12iran-master675.jpg
  • Anasayfa» 
  • Analiz»
  •  İslami İran'a saldırının olduğu yerde niçin Amerika ve İsrail'in ayak izlerini buluyoruz?

İslami İran'a saldırının olduğu yerde niçin Amerika ve İsrail'in ayak izlerini buluyoruz?

Bu gün nerede İslami İran'a bir saldırı varsa orada emperyalistlerin özellikle de Siyonistlerin ayak izlerini görüyoruz. Ne ilginçtir ki bu hiçbir zaman şaşmıyor. Suriye meselesinde karşı karşıya olan takımları incelediğinizde kimler varsa bir bakıyorsunuz Yemen'de de aynı takımlar karşı karşıya gelmişler. Lübnan'da da Irak'ta da bu denklem böyle tezahür ediyor!

7 Ekim 2020 Çarşamba
İNTİZAR - 1979'da İran'da gerçekleşen İslam İnkılabı ile birlikte dünyadaki alışagelen denklemler temelden değişti. O zamana kadar bütün olaylar Batı-Doğu denkleminde değerlendirilirken, o günden sonra bu denklem esastan sarsıldı ve iki kutuplu dünyanın çok kutuplu bir dünyaya doğru evrileceğinin sinyalleri oluşmaya başladı.
 
Bu yeni denklemin oluşma süreci halen devam etmektedir. Bu denklemde ben de varım, ben de ayrı bir güç odağı olarak denkleme dahil olmalıyım diyebilmek adına gerçekleşen ve aslının ne olduğunun anlaşılması noktasında insanların zorlandığı yeni birçok ilişkiler ağı ortaya çıkmaktadır.
 
Gelin görün ki ortaya çıkan ve anlaşılması zor olan bu yeni ilişkiler ağında adeta "sen misin "İslam İnkılabı" olgusunu dünya gündemine sokan" dercesine İslam İran'ı topa tutmak yükselen bir trend oldu, hem de kendisini "İslamcı" bir kökenden gelmek ile tanımlayanların arasında yükselen bir trend!
 
Bu noktada İslami İran'a karşı her türlü olgu kullanılıyor ve her türlü güç odağı ile de ortaklaşmakta kimse gocunmuyor. Garip bir şekilde bu noktada kimsenin kırmızı çizgisi de söz konusu değil. Bu minvalde Amerika gibi bir emperyal güçle işbirliği yapmak zaten bahse konu çevreler için bir günah olarak görülmezken, Siyonist İsrail ile beraber olmak da rahatsızlık veren bir durum olarak algılanmıyor. Zira İslami İran'a nerede bir saldırı varsa bakıyorsunuz ardında Amerika ve Siyonist İsrail veya toplamda dünyadaki Siyonist çevreleri görüyoruz. 
 
Bu noktada İslami İran'ın saldırıya uğramasının ardında saklı olanın ne olduğunu anlamakta bir takım ip uçları bulmamız mümkün olabilir. Belki de İslami İran'ın önüne çekilen bentlerin bir gün aşılması durumunda ortaya çıkacak yeni denklemde bu çevrelerin hiçbir hükmünün kalmayacak olması böylesi canhıraş bir saldırıya sebep oluyor!!
 
Bu çerçevede Yene Şafak Gazetesi ilginç bir örneklik teşkil ediyor. Bu gazetede yazıları yayınlanan İsmail Kılıçarslan da bu cümleden bir İslami İran karşıtı yazı kaleme almış. Sitemizin yazarlarından Hüseyin Zilan'ın bu yazı üzerinden kaleme aldığı köşe yazısını ilginize sunuyoruz...
 
"Ne İran imiş be arkadaş!"*
 
28 Şubat süreci mağduru mirasyedilerden türeme neo muhafazakar beslemenin biri istifra etmiş; “Ne İran imiş be arkadaş !” diye…
 
Biliyoruz ki evrende her varlık bir fonksiyon icra eder, rastlantısallık yok; İlahi Yasa gereği her şey görevini yerine getirir. Madalyon hep iki yüzlü, ‘oluklar hep çift akar' biliriz… birinden nur; birinden kir! Bu da o misal
 
Düşündüm de gerçekten de ne İran imiş be arkadaş!
 
Yıllarca İslam'dan dem vuran, "Hak", "Hukuk", "Adalet", "Eşitlik", "Adil Paylaşım", "Birlikte Yaşam", "Başkasının Hakkına Saygı" diye haykıran ne çok suret-i insan ile aynı havayı solumuşuz meğer.
 
Her varlık özünde olanı şartlar ve zemin oluşunca ortaya koyar ya ‘yasa' gereği, buna şahit olduk. Sanki meleklerin binlerce yıllık secde arkadaşlarının İblisliğinin ifşa şartlarının oluştuğu manzarayı seyreder gibi oluyor insan. Meğer ne çok İblis varmış suret-i haktan görünen!
 
Bizim lise yıllarımızın ağabeyleri Lübnan'da Seyyid Hasan Nasrallah ile röportaj yapıp izlenimlerini bize anlatırlardı Hizbullah'ı ve eylemlerinin örnekliğine işaret ederek.
 
Bir başkası 2006 Temmuz Zaferi'ni kitaplaştırırdı. Ebuzer'i koyardı mücadele bayrağına.
 
Bir diğeri İmam'ın sözlerini afişe edip eylemlerde baş üstünde taşırdı resmini… biz elden ele, dilden dile aktarırdık onlardan aldıklarımızı...
 
Bakıyorum Nasrallah o gün söylediklerini aynen tekrar ediyor. O gün vaat ettiklerinin çoğunu yerine getirmiş, etrafındaki düşman çemberi de yerinde duruyor.
 
İran o günlerde ABD, İsrail ve Batı beslemelerinin dayattığı savaşla boğuşuyor hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Bugün aynı düşmanlar İran ve müttefiklerini açlıkla terbiye etmeye çalışıyor.
 
O gün İran ve Hizbullah'ı bayraklaştıranlar bugün küfür ve linç yarışında ön safı kapma telaşındalar. (dün bin yılın evliyası dedikleri efendilerine de bugün sövüyorlar, bakalım yarın sıra kime gelecek)
 
Peki kim/ne değişti? İran mı? Hizbullah mı? İslamcılar mı?
 
İran ; 1979 Devrim ile beraber bütün hegemonik güçlerin kuşatmasıyla karşı karşıya kaldı. 8 yıllık kendisine dayatılan savaş ve arkasından gelen ambargolar vs derken 41 yılı geride bıraktı. 41 yıllık sürecin hiçbir yerinde hedefi ve baş düşmanı da söylemi değişmedi. Karşılaştığı muamele de. Nasıl bir emperyal güç ve akıldır ki kendini dünyanın ambargosuna 41 yıl maruz ve ‘dünya nimetlerinin' çoğundan mahrum bırakacak? Anlayan bize de izah etsin.
 
Hizbullah; 1982 yılında İsrail işgaline karşı kuruldu. Ana hedefi ülkesini ve Filistin'i özgürleştirmekti. 38 yıldır aynı mücadeleyi veriyor. Lübnan'ı işgalden kurtardı. Filistin Direnişi'ni her safhada destekledi ve devam ediyor. Seyyid Hasan Nasrallah'ın 25 yıl önce söyledikleri ile geçen hafta söyledikleri ayni çizgi üzerinde duruyor. “İsrail yok olmaya mahkumdur!”
 
İslamcılar; 90'lı yılların Türkiye zindan nüfusunun Kürtlerden sonraki en kalabalık kesimiydi. Adalet mücadelesi veriyorlardı. Haklıydılar; haklarını arıyorlardı. Okullara alınmıyor, kamu hizmetlerinden men ediliyor ve fişleniyor ve hor görülüyorlardı. Sokaktaydılar, haykırıştaydılar. Yeryüzü adaletle doluncaya dek mücadele yeminleri ediyorlardı. 2002 seçimleri sonrasında İslamcı mahallenin yolu iktidar ile kesişti.
 
İşte bu yakaladıkları zeminde aslında özlerinde ve heveslerinde neyin saklı olduğu da ortaya çıktı. Toprakla buluşan tohum misali filizlendi, boy verdi ve sarıp sarmaladı her yanı.
 
90'lı yıllarda maruz kaldıkları muamelenin ve yaşadıkları süreçlerin birebir aynısını kendileri dışında kalan toplum kesimlerine uyguladılar/uyguluyorlar. Eskiden haram olan her şeye helal sertifikası verdiler. Para en önemli değerleri oldu. Uzun zaman hasretle bekledikleri makamları ‘İlahi Mevziler' addederek canhıraş korumaya sarılmış durumdalar. Kutsal mevzilerden olan vakıflarının itibarını korumak için istismar edilen çocuk için “bir kereden bir şey olmaz” diyebilecek ‘kadın' bakanları bile oldu.
 
İran İran diye çığırmalarının sebebi de ayaklarını yerden kesen ‘emperyalist' hülyalarının Suriye'de başlarına yıkılmış olmasıdır İran eliyle.
 
Dünyanın her yerinden toplanıp Suriye'ye saldırttıkları yaklaşık 180.000 (yüz seksen bin) psikopat, serseri, tecavüzcü ve katil sürüsünü donatıp adlarına ‘mücahid'; şecaatlerine de ‘cihad' dediler utanmadan.
 
Şeytanın taşeronluğunu paye sayarak Siyonistlerin imamlığında soyundukları "cihad"ları akamete uğrayınca kursaklarında kalan kemikler midelerini irin ile doldurdu. Ve şimdi kusuyorlar her fırsatta.
 
“Nusayrilere destek vererek Suriye cihadının içine eden, eli kanlı katil Kasım Süleymani önderliğinde on binlerce Suriyeliyi katleden, bunu saklamak şöyle dursun bununla gurur duyan İran'dır.”
 
Nasıl kaptırmışsa bu hülyaya ki yıkılınca bu kadar acı vermiş? Yukarıdaki cümleyi dizmeye mecbur kalmış. Utanmaları da yok bunların kızarmaları da. Yalanları canlı yayınlarda yüzlerine çarpılıyor bana mısın demiyorlar. Demek daha çok sövecekler…
 
Gerçekten de Ne İran imiş be arkadaş!
 
 
 
-----------------------------------------------------------------------------------
 
*Yenişafak şeysinde yazılmış bir şeyin başlığı
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar