773x435_cmsv2_b3c04b74-0397-5511-b8ff-c50b1890ae73-4453346-26.jpg

Tel Aviv-Abu Dabi ekseni: Kültür ve kimlik hezimeti

"İsrail ile normalleşme" adına sıraya giren başta BAE olmak üzere Körfez ülkeleri, on yıllardır İsrail ile resmi ilişkiler kurmadılar ve görünürde Siyonist rejimi boykot ediyorlardı. Ancak, son yıllarda Amerikan sisteminde Siyonist sömürgeciliği ve yayılımının sürdürülmesini sağlayan birer piyon halini aldılar.

1 Eylül 2020 Salı

İNTİZAR - Cemal Abdunnasır'ın dünyadan göç etmesinden sonra "Arap geri dönüşü" terimi, Siyonist ve Amerikanların yanı sıra geniş çevrelerde düşman olarak adlandırılan Filistin Ulusal Hareketinin literatüründen yavaş yavaş kayboldu. 1967 yenilgisi Arap radikalizmine ağır bir darbe vurdu. Diğer bir deyişle, yenilgi radikal Arapları, aracılarını gözden geçirmeye ve hedeflerine ulaşmak için yeni aracılar bulmaya götürmedi. Aksine onları çatışabilme olasılıkları ve hedeflerinin gerçekliğinden şüphe etmeye götürdü.

Çünkü ideolojik geri dönüş süreci, başladığı zaman kolay sona ermediği için "Arap geri dönüşü" söylemleri yerini kralları ve şeyhleri övmeye ve bunu abartmaya bıraktı. Arap tahtlarının meşruiyetini sorgulamak ve servetin ülke genelinde dağılımını sorgulamak sona erdi ve Siyonizmle mücadele, silahlı mücadele ve Filistin'in kurtuluşu kelimeleri dillerinden tamamen çıkarıldı. İsrail'i boykot ve Filistin halkına destek gibi ifadeler de bununla birlikte yerini belirsiz konuşmalara bıraktı.

Burada sorunun başına dönersek, bu ülkeler, on yıllardır İsrail ile resmi ilişkiler kurmadılar ve görünürde Siyonist rejimi boykot ediyorlardı. Ancak, son yıllarda Amerikan sisteminde Siyonist sömürgeciliği ve yayılımının sürdürülmesini sağlayan birer piyon halini aldılar.

Son yıllarda Körfezin seçkinleri arasındaki iç tartışmaların büyük kısmı özellikle bu nokta etrafında dönüyordu: Kurumun bazı entelektüelleri hükümetlerinden "örtbas" etme halinin yani eskisi gibi İsrail ile Amerika'nın aracılığıyla kulisler ardında ilişki kurmanın devam etmesini istiyordu. Ancak bu kişiler doğrudan ve açık ilişkilerin yürütülmesini istemiyordu. Ancak bu kişiler rejimlerinin siyasi seçeneklerini masaya yatırması düşünmediler. Çünkü normalleşmenin yolunu değil biçimini eleştiriyorlardı.

Bu düzeydeki çatışmada "en zayıf inanç" fikrine ya da gösteriş ve formaliteye yer yoktur. Tarih değişiyor, siz ya onların yanında olacaksınız ya da yoksunuz. Filistin'in durumundan şikayet ederken "Arapların iktidarsızlığı" ifadesi yenilgi devrinin ve körfez yükselişinin bir sonucudur. "Arapların yetersizliği" Lübnan politikasındaki denkleme benziyor. Yani, özelleştirme gereken yerde genelleştiriliyor, genelleştirme olması gereken yerde özelleştiriyor. Problem yaratan sistemlere değil kişilere ve liderlere yöneliyorlar.

Bunun da ötesinde, "Arapların yetersizliği" diye bir şey yoktur. Geçmiş aşamalarda Arap ülkelerinin Siyonist projeye karşı zafer kazanmak için askeri, maddi, insani ve diplomatik kaynaklara ve olanaklara sahipti. En azından hayatı İsrail için cehenneme çevirebilir ve Filistinlileri namlu altında yaşamak zorunda kalmaktan kurtarabilirler. Bazıları barış ve tarafsızlık istediklerini ve silah ile şiddet istemediklerini söylediklerinde bu barışçıl bir dünyada silahsız yaşatacağımız anlamına gelmiyor, aksine sizin dışında herkesin silahlı olduğu bir sahada kendinizi silahsızlandırmak anlamına geliyor. Bu kaynakları da Filistin dışındaki bütün Arap savaşlarında kullandılar. Hatta silahlanma konusu 70'li yıllardan beri Suudiler için bir uzmanlık haline geldi. Katar ve BAE de bu konuda Suudi Arabistan'ı takip ediyor.

Bugün, bu sözlerin hiçbir anlamı yok. Cezayir, Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen'deki Husi yönetimi dışında tüm Arap hükümetleri öyle ya da böyle bir şekilde ya da bir dereceye kadar Siyonist rejim ile ilişki ya da temas kurma yoluna girecek. Bu bağlamda, Araplar artık İsrail için düşman olmadığından İsraillilerin Filistinlilere herhangi bir şey vermesi aptalca olacaktır. (Ve "yolundan sapmış" devletlerin konumu değiştirmesini, rejimini değiştirmesini ya da yok etmesini beklemekten daha kolaydır. Bunlar Filistinlilere gerçek anlamda tavizler verdirmek için girişmiş çabalardır. "Barış kampı" artık Arap rejimlerinde bir ihlal değildir. Zira biz artık kendimiz birer ihlal ve garip bir unsur haline geldik.) 

İsrail Filistin ulusal hareketinden dolayı varoluşsal bir tehlike ile karşı karşıya kalmıyor. Bunun sebebi Filistinlilerin mücadeleci bir halk olmayışı değildir. İsrail'in sınır ülkeleri kendisine müttefik konumdayken, ablukasına katılırken ve silahlı mücadeleyi engelleme operasyonuna her türlü desteği verirken Filistinlilerin "kurtuluş savaşı" yürütmesi neredeyse imkansızdır.

Filistinlilere karşı ırkçılık

Radikalizm teknesinin batmasının sonuçlarından biri de "mücadele için finansman sağlanması teorileri" hakkındaki sızıntılardır: Biri size diyor ki, bu kral ya da şu şeyh Filistinlileri seviyordu ve "bizimle birlikteydi". Tam olarak nasıl bizimle birlikte olduğunu ona sorarsınız. Çünkü o size karşı bir komplo kurdu, Filistin'in kayboluşuna katkı sağladı ve Amerika'nın bölgedeki adamı haline geldi. Bizim lehimize bir pozisyon aldı mı? Herhangi bir savaşta bizim yanımızda oldu mu? Bizimle birlikte kan kaybediyor musun? Bunun cevabının özeti, az ya da çok para ödeyerek, ülkelerine çalışmamıza izin vererek ve ulusal kurtuluş hareketimizi sınır dışı etmeyerek bizi desteklemesidir. Bunlardan hiç biri ne yazık ki gerçekleşmiyor.

Silahsız para, destek değil yolsuzluktur. Çünkü size politik bir fiyat biçecek ve savaşmanızı istemeyenlere bağımlı hale gelmenizi sağlayacaktır. Bizi bu noktaya getiren süreci ve tarihi anlatmamıza gerek yok, çünkü bunu sağlayan çeşitli unsurlar vardır. Bunun bir kısmı ise pragmatik unsurlardır. Çünkü sen en "devrimci" rejimlerin bile Arapların köklerinden uzaklaştığını ve Arap gericiliğiyle yüzleşmekten kaçındığını gördükten sonra, merkezi körfez olan bir Arap rejimine karşı tek başına düşman olmazsın. Söz konusu unsurların bir kısmı da liderler ve elitlerin çıkarlarının peşine düşen fırsatçılıktır. Zira sizin ilişkileriniz ve seçimleriniz kendine has bir hayat sürüyor ve çarpık kıstaslara sahip bir kültür doğuruyor. Bu durum, gerçek düşmana geçit verir ve fakir müttefiki yanında istemez. Çünkü mücadeleyi kandan önce kuruşla ölçer.

Sorun şu ki, tüm bunlar Filistin halkının "yönetimin gözetiminde" tekrar tekrar karşılaştığı ırkçılıktan ve vatanlarının küçümsenmesinden kurtaramıyor. Bununla eş zamanlı olarak Arapların İsrail ile açılımları gerçekleşiyor. Bu saldırılar hükümet ve güvenliği "elektronik silahları" ile sınırlı kalmıyor, aynı zamanda elitler, önce gelenler ve entelektüeller tarafından da yönetiliyor.

Körfezin durumunda ülke içerisindeki halk hükümetlerinin kararları ya da normalleşmelerine karşı çıksa bile, bunu kamuya açık alanlarda açık açık güven içinde ifade edemiyor. Ancak Benyamin Netanyahu, BAE'yi anlaşmanın ilanından sonra verdiği bir röportajda "demokrat" olarak niteledi. Bu ülkelerin Filistinlilere birlikte saldırması ve Filistinlilerin körfez ülkelerine ve yöneticilerine karşı kin güttüğü iddiasını gerekçe olarak sunmaları çelişkilidir.

Bir diğer çelişki ise, yakın tarihe bakıldığında, yüz binerce Filistinlinin Körfez'e göç ederek çalıştığını görüyoruz. Filistinliler tüm acılarına ve Körfezin bu acılardaki payına rağmen göçmen olarak bu ülkelere giderek çalıştılar. Çoğunluğu 50'ler ve 60'larda göç eden Filistinliler gittiğinde, henüz Körfez ülkeleri zengin olmamıştı bile. İngiliz ve Amerikan hocaları ile mühendislerin cazibesine de kapılmamıştı. Filistinliler burada onlarca yıl canla başla çalıştılar ve tüm yetenekleri ile yıllarını bu ülkelerin hizmetine sundular.

Körfez'de mümkün olan her yerde kullanılan Lübnan modeline karşı duyulan öfkeyi anlayabiliyorum. Bu modelde gösteriş ve sahtekarlık yoluyla yükselen insanlar, çoğu zaman hak etmedikleri ayrıcalıklara sahip oluyor ve sonra da ülke halkına tepeden bakıyorlar. Peki Filistinliler!

Bir arkadaşımla birlikte Körfezde tanıştığımız bazı Filistinlileri görünce çok şaşırmıştık. İşlerinde ya da mühendisliklerinde çok başarılıydılar ve bazıları prensler, şeyhler ya da iş adamlarını vekili olmuştu ve onlara dürüstçe ve samimiyetle hizmet ediyorlardı. Bazı durumlarda ideolojik pozisyon mevcut olmasa da, bu resimde yanlış bir yer var. Yanında çalıştığın bu dam, sen ve halkının başına gelenlerin sorumluluğunu doğrudan taşıyor, sen ise ona karşı samimi ve içten bir şekilde çalışıyorsun.

(Not: Kuveyt'teki Filistinli sığınmacılar, 1990 yılındaki bazı durumlardan dolayı suçlamak mantıksızdır. Siz yeni bir rejim için ülkenizi terk edip kaçtınız. Onların ne yapmasını bekliyorsunuz? Sizin yerinize savaşmasını mı?)

Burada kastedilen şey, bu elitlerin ve rejimlerinin davranışları bazılarımızın unuttuğu eski ve açık kuralları hatırlatıyor. Sizi eş olarak görmeyenlerle uzlaşarak ve tavizler vererek siz saygı görmezsiniz ve herkes yalnızca sizin ona saygı duyduğunuz kadar size saygı duyar. Kardeşlik tek taraflı değildir. Bu, işgal edilmiş toprağın ancak askeri bir mücadeleyle kurtarılabileceği düşüncesine benzer. Asıl soru, uygulanabilirliği değil nasıl başlatılacağıdır. Eğer sen toprağını geri kazanmak istiyorsan teslim olma şartlarını müzakere etmezsin.

Topraklarının yarısını boşaltmak için seni mecbur bırakanlar, diğer yarısını boşaltmak zorunda da bırakacaktır. müzakereler ve tavizler, askeri bir çözüm olduğunda ya da iki taraf eşitlik düzeyine ulaştığında ayrıntılar ve dipnotlar hakkında yürütülür. Başlı başına bir toprağın işgali ve yerleşimi için yürütülmez. Cezayirliler müzakere etmek ve diplomasi uygulamak için devrimlerine siyasi bir cephe açtıklarında, Fransızlar bu cepheyi kaçırarak tutukladı. Daha sonra Cezayirliler yeni bir gerçeklik istediklerinde, onlarla ceza evinde müzakere etiler.

Teoride, İsrail'in güneydeki topraklarımızdan müzakereler yoluyla geri çekilmeleri mümkündür. Ancak sadece Suriye'yi tekelleştirmek ya da Golan'ı Filistinlileri tekeline alsın diye Suriye'ye geri döndürmek üzere mümkündür. Peki, bugün Siyonistler Filistin'de bir karış toprak ya da egemenlikten hangi nedenle vazgeçebilir? Filistin, Suriye, Irak ya da Libya'dan daha önemli olduğu için değil, tüm meselelerden farklı olduğu için temel davamızdır, asıl meselemizdir. Çünkü Filistinlilerin başka seçenekleri ya da birden fazla yolları yoktur. Savaşmaktan başka seçeneği yoktur. (Ya da bir halkı, toprağı olmadığı ve Filistin'in bizim olmadığını kabul etmek)

Normalleşmenin ötesinde

Sömürgecilik ve ırkçılıkla birlikte bu nitelikte bir normalleşmeyi ve bunun yanı sıra, ulusal kimlik, egemenlik anlayışı ve bizden nefret eden komşularımızı gözlemlediğimizde, sorulması gereken bir soru beliriyor: Birçok literatür, Arap ulusalcı akımları ve Arap olmayanlara karşı şovenizmini ve İslamcıların gayrı Müslimlere karşı ayrımcılığını eleştiriyor. Ancak az bir kesim ırkçılık, mezhepçilik ve faşistliğin milliyetçilik ile sonuçlandığına işaret ediyor.

Mesele şudur, Batı ile uzun süreli ittifaklar ve doğal zenginliği dağılmasına dayalı ittifaklar kuruluyor. (Çünkü bu zenginlik petrol olduğu için sınırlar ve bölüşmeler zenginlik anlamına gelir) Bu ittifaklardan sonra yönetici kesim bu varlıklara benzer "ulusal" kimlikler oluşturuyor. Öyleyse niçin bu işin sonunda İsrail ile özleşmesinler?

Arapçılığın net ve sınırlanmış bir kavramı yoktur. Bu kavramı taşıyanların çıkarları ile bezenmiştir. Literatür ve manifesto yayınlayan merkezi komuta meclisine sahip bir "Arap partisi" yoktur. Tarih, kendinizi Arapçı -ya da bugünlerde İslamcı veya Marksist- olarak adlandırmamızın Emperyalizm ve İsrail karşıtı olmak arasında zaruri bir bağ olmadığını göstermiştir.

Ancak normalleşme meselesi hakkında ve Körfezli taraflar arasındaki rahatsız edici müzayedeler hakkında konuşmak, bize büyük resmi unutturabilir. Bizler daima Körfez atışmalarını dinlediğimizde, meselenin hiçbir zaman Filistinliler olmadığını ve bu rejimler arasındaki düşmanlık ve kışkırtmalar olduğunu hatırlamalıyız. Birinin kendini başkalarıyla kıyaslayarak kendisini milliyetçi ve Filistin'in destekçileri olarak ifade ettiğini düşünün: Onların efendileri, İsrail ile aleni normalleşmeyi tercih etti, benim efendilerim ise, sanki dünyada başka bir seçenek yokmuş gibi hala gizli normalleşme aşamasında.

Resim daha geniş aslında. Bu rejimler, son on yıllarda Arap bölgesi boyunca savaşlara katıldı. Bu savaşların arkasında milyonlarca ölü ve büyük bir şiddet bıraktı ve bu ülkeler ile toplumlarını yok ettiler. Körfez ülkeleri aslına bakarsanız bu savaşlara katılmakla kalmadı, ateşledi, sebep oldu ve daha önce görülmemiş vahşet seviyesine taşıdılar. Zira bu savaşlar onlar olmasaydı bu şekilde olmazdı. Bu, onların (Körfez ülkelerinin) bize karşı işlediği tarihi bir suçtur. Bu mesele söz konusu rejimler ile bizim aramızdaki en önemli siyasi meseledir ve hiçbir mesele bunun dengi değildir. Bu suçu kendi kararlarıyla mı yoksa Amerikalılar adına mı yaptıkları artık bu noktada hiç önemli değildir.

Onların yaptıkları için hiçbir gerekçe ya da hafifletici bahane olamaz. Nüfusu yüz binleri geçmeyen ve yöneticileri arasında tek bir demokrat ya da vatansever biri olmayan ülkelerin ordular finanse ederek milyonlarca insanın öldürüldüğü savaşları ateşlediği ve on milyonlarca insanın hayatını mahvettiğini unutmayın. Örneğin kendilerini savunuyorlar mıydı? Ya da bu savaşın kurbanlarından biri onları tehdit ediyor muydu? Peki yaptıklarından sonra onlarda adalet bizde ise onur kaldı mı? Suçlarını sordukları andan itibaren kendilerini savunmaları için hazırlanmaları artık zorunludur. Müdahalenin seviyesi ve şekli artık değişti. 1970'li yıllarda sadece siyasi olarak müdahale eden tek bir Körfez ülkesi vardı. Bugün ise dört ülke ile karşı karşıyayız. Bu kez müdahale sadece siyasi yıkım ile sınırlı değil, darbeler, müdahaleler, savaşa sokmak ve toplu katliamlara kadar uzanıyor.

Geçtiğimiz on yıl bu yeni Arap rejimlerinin sonucunda vuku buldu. Eğer bu durum devam ederse, Filistin'in yenilgisi Arap dünyasının yıkımı ve boyun eğişinin yanında sadece bir "yan etki" olacaktır. Burada benzer rejimler arasındaki gerçek fark olmadığını anlıyorsunuz. Biri cihad adı altında ok atıyor, diğeri demokrasi. İkisinin de sahaya sürdükleri milisler birbirinin aynı.

İşin ilginç yanı, bu rejimler "İran'ın işgali" ve öncelikleri ideolojisine yoğunlaşıyorlar. Çünkü Hizbullah, Hamas, Irak'taki direniş grupları ve Yemen'deki Ensarullah'ın başına gelen en kötü şeyin İran olduğunu düşünüyor. IŞİD ve Nusra milislerinin bölgedeki cinayet ve hırsızlıkları sanrım başlarına gelen en güzel şey!

Sonuç olarak, savaşlar ve krizlerin gürültüsünün yanı sıra bu normalleşmeye dair tartışmaların olmamasının sebebi, doğulu seçkin kesimin önemli bir kısmının eski duruma dönüş ve bu işin sonunda bu rejimlerle uzlaşacak, onları affedecek ve eskisi gibi onlara övgüler yağdıracağımıza dair hayaller kurmasıdır. Günün sonunda onların parası var! Körfezin bu konuda bir rolü dışında, Doğu'da ya da Mısır'da 70'li yıllardan beri hiçbir zenginlik ya da gelişme yaşanmamıştır.

Bu sebepten dolayı, ister Filistin meselesi olsun ister körfez rejimleri olsun, halk gruplarının ülkelerindeki medya, seçkinler ve siyasilerden çok daha fazla radikal olduğunu görüyoruz. Bu elbette halkın seçkinler ve siyasilerden daha şiddet yanlısı ve vahşi olması anlamına gelmiyor. Çünkü halk kendini "yeni Ortadoğu"da bulacağı ve fakirlerin göç etmesinin yolu olmadığı için ödeyecekleri bedellerin ne olacağını iyi biliyorlar.

Ne var ki, "geriye dönüş" (restorasyon) bir yanılsama olabilir. Birleşik Arap Emirlikleri, bize bir kez daha eğer galip gelirlerse Arap rejimlerinden dolayı yeni bir duruma gideceğimizi hatırlattı. Direnişler, kuşatıldı ancak savaşıyorlar. Geçmişi canlandırmak için kurban vermiyorlar. Ancak bizler normalleşme hakkında konuşurken bile asıl ders Arapların eski sorunu "Körfez dönüşüdür." Bu, bugün gerçek siyasi sorun budur.

Amir Muhsin
Kaynak: Alwaght
Çeviri: Merve Soydaş
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar