde sayılabilir.
 
Zayid ve Suudi Arabistan'ın fiili hükümdarı olan Veliaht Prens Muhammed Bin Selman son derece yakın bir ilişkiye sahip. BAE-Suudi yakınlığının artması da büyük ölçüde bu ilişkinin sonucu. Zayid ve Muhammed döneminde karar verme yetkisi her iki tarafta önemli ölçüde konsolide oldu ki bu da BAE ile Suudi Arabistan'ın giderek agresifleşen dış siyasetlerinde iki prensin oynadığı başat rolün altını çiziyor.
 
‘Alternatif KİK'e başka üyelerin alınıp alınmayacağı belli değil. Bahreyn'in katılımı yüksek bir olasılık. Bahreyn Suudi dış politikasının ağır etkisi altında, ayrıca petrol fiyatlarının 2014'teki düşüşünden kaynaklı göreceli istikrarsızlık ve ekonomik sıkıntının olduğu bir dönemde Riyad'ın güvenlik ve ekonomik desteğine bağımlı. Dolayısıyla Bahreyn Suudi Arabistan'a fazlasıyla yakın duruyor. Bir takımada devleti olan Bahreyn, Suudi önderliğinde kurulan güvenlik odaklı başka blok ve koalisyonlara katılmış durumda: Terör Karşıtı Dörtlü (TKD), Yemen'deki askeri koalisyon ve daha önce Terörle Mücadele İçin İslami Askeri İttifak (TMİAİ) olarak bilinen 41 üyeli İslami Askeri Terörle Mücadele Koalisyonu (İATMK).
 
Yeni BAE-Suudi ortaklığının Kuveyt ve Umman'la nasıl bir ilişki içinde olacağı ise jeopolitik açıdan daha hassas bir konu. Kuveyt ve Umman KİK'in iki “tarafsız” devleti olarak İran ve Irak dâhil Basra Körfezi'ndeki tüm ülkelerle iyi ilişkiler sürdürmek istiyor. Bu bilhassa Umman için geçerli. Hiç kuşkusuz Kuveyt ve Umman yönetimleri BAE-Suudi blokunda yer alan herkesle yakın müttefik olarak kalmak istiyor fakat Suudi Arabistan ve BAE'nin Katar ve İran karşıtı bir dış politika için baskı yapmasını hoş karşılamazlar. Bölgede herkesle görece samimi ve sıcak ilişkilere sahip olan Kuveyt ve Umman bir taraftan bu ilişkileri dengelemeye çalışıyor, bir taraftan da Yemen savaşı gibi mezhepsel temelli çatışmalarda taraf tutmak yerine sorunların diyalogla çözülmesini savunuyor. Yemen'de Körfez'in büyük güçleri vekiller aracılığıyla çatışıyor.
 
KİK'in kurucu üyesi ve İATMK/TMİAİ'nin 41'inci üyesi olan Umman, Yemen'de Suudi önderliğindeki askeri koalisyona ve TKD'ye katılmadı. Umman'ın Katar ve İran'la ilişkileri giderek artıyor. Suudi Arabistan'la BAE'nin Umman'ı bu ilişkilerden vazgeçirmesi olası görünmüyor. Zira ekonomisinin petrole bağımlılığını azaltıp çeşitlendirmek isteyen Umman için Katar ve İran'la ekonomi ve enerji alanında sahip olduğu ilişkiler kilit önem taşıyor.
 
BAE-Suudi ortaklığına katılım daveti gelirse Kuveyt ve Umman'ın nasıl bir fayda-maliyet hesabı yapacağını zaman gösterecek. İki ülke de Katar krizinde kapalı kapılar ardında arabuluculuk yapılması gerektiğine inanıyor ve bu anlamda kavganın çözümü konusunda umutlarını koruyor. Kuveyt ve Umman BAE-Suudi ortaklığını KİK'e değerli bir alternatif olarak mı görecek yoksa bu girişimi KİK'i bölen Katar kavgasında uzlaşıyı engelleyen yeni bir unsur olarak mı değerlendirecek? Bu sorunun yanıtı henüz belli değil.
 
Gelinen noktada Katar krizine müdahil olanların çözümde başarısız kalması bölgede herkesi yeni arayışlara itiyor. KİK'in 36 yıl önce belirlediği hedeflere ulaşmak için alternatif platformlar, alternatif koalisyonlar aranıyor. BAE, yeni bir ortaklık ilan ederek kendi gündemi ve politikalarıyla iş birliği yapacak KİK üyeleriyle birlikte çalışacağının sinyalini veriyor. Bu yeni ortaklığı şekillendirecek ortak dava şöyle özetlenebilir: İran'ın artan nüfuzuna karşı koymak ve Katar dış siyasetini TKD'nin diplomatik ve ekonomik ilişkileri yeniden başlatmak için öne sürdüğü talepler doğrultusunda değiştirmediği sürece Katar'ı Körfez ailesinin sorumlu ve güvenilir bir kardeşi olarak kabul etmemek.
 
KİK'in 36 yıllık tarihinde bir dip noktası olan bu ayki zirvenin ardından yeni BAE-Suudi ortaklığının izleyeceği seyir, bu ortaklığın iki ülkenin menfaatlerine nasıl hizmet edeceği ve diğer KİK üyelerinin bu süreçten nasıl etkileneceği ile şekillenecek.
 
Batı Asya'daki bu cepheleşmede hangi tarafın gerçekliği olan bir zemine sahip olduğunu zaman ortaya koyacak. Fakat daha şimdiden Suudi Arabistan'ın mevcut stratejisini belirleyen aklın sırtını dayadığı Amerika tarafından yalnız bırakılacağının sinyalleri gelmeye başladı. Al Monitor'un haftalık değelendirmesinin yapıdığı yorumda bu duruma vurgu yapılmış:
 
 
Öte yandan ABD'nin Kudüs kararına Suudi Arabistan da karşı çıkıyor. Dolayısıyla olayların aldığı yön Veliaht Prens Muhammed Bin Selman'ı özellikle zor durumda bırakabilir. Kaldı ki krallık ABD'nin eleştirilerine de maruz kalıyor. Dışişleri Bakanı Rex Tillerson 8 Aralık'ta şöyle konuştu: “Suudi Arabistan'ın Katar'la ilişkilerine, içinde yer aldığı Yemen savaşında yaptıklarına ve Lübnan'daki duruma gelince sanırım onları biraz daha ölçülü olmaya, yaptıklarının sonuçlarını tam anlamıyla değerlendirecek şekilde biraz daha düşünceli olmaya teşvik etmek isteriz.”
 
Bu sözler Trump yönetiminin en yakın müttefiklerinden biri olan Suudi Arabistan'a mesafe koyduğunun, Suudileri daha açık eleştirdiğinin işareti mi? Yoksa yakında görevden ayrılabileceği söylenen Tillerson'ın giderayak yaptığı bir çıkış ve uyarı mı? Yanıt ne olursa olsun son haftanın gelişmeleri Riyad'ın sadece hüsran ve başarısızlığa neden olan bölgesel politikalarını gözden geçirebileceğine işaret ediyor.
 
Amerika her zaman takımına aldığı oyuncuyu beklentilerini karşılayamadığında yok eder. Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin oluşturacakları blokun gerçeklik zeminine sahip olamayacakları, yapay kalacakları anlaşılıyor. Bu ise hızlı bir şekelde Direniş Ekseni'nin ön alacağını, sahip olduğu gerçeklik zemini üzerinden bölgenin geleceğinde belirleyici olacağını gösteriyor... 

 

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar