indir 4.jpg

Direnişin ürettiği stratejik kavramlar ve etkileri

Açık başarılar kazanan ve düşman İsrail ile çatışmanın doğasını, en ince derinliklerine kadar değiştiren Direniş, uzun ve pratikteki tecrübelerini kazandıktan sonra özel çatışma kavramlarını üretmeyi başarmıştır. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, zafer ya da kurtuluş yıldönümlerinden dolayı pek çok toplantıda defalarca bu kavramları ve stratejik terimleri halk karşısında açıklamıştır.

9 Haziran 2020 Salı

İNTİZAR - Direniş 1982 yılından bugüne kadar kazandığı uzun deneyimler sayesinde hem Lübnan'daki hem de bölgedeki siyasi ve askeri denklemleri ciddi oranda değiştirebildi. Düşman İsrail bile, artık bu Direniş ile başa çıkmak için caydırıcılık kazanmanın ne kadar zor olduğunu gizlemiyor ve bu yeteneği kaybettiğini itiraf ediyor.

2000 yılında alınan Mayıs zaferi ve daha sonra Temmuz 2006 zaferinden bu yana Hizbullah'ın yetenekleri ve düzenli bir ordu ile çete savaşçılarını birleştiren askeri taktikleri, çok konuşuluyor. Savaş ve operasyonları yönetebilme sistemine hâkimiyeti, savaşçılarının kararlılığı, İsrail ve ABD tarafından Direnişi başarısızlığa uğratmak ve yeni Ortadoğu projesi gibi hedeflerini gerçekleştirebilmek için kalkışılan girişimlerine karşı Direnişin siyasi ve stratejik projeleri sürekli gündeme taşındı.

Öte yandan, Direnişin düşman ile çatışma hakkındaki stratejik kavramlarından oluşan tecrübesinin doğurduğu, hak ettiği ilgiyi görememiştir. Özellikle de bu tür kavramları Direniş bir kitapta okuyup uygulamıyor, aksine tam tersi tecrübe ile kazanarak hayata geçiriyor. Açık başarılar kazanan ve düşman İsrail ile çatışmanın doğasını, en ince derinliklerine kadar değiştiren Direniş, uzun ve pratikteki tecrübelerini kazandıktan sonra özel çatışma kavramlarını üretmeyi başarmıştır. Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, zafer ya da kurtuluş yıldönümlerinden dolayı pek çok toplantıda defalarca bu kavramları ve stratejik terimleri halk karşısında açıklamıştır. Bize kalırsa, bu stratejik kavramların hem açıklanmaya hem de Direnişin bizim açımızdan ve diğer yandan düşman açısından bu çatışmanın doğasında meydana getirdiği dönüşümlere dayanarak, derin birer analize ihtiyacı vardır.

Birinci kavram: “Yenilgiler zamanı sona erdi”

Seyyid Hasan Nasrallah yıllardır “Yenilgiler dönemi bitti, zaferler dönemi başladı” sloganını tekrar ediyor. Bu slogan bazen taktiksel ve medyatik perspektiften bazen de İsrail ile çatışmada en iyi konumda olduğumuzu vurgulamak için pek çok kişi tarafından tekrarlandı. Ancak bu slogan / kavram taktiksel ve manevi açılardan stratejik seviyeyi aşmış ve doğruluk ile gerçek seviyesine ulaşmıştır. Çünkü bu kavram üç kelimeyle özetleniyor: “Arapların geçmiş deneyimi.”

Bu deneyim öz yetenek ve düşmanın yeteneğinin farkındalığı ve hayal kırıklığı kültürü, kendine güvensizlik seviyelerinde bir yenilgi deneyimidir. Yenilgiler dönemine ait olan bu tanımlama, abartılı söylemlere değil tam olarak gerçeklere dayanır. Bu sona eren yenilgi döneminin, araştırma, analiz ve incelemeyle mercek altına alınması gerekir. Bu siyasi, askeri, psikolojik ve saha yenilgisi döneminin unsurları nelerdir? Nasıl bu stratejik Direniş aşamasına dönüştürülmüş ve “yenilgiler dönemi” başlamıştır?

Tarihin sayfalarına karışan “Yenilgiler dönemi” sona ermiş ve “Zaferler dönemi” bu çatışmada ikinci tarihi aşamayı başlatmıştır. Geri çekilme aşamasında, Arapların kavramları, değerleri, politik, stratejik ve medya literatürleri de geri çekilmiştir. Şu an içinde bulunduğumuz zaferler aşaması ise, yenilmez olarak kendisini pazarlayan düşman ile yenilgiler yaşayan ümmet arasındaki çatışmada derin bir stratejik değişimi özetlemektedir.

İkinci Kavram: “Örümcek yuvasının zayıflığı”

Seyyid Hasan Nasrallah bu meşhur sloganı 2000 yılı kurtuluşunun akabinde Binti Cubeyl kentinde dile getirdi. İsrail'in, Direnişin baskısı altında koşulsuz ve müzakere bile yapmadan Lübnan Arap topraklarından çekilmesiyle birlikte tarihi anlar yaşanan Lübnan'da çok ses getiren kutlamalar düzenlendi. Belki de Seyyid Hasan Nasrallah bu sloganıyla Direniş toplumundan önce, düşmanı şaşkınlığa uğratmıştır. Çünkü örümcek yuvası bilindiği üzere ve Seyyid Nasrallah'ın Kur'an-ı Kerim'den alıntılayarak nitelediği gibi en zayıf yuvadır. Ustalıkla ve sıkı bir şekilde örülmesine rağmen bu örümcek ağı, en ufak bir bahar esintisine dahi dayanamaz.

İsrailliler, Seyyid Hasan Nasrallah'ın bu benzetme ile neyi kast ettiğini ve onlar ile bize olası manevi yansımalarını daha sonra çok iyi anladı. Bu durum, 2006 yılının Temmuz ayında İsrailli askeri liderlerin Binti Cubeyl kentini işgal etmek için neden ısrar ettiğini açıklıyor. Seyyid Nasrallah bu sloganı ilk defa burada dile getirmiş ve bu operasyonu örümcek yuvasına karşı doğrudan ve açık bir cevap olarak çelik tel operasyonu olarak adlandırmıştı. Binti Cubeyl'i işgal operasyonları tekrarlansa da başarısızlığa mahkûm oldu. Böylelikle Direnişin zaferler dönemini doğrulanarak güçlendirdi.

“Örümcek yuvasından zayıf” terimi, açıklığı ve basitliğine rağmen Direnişin uzun yıllardır girdiği çatışma deneyimini sahada ortaya koyduğunu anlatıyor. Bu ifadeden sonra, düşman İsrail'in, kimsenin fethedemediği ya da giremediği ağır silahlı bir kale olduğuna dair algımızı değiştirmek zorunda kaldık. Arapların gözünde İsrail, on yıllardır kimsenin delip geçemediği çok büyük ve kudretli bir kale olarak yer alıyordu. İsrail askerleri ve yerleşimcileriyle kendi gözünde de, kendisine karşı savaşa girmek isteyen ya da düşünen herkesin karşısına çıkan korunaklı ve sağlam bir kale olarak görüyordu. Bu tasavvur, karşı tarafa yani Araplara sadece savaşı kazanma imkânlarının olmadığı yönünde değil, savaşı akıllarından bile geçirmemelerini sağlayan ani saldırılara, flaş zaferlere ve geniş yıkımlara dayanan İsrail'in en temel askeri inancıydı.

İşte “örümcek yuvasından zayıf” açıklaması, tüm bu eski denklemleri tam tersine çevirmeyi başardı. İsrail artık ne bir kaledir, ne yenilmez güçtür, ne bizi savaşı düşünmekten alıkoyabilir ne de bu savaşlarda zafer kazanmamıza engel olabilir. “Örümcek yuvasından zayıf” bu Siyonist varlık için kendisine dayatılan dönüşümler üzerine kurulan farklı bir stratejik vizyondur. 30 yıldan fazla Direniş ve çatışmadan sonra İsrail'e dayatılan bu yeni denklem, eski vizyonu alaşağı etmiştir.

Üçüncü kavram: “Olmamız gereken yer”

Bu noktada Direnişin varlığı ve bölgesel çatışmadaki rolünde farklı bir boyut ile karşı karşıya kaldık. Seyyid Nasrallah'ın “Olmamız gereken yerde olacağız” sözünün etkileri pek çok tartışmaya yol açtı. Hatta Lübnan'da ve yurt dışındaki muhalifler tarafından suçlandı. Ne var ki bu ifade, Direnişin bölgesel savunma boyutuna dair tam da gerçekleri yansıtıyor. Bu savunma, İsrail'in tehditlerine karşı Lübnan'ın doğrudan savunma boyutundan ayrılmıyor. Bu tez, Direnişin deneyiminde ilk kez savunma boyutunun yerel ve bölgesel yüzleri ile ilişkilendirmiştir.

“Olmamız gereken yer olacağız” Direniş Ekseninin (Suriye'de) bölgesel ve (Lübnan'da) yerel tehdide karşı direnişini açık bir hale getirdikten sonra, herkesin bildiği yerel ve bölgesel ilişki hakkındaki teoriyi pratiğe dönüştürmesidir. Direnişin, artık bölgeden gelen tehditlerle savaşmak için olduğu yerde kalması mümkün değildir. Aksine “olması gereken yerde” sahaya inmesi gerekiyor. Bize kalırsa, bu geçişte stratejik okuma seviyesinin en önemli noktası, Lübnan ile bölge ve özellikle Suriye arasındaki ilişkinin tarihinde ilk kez Lübnan Direnişinin olup bitenler üzerinde etkili taraf olduğudur. Bilinen eski tarihi denklemler, Lübnan'da olup bitenlerin bölgede olanların yansımasından ibaret olduğunu söylüyordu, ancak artık her şey değişti.

Dördüncü kavram: “Ordu, halk ve Direniş”

Bu stratejik kavram da eski kavramlardan çok farklıdır. Çünkü Lübnan'da oluşturulan, dayatılan ya da İsrail ile çatışmanın aynı seyirde kalmasını dayatan cephe ile doğrudan bağlantılıdır. Geçmiş kavramlar düşmanın koşullarını zayıflatmak ya da ona karşı zafer kazanmakla sınırlıyken, bu yeni kavram ise Lübnan tarihinde ilk kez üç taraf arasındaki ilişkiyi ortaya koyuyor: Ordu, halk ve Direniş. Eğer bu direnişi aslen üreten taraf halk ise ve eğer ordu aynı zamanda bu halktan oluşuyorsa, bu yeni ilişkiler de ordu ile direniş arasındadır.

Niçin bu yeni, dakik ve hassas tezin geliştirilmesi için incelenmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz? Çünkü Filistin Direnişinin Lübnan ordusu ile ilişki deneyimi, olumsuz, kötü, güvensiz, karşılıklı kuşkulara dayanan bir ilişkiydi ve birçok açıdan çatışmaya kadar ulaştı. Diğer yandan Arap ordularının halklarıyla olan ilişkileri, baskı ve tahakküm açısından olumsuz yönde ilerlemiştir. Hatta Filistin sınırında operasyon düzenlemeye çalışanlar bile engellenmiştir.

Direnişin 1982 yılından bu güne kadar sürdürdüğü uzun başarılarının yolunda yürürken ürettiği bu stratejik kavramlar üzerine tartışılacak noktalar vardır. Bu tartışmayı körükleyen şey ise, bu tezlerin ne savaş bilimi kitaplarında ne savaş literatüründe ne de strateji biliminin ilkelerinde yer almasıdır. Bu kavramları ve tezi üreten Direnişin deneyimidir. Araştırmacılar ve teorisyenler, ancak bunu netleştirmek ve stratejik teoriler olarak formüle etmek üzere kavramalılar. Bu yeni tez ve kavramlar, enstitülerde, kurumlarda ve eğitim fakültelerinde tıpkı diğerlerinin yaptığı gibi, bir yandan orduları diğer yandan halk savaşlarını birleştirerek kendi metodunu üreten bir askeri direniş deneyimi olarak öğretilebilir.

Talal Atrisi
Kaynak: El-Akhbar
Çeviri: Merve Soydaş
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar