20.jpg

İmam Hüseyin’i Şiîler mi Şehid Etti?

Yezid bin Muaviye bile hiçbir zaman “Hüseyin’i öldürenler Şiîlerdi” dememiştir. Eğer böyle bir yalanın o zamanlarda en küçük bir alıcısı dahi olsaydı Yezid bunu söylemekte bir an bile tereddüt etmezdi.

3 Kasım 2014 Pazartesi

 

İmam Hüseyin'i Şiîler mi Şehid Etti?*

Komisyon

Çev. Ozan Kemal Sarıalioğlu

 

Özet: İmam Hüseyin'in gerçekte Kûfeli Şiîlerin daveti ve yalnız bırakılması sonucu ve bizzat onlar tarafından şehid edildiği şeklindeki söylemin Şîa karşıtı propagandada sıkça kullanılan bir argüman olduğu bilinmektedir. Bu makalede bu iddianın doğru olmadığı itikadî, tarihî ve Kûfe şehrinin demografik yapısı hakkındaki verilerle ispatlanırken, Yezid b. Muaviye'yi temize çıkarma amaçlı boş te'viller de cevaplandırılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: İmam Hüseyin, Şiî, Hanefî, Kûfe, Kerbelâ, Yezid b. Muaviye.

Giriş

Tarihsel metinlerde yer alan apaçık nass ve kayıtlar güneş gibi aşikâr bir şekilde İmam Hüseyin'in (a.s.) katilinin kim olduğunu gösterse de bazıları hâlâ kitap ve sitelerinde avam halkı kandırma çabalarını sürdürmekteler. Bu amaçla İmam Hüseyin'in Şeyh Müfid'in (r.a.) kitabında nakledilen sözünü onun Şiîlerine yönelik sayarak onların İmam'ın gerçek katilleri olduğunu iddia ediyorlar. Her ne kadar bu sorunun cevabı açık ise de Emevîlik ve Vahhabîlik taraftarlarınca sürekli gündeme getirilmesi yüzünden konu farklı bir önem kesp etmiştir ve ayrı bir şekilde incelenmeyi hak etmektedir.

Emevî muhipleri hem kendi dönemlerinde, hem de sonraki yüzyıllarda ve dahi bu günlerde İmam Hüseyin'in (a.s.) hareketini bir çeşit kargaşa, fitne ve ümmet içinde tefrika olarak tanıta geldiler ve Yezid'i merkezî hilafete karşı isyan eden birisini öldüren haklı taraf olarak göstermek istediler. Bu amaçla Resûlullah'ın ümmetin birliğini bozanın katledilmesini buyuran bazı rivayetlerini de delil göstererek “Hüseyin dedesinin kılıcıyla öldürüldü” bile dediler.

Şîa ulemâsının bazı kitaplarına ve bunlardan yaptıkları eksik ve yanlış çıkarımlarına dayanmak suretiyle Kûfe halkını Emirü'l-Mü'minîn'in ve İmam Hüseyin'in Şiî'si saymış ve o Hazret'in katillerini de bu gruba dâhil etmişlerdir.

Bu şüphe yaratma çabalarına birkaç örnek verelim:

 

İmam Hüseyin'in lanetinin muhatabı kimdir?

Ahmed el-Kâtib ve onunla aynı eğilimde olan bir dizi farklı kişiler diyorlar ki: İmam Hüseyin (a.s.) kendi Şiîlerine lanet ederek şöyle demiştir:

"Ey Allah'ım bu topluluğu bir süre daha dünyadan yararlandır ve onları parça parça kıl ve hiçbir zaman valilerini onlardan razı kılma! Çünkü onlar bize yardım etmek için davet ettiler ama sonra bize düşmanlık ettiler ve bizi katlettiler."[1]

 

İran Devleti Hüseyin'i öldürdüğü için özür dilesin!

Bunlardan bir kısmı da “ileriye doğru firar” etme siyaseti çerçevesinde kendilerini İsmet ve Taharet Hanedanı ile olan düşmanlıklarından teberri etmiş göstermek amacıyla bazı garip iddialarda bulundular. Buna örnek olarak aşağıdaki nakle dikkat edin:

"Mısır halkından olup soyları Şîa İmamlarına dayandığı için kendilerini “eşrâf” (şerefliler) olarak tanımlayan bir grup, bir Mısır gazetesine mektup göndererek Şiîlerden ve İran Devleti'nden İmam Hüseyin'in katlinden dolayı özür dilemelerini talep ettiler."

Hayme haber sitesinin bildirdiğine göre; bu şahıslar ayrıca humus ve fey gelirlerinin kendilerine ödenmesini istediler. Bu “eşrâf” kendilerini kan sahibi yerine koyuyor ve mektuplarında kendilerinin seyyid olarak İmam Hüseyin'in katledilmesinin sorumluluğunu Şiîlerin uhdesinde saydıklarını belirtiyorlar.

Bu topluluğun sorumlusu mektubunda şöyle demiş:

"Kesin deliller günümüzde Irak ve İran'a dağılmış olan Şiîlerin atalarının İmam Hüseyin'i öldürenlerle aynı kişiler olduğunu göstermektedir. Şîa'nın rivayetleri de onların bu cinayetlerini açıkça göstermektedir."

Bu kişi Şîa âlimlerinin Kûfelilerin kınanması konusunda İmamlardan yaptıkları nakilleri de Şiîlere hitap edilmiş saymıştır.

Elbette bu iddianın dillendiricisi kişi bu mektuptaki gerçek niyetini ve kimliğini çok erken ifşa etmiş ve “İmam Hüseyin'in tüm torunlarını Şiîlerden ve Yahudilerden intikam almak için birleşmeye” çağırmıştır.

Ehl-i Sünnet, humusu sadece savaş ganimetleri için geçerli saymasına rağmen bu kişiler Kum, Necef ve diğer bölgelerin Şiîlerinden bugüne dek verdikleri İmamlara müteallik olan tüm şer'î vergilerini kendilerine iade etmelerini dahi istemişlerdir.[2]

 

İmam Hüseyin'in, ceddinin kılıcıyla katledildiği iddiası

İbnu'l-Arabî[3] Emevî taraftarlığı ve Ehl-i Beyt düşmanlığıyla meşhur idi, bu yüzden Yezid'in İmam Hüseyin'in kanındaki sorumluluğunu temizlemek için şöyle yazabilmiştir:

"Yezid, Hüseyin'i dedesinin (Hz. Peygamber) kılıcıyla öldürdü! (hâşâ)"[4]

Öyleyse söylediğimiz gibi: İbn Hacer Heytemî, Muhammed Kürt Ali ve Takiyüddin İbn Salah, Gazalî, İbnu'l-Arabî, İbn Teymiyye ve diğerleri işte bu topluluğun farklı ifadelerle aynı şüpheyi dillendiren büyükleridir.[5]

 

Yezid'e muhalefet…

Muhammed Hudarî şöyle diyor:

"Hüseyin hükümet karşısındaki isyanıyla Peygamber'in ümmeti içinde tefrikaya yol açtı ve aralarındaki ülfet ve muhabbeti günümüze kadar ortadan kaldırmakla da büyük bir hata işledi!"[6]

Şam büyük müftüsü Ebü'l-Yüsr Abidin ise şöyle diyor:

"Yezid ile biat şer'îdir ve ona karşı isyan eden bağîdir (isyancı günahkâr)."[7]

Arabistan'ın baş müftüsü Abdülaziz Âl-i Şeyh ise başka bir yerde şöyle demiştir:

"Yezid'in hilafeti şer'î idi. Hüseyin'in kıyamı ise bâtıldır."[8]

 

Yezid müçtehid ve imamdır!

Ebu'l-Hayr Şafiî Kazvinî Yezid'i şöyle tanımlıyor:

"O, imam ve müçtehid idi."[9]

İbn Teymiyye de şöyle demektedir:

"Hatta bazıları Yezid'in sahabeden ve râşid halifelerden veya enbiyâdan olduğunu iddia etmiştir."[10]

 

Cevap

Bu gruba şu şekilde cevap veriyoruz:

 

a) Yezid'in hilafetinin pek çok sahabenin tanıklığıyla meşruiyetten yoksun oluşu

Ümmetin ehl-i hal ve'l-akdine dâhil olup Resûlullah'ın en faziletli sahabesi olan İmam Hüseyin ve diğer büyük sahabeler Yezid'in emirliğini ittifakla reddedip onu fâsık ve fâcir, şarapçı vs. saydıktan sonra, artık onun hilafetini geçerli kabul edecek bir te'vil kapısı kalmamaktadır. Dolayısıyla İmam Hüseyin'i (a.s.) meşru bir yönetim karşısındaki isyancı saymak asla mümkün değildir.

Buna göre Yezid'in hilafetinin meşruiyeti temelden sorguya açık hale gelmekte ve İmam Hüseyin'i haksız bir isyancı sayanların sözlerinin bâtıllığı apaçık belli olmaktadır.

 

b) Yezid'in İmam Hüseyin'in öldürülmesi emrini vermesi

Yezid'in İmam Hüseyin'in katili olduğunun ispatı için onun doğrudan o Hazreti şehid eden şahıs olduğunu göstermek zorunlu değildir. Tüm devlet yöneticileri, vali ve komutanlar onun emri altında buyruklarına mutlak şekilde itaat eder ve zafer ve yenilgileri Yezid'e nispet ediliyorken artık Yezid'in bu işte günahsız olduğuna dair te'villerin saçmalığı aşikârdır. Bir başka ifadeyle “Yezid bin Muaviye İmam Hüseyin'in katilidir; fakat İbn Ziyad, Şimr ve Ömer b. Sad'ın kılıcıyla!”

Bu bağlamda şu tarihsel rivayetlere işaret edebiliriz:

Zehebî şöyle yazıyor:

"Hüseyin Kûfe'ye doğru hareket etti. Yezid bu nedenle Irak Valisi Ubeydullah bin Ziyad'a şöyle yazdı: “Hüseyin Kûfe'ye doğru yola çıktı ve zamanlar içinde senin dönemini, şehirler arasında da senin şehrini seçti. Sen memurlar içinde bu iş için seçildin, ya kendini özgür kılarsın, ya da kul olursun.” Bu yüzden İbn Ziyad Hüseyin'i katletti ve başını Yezid'e gönderdi."

Suyutî de şöyle yazar:

"Yezid Irak'taki valisi Ubeydullah bin Ziyad'a mektup yazarak Hüseyin ile savaşması ve katli emrini verdi."[11]

İbn Ziyad, Musafir bin Şureyh Yeşkurî'ye şöyle diyor:

"Benim Hüseyin'i katletmemim nedeni, beni kendimi öldürmekle Hüseyin'i öldürmek arasında seçim yapmak zorunda bırakmasıydı. Ben bu ikisi arasında Hüseyin'i öldürmeyi seçtim."[12]

İbn Ziyad mektubunda İmam Hüseyin'e şöyle yazmıştı:

"Bana Kerbelâ'ya geldiğin haberi ulaştı. Yezid bana “Rahat yatakta dinlenmeyeyim ve karnımı doyurmayayım, ta ki seni Latif ve Habir olan Allah'a göndereyim veyahut kendimin ve Yezid'in otoritesine boyun eğdireyim” diye yazdı."[13]

Yakubî ise şöyle yazıyor:

Yezid, İbn Ziyad'a yazdığı bir mektubunda şöyle demişti:

“Bana Kûfe halkının Hüseyin'e davet mektup yazdığı ve onun da Mekke'den onlara doğru yola çıktığı haberi geldi. O, şehirlerden senin şehrini ve zamanlardan senin devrini seçti. Eğer onu öldürürsen ne âlâ, yoksa baban gibi köleliğe dönersin. Öyleyse fırsatı kaçırmaktan kork.”[14]

Başka bir yerde de şöyle nakledilmiştir:

"Yezid, Amr bin Said bin As'ı hac merasiminin idaresi için hacılardan oluşan bir ordunun başına koydu ve Hüseyin'e nerede bulurlarsa bulsunlar saldırmaları emrini verdi."[15]

Diğer bazı tarih kitaplarında da Yezid'in Velid bin Utbe'ye şöyle yazdığı geçmektedir:

"Yezid, Hüseyin ve Abdullah bin Ömer, Abdurrahman bin Ebu Bekir ve Abdullah bin Zübeyr'den biat almak için zora başvurdu ve bunlardan biat etmeyenlerin boyunlarının vurulması ve başlarının kendisine gönderilmesi emrini verdi."[16]

Yakubî'nin anlatımına göre:

"Benim mektubum sana ulaşır ulaşmaz Hüseyin bin Ali ve Abdullah bin Zübeyr'i yanına çağır ve onlardan biat al. Eğer buna yanaşmaz ise boyunlarını vur ve başlarını bana yolla. Tüm halktan biat al ve eğer aralarından biri dahi bundan yüz çevirirse onun için Hüseyin bin Ali ve Abdullah bin Zübeyr hakkındaki hükmü uygula. Vesselam."[17]

Yezid, Medine'deki memuruna da şöyle yazdı:

"Mektubun cevabını acele ver. Ve orada kim emrime uydu kim uymadı belirt ve cevapla birlikte Hüseyin bin Ali'nin başını da yolla."[18]

Başka bir nakilde Velid bin Utbe'nin Yezid'e yazarak kendisi ve İmam Hüseyin (a.s.) ile İbn Zübeyr arasında ne geçtiğini bildirdiğini, Yezid'in buna çok kızdığını ve ona şöyle yazdığı geçmektedir:

Mektubum eline geçtiğinde Medine halkından tekrar biat al ve bunu önceki biatın vurgulanması olarak say. Abdullah bin Zübeyr'i kendi haline bırak, zira ondan biat almak için fırsatın çoktur. O sağ olduğu sürece bizim elimizden kurtulması mümkün değil. Mektubumun cevabı ile birlikte Hüseyin bin Ali'nin başını da yollamalısın. Eğer böyle yaparsan ordunun komutasını sende bil ve benim yanımda da senin için büyük bir ödül ve hediye var.[19]

İbn Asâkir ise şöyle der:

"Yezid'e İmam Hüseyin'in kıyam ettiği haberi geldiğinden Irak'taki memuru Ubeydullah bin Ziyad'a mektup yazdı ve ona Hüseyin ile savaşmasını ve galip gelmesi durumunda onu kendisine yollaması emrini verdi."[20]

Bunlara onlar, belki yüzlerce tarihsel senet ve metin eklenebilir ve her biri Yezid'in katilliğini ispata yeterlidir.

Burada şu soruyu sorabiliriz, İmam Hüseyin ile savaş ve katletme, başını bedenden ayırma emrini veren Yezid'den başka birisi miydi?

Eğer Yezid'in İmam Hüseyin'in (a.s.) öldürülmesi emrini vermediği doğru olsaydı yukarıdaki metinlerde nakledildiği üzere Hazret'in katledilme emrini anlattıkları gibi bunun aksini de rivayet ederlerdi. Ya da bu hadiseden sonra en azından bu işte yer alan İbn Ziyad, Ömer İbn Sad, Şimr vs. gibi kişilerin (lanetullahi aleyhim) kınandığı ya da cezalandırıldığına dair bir rivayet olurdu.

Ve eğer Yezid katil olmasaydı ya da bu işe razı olmasaydı en azından Şam halkının Kerbelâ'dan getirilen esir kervanına yaptığı Süfyanice davranışlara (defli, saz ve tamburlu eğlencelerle karşılamak vs.) engel olurdu.

 

İmam Hüseyin'in Şiîleri lanetlediği iddiasına cevap

Bugünlerde yaygınlık kazanan, İmam Hüseyin'in (a.s.) Şiileri Kerbelâ'daki gerçek katiller olmaları yüzünden lanetlediği iddiasına bu bölümde ayrıntılı bir şekilde cevap vereceğiz.

 

Şiî kimdir?

Şiîlerin İmam Hüseyin'i şehid ettiklerine inanmak kendi içerisinde apaçık bir çelişki ve tenakuzu barındırmaktadır. Zira Şiî yar, dost, ensar, taraftar ve takipçi insan anlamındadır ve karşı tarafın safında ve ordusunda olan düşman ve katillere de Şiî denmesi bâtıllığı aşikâr olan bir sözdür. Bu tanıma göre sevgi, yardımcı ve takipçi olmayı savaş ve düşmanlıkla birleştirmek nasıl mümkün olabilir? Eğer Ömer bin Sad ve Ubeydullah bin Ziyad'ın ordusundaki kişileri de Şiî olarak adlandırırsak İmam Hüseyin'in (a.s.) yanında son nefeslerine dek direnip canlarını feda ederek şehadete ulaşan sadık dostlarına ne isim vereceğiz?

Ayrıca İmam Hüseyin'in (a.s.) katillerinin Şiî oldukları iddiasını kabul etsek bile bunların kendi Şiîliklerinden yüz çevirerek İmam Hüseyin'in (a.s.) düşmanlarına katıldıklarını söylemek durumunda kalırız ki, bu durumda böylesi insanlar için Şiî ifadesinden çok, düşman kelimesini kullanmak daha evladır.

Bu bağlamda Seyyid Muhsin Emin'in Ayânu'ş-Şîa kitabındaki sözleri dikkat çekicidir:

Yüce Allah, İmam Hüseyin'in katillerinin Şiî olmasından münezzehtir! Aksine, onu katledenlerin bir kısmı dini olmayan tamahkârlar idiler, bazıları ehil olmayan şerir kişiler, bir kısmı da dünya sevgisi kendilerini Hüseyin bin Ali (a.s.) ile savaşmaya sürüklemiş, büyüklerine tâbi olan insanlardı ve bunlar arasında İmam Hüseyin'in (a.s.) Şiâsı ve muhiplerinden hiç kimse yoktu. Fakat muhlis Şiîleri onun ensarı oldular ve onun yolunda öldürülmekten asla çekinmediler ve onu son nefeslerine kadar tüm güçleriyle savundular. Onların pek çoğu da İmam Hüseyin'e (a.s.) yardım edemediler ya da işin bu noktaya geleceğini tahmin etmiyorlardı. Bazıları ise canlarını tehlikeye attı ve İbn Ziyad'ın Kûfe etrafında ördüğü kuşatmayı yararak İmam'a yardıma geldiler ve Kerbelâ'da şehid oldular. Tek bir Şiî'nin bile Kerbelâ'da İmam Hüseyin (a.s.) karşısında savaştığı iddiası doğru değildir. İmam Hüseyin'e (a.s.) böylesi bir sevgi besleyen bir Şiî'nin onunla savaşması mümkün müdür? Asla! Her zaman böyleydi, Hakk'ın taraftarların sayıları her zaman az idi ve Yüce Allah da “Kullarımdan şükredenler azdır” diye buyurmuştur.[21]

 

Kûfelilerin İmam Hüseyin zamanındaki kimlikleri

İmam Hüseyin'i öldürmek için Kerbelâ'ya gelenlerin Kûfeli olduğu doğru olmakla birlikte o dönemde bu şehirde Şiîliğiyle meşhur olan tek bir insan dahi bulunmamaktaydı. Zira Muaviye iktidara geldiğinde Ziyad bin Ebîhi'yi Kûfe'ye vali atamıştı ve o da tanıdığı her Şiî'yi takip ederek katlediyor ya da hapse atıyordu. Hatta öyle ki Kûfe şehrinde Şiî olarak tanınan kimse kalmamıştı.

Tarih kaynaklarında geçtiği üzere 15.000 nüfuslu Kûfe şehrinin çok az bir kısmını Şiîler teşkil etmekteydi ve bunların çoğu Muaviye zamanında sürülerek hapsedilmiş ya da şehid edilmişti. Pek çoğu yaşadıkları sıkıntılar yüzünden Musul, Horasan ve Kum gibi yerlere sığınmıştı. Ayrıca Benî Ğadira gibi İmam Hüseyin'e (a.s.) yardım etmek isteyenlere Ubeydullah bin Ziyad'ın askerleri engel olmuştu.

Mu'tezilî âlim İbn Ebî'l-Hadid bu konuda şöyle yazıyor:

Muaviye kıtlık yılından sonra memurlarından birine bir mektup yazarak, “Kim Ebû Turab'ın (İmam Ali a.s.) ve ailesinin faziletleri hakkında nakilde bulunursa artık onun karşısında hiçbir sorumluluğunuz yoktur (bu kişiye ne isterseniz yapabilirsiniz)” dedi. Bu nedenle hatipler buldukları her minberde Ali'ye lanet etmeye, ondan teberri ederek ona ve Ehl-i Beyt'ine küfretmeye başladılar. Ve o zaman en zor durumda olan insanlar Kûfe halkı idi, zira aralarında Ali aleyhisselâmın Şiîlerinden çok kişi vardı. Muaviye, Ziyad bin Sümeyye'yi Kûfe valisi kıldı ve aynı zamanda Basra şehrini de onun emrine bıraktı. O da Şiîlerin ardına düştü, Ali'nin (a.s.) hilafeti döneminde onun taraftarlarından olduğundan hepsini tanıyordu. Bu nedenle onları deliklere bile girseler bulup katlediyor ya da ölümle tehdit ediyor, el ve ayaklarını kesiyor, gözlerini kör ediyor ve hurma dallarında asıyordu. Veya onları Irak'tan sürüyordu, bütün bunların sonunda Irak'ta Şiî olarak bilinen kimse kalmadı.[22]

Taberanî, Mucemu'l-Kebir kitabında sahih bir senetle Yunus bin Ubeyd'den (o da Hasan'dan) şöyle naklediyor:

Ziyad, Ali'nin (r.a.) Şiîlerini takip ediyor, onları yakalaması durumunda kılıçtan geçiriyordu. Bu haber Hasan bin Ali'ye (r.a.) ulaştığında  “Allah'ım, onun ölümünü sadece kendine has kıl ve bu öldürülüş kefareti olsun” demiştir.[23]

Heysemî bu rivayeti naklettikten sonra şöyle diyor:

“Bu rivayeti Taberânî nakletmiştir ve ricâli sahihtir.”

Aynı şekilde Zehebî de Siyeru A'lâmi'l-Nubelâ'da şöyle diyor:

Ebu Şasâ şöyle demişti: “Ziyad kendi isteklerine karşı çıkanlar karşısında Haccac'dan daha kan dökücüydü.”

Hasan Basrî ise şöyle der:

Hasan bin Ali'ye Ziyad'ın Ali'nin Şiîlerini Basra'da izleyip öldürdüğü haberini verdiler. İmam Hasan ona beddua etti. Kûfe halkını topladığı ve Ebu'l-Hasan'dan (İmam Ali) beraatlerini istediği de rivayet edilmiştir. Bu sırada hicretin 53. senesiydi ve aynı yıl Ziyad veba hastalığına müptela oldu.[24]

İbnü'l-Esir el-Kâmil kitabında şöyle yazmıştır:

Ziyad saltanatı esnasında zorbalığa başvuran ilk kişiydi, Muaviye'nin yönetimine aşırı önem veriyor ve kılıcını çekip eline geçirdiği kişiyi şüphe üzerine bile olsa cezalandırıyordu. Halkın ona duyduğu korku çok fazlaydı, meğerki bazılarına eman vermiş olsun.[25]

İbn Hacer ise Lisânu'l-Mîzân'da şöyle der:

Ziyad çok zeki, siyasetten anlayan ve çok akıllı birisiydi. Ali'nin Şiîlerinden idi ve onu Kudüs valiliğine atamıştı. Fakat Muaviye tarafına geçtiğinde Âl-i Ali'ye ve Şiîlerine karşı en şiddetli zulmü yapar oldu. Hicr bin Adî ve beraberindekilerin katlinde çok büyük rol oynamıştır.[26]

Bahsi geçen konulardan Kerbelâ vakıası sırasında Kûfe'de tek bir ünlü Şiî'nin bile kalmadığı, dolayısıyla Kûfeli Şiîlerin İmam Hüseyin'in (a.s.) katilleri olduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığı belli olmaktadır.

Aynı şekilde hiçbir insaflı araştırmacı İmam Hüseyin'e (a.s.) davet mektubu yazan herkesin Şiî olduğunu iddia edemez. Çünkü bu mektupları yazanların en ünlüleri olan Şebs bin Rebiî, Heccar bin Ebcer ve Amr bin Haccac gibi kişilerin Şiî olduğunu hiç kimse iddia etmemiştir.

 

Kûfelilerin kimliklerinin üç halife döneminden itibaren değiştirilmesi

Pek çok rivayet ve tarihsel nakil açıkça göstermektedir ki Kûfe halkı İmam Ali'den (a.s.) önceki üç halifenin taraftarıydı ve bu bağlamda pek çok tarihçinin kitaplarında nakledilen şu olaya işaret edebiliriz:

İmam Ali (a.s.) Kûfe'de hilafeti eline aldığında Ömer'in bid'atlarından biri olan cemaatle teravih namazı kılmayı kaldırmak istedi. Bu amaçla İmam Hasan'dan (a.s.) mescide gidip halka engel olmasını istedi. Bunu der demez insanlar seslerini yükselterek "Vah Ömer'e! Vah Ömer'e!" diye itiraz ettiler. Bunun üzerine Emirü'l-Mü'minîn (a.s.) "Onlara söyle kılsınlar namazlarını!" dedi.

Rivayet edilmiştir ki, Ömer ramazan ayı gecesinde dışarı çıktı ve mescitte ışıkların yandığını görünce "Bu da nedir?" diye sordu. Ona, halk müstehap namazlar için toplandı, denilince "Bu iş bid'attır. Ama güzel bir bid'attır!" dedi. Görüldüğü üzere bu işin bid'at olduğunu kendisi de itiraf etmiştir. Resûlullah (s.a.a.) ise "Her bidat sapıklıktır" demektedir.

Emirü'l-Mü'minîn'den (a.s.) rivayet edildiğine göre Kûfe'de etrafında toplandıkları zaman ondan kendilerine teravih namazı kıldırması için bir imam tayin etmesini istediler. İmam onları bu işten menetti ve bunun Resûlullah'ın (s.a.a.) sünnetine aykırı olduğunu söyledi. Onlar ise Emirü'l-Mü'minîn'i bırakıp kendi aralarında toplandılar ve içlerinden birini öne geçirip namaz kıldılar. İmam Ali, İmam Hasan'ı yanlarına yolladı. İmam Hasan elinde bir kırbaç olduğu halde mescide girdi, halk onu bu şekilde görünce kaçışmaya başladı, bir yandan da "Vah vah ki Ömer'in sünneti elden gitti!" diye feryat ediyorlardı.[27]

Hz. Ali uzun bir hutbesinde bu macera hakkında şöyle buyurmuştu:

"Ben genel bir ayaklanmadan ve Kûfe'deki İslamî yönetimin temellerinin çökmesinden korktum." Bu durum Kûfe halkının çoğunluğunun halife Ömer taraftarı olduğunu göstermekte ve Kûfelilerin Kerbelâ hadisesinden önce Şiî olduğu iddiasıyla çelişmektedir.

Emirü'l-Mü'minîn ardından bir hutbe okudu. Hutbede Allah'a hamd edip Resûlullah'a (s.a.a.) salâvat gönderdikten sonra şöyle buyurdu:

Benden önceki halifeler Resûlullah'a (s.a.a.) kastî muhalefeti barındıran şeyler yaptılar. O'nun ahdini bozdular ve sünnetini değiştirdiler. Eğer halkı bunu terk etmeye zorlar ve onları Resûlullah zamanındaki aslî yerlerine döndürsem ordum etrafımdan dağılır ve yalnız kalırım, ya da benim üstünlüğümü ve imametimin vacipliğini Allah'ın Kitabı'ndan ve Resûlullah'ın sünnetinden çıkaran az sayıdaki Şiî'mle baş başa kalırım.

Allah'a and olsun ki halka ramazan ayında vacip namaz dışında cemaatle namaz kılmamaları emrini verdim ve onlara müstehap namazı cemaatle kılmanın bid'at olduğunu anlattım. Bunun üzerine benimle birlikte savaşan askerlerimden bir grup “Ey Ehl-i İslam! Ömer'in sünneti değiştirildi! Ramazan ayında müstehap namaz kılmamızı engelliyorlar!” dedi.

Kendi ordumun bana karşı ayaklanmasından korktum ve bu ümmette tefrika ve ateşe çağıran sapıklık önderlerine itaat gördüm.[28]

Şiîsiz Kûfe

İmam Hüseyin'in (a.s.) katilleri defterinde isimleri olan en ünlü şahıslar arasında şunlar göze çarpmaktadır:

Ömer b. Sad b. Ebu Vakkas, Şimr b. Zi'l-cuşen, Şebs b. Rabiî, Haccar bin Ebcer, Hermele b. Kahil, Sinan vs... Bunlar arasında Ehl-i Beyt'in (a.s.) Şiîsi olmakla tanınmış tek bir kişi bile yoktur ve yukarda ismi geçenlerin tamamının hiçbiri Emirü'l-Mü'minîn'in (a.s.) Şiîsi değildi.

 

Kûfe Hanefîlerin karargâhı

Fıkıh kitaplarında "Bu Kûfelilerin görüşüdür" şeklinde sıkça karşılaştığımız ibare "Bu görüş, Ebû Hanife'ye tabi olanların nazarıdır" anlamına gelmektedir. Bu durum İmam Hüseyin'in (a.s.) şehadetinden birkaç sene sonra Kûfe'nin Hanefîlerin merkezi haline geldiğini göstermektedir ve bu, şehrin geçmişte çoğunlukla Şiî olduğu iddiasıyla uyumlu değildir.

 

Katiller Âl-i Süfyan'ın Şiîleriydi

İmam Hüseyin (a.s.) Kerbelâ'daki sözlerinde ve bu katil topluluk için okuduğu hutbe ve aleyhlerine yaptığı delillendirmelerin hiçbirinde onları kendisinin ya da babasının Şiîleri ya da takipçileri olarak tanımlamamıştır. Eğer böyle olsaydı kalplerini etkilemesi ihtimali olduğundan İmam Hüseyin (a.s.) onlara "Benim ve babamın Şiîleri olmanıza rağmen niçin benimle savaşa koyuldunuz?" diyebilirdi. Bu durum onların Ehl-i Beyt'in (a.s.) Şiî'si olmadıklarının apaçık delilidir.

Üstelik İmam Hüseyin'in (a.s.) son anlarında bu cani topluluğa seslenişi aksi yöndeki gerçeği ispat etmektedir. Zira İmam Hüseyin (a.s.) Aşura günü onlara “Âl-i Süfyan'ın Şiîleri” olarak hitap etmiştir.

Vay size ey Ebu Süfyan Şiîleri! Eğer dininiz yok ise ve ahiretten de korkmuyorsanız, en azından bu dünyanızda özgür olun ve iddia ettiğiniz Araplığınıza dönün![29]

 

Katillerin kullandığı tabirler

Aşura gününde İmam Hüseyin için kullandıkları ifadelerden bu topluluğun fikrî yapısı ve İmam Hüseyin'in Şiîlerinden mi yoksa en azılı düşmanlarından mı oldukları belli olmaktadır.

İmam Hüseyin'in (a.s.) katilleri o gün ona şöyle hitap etmekteydiler:

Biz sadece babana olan düşmanlığımız nedeniyle seninle savaşıyoruz.[30]

Bu ifadeden sonra İmam Hüseyin'in (a.s.) Kerbela'daki katillerinin Emirü'l-Müminin'in (a.s.) Şiîlerinden olduğunu söylemek mümkün olabilir mi?

Başkaları da İmam Hüseyin'e (a.s.) şöyle demekteydiler:

Ey Hüseyin! Ey yalancı oğlu yalancı![31]

Başka bir yerde de şöyle:

Ey Hüseyin! Cehennem ateşi sana müjdeler olsun![32]

Başka birisi de İmam Hüseyin (a.s.) ve beraberindeki ashabına şöyle demiştir:

Allah sizin bu kıldığınız namazları kabul etmez.[33]

Benzer pek çok cümle bu topluluğun Emirü'l-Mü'minîn, İmam Hüseyin ve Ehl-i Beyt'e duydukları kini yansıtmaktadır.

 

Katillerin kimliğini yansıtan eylem ve cinayetleri

Bu kavim İmam Hüseyin'in (a.s.) Şiîlerinden olmamakla kalmayıp, aksine onun en büyük düşmanları arasında yer almaktaydı, hatta öyle ki süt emme çağındaki yavrusundan dahi suyu esirgemiş ve onu bu halde şehid etmişlerdi. Pak naaşlarını atlara çiğnettiler ve başları bedenlerden ayırarak o Hazret'in kadın ve çocuklarını esir ettiler, mallarını yağmaladılar. Ve en büyük düşmandan bile beklenmeyecek daha onlarca cinayete imza attılar. Böylesi eylemlerin Şiîler tarafından irtikâp edilmesi nasıl mümkün olabilir?

 

İbn Esir kendi kitabında şöyle demektedir:

"Ömer bin Sad ordusuna hitap ederek şöyle feryat etti: Atıyla Hüseyin'in bedenini çiğnemeyi kim ister? İşte burada ordusundan öne çıkan on kişi (Hüseyin'in gömleğini çalan ve sonra da baras hastalığına tutulan İshak bin Hive Hazremî de dâhil) Hüseyin'in bedenini o kadar çiğnediler ki göğsü ve sırtı birbirine geçti."[34]

Başka bir yerde de şöyle diyor:

"Hüseyin'e ait olan tüm eşya yağmalandı. Elbiseleri falan kişilerce alındı (hepsini ve isimlerini sayıyor). Kılıcını Darim kabilesinden biri aldı, birileri de kızıl gömleğini ve bazı değerli eşyasını yağmaladılar. Kadınlara ait eşyayı da yağmaladılar…"[35]

İbn Kesir Ebû Mihnef'ten şöyle naklediyor:

"Sinan ve birkaç kişi Hüseyin'in çadırında ne varsa kendi aralarında paylaştılar, hatta kadınların elbiselerini dahi yağmaladılar. Ömer bin Sad geldi ve “Herkes bilsin ki hiç kimsenin bu kadınlara saldırma ve bu genci öldürme hakkı yoktur. Kim bunların eşyalarından bir şey almışsa onlara geri versin.” dedi. Ravi diyor ki: “Allah'a and olsun ki hiç kimse yağmaladıklarından bir şeyi geri vermedi.”"[36]

Bütün bu düşmanca davranışları yapan katillerin İmam Hüseyin'in (a.s.) Şiîlerinden olması mümkün olabilir mi?

 

Kişilerin isimleri katillerin kimliğini yansıtıyor

Buraya kadar sunduklarımız Kerbelâ'daki katillerin Şiî olmadığına iknaya kâfi gelmemişse acaba bu hadiseye yol açan emirleri veren kişiler hakkında ne denecektir? Acaba şu isimler de Emirü'l-Mü'minîn'in (a.s.) ve İmam Hüseyin'in (a.s.) Şiîlerinden sayılabilirler mi? Mesela: Yezid bin Muaviye, Ubeydullah bin Ziyad, Ömer bin Sad, Şimr bin Zilcuşen, Kays bin Eşas bin Kays, Amr bin Haccac Zübeydî, Abdullah bin Zehir Ezdî, Urve bin Kays Ehmesî…

 

Yezid'in Kerbelâ katillerine söylediği sözler

Tüm bu ithamların kendisine yöneldiği Yezid bin Muaviye bile hiçbir zaman “Hüseyin'i öldürenler Şiîlerdi” dememiştir. Eğer böyle bir yalanın o zamanlarda en küçük bir alıcısı dahi olsaydı Yezid bunu söylemekte bir an bile tereddüt etmezdi. Fakat o, İmam Hüseyin'in (a.s.) şehadetinin sorumluluğunu Kûfe Valisi Ubeydullah bin Ziyad'ın üstüne atmak suretiyle bir nebze de olsa kendi günahının yükünü azaltmak istemiştir.

İbn Kesir, Zehebî ve diğerleri şöyle yazmaktadırlar:

"Ubeydullah bin Ziyad Hüseyin ve ashabını katledip başlarını Yezid'e gönderdiği zaman Yezid ilk önce bu işten mutlu oldu. Fakat bir süre sonra bu işten pişmanlık duydu ve sürekli “Eğer ben onların eziyet duyacakları ihtimalini verseydim bu işe asla izin vermezdim ve Hüseyin'i kendimle beraber bu mekâna getirir ve onun isteğine göre emir verirdim,  bundan dolayı bana hakaret de etseler ben bu işi Resûlullah'ın (s.a.v.) hürmetini ve hakkını korumak için yapardım. Allah Hüseyin'e zorluk ve eziyet çektiren, ondan geldiği yere geri dönmesini veya bana gelip biat etmesini ya da sınırlardaki serhat noktalarından birine gitmesini isteyen İbn Mercane'ye (Ubeydullah bin Ziyad) lanet etsin! Fakat Hüseyin bu işten uzak durdu ve neticesinde İbn Ziyad onu katletti! Ve bu işiyle de beni Müslümanların öfke ve nefretine maruz bıraktı ve kalplere düşmanlığımın tohumlarını ekti!” dedi."[37]

Her ne kadar bu iddia araştırmamızın başında eleştirilip reddedilmişse de buradaki amacımız Yezid'in bile İmam Hüseyin'in şehadetinden Şiîleri değil İbn Ziyad'ı sorumlu tuttuğunu göstermekti.

 

Kerbelâ'daki saflaşma katillerin kimliğini gösteriyor

O dönemde İmam Hüseyin'in safında olan kişiler onun Şiîlerinden sayılırken karşı tarafta yer alan birisi için asla böyle bir tabir kullanılmamaktaydı. Meselâ, başlarda Osmanî mezhep olup İmam Hüseyin'den (a.s.) uzak duran Züheyr bin Keyn daha sonra onun ordusuna katılır katılmaz kendisini Hazret'in Şiîsi olarak adlandırdılar.

Taberî Tarihi'nde Züheyr hakkında şöyle deniliyor:

"Züheyr Uzre'ye şöyle dedi: “Ey Uzre! Allah onu pak kıldı ve hidayet etti! Öyleyse Allah'tan kork ki ben senin iyiliğini istemedeyim! Allah'a and olsun ki sakın sapkınlara pak nefislerin katlinde yardım edenlerden olmayasın!” O ise şöyle cevap verdi: “Ey Züheyr! Biz seni bu evin (Ehl-i Beyt'in) Şiî'si bilmezdik! Sen Osmanî idin!”"[38]

Bu cümle açık bir şekilde gösteriyor ki iki cepheden birine dâhil olmak tek başına İmam Hüseyin'in (a.s.) Şiî'si ya da düşmanı sayılmak için yeterli olmaktaydı.

 

Küçük bir grup Şiî'nin İmam Hüseyin'e yardım etmeye çalışması

Tüm bu şahitler ve belgeler Muaviye'nin Emirü'l-Mü'minîn ve İmam Hasan'ın (a.s.) Şiîleri karşısında yaptığı katliamlardan bağımsızdır. Onların çoğunu şehid etmiş, önemli bir bölümünü de sürmüş ya da zindana atmıştı. Fakat tarihsel kayıtlara göre; tüm bunlara rağmen Kûfe'de kalan çok az sayıda bir Şiî topluluğu yine de İmam Hüseyin'e yardıma koşmuş; fakat İbn Ziyad'ın güçleriyle çatışıp esir düşmüştü. Bunlar arasından sadece Züheyr ve Habib bin Mezahir gibi bir avuç insan bu kuşatmayı yarabilmiştir. Aralarında İmam Hüseyin'in şehadetinden sonra Kerbelâ'ya ulaşabilenler de vardı.

Dolayısıyla Kûfe'de İmam Hüseyin (a.s.) karşısında savaşa gelecek tek bir Şiî bile kalmamıştı.

 

İmam Hüseyin (a.s.) tarafından davet edilmek ve O'na biat etmek tek başına Şiî olmaya delalet etmez

Bazıları İmam Hüseyin'e biat ederek şehirlerine davet ettikleri için Kûfe ehlinin Şiî sayılması gerektiğini söylemektedir. Oysa biat etmek asla Şiî olmaya işaret değildir, çünkü bu iddianın zorunlu sonucu; Emirü'l-Mü'minîn'e biat eden tüm sahabe ve tabiînin İmam Ali'nin Şiî'si olduğunu söylemektir ki, şimdiye dek kimse bunu iddia etmemiştir. Aksine İmam Ali'ye biat edenlerin pek çoğu onun düşmanlarının safında savaşmışlardı.

Buna binaen bazı tarih kitaplarında geçen “Kûfeliler Hüseyin'e mektup yazarak şehirlerine çağırdıklarından ve bu da bir tür biat sayıldığından onlar Şiî topluluğundan sayılırlar” iddiasının bâtıllığı açıklığa kavuşmaktadır. Öte yandan onlar Yezid'in şahsiyetinin daha önce bahsettiğimiz yansımalarını görüp işittiklerinden dolayı İmam Hüseyin'i hilafete daha layık sayıyorlardı ve onu bunun için davet etmişlerdi, yoksa masum olan Üçüncü İmam olarak tanıdıklarından değil.

Kûfe halkı Emirü'l-Mü'minîn ve İmam Hüseyin döneminde iki türlü insandan oluşmaktaydı:

1. Özel anlamda Şiîler: Yani Ehl-i Beyt'e dost, düşmanlarına da düşman olup tevella ve teberra inancına sahip olanlar.

İmam Hüseyin (a.s.) ile savaşan Ömer bin Sad'ın ordusunda asla böylesi Şiîler yer almamaktaydı. Zira bu Şiîler ya İmam Hüseyin'in ordusu saflarında yer alıyorlardı ya da Ubeydullah ve Yezid'in zindanlarındaydılar. Bir kısmı da ya İmam Hüseyin ordusuna ulaşmamaları için kuşatılmışlar ya da Kerbelâ'ya İmamlarının şehadetinden sonra varabilmişlerdi. Hatta bazıları Kerbelâ hadisesi tamamlanıncaya dek bundan haberdar bile olmamıştı.

2. Genel anlamda Şiîler:  Bunlar Ehl-i Beyt'e (a.s.) sevgi duymakla birlikte düşmanlarından uzaklaşmaya (teberra) inanç duymamaktaydı. Ehl-i Beyt'in imametine ve masumiyetine inanç beslemeyen bu topluluğun çok az bir kısmının Ömer bin Sad ve Yezid ordusunda yer almış olması mümkündür.

 

Kaynakça:

Allâme Meclisî, Bihâru'l-Envâr.

Allame Seyyid İbn-i Tâvus, el-Luhûf fi Katli't-Tafûf.

Abidin, Muhammed Ebü'l-Yüsr, Egâlîtu'l-Müerrihin.

Belhî, Süleyman b. İbrâhim Baba Kelan el-Kunduzi, Yenâibu'l-Mevedde.

Ebu'l-Hayr Şafiî Kazvinî, Terâcim-u Ricâli'l-Kazvin.

Fahreddin b. Muhammed b. Ali en-Necefî Turayhî, el-Müntehab fi Cemi'l Merâsi ve'l Hutab, Leyletu'l-Âşire.

Gazalî, İhyâ-u Ulûmi'd-Dîn.

Harizmî, Ebü'l-Müeyyed Muvaffak b. Ahmed el-Mekki Ahtab, Maktelu'l-Huseyn.

Heysemî, Ebü'l-Hasan Nureddin Ali b. Ebî Bekr b. Süleyman, Mecmaü'z-Zevâid ve Menbaü'l-Fevâid.

Hudarî, Muhammed, Muhâdarat-u fî Târihi'l-Ümemi'l-İslâmiyye.

Hür Amulî, Vesâilü'ş-Şîa.

İbn A'sem el-Kûfî, el-Fütûh.

İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk.

İbn Hacer Askalanî, Lisânü'l-Mîzân.

İbn Hacer Heytemî, el-Fetava'l-Hadisiyye.

-------------, es-Savâiku'l-Muhrika.

İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye.

İbn Şehrâşûb, Ebu Ca'fer Reşidüddin Muhammed b. Ali, Menâkıbu Âli Ebî Tâlib, Mektebetu Mustafavî, Kum.

İbn Vazıh Ahmed b. İshak b. Ca'fer Ya'kubî, Tarih-i Ya'kubî, Sadr.

İbni Teymiyye, Risâletu İbni Teymiyye .

-------------, Minhâcü's-Sünne.

İbnu'l-Arabî, Kitabu'l-Avâsım mine'l-Kavâsım

İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Târih.

Muhammed Kürt Ali, Hututu't-Şam.

Münavî, Muhammed bin Abdullah, Feyzu'l-Kadîr Şerhi'l-Câmii's-Sağîr, nşr. Ahmed Abdüsselam, Dâru'l-Kutûbi'l-İlmiyye, Beyrut, h. 1415.

el-Nakavî, Mir Seyyid Hamid Hüseyin, Hulâsat-u Abekâtu'l-Envâr/Telhîsu'l-Meylânî, c. 4, s. 237, 238, el-Bi'set, Kum, 1406

Suyutî, Ebü'l-Fazl Celâleddin Abdurrahman b. Ebî Bekr, Tarihü'l-Hülefâ, Daru'l-Fikr, Beyrut, 1394 h.

Seyyid Muhsin Emin,  Ayânu'ş-Şîa.

Şeyh Abdullah Bahranî, Maktelu'l-Avâlim.

Şeyh Kuleynî, el-Kâfî.

Şeyh Müfid, el-İrşâd.

Şeyh Sadûk, el-Emâlî, h. 1389.

Taberânî, Ebü'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed b. Eyyub el-Lahmi, el-Mu'cemu'l-Kebir.

Taberî, Ebû Cafer İbn Cerir Muhammed b. Cerir b. Yezid, Târihü't-Taberî.

Zehebî, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ.

 

 

* http://valiasr-aj.com/fa/page.php?bank=question&id=5043

[1] Şeyh Müfid, el-İrşâd, c. 2, s. 110.

[3] Kadı Ebû Bekir Muhammed bin Abdullah bin el-Arabî el-Mâlikî, ö. H. 543, el-Avâsım mine'l-Kavâsım kitabının müellifi. (Meşhur ârif İbn Arabî ile karıştırmamak gerekmektedir. çev.)

[4] Muhammed bin Abdullah Münavî, Feyzu'l-Kadîr Şerhi'l-Câmii's-Sağîr, nşr. Ahmed Abdüsselam, c. 1, s. 265, Dâru'l-Kutûbi'l-İlmiyye, Beyrut, h. 1415 ve bkz. Mir Seyyid Hamid Hüseyin el-Nakavî, Hulâsat-u Abekâtu'l-Envâr/Telhîsu'l-Meylânî, c. 4, s. 237, 238, el-Bi'set, Kum, 1406.

[5] Bkz. İbn Hacer Heytemî, el-Fetava'l-Hadisiyye, s. 193; bkz. İbni Teymiyye, Risâletu İbni Teymiyye, Yezid bin Muaviye hakkında soru, s. 14, 15, 17; İbnu'l-Arabî, Kitabu'l-Avâsım mine'l-Kavâsım, s. 232, 233; Gazalî, İhyâ-u Ulûmi'd-Dîn, c. 3, s. 125, İbn Hacer Heytemî, es-Savâiku'l-Muhrika, s. 221 ve Muhammed Kürt Ali, Hututu't-Şam, c. 1, s. 145.

[6] Muhammed Hudarî, Muhâdarat-u fî Târihi'l-Ümemi'l-İslâmiyye, c. 2, s. 129.

[7] Muhammed Ebü'l-Yüsr Abidin, Egâlîtu'l-Müerrihin, s. 120.

[9] Ebu'l-Hayr Şafiî Kazvinî, Terâcim-u Ricâli'l-Kazvin, s. 6.

[10] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünne, c. 4, s. 549.

[11] Ebü'l-Fazl Celâleddin Abdurrahman b. Ebî Bekr Suyutî, Tarihü'l-Hülefâ, Daru'l-Fikr, Beyrut, 1394 h., s. 193.

[12] İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Târih, c. 3, s. 324.

[13] Allâme Meclisî, Bihâru'l-Envâr, c. 44, s. 383; Şeyh Abdullah Bahranî, Maktelu'l-Avâlim, s. 243; İbn A'sem el-Kûfî, el-Fütûh, c. 3 ve 5, s. 85.

[14] İbn Vazıh Ahmed b. İshak b. Ca'fer Ya'kubî, Tarih-i Ya'kubî, Sadr, c. 2, s. 242;  İbn A'sem el-Kûfî, a.g.e.

[15] Fahreddin b. Muhammed b. Ali en-Necefî Turayhî, el-Müntehab fi Cemi'l Merâsi ve'l Hutab, Leyletu'l-Âşire , c. 3, s. 304.

[16] Harizmî, Maktelu'l-Huseyn, c. 1, s. 178-180; Ebu Ca'fer Reşidüddin Muhammed b. Ali İbn Şehrâşûb, Menâkıbu Âli Ebî Tâlib, Mektebetu Mustafavî, Kum, c. 4, s. 88; İbn A'sem el-Kûfî, a.g.e., c. 5, s. 10.

[17] İbn Vazıh Ahmed b. İshak b. Ca'fer Ya'kubî, a.g.e., c. 2, s. 241.

[18] Şeyh Sadûk, el-Emâlî, s. 134, 135, h. 1389; Allâme Meclisî, a.g.e., c. 44, s. 312.

[19] İbn A'sem el-Kûfî, a.g.e., c. 3, s. 18.

[20] İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk, c. 14, s. 213.

[21] Seyyid Muhsin Emin,  Ayânu'ş-Şîa, c. 1, s. 585.

[22] İbn Ebî'l-Hadid, Şerhu Nehci'l-Belâğa, c. 11, s. 44; Muhammed bin Akil, en-Nesâyihu'l-Kâfiye, s. 72.

[23] Ebü'l-Kâsım Süleyman b. Ahmed b. Eyyub el-Lahmi Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebir, c. 3, s. 68; Ebü'l-Hasan Nureddin Ali b. Ebî Bekr b. Süleyman Heysemî, Mecmaü'z-Zevâid ve Menbaü'l-Fevâid, c. 6, s. 266.

[24] Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 496.

[25] İbnü'l-Esir, a.g.e., c. 3, s. 450.

[26] İbn Hacer Askalanî, Lisânü'l-Mîzân, c. 2, s. 495.

[27] İbn Ebî'l-Hadid, a.g.e., c. 12, s. 283; Hür Amulî, Vesâilü'ş-Şîa, c. 5, s. 192.

[28] Şeyh Kuleynî, el-Kâfî, c. 8, s. 58.

[29] Ebü'l-Müeyyed Muvaffak b. Ahmed el-Mekki Ahtab Harizmî, a.g.e., c. 2, s. 38; Allâme Meclisî, a.g.e., c. 45, s. 51; Allame Seyyid İbn-i Tâvus, el-Luhûf fi Katli't-Tafûf, s. 45.

[30] Süleyman b. İbrâhim Baba Kelan el-Kunduzi Belhî, Yenâibu'l-Mevedde, s. 346.

[31] İbnü'l-Esir, a.g.e., c. 4, s. 67.

[32] İbnü'l-Esir, a.g.e., c. 4, s. 66; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 8, s. 183.

[33] İbn Kesir, a.g.e., c. 8, s. 185.

[34] İbnü'l-Esir, a.g.e., c. 4, s. 80.

[35] A.g.e., c. 4, s. 79.

[36] İbn Kesir, a.g.e., c. 8, s. 190.

[37] Zehebî, a.g.e., c. 3, s. 317; İbn Kesir, a.g.e., c. 8, s. 35; İbnü'l-Esir, a.g.e., c. 4, s. 87.

[38] Ebû Cafer İbn Cerir Muhammed b. Cerir b. Yezid Taberî, Târihü't-Taberî, c. 4, s. 316.

 

Kaymak: İNTİZAR, üç aylık fikir ve düşünce dergisi, c. 1, sayı: 3, güz 2014, s. 83-101

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar