51793-unnamed.jpg
  • Anasayfa» 
  • Analiz»
  •  Emperyalistlere ve Siyonistlere karşı izzetle ayağa kalkmak mı, yoksa zilletle boyun eğmek mi?

Emperyalistlere ve Siyonistlere karşı izzetle ayağa kalkmak mı, yoksa zilletle boyun eğmek mi?

İslam coğrafyasındaki halklar çok uzun zamandır zillet içerisinde yaşamaktadırlar. Emperyalistler ve Siyonistlerin hazırladığı planlar bundan çok daha kötüsünün hesabını içermektedir. Bu gün İslam coğrafyasındaki halkların bir an önce cevap vermesi gereken soru şudur: Emperyalistlere ve Siyonistlere karşı dayanışarak izzetle ayağa kalkmak mı, yoksa ayrışarak zilletle boyun eğmek mi?

15 Mart 2020 Pazar
İNTİZAR - Batı Asya'da yaşananları doğru tahlil edebilmek için biri Siyonistlere diğeri ise Amerikan emperyalizmine ait olan iki plana dair farkındalık oluşturmak gerekiyor.
 
Siyonistlere ait olan plan "Büyük İsrail" emeline hizmet eden ve "Oded Yinon Planı" ismi ile bilinen plandır. Bu plan; "Büyük İsrail" emelinin sınırları ile bağlı olması sebebiyle Batı Asya'da Ürdün, Irak ve Suriye'yi merkeze alan ve bu merkez coğrafyanın etrafındaki diğer ülkeleri de etkilemesi söz konusu olan bir plandır.
 
Amerikan enperyalizminin vahşi iştahının ürünü olan diğer plan ise Siyonist plan ile örtüşen fakat dünya ölçeğinde ve doğrusu insanı dehşete düşüren bir plandır.
 
Bu iki planın detaylarına dair iki ayrı yazıdan yapacağımız alıntılar her iki planın boyutlarının anlaşılmasına ve bununla birlikte bölgede yaşananların aslında hangi amaçların gerçekleştirilmesine hizmet ettiğinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
 
Öncelikle Amerikan emperyalizminin insanı dehşete düşüren planının boyutlarına dair bir fikir vermesine yardımcı olacak Thierry Meyssan'ın "NATO go home" başlıklı yazısının konu ile ilgili kısmını alıntılayalım... 
 
 
Thomas P. M. Barnett'in 2003 yılında Pentagon'da verdiği bir konferansta yaptığı Powerpoint sunumundan alınan bu haritaya göre, pembe renkli bölgedeki tüm devlet yapılarının yok edilmesi gerekmektedir.
 
Pentagon stratejisi
2001'den beri –ve bu 11 Eylül saldırılarının başlıca nedenlerinden biridir– ABD, Donald Rumsfeld ve Amiral Arthur Cebrowski tarafından belirlenen stratejiyi gizlice uyguladı. Bu strateji, saldırılardan iki gün sonra Kara Kuvvetleri dergisinde Albay Ralf Peters tarafından dile getirildi ve beş yıl sonra genelkurmayın yeni Ortadoğu haritasını yayınlanmasıyla doğrulandı. Amiral Cebrowski'nin yardımcısı Thomas Barnett tarafından The Pentagon's New Map (Pentagon'un yeni haritası) adlı kitapta ayrıntılandırıldı.
 
ABD ordularının misyonlarının Ekonomiden çok Finansa öncelik veren yeni bir kapitalizm biçimine uyarlanması söz konusudur. Dünya ikiye bölünmelidir. Bir tarafta, küreselleşmeyle bütünleşmiş istikrarlı devletler (ki Rusya ve Çin'i de içermektedir); diğer tarafta hammaddelerin sömürüldüğü geniş bir alan. Bu nedenle, bu bölgenin ülkelerinin devlet yapılarını önemli ölçüde zayıflatmak, hatta mümkünse yok etmek ve her türlü imkanı kullanarak yeniden ayağa kalkmalarını önlemek gerekmektedir. Condoleeza Rice'ın deyimiyle « yapıcı kaos », teopolitik savunucuları bunun için ellerinden gelen her şeyi yapsalar bile, hahamlara ait eşsesli kavram ile karıştırılmamalıdır. Daha iyi olanı yeniden inşa etmek için kötü bir düzeni yok edilmesi değil, her türlü direniş biçimini önlemek ve ulusötesi kişilerin bu bölgeyi herhangi bir siyasi kısıtlama olmadan sömürmelerine izin vermek için tüm insani örgütlenme biçiminin yok edilmesi söz konusudur. Bu nedenle, terimin Anglosakson anlamıyla bir sömürgeci projeyle (iskan yoluyla sömürgeleştirmeyle karıştırılmamalıdır) karşı karşıyayız.
 
Başkan Oğul George Bush, bu stratejiyi uygulamaya başlarken, « bitmeyen savaştan » söz etti. Gerçekten de artık savaşları kazanmak ve düşmanları yenmek değil, ama savaşları olabildiğince uzun bir süre hatta « bir yüzyıl » sürdürmek söz konusudur. Aslında, bu strateji « Genişletilmiş Ortadoğu »da, yani Pakistan'dan Fas'a ve CentCom'un tamamında ve AfriCom'un Kuzey harekat sahnesini kapsayan bir bölgede uygulandı. Geçmişte, Deniz Piyadeleri ABD'nin Basra Körfezi'ndeki petrole erişimini güvence altına alıyorlardı (Carter doktrini). Bugün, dört kat daha büyük bir alanda varlık gösteriyorlar ve ne olursa olsun herhangi bir düzen biçimini devirmeyi hedeflemektedirler. 2001'den bu yana Afganistan'ın, 2003'ten bu yana Irak'ın, 2011'den bu yana Libya'nın, 2012'den beri Suriye ve 2015'ten bu yana Yemen'deki devlet yapıları artık kendi vatandaşlarını savunamamaktadır. Resmi söylemin aksine, hiçbir zaman hükumetleri devirmek değil, devletleri yok etmek ve yeniden inşa edilmelerini engellemek söz konusu olmuştur. Örneğin, Afganistan halkının durumu, 19 yıl önce Taliban'ın düşüşüyle iyileşmemiş, hatta her geçen gün daha da kötüleşmektedir. Bunun tek karşıt örneği, tarihsel geleneğine uygun bir şekilde savaşa rağmen devletini muhafaza edebilen, darbeleri etkisiz hale getiren ve bugün harap olmasına rağmen fırtınayı atlatmayı başarabilen Suriye olabilir.
Kamuoyuna açıklanmasa da ABD genelkurmayı resmi hedefi, Ortadoğu'nun sınırlarını ortadan kaldırmak, dost ya da düşman olsun devletleri yok etmek ve etnik temizlik yapmaktı.
 
Bu arada, Pentagon'un İsrail'i bir Ortadoğu devleti olarak değil her zaman bir Avrupa devleti olarak gördüğünü akıldan çıkarmamalıyız. Bu nedenle, bu büyük kargaşadan etkilenmeyecektir.
 
2001 yılında, hevesli Albay Ralf Peters etnik temizliğin « işe yaradığını! », ancak savaşın yasalarının ABD'nin bunu kendisi için uygulamasını yasakladığını söyleyerek güvence veriyordu. Böylece Pentagon hesabına istediklerini yapan El Kaide'nin dönüşümü ve IŞİD'in kuruluşu bu yüzden yapılmış, ancak kamuoyundan gizlenmiştir.
 
Görüldüğü üzere Amerikan emperyalizminin kendi hegemonyasının devamı için dünyanın geri kalanına neyi reva görebileceği ortada ve bütün bu planlananlar gizli saklı değil. Bu gün dünyada bu konuları takip eden herkes bu planlardan haberdar ve Amerika'nın hangi ülkeyi kaç parçaya böleceği, hangi ülkelerde istikrarsızlığı esas alan politikalar izleyeceği gayet aşikardır. Sorun şu ki bu planlardan haberdar olan yerel siyasi aktörler kendi şahsi siyasi maksatlarını temin için, bu planlar ile eşgüdüm halinde olmayı bir politik başarı olarak kendi halklarına pazarlamaktadırlar.
 
Bahsini ettiğimiz diğer plan olan "Oded Yinon Planı" da sitemizde ddaha önce tamamını yayınlamış olduğumuz Siyonist plandır. Bu planın da bölge ülkeleri için ne denli dehşet verici bir gelecek ortaya koyma peşinde olduğunu aşağıda alıntıladığınız kısımı okuyunca fark edeceksiniz... 
 
 
Yinon Planı, İsrail'in bölgesel üstünlüğünü garanti altına almayı hedefleyen stratejik bir İsrail planıdır. Bu plan, İsrail'in, çevresindeki Arap devletlerini daha küçük ve daha zayıf devletlere bölerek, kendi jeopolitik ortamını yeniden şekillendirmesini dayatmakta ve şart koşmaktadır.
 
İsrailli strateji uzmanları, bir Arap devletinden gelebilecek en büyük stratejik tehdit olarak Irak devletini görmüşlerdir. Irak'ın Orta Doğu ve Arap Dünyasının Balkanlaştırılmasında merkez olarak seçilmesinin nedeni budur. İsrailli strateji uzmanları Irak'ta, Yinon Planının konseptleri esas alınarak ülkenin, bir Kürt devleti ile biri Şii Müslüman, diğeri Sünni Müslüman olan iki Arap devletine bölünmesini talep etmişlerdir. Bu amaca ulaşmak için atılan ilk adım, Yinon Planının bahsettiği Irak ile İran arasındaki savaş olmuştur.
 
Bölünmüş bir Irak'ın dışında Yinon Planı; Lübnan, Mısır ve Suriye'nin de bölünerek parçalanmalarını içermektedir. İran, Türkiye, Somali ve Pakistan'ın bölünmeleri de bu görüşler ile örtüşmektedir. Yinon Planı aynı zamanda, Kuzey Afrika'nın da dağılmasını talep etmekte ve bu çözülmenin Mısır'dan başlayarak Sudan, Libya ve bölgenin geri kalan kısımlarına yayılmasını öngörmektedir.
 
Büyük İsrail, mevcut Arap devletlerinin parçalanarak daha küçük devletlere dönüşmesini gerektirmektedir. Plan, iki ana temel üzerine oturtulmuştur. İsrail hayatta kalabilmek için 1) bölgesel bir imparatorluk olmak ve 2) bütün mevcut Arap devletlerinin dağılarak küçük devletlere dönüşmesi için bütün bölgenin bölünmesini etkilemelidir. Buradaki ‘‘Küçük'' kelimesi her bir devletin etnik ve mezhepsel kompozisyonuna bağlı olacaktır.
 
Sonuç olarak, Siyonist beklenti; mezhepsel ayrılıkları olan devletlerin, İsrail'in uydusu ve ironik bir şekilde ahlaki meşruiyetinin kaynağı olmalarıdır. Bu, ne yeni bir fikirdir, ne de Siyonist stratejik düşünce sisteminde ilk kez ortaya çıkmaktadır. Aslında, bütün Arap devletlerini daha küçük parçalara bölmek yıllardır sürekli yinelenen bir temadır.
 
Bu açıdan bakıldığında Suriye ve Irak savaşları, İsrail'in bölgesel yayılmacılığının bir parçasıdır. 
 
Şimdi esas cevabının bulunması gereken sorulardan birisi şudur: Bu planlar gizli saklı olmadıklarına göre ve hedeflerindeki ülkelerde ya istikrarsızlık ya da bölünmeyi ana amaç olarak belirlediklerine göre hedefteki ülkeler niçin buna göre milli güvenlik stratejilerini belirlemezler?
 
Sade bir bakışla bölgede yaşananlar incelendiğinde bu iki plana karşı koyan bölgesel güçlerin başını İslami İran'ın çektiği Direniş Ekseni'nin olduğu gayet rahatlıkla görülebilecektir. Peki, Türkiye de dahil olmak üzere bu iki planın uygulama alanı içerisinde olan birçok ülke (mesela Suudi Arabistan) niçin kendi -tabiri caizse- katilleri ile işbirliği yaparlar da böylece kendi sonlarını hazırlayacak senaryoya hizmet ederler? Oysa akıl kendisi için dehşet veren planlar hazırlayan bu güçlere karşı olmayı, onların bölgedeki emellerinin önüne geçebilecek politikalar geliştirmeyi emreder.
 
Bölgedeki bütün ülkelerin bölünerek istikrarsızlaştırılması, düzen temin eden bütün devlet yapılarının yok edilmesini amaçlayan bu planların hazırlayıcıları dünyanın en güçlü devletleri ve bu devletlerin ardındaki güçlerdir. O halde dünyanın bu en büyük güçlerine karşı ayakta kalabilmek, bu güçlerin hedefindeki ülkelerin dayanışmasına bağlıdır. Peki, niçin bu hedef alınan ülkeler birbirleri ile dayanışma yerine Direniş Ekseni'ne karşı, kendi sonlarını hazırlama peşinde olan bu emperyal güçlerle işbirliğini tercih etmektedirler?
 
Bu gün Amerika ve İsrail ile işbirliğine yönelen bölge ülkeleri bu konuları ciddi takip etmeyenler tarafından bile bilinmektedir. Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn, Ürdün gibi bölge ülkelerinin bu iki planın sahibi Amerika ve İsrail ile nasıl bir işbirliği içerisinde oldukları aşikardır. Irak ve Suriye'nin istikrarsızlaştırılması operasyonlarında bu ülkeler ile birlikte Türkiye, Katar gibi ülkeler de operasyonun birer parçası idiler. Yukarıdaki alıntılarda Irak ve Suriye'nin hangi amaçlarla istikrarsızlaştırılmasının düşünüldüğü açıkça ortaya konmuştu. Peki, bu iki ülkenin bölünüp istikrarsızlaştırılması ardından bu kez sıranın kendilerine geleceğini bildikleri halde niçin bu operasyona ortak olma yolu tutuldu?
 
Bu gün Suriye ve Irak'ın tekrar istikrar bulması için mücadele veren güçlerin başta İran olmak olmak üzere Direniş Ekseni unsurları olduğunu ve bunun bilinen bir durum olduğunu yukarıda belirtmiştik. Peki, niçin buna rağmen Amerika ve İsrail'in planlarının bir parçası olan bölüp istikrarsızlaştırma operasyonunun devamı olması anlamına gelecek bir şekilde Direniş Ekseni'ne karşı büyük bir düşmanlık örgütlenmektedir ve özellikle de Suriye'de bu durum ısrarla sürdürülmektedir?
 
Suriye'de Esad yönetimi İdlib'in ardında Fırat'ın doğusuna yani Amerika'nın halen bulunduğu bölgeye yöneleceğini açıklamasına rağmen niçin ısrarla İdlib bir büyük sorun yumağı haline getirilmektedir? Oysaki istikrarın güçlenmesi Amerika'nın Suriye'deki geleceğini ortadan kaldıracaktır. Yani Suriye'nin istikrar bulması halka halka bölgede istikrarı yaygınlaştıracaktır. Bu ise yukarıda bahsi geçen iki planın sahadaki karşılığını yok edecektir. Niçin böylesi bir hedefe hizmet etmek varken tam aksine Amerika ve İsrail'in planlarına hizmet eden politikalar takip edilir? 
 
Bir de etnisite veya inanç farklılıkları üzerinden siyasi amaçları gerçekleştirmeye dönük beklentileri olanlar var. Yukarıda alıntısı yapılan Oded Yinon planında bölgede var olan ve İsrail'in varlığı için tehdit oluşturan devletlerin dağıtılıp küçük devletçiklere ayrılacağı amaç olarak ilan edilmişti. Bu yapılırken etnik ve mezhepsel kompozisyona bağlı hareket edileceği de ortaya konmuştu. Şimdi akla gelen soru şudur: Eğer Siyonist İsrail bir düşman olarak biliniyor ve bu düşman da bölgenin bölünebilecek en küçük parçalara bölünerek parçalanmasını, bölgenin yeniden sınırlarının çizilmesini amaç edinmişse o halde aklıselim neyi emreder? Oturup Siyonist İsrail'in bu planlarını gerçekleştirmesine seyirci mi kalınmalı yoksa bu planlar gerçekleşmesin diye ortak bir direniş hattı mı oluşturulmalı? Aslında olay bu kadar sade olmasına rağmen halklar bunu fark etmesin diye tutup bu Direniş Ekseni'ne "Şii Hilali" dediler. Bu öyle bir yalandı ki bu eksen içerisinde kalan nüfusun üçte biri bile Şii değildir. 
 
Özellikle etnisite kökenli siyasi amaçları olanların ısrarla itiraz ettikleri bir şey daha var. Onlar diyorlar ki: Yüzyıl önce zamanın emperyalistlerinin çizmiş olduğu sınırların savunusu niçin Direniş Ekseni'nin vazifesi olsun? Gerçekten de kendini anti-emperyalist olarak tanımlayan bir siyasi aklın hakikaten emperyalistlerin çizdiği sınırların savunucusu olmaması gerekir. Fakat atlanan bir şey var ki aslında Direniş Ekseni yüzyıl önce emperyalistlerin çizdiği sınırların savunusu için değil aksine günümüz emperyalistleri ve ırkçı Siyonistlerin haritayı önlerine alıp yeniden sınırları çizmeye kalkışmalarına karşı bir direniş örgütlemektedir.
 
Evet yüzyıl önce emperyalizmin çizdiği sınırlara itiraz edecek güce sahip değildi bölge halkları ama bu gün buna itiraz imkanı vardır. İşte Direniş Ekseni bu imkanı kullanıp bölge halklarını emperyalistlere ve Siyonistlere karşı ayağa kaldırmak ve böylece büyük bir direnişi örgütlemenin peşine düşmüştür. Peki, niçin böylesine izzetli bir amaç için birlikte ayağa kalkılmaz da, sığ, bayağı, basit siyasi amaçları temin için emperyalistler ve Siyonistler ile işbirliği gibi zelil bir yol tutulur? Bu yolu ne yazık ki bölgedeki hatırı sayılır büyüklükteki ekonomilere sahip bölge devletleri de tutmakta, izzet yerine zilleti tercih etmektedirler.
 
Aslında bölgede farklı farklı siyasi maksadı olan tüm çevreler için çıkış yolu açıktır: Bölgedeki tüm unsurlar dayanışarak ayağa kalkmanın yolunu tutmalıdır. Zira bunun aksi bu günden çok daha alçaltıcı bir zillet olacaktır. Öyle bir zillet ki ne mal, ne can, ne de namuslar muhafaza edilebilecek, her şeyimiz zalimlerin ayaklarının altında heba olacaktır!!
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar