607e770b-46b9-4fac-a774-8cb1b0dce3b1.jpg

Bölgenin bugününü açıklayan iki önemli olay

Bölge politikasının bilmecesini iyi okumak isteyen tüm dostlara, tarihin tüm akışını değiştiren ve bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı iki olaya geri dönerek irdelemelerini tavsiye ediyorum. Hala medya karartması ile bir kenara itilen bu olaylar, bölgemizde yaklaşık 40 yıldır yaşanan her şeyi açıklıyor.

5 Şubat 2020 Çarşamba

İNTİZAR - Bölge politikasının bilmecesini iyi okumak isteyen tüm dostlara, tarihin tüm akışını değiştiren ve bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı iki olaya geri dönerek irdelemelerini tavsiye ediyorum. Hala medya karartması ile bir kenara itilen bu olaylar, bölgemizde yaklaşık 40 yıldır yaşanan her şeyi açıklıyor.

Tarihin akışını değiştiren bu olayların ilki, 1982 yılında Lübnan'ın güneyinde İsrail'in askeri yönetim merkezinin patlatılması olmuştur. Bu olayda düşmanın itirafına göre 100 İsrail askeri ve subayı öldürüldü. Daha sonra İsrail Ordusu sınır şeridinden dönerek geri çekilmeye karar verdi. Bu geri çekilme, 2000 yılında Lübnan'dan kayıtsız şartsız düşman gücünün kovulmasına zemin hazırlamıştır. Bu durum Araplarla İsraillilerin girdiği çatışmanın tarihinde bir ilk oldu.

Kilometre taşı değerindeki olaylardan ikincisi ise, 1983 yılında Beyrut'ta İsraillilere yardım etmek için bölgeye gel “Deniz kuvvetleri” güçlerine ait karargâhın patlatılması oldu. Patlama 299 Amerikalı ve Fransız askerin ölümü ile sonuçlandı.

İki önemli olay da, İran ve Suriye tarafından desteklenen Lübnan halk direnişinin yürüttüğü şehadet operasyonlarıydı. Bu saldırılar, bölgemizdeki hegemonyanın devamı için kullanılan esas unsurun yani Batı ordusunun teknolojik üstünlüğünün kırıldığının kesin birer delilidir. Bu iki olaydan bu yana tüm yaşananlar, ekonomik baskılar, savaşlar, renkli devrimler, barış konferansları ve müzakereler gibi çeşitli aracılar kullanılarak bu yeni gerçeğin üstesinden gelme girişimiydi.

Buna örnek verecek olursak, 90'lı yıllar boyunca Amerika'nın dış politika ajandasındaki ana dosya Suriye'yi Washington'un müttefiklerinin kampına çekme girişimiydi. Böylece barış müzakereleri mekikleri ve tamamlanması halinde Lübnan ile Filistin Direnişi'ni bitirerek İran'ı yalnızlaştırmaya izin verecek zirveler yoluyla, Suriye Washington müttefik kampına çekilmek istendi. Ne var ki, Amerika'nın tüm bu çabaları, Suriye'yi müzakereler yoluyla boyun eğdirme olasılığında umutsuzluk aşamasından sonra, 2000'li yıllarda yaptırımları sıkılaştırarak abluka ve medya savaşlarıyla Suriye'nin iradesini kırma aşamasına geçiş yaptı. Tüm bu çabalar, 9 yıldan bu yana, dünyanın dört bir yanından gelen tekfirci terör örgütlerinin kullanıldığı kirli bir vekâlet savaşı ile sonuç verdi.

2003 yılındaki Irak işgal operasyonunu da bu iki önemli olayın yansımalarıyla ilgili olarak değerlendirebiliriz. Zira bu savaşlar, Amerikan stratejisine göre daha sonra domino etkisi ile Suriye ve İran'ın çöküşüne yol açması öngörülen hamlelerdi. Gel gelelim ki, Tahran ile varılan son nükleer anlaşma, tüm bunların bölgede Batı hâkimiyetinin kurulması ümidiyle İran'ı dize getirmek için ortaya koyulan girişimlerin tamamının başarısızlığını gün yüzüne çıkardı.

Seyyid Hasan Nasrallah'ın, Direniş Ekseni'nin aldığı büyük kararı açıkladığı konuşmasında, 1983 yılında Lübnan'dan Amerikalıların kovulmasını hatırlatması sebepsiz değildir. Nasrallah, General Kasım Süleymani suikastını Amerikan güçlerini bölgemizden çıkaracak bir kurtuluş savaşı başlatmak için fırsat haline getirdi.

Peki, böylesine bir tarihi anda, Amerika'nın bölgemizdeki askeri varlığının dosyasını hararetli bir ateşe atmak, akıllıca bir karar mıdır? Hizbullah Genel Sekreterinin duyurduğu kurtuluş savaşının başarılı olma şansı nedir? Amerika'nın cevap verme olasılığı ne kadardır?

Amerika'nın bölgemiz üzerindeki politikalarının, son zamanlarda abluka ve açlık politikasını kullanarak yağma ve gasp etme aşamasına geçiş yaparak kısıtlandığı bir gerçektir. Direniş Cephesi ise Amerika'nın askeri varlığına karşı bir halk özgürlük savaşı başlatmak için çok çaba sarf etti. Donald Trump'ın yüzsüzce çıkarak Irak petrolünü kontrol altına almak istediğini söylemesi (burada Iraklıların olmadığını iddia ederek), Suriye petrolünü kontrol etme arzusunu ortaya koyması ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun Lübnan ekonomisinin çöküşünü müjdelemesi gibi tüm eylemler, bölge halkının önünde ya açlıktan ölmeyi beklemek ya da direnmekten başka hiçbir seçenek bırakmadı.

Diğer yandan, Amerika'nın politikasını terk etmesi, bazılarının inandığı gibi Amerika'nın gücünün düzeyindeki bir artıştan kaynaklı sömürü hedeflerine kılıf olan geleneksel hilelerini ifade etmez. Aksine bu küstahlık, aslında George Bush'un savaşları ile başlayan ve daha sonra Obama yönetimi tarafından desteklenen renkli devrimler ile Amerika'nın çıkarlarına uygun bir şekilde bölgenin yeniden düzenleme girişiminin, başarısızlığı sonucunda ortaya koyulmuştur.

Trump'ın açıklamasına göre, Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu savaşlarında 7 trilyon dolar kaybetti ve ekonomisi iflasın eşiğine geldi. Dolayısıyla Trump'ın servet hırsızlığı ve petrolün kontrolünü müjdeleyen konuşması, ABD kamuoyu karşısında Ortadoğu'daki Amerikan askeri varlığını haklı çıkarmak için bir gerekçe haline geldi.

Aslında, 1983 yılında deniz kuvvetlerinin kovulması operasyonundan bu yana geçen 40 yıl boyunca Amerikan gücü, kültür ve düşünce hâkimiyeti dışında hiçbir alanda ilerleyemedi. Geleneksel medya imparatorluklarının büyük kısmı üzerinde hegemonya kurarak bu ilerlemeyi kaydeden Amerika, şimdi de sosyal ağları kullanıyor. Bu alan, fikir üretimi ve genel kamuoyu görüşünü kontrol altına alarak ilerliyor.

Bu kontrol Washington ve bölgesel vekillerine, geniş genç kitlelerin akıllarına tahakküme etme imkanı veriyor ve bu kitleleri uluslararası yağmalama sistemleri ile birlikte asıl meseleden uzaklaştırarak, yan savaşlar ve çatışmaların fitilini ateşlemeye itiyor. Ancak bölgede yaşanan olaylar, bu tahakküm ve manipülasyonun sınırının aşılmayacağını herkese bir kez daha gösterdi.

Buna karşın, ABD Irak'taki güçlerinin Suriye ve İran tarafından desteklenen Direnişin saldırılarıyla kan kaybetmesinin ardından, doğrudan savaşa girme yeteneğini kaybetti. Amerika'nın George Bush dönemindeki savunma Bakanı Robert Gates'in uyarısı dikkate almaya değer görünüyor: “Bir kez daha Ortadoğu'da bir ülkeyi işgal etmeyi düşünen her Amerikan başkanının, akli dengelerini kontrol ettirmesi gerekiyor.”

Aynı bağlamda, Amerikan tarihinin 19 yıl süren en uzun savaşından sonra Washington bugün Afganistan'dan çekilmeyi tertip etmek için Taliban hareketi ile müzakere etmek üzere masaya oturuyor. Diğer yandan Taliban hareketin Süleymani suikastından sonra yas tutması da dikkat çekici bir diğer meseledir.

Bunula paralel olarak, Washington'un Ortadoğu'daki düşmanlarının askeri yetenekleri ikiye katlandı. Direniş Ekseni, dünya kapitalizmini sinirlerinden vuran ARAMCO saldırısında tüm dünyanın tanık olduğu nokta vuruşlu hassas füzelere sahip oldu. Batılı askeri analistlerin hala burada kullanılan silahlar hakkında şaşkınlıklarını atamadığı bu saldırının ardından, İran'ın Amerika'yı Batı Asya'dan çıkarabilme kapasitesini doğrulayan Ayn'ul Esed saldırısı gerçekleşti.

Bu ve diğer pek çok sebeplerden dolayı, sözüne sadık olan liderin yeni vaatlerine de sonuna kadar güvenmeli ve on yıllardır bölgeye yıkım ile ölümden başka bir şey getirmeyen Batılı sömürü hâkimiyetinden kurtulacağımızı ümit etmeliyiz.

Faris Al-Jaroudy
Kaynak: Al-Mayadeen
Çeviri: Merve Soydaş
Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar