26928-collage.png

İran İslam Cumhuriyeti’nde Anayasal Bir Kurum Olarak Meclis-i Hübregan

Bu kurumun dakik bir şekilde incelenerek İran İslam Cumhuriyeti nizamının ekseni olan Velâyet-i fakih düşüncesine ve bu düşüncenin mücessem hali Veliyy-i fakihe olan müspet ve menfi etkilerinin belirlenmesi İran İslam Cumhuriyeti'nin siyasi ve bürokratik elitinin siyasi davranış biçimine yansıyan düşünce yapılarının çözümlenebilmesi için son derece önemlidir.

15 Ekim 2022 Cumartesi

Gürkan Biçen

Öz: İran İslam İnkılabı ile yönetim biçimi İslam Cumhuriyeti'ne dönüşen İran'da Velâyet-i fakih düşüncesi yeni rejimin eksenini oluşturmaktadır. İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sı “Rehber” ve “İmam-ı ümmet” olarak tanımlanan Veliyy-i fakihi belirleyen, denetleyen ve gerektiğinde azleden bir meclis ihdas etmektedir. Meclis-i Hübregan adıyla maruf bu meclisin İran'ın hukuki ve siyasi sisteminde ifade ettiği anlam ve öneme dair çok az çalışma yapılmıştır. Meclis-i Hübregan'ın İran Anayasa'sındaki konumunu, yapısını, vazifelerini, üyelerinin seçimine dair şartları İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sı temelinde birincil ve ikincil kaynaklara dayalı olarak incelediğimiz bu çalışmanın nihayetinde Meclis-i Hübregan'ın Veliyy-i fakih'in diktatörlüğe yönelmesini engellemek amacıyla oluşturulmuş kendine has bir heyet olduğu kanaatine varılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Siyaset Bilimi, İran İslam Cumhuriyeti, Velayet-i fakih, Meclis-i Hübregan.

1.    Giriş

Âyetullah Humeynî'nin 1962'de başlayarak 1979 yılının Şubat ayına kadar süren muhalefeti Pehlevî Hanedanı'nın temsil ettiği şahlık rejiminin yıkılması ve yerine Velâyet-i fakih düşüncesini nizamın hukuki ve siyasi eksenine yerleştiren İran İslam Cumhuriyeti'nin kurulması ile neticelenmiştir. İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sının hazırlanarak halkoyuna sunulması sürecinde Velâyet-i fakih düşüncesine dair lehte ve aleyhte tartışmalar yaşanmış, önerilen haliyle kabul edilmesi halinde Âyetullah Humeynî'nin yeni rejiminin yeni bir diktatörlük anlamına geleceğini ileri süren din adamları da olmuştur. Ne var ki Âyetullah Humeynî hem adil ve muttaki fakihin asla istibdada yönelmeyeceğini hem de Veliyy-i fakih'i seçecek, denetleyecek ve gerektiğinde azledecek olan Meclis-i Hübregan'ın (Meclis-i Müessesan da denilmektedir) fakihin bu yönde bir adım atmasına izin vermeyeceğini savunarak bu görüşe karşı çıkmıştır. Kamuoyunda yürütülen bu tartışmalara Meclis-i Hübregan'ın tesisi ve çalışmaya başlaması yönünde verdiği kesin talimat ile bir anlamıyla son veren Âyetullah Humeynî, Anayasa hakkında yapılan referandum ile İslam İnkılabı'nın tartışmasız önderi ve İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu olarak anayasal bir statü kazanmıştır. 1979 tarihinde yürürlüğe giren İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sı Âyetullah Humeynî'nin ardından gelecek Veliyy-i fakih'in nasıl belirleneceğini de düzenlemiştir ancak Anayasa'nın ilgili maddesi Âyetullah Humeynî'nin vefatına yakın bir zamanda, yine onun istek ve talimatıyla değiştirilmiş ve vefatının ardından halkoyuna sunulmuştur. Bugün itibariyle İran İslam Cumhuriyeti'nin hukuki ve siyasi açıdan en güçlü kişisi olan Rehber'i belirleme ve görevden azletme yetkisi yine Meclis-i Hübregan'ın elindedir. Bununla birlikte Meclis-i Hübregan'ın Rehber'de arayacağı şartlar hafifletilmiş haldedir.

İran İslam Cumhuriyeti'nin hukuki ve siyasi nizamında son derece önemli bir rol üstlenen, Rehber ve İmam-ı ümmet şeklinde anılarak nüfuzunun İran sınırları ötesine yayıldığı ima edilen Veliyy-i fakih'in ne suretle seçilip denetlendiğini incelemeyi amaçlayan bu çalışmamız Türkiye'deki akademik çalışmalar açısından öncü denilebilecek mahiyettedir zira bu konu sadece Türkiye'de değil İran İslam Cumhuriyeti'nde dahi yeterince ele alınmamıştır.

2.    Literatür

Meclis-i Hübregan konusunu ele alan literatür son derece zayıftır. Bizim de temel kaynaklar arasında yer verdiğimiz,  Seyyid Ahmed Habibnejad tarafından hazırlanan “Meclis-i Hübregan –Meşruiyet, Vezaif ve İhtıyarat” isimli eserde bu husus “Varlığı, yüksek ehemmiyeti ve yeriyle Meclis-i Hübregan kamuoyunda, özellikle gençler ve üniversite öğrencileri arasında, bağımsız araştırmalara konu edilmemiştir.”,  şeklinde dile getirilmiştir (Habibnejad, 1394:9). İran'da bu konu müstakil olmaktan ziyade Anayasa Hukuku içinde bir kısım olarak incelenmektedir. Türkiye'de ise Meclis-i Hübregan konusuna özgülenen akademik bir çalışma bulunmamaktadır.

3.  Velâyet-i fakih düşüncesine dair kısa bir izahat

Hz. Peygamber'in irtihalinden sonra Müslüman toplumun idaresinin Ehl-i Beyt'e mensup on iki imama has olduğunu savunan inanca On İki İmam Şiiliği/İsnâaşeriyye denilmektedir. İsnâaşeriyye Hz. Ali'den başlayan bu silsileyi halen gaybette olduğuna inandıkları On İkinci İmam Muhammed Mehdî el- Muntazar'da sona erdirmektedir. Bu mezhebin müntesipleri İmam'ın varlığında Müslümanları idare yetkisinin İmam'ın varlığından kaynaklandığını, İmam dışında hiç kimsenin bu hakka sahip olmadığını, İmam'ın bu hakkını tanımayarak, onun rıza ve onayı dışında Müslümanları yönetenlerin gasıp olduklarını savunurlar. İmam'ın gaybetinde ise Müslümanları kimin idare edeceği sorusuna verilen cevap “meşruiyet”in yanında “makbuliyet”  kavramının da kullanılması zaruretini doğurmuştur. İsnâaşeriyye yüzyıllara sari bir tartışmanın neticesinde İmam'ın yokluğunda meşru yöneticinin şartları haiz adil ve muttaki fakih olması gerektiği noktasına gelmiş ancak fakih dışındaki idarecilere itaatin “makbuliyet” esasınca açıklanabileceğini ileri sürmüştür. Bu zeminde makbuliyet halkın ekseriyetinin bir şekilde razı olduğu idareyi ifade etmektedir. İsnâaşeriyye'ye mensup bir kimse böylesi bir toplum ve siyasi nizamda yönetime meşruiyet atfetmeksizin yaşayabilecektir.

Fakihin Müslüman toplumdaki hak ve yetkilerinin sınırlarına dair tartışma İmam Muhammed el-Bâkır ve İmam Ca'fer es-Sâdık döneminde gündeme gelmiş (Demir, 2009:49-50), On İkinci İmam Muhammed Mehdî el-Muntazar'ın naipleri vasıtasıyla bile olsa taraftarlarıyla irtibat kurmaya son verdiği Gaybet-i kübra'ya çekildiğinin ilan edilmesiyle birlikte günümüze dek önemini korumuştur. Hz. Peygamber ve İmamlardan gelen rivayetleri toplayan ve tasnif eden ilk kuşak ulema İmam'ın gaybetinde fakihin rolünün sınırlı olduğu kanaatindeyken, Şeyh Müfîd ile birlikte gelişmeye başlayan yeni bir akım fakihe toplum içinde daha kapsamlı bir nüfuz alanı açmaya yönelmiştir. Dini mali vecibelerin toplanması ve sarf edilmesinden başlayarak, yetimlerin ve mahcurların velâyetine dair işlere, Şer'i ahkâmın belirlenmesi, fetva verilmesi, yargılama yapılması, cezaların infazı, Cuma namazının kılınması ve benzeri konulara kadar pek çok husus birkaç yüz yıl boyunca tartışılmış ve teorik olarak ilerleyen süreç Safevî devletinin İsnâaşeriyye mezhebi temelinde kurulduğu 16.yüzyılda Muhakkık Kerekî eliyle fiiliyata dökülmeye başlanmıştır. Bir başka ifadeyle, Muhakkık Kerekî seleflerinin teorik açıklamalarını pratiğe aktarmış ve kendisi de bu akışa teorik açıdan yeni bir ivme ve yön vermiştir. Şah Tahmasb'ın fermanlarıyla birlikte, Muhakkık Kerekî'nin şahsında fakihin On İkinci İmam Muhammed Mehdî'nin umumi naibi ve Şah'ın onun emirlerini uygulayan kolu olduğu devlet tarafından resmen kabul edilir hale gelmiştir. Böylelikle fakih devlet erki içinde İmam Muhammed Mehdî'nin sağladığı meşruiyeti temsil eden ve bunu Şah'a aktaran kişi olmuştur (Kartaloğlu, 2022).

19.yüzyılda Molla Ahmed Nerâkî Velâyet-i fakih teorisini fakihin İmam Muhammed Mehdî el-Muntazar'ın Müslüman toplum üzerindeki tüm hak ve yetkilerini kapsayacak şekilde geliştirmiş ve bugün İran İslam Cumhuriyeti'nde tatbik edilen haline yakın bir noktaya taşımıştır. Ona göre manevi makam açısından değil ama yetki ve sorumluluk anlamında İmam ile fakih arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. İmam'ın yapmaya hak ve yetkisi olan her şeyi fakih de yapabilmelidir ve hatta yapmalıdır. Buna bir devleti inşa, tanzim ve idareyi gerektiren hak ve yetkiler de dâhildir.

Safevî hanedanından farklı olarak, “Allah'ın yer yüzündeki gölgesi” unvanını kullanan Kaçar Şahı ve hanedanı ulemanın konumunu önemsemez görünse de ağırlıklı olarak Şii bir toplumda hanedanın meşruiyeti ulemanın tasvibine bağlı olduğundan, onlar da şartların bu yöndeki zorlamasından masun kalamamıştır (Beşiriye, 2009:17).  1905-1911 arasında cereyan eden Meşrutiyet Hareketi Kaçar hanedanının sonunu getiren şartlar arasında, fakihin rolüne anayasal bir statü kazandıran ve 1979 İran İslam İnkılabı'na giden süreci işaret eden olaylar zincirinin önemli bir halkası olarak kabul edilebilir (Uyar, 2008:35; Kurtuluş, 2010:19, 23, 29, 35). Yıllara sâri bu olaylarda ulemanın liderlik fonksiyonu öne çıkmış, halk ulemaya güven duymuş ve böylelikle ulema seküler eğitimli entelektüel kesimin önünde yer almıştır (Karadeniz, 2013:167). Öyle ki entelektüel kesim ulema olmaksızın halkı harekete geçiremeyeceğine kanaat getirmiştir (Uyar, 2008:39, 63-69). Bununla birlikte, genel olarak ulema da seküler kesim ile ittifaka girmekte bir sakınca görmemiştir (Metin, 2006:247). Bu ittifakta seküler eğitim almış ve Batılı devrimlerden etkilenmiş kesim Batılı kavramları İran siyasi hayatına aktarırken, İslam'ın aslen bu kavramlara dayandığı yönünde açıklamalarda bulunmuş ve bu suretle hem ulemayı hem de halkı bu kavramlara yaklaştırmak istemiştir (Uyar, 2008:108; Khangadi, 2011:37; Kurtuluş, 2010:56). Müsteşarrüd Devle örneğinde görüleceği üzere “Meşrutiyet” kavramını “Şeriat” olarak açıklayanların varlığı hem bir yakınlaşma hem de kafa karışıklığı yaratmıştır (Uyar, 2008:84-89). Ulemanın adâlethane talebi bir süre sonra milli bir meclisin ihdasına dönüşmüş ve nihayetinde Meclis-i Şûra-yı Milli adıyla bir meclisin kurulmasında uzlaşılmıştır (Uyar, 2008:154). Ne var ki 7 Ekim 1906'da açılan bu Meclis 23 Haziran 1908'de top ateşine tutulmuş ve meşrutiyet ilga edilmiştir. Ardından gelen süreç meşrutiyete destek veren ulemadan bazılarının öldürülmesi olmuştur (Kurtuluş, 2010:79). Meşrutiyet düşüncesinin ulema açısından temel kazanımı ise ister bu düşünceye taraftar ve isterse muhalif olsun, ulemanın Meclis'in çıkaracağı yasaların Şeriat'a uygunluğunu kontrol edecek ve Şeriat'a aykırı yasaları veto edecek beş kişiden müteşekkil bir ulema heyetinde ısrarcı olması ve bunu kabul ettirmesidir (Ahavi, 1990:65-66). Her ne kadar ilerleyen zamanda bu hususa gerektiği şekilde riayet edilmemiş olsa da, ulemanın halkın temsilcisi sayılan Meclis'in yanında ve hatta üzerinde yer alması bu suretle kabul edilmiştir. Bu örnek İran İslam İnkılabı'nın akabinde tesis edilmek istenen yeni nizamda sıklıkla gündeme getirilmiştir.

1979 İran İslam İnkılabı Pehlevî Hanedanı ile birlikte şahlık rejimine de son verdi. Yeni rejim meşruiyetini İslam'dan alan ve halkın çeşitli şekillerde yönetime katıldığı bir cumhuriyet olarak belirlendi. Hazırlanan ve halkoyuna sunulan anayasa modern devletlerin kanunlaştırma hareketlerine benzer bir yönteme sahip olsa da, bu anayasanın siyasi düşüncenin temeli açısından farkı devletin tüm kurum ve kuruluşlarının meşruiyetini Veliyy-i fakih'in varlığına bağlamasıdır. Bir başka ifadeyle, halkın seçimi “makbuliyet” ve Veliyy-i fakih'in tasvibi “meşruiyet”in kaynağı olarak belirmektedir. Bu durumu ortaya koyan bariz örneklerden biri Âyetullah Humeynî'nin 4 Şubat 1980'de İran İslâm Cumhuriyeti'nin seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Ebü'l-Hasan Benî Sadr'ın göreve başlamasını onaylarken sarf ettiği sözlerdir. Âyetullah Humeynî Benî Sadr'a hitaben şöyle demektedir:

"Şerefli İran milleti ekseriyetle muhterem Doktor Seyyid Abdülhasan Beni Sadr'ı İran İslam Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olarak seçti ve onun meşruiyeti velayet şartlarını haiz fakihin nasbına bağlıdır. Buna binaen milletin oyunu tenfiz ediyor ve kendisini bu şekilde nasbediyorum.”

Hali hazırda İran İslam Cumhuriyeti'nde mevcut tüm kurumlar Veliyy-i fakih'in gözetiminde çalışmaktadır. Anayasa'da 1989 yılında yapılan değişiklik ile Veliyy-i fakih'in statüsü “Velâyet”ten, “Mutlak velâyet”e dönüştürüldüğünden, bugün itibariyle Velâyet-i fakih teorisinin ulaştığı nokta “Velâyet-i mutlaka-yı fakih” olarak isimlendirilmektedir.

4. İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sında Meclis-i Hübregan

1 Şubat 1979'da İran'a döndüğü gün Âyetullah Humeynî, "Bu halk beni kabul etti ve devleti / hükümeti ben atayacağım", diyerek son derece hızlı cereyan eden bir süreci başlatır (Humeynî, 2010:15). Ülke dokuz ay içinde iki temel konuda referanduma gider. Bunların ilki yeni rejimin niteliğine dair sorudur. 30-31 Mart 1979'da gerçekleştirilen bu referandumda yeni rejimin “İslam Cumhuriyeti” olmasına muvafakat edilip edilmediğini belirlemek için halka “Evet” ve “Hayır” seçenekleri sunulmuştur. İkincisi ise yeni rejimin İslam Cumhuriyeti olmasına “evet” diyen halkın hazırlanan İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sını 2-3 Aralık 1979'da oylamasıdır. Âyetullah Şerîatmedârî örneğinde görüleceği üzere bazı alimler buna karşı olsa da (Hashmi, 1981:5; Akhavi, 1983:211-212; Hiro, 1985:108; Moin, 2005:220-221), Âyetullah Humeynî'nin bu dönemdeki önemli talimatları arasında Meclis-i Müessesan”ın teşkili de yer almaktadır. Âyetullah Humeynî Geçici Hükümet'in başkanı Mehdî Bâzergân'a 22 Mayıs 1979'da gönderdiği mektup ile her şehirde, mezhebi azınlıklar dâhil olmak üzere, halkın kendi temsilcilerini seçmesini ve Anayasa çalışmalarına yönelik bir meclis oluşturulmasını ister (Humeynî, 2010b:482). Daha sonra Meclis-i Hübregan adını alacak olan, 3 Ağustos 1979'da teşkil edilip 19 Ağustos 1979'da çalışmaya başlayan bu meclis Devrim Konseyi ve İslâm Cumhuriyeti Partisi tarafından Temmuz 1979'da yayımlanan anayasa taslağına yönelik değişiklik önerilerini incelemekteydi (Habibnejad, 1394:17). Âyetullah Humeynî bu heyete gönderdiği mesajda, taslak metinde İslam'a aykırı bir madde olması halinde Batılılaşmış yazarlar dâhil olmak üzere, hiç kimseden korkmadan bunu açıklamalarını istedi (Takeyeh, 2021:251; Chehabi ve Schiraz, 2021:180-182). Anayasa referandumu ile birlikte ilk Meclis-i Müessesan'ın vazifesi nihayete erdi. Yeni meclis ise 1982 yılında yapılan seçimler ile oluşturuldu.

İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sının 1979 tarihli ilk halinin 108. maddesi Meclis-i Hübregan'ı düzenlemekteydi. Bu maddeye göre Meclis-i Hübregan'ın üye sayısı, nitelikleri, seçme ve seçilme şartları, iç işleyişine dair yönetmeliği ile ilgili kanun ilk dönem için Şûra-yı  Nigahban'ın fakihlerine bırakılmalı, bu hususta Şûra-yı Nigahban'daki fakihlerin ekseriyetinin kabulü aranmalı ve nihayet İnkılab Rehberi'nin –ki o dönem Âyetullah Humeynî idi-  tasvibine sunulmalıydı. Bundan sonra Meclis-i Hübregan'ın kanun ve sair mevzuatında yapılacak değişiklikler ise sadece Meclis-i Hübregan tarafından yapılmalı, bir başka kurum veya meclis onlara müdahale edememeliydi. Bu anlamıyla Meclis-i Hübregan kendi vazife, salahiyet ve işleyişi açısından kendine has bir kanun koyucu vasfını haizdir. Bir başka kurum Meclis-i Hübregan'a şekil veremez, onun hak ve sorumluluklarını düzenleyemez. Buna Meclis-i Şûra-yı İslami (İran İslam Cumhuriyeti Meclisi) de dâhildir. Âyetullah Humeynî de Meclis-i Hübregan'ın en önemli özelliğinin “Rehber'i takviye etmek” olduğunu söylemek suretiyle onun bu ayrıcalıklı konumunu teyid etmektedir (Habibnejad,1394:18). Anayasa'nın kendisine verdiği yetki ve sorumluluğa binaen Şûra-yı Nigahban 23 Eylül 1980'de 21 madde ve 6 nottan oluşan “İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sının 5, 107 ve 108.maddeleriyle İlişkili Meclis-i Hübregan'ın Seçim ve İç İşleyişine Dair Kanun”u hazırlayarak Âyetullah Humeynî'nin tasvibine sundu (Nigahban, 1400:2/94). Meclis-i Hübregan daha sonra bu kanunda ıslahat yaparak iç işleyişe dair ahkâmı kanundan çıkardı ve kanunun adını “Meclis-i Hübregan-ı Rehberi'nin Seçimleri Kanunu” (Kanun-u İntihabat-ı Meclis-i Hübregan-ı Rehberi) olarak değiştirdi. İsimdeki bu değişiklik ile Meclis-i Hübregan'ın asli vazifesi olan “Rehber'i belirleme” vurgulanmış oldu.

İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sı Meclis-i Hübregan'ın asli vazifesi olan Veliyy-i fakih'i belirleme hak ve salahiyetini 107.maddesi ile düzenlemiştir. Bu maddede Âyetullah Humeynî'nin İran halkının kahir ekseriyeti tarafından Merci-i taklîd ve İnkılab'ın Rehberi olarak kabul edildiği belirtildikten sonra Âyetullah Humeynî'nin ardından yeni Rehber'in nasıl belirleneceği sorusuna cevap verilmiş ve halkın ekseriyetinin Merci-i taklîd ve rehber olarak tanıdığı, Anayasa'nın 5.maddesindeki şartları haiz bir fakihin Rehber olacağı ve bu sorumluluğu üstleneceği ancak böyle birisi yok ise Meclis-i Hübregan'ın bu şartları haiz bir Merci-i taklid'i belirleyip halka Rehber olarak tanıtacağı ve böyle bir kimse de yoksa bu durumda üç veya beş Merci-i taklid'ten oluşacak bir heyetin “aza-yı şûra-yı rehberi” unvanı ile halka tanıtılacağı vaz' edilmiştir.  Anayasa'nın bu maddesinde 1989'da yapılan değişiklik ile Rehber'de aranan Merci-i taklîd olma şartı ve “Rehberiyet şurası” kaldırılmıştır. Bugün itibariyle İran İslam Cumhuriyeti'nde Anayasa'nın 5.maddesinde sıralanan, “adalet”, “takva”, “zamana vakıf olma”, “cesaret”, “idarecilik” ve “tedbirli olma” şartlarını sağlayan “alem” veya “Merci-i taklîd” olmayan bir müçtehidin Rehber olarak tanınması mümkündür.

5. Meclis-i Hübregan'ın seçimine dair şartlar

İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sının 99.maddesi, “Şûra-yı Nigahban Meclis-i Hübregan-ı Rehberi, Riyaset-i Cumhuri, Meclis-i Şûra-yı İslami (…)” ifadesine yer vermek suretiyle Meclis-i Hübregan'ın seçimine nezaret görevini Şûra-yı Nigahban'a vermiştir. Şûra-yı Nigahban bu vazifesini Anayasa ve “Meclis-i Hübregan-ı Rehberi'nin Seçimleri Kanunu”nda belirtilen şekilde yerine getirecektir. Bu kanun Meclis-i Hübregan'ın üye sayısı, vazifenin süresi, seçilme şartları, vazife ve salahiyeti, azli yahut ihracı hususlarında düzenlemeler yapmaktadır.

Kanun'un birinci maddesine göre Meclis-i Hübregan eyaletlerin ahalisinin seçtiği 88 üyeden müteşekkildir. Tahran 16, Horasan 6, Huzistan 6, Isfahan 5, Azerbaycan-ı şerif 5,  Fars 5, Gilan 4, Mazenderan 4, Azerbaycan-ı garbi 3, Kirman 3, Erdebil 2, Elbruz 2, Sistan ve Belucistan 2, Kazvin 2, Kürdistan 2, Kirmanşah 2, Gülistan 2, Loristan 2, Merkezi 2 ve Hemedan 2, Eylam 1, Buşehr 1, Çaharmahal ve Bahtiyari 1,  Horasan-ı cenubi 1, Horasan-ı şimali 1, Zencan 1, Semanan 1, Kum 1, Kehgiluye ve Buyrahamd 1, Hürmüzgan ve Yezd 1 üye hakkına sahiptir ancak eyaletlerin nüfusundaki artışlar Meclis-i Hübregan tarafından değerlendirilip üye sayılarında artışa gidilmesi mümkündür.

Meclis-i Hübregan'a seçilmek için aday olanlarda “Dini ve ahlaki açıdan yeterlilik, bazı meselelerde içtihat yapabilecek ve yine Rehber'i teşhis edebilecek kapasitede olmak, siyasi ve içtimai meselelerde görüş sahibi olup günün meselelerine aşina olmak, İran İslam Cumhuriyeti nizamına inanmak, siyasi ve içtimai açıdan kötü bir sicile sahip olmamak” şartları aranmaktadır. Adayların seçim bölgesinde doğması veya orada sakin olması şart olmadığı gibi adayların erkek yahut İran vatandaşı olması da bu kanuna göre şart değildir ancak tabiiyet konusunda siyasi hakların kullanılması açısından Anayasa ve Medeni Kanun emsal gösterilerek, Meclis-i Hübregan adayının da İran vatandaşı olması gerektiği söylenmektedir. (Habibnejad, 1394:115-119). Söz konusu şartlar Âyetullah Humeynî'nin konuşmalarında dile getirdiği hususları ihtiva etmektedir. Söz gelimi, bir konuşmasında o, “Ben kendi hübreganınızı mütedeyyin, âlim, büyük beldelerin ulemasından, ne sağa ne de sola sapmış, insaniyetin dosdoğru yolunda ve İslam'ın Sıratı- müstakim'inde olan, muteber, emin, vatanperver, İslamperver şahsiyetler arasından seçmenizi tavsiye ederim.”, demektedir (Humeynî, 2010c:67).

Meclis-i Hübregan'a seçilmek için aday olanların ilmi yeterlilikleri doğrudan Şûra-yı Nigahban üyeleri tarafından denetlenmektedir. İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sının 91.maddesi Şûra-yı Nigahban'ı Meclis-i Şûra-yı İslami'nin çıkardığı kanunları Şeriat ve Anayasa'ya uygunluk açısından denetlemekle de görevlendirmiş ve altısı Rehber, diğer altısı ise Meclis-i Şûra-yı İslami tarafından seçilen on iki üyeden teşkil etmiştir. Rehber'in atayacağı kişiler adil, zamanın şartlarına vakıf ve günün meselelerini bilen fakihler arasından olacaktır. Meclis-i Şûra-yı İslami ise Yargı erki başkanı tarafından sunulan/önerilen, hukukun çeşitli alanlarında uzmanlaşmış hukukçular arasından seçim yapacaktır. Bu noktada gündeme gelen tartışma Rehber'in Meclis-i Şûra-yı İslami'ye aday öneren Yargı erki başkanını ve Şûra-yı Nigahban üyelerinin yarısını bizzat atıyor olması ve Şûra-yı Nigahban'ın Rehber'i belirleyecek olan Meclis-i Hübregan adaylarını eleme hakkının bulunmasının bir döngü yaratıp yaratmadığıdır. Bir başka ifadeyle, Rehber doğrudan atadığı ve Yargı erki başkanının önerdiği Şûra-yı Nigahban üyeleri vasıtasıyla kendisini seçecek veya denetlemeyecek yahut azletmeyecek kişileri Meclis-i Hübregan azası yapabilir mi? Bu soruya verilen cevap Şûra-yı Nigahban'ın adaylara ehliyet açısından cevaz verdiği, seçimi halkın yaptığı ve halkın seçtiği kişinin de Rehber'i denetlemeyeceğini söylemenin kesinlik içermediği şeklindedir.

Meclis-i Hübregan seçimleri Şûra-yı Nigahban'ın kontrolünde, İçişleri Bakanlığı teşkilatının eliyle yerine getirilmektedir. Seçimlerin ve adayların kayıt tarihi ilan edilmekte, şehirlerde seçimin icrası için heyetler oluşturulmakta, adaylara dair belgeler ve raporlar bakanlığa yollanmakta ve Şûra-yı Nigahban'ın onay verdiği adayların isimleri ilan edilmektedir. Adayların icra heyeti veya Şûra-yı Nigahban gözetmeni ile üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımlığı bulunmamalıdır (Habibnejad, 1394:134). 

Meclis-i Hübregan-ı Rehberi'nin Seçimleri Kanunu'nun 4.maddesi Meclis-i Hübregan üyelerini seçecekler açısından ise şu şartlar aranmaktadır: İran İslam Cumhuriyeti tabiiyetinde olmak ve on sekiz yaşını tamamlamak. Ne var ki Kanun'un icrasına dair Yönetmelik'in 10.maddesi ile bu iki şartın yanında bazı kısıtlamalar da getirilmiştir. Buna göre, “Küçükler ve temyiz kudretini haiz olmayanlar ile sosyal hakları kullanmaktan mahrum olanlar bu seçimlerde oy kullanamazlar (İstandari-yi Buşehr, 1394:7).

Meclis-i Hübregan-ı Rehberi'nin Seçimleri Kanunu'nun 5.maddesine göre Meclis-i Hübregan üyeleri 8 yıllığına seçilmektedir. Bu sürenin bitimine 6 ay kala yeni dönem için seçim takvimi başlatılmakta ve 3 ay öncesinde nihayete erdirilmektedir. Mevcut üyelerin yeniden aday olmasının önünde bir engel bulunmamaktadır (İstandari-yi Buşehr, 1394:3). Bu anlamıyla, Meclis-i Hübregan üyesi bir kişi halk onu seçtiği müddetçe bu üyeliğini koruyabilmektedir. Oy verme işlemleri bir gün içinde gerçekleştirilir ve  “gizli oy” usulü caridir. Meclis-i Hübregan üyeliğine aday olanlar oylamaya katılanların nisbi çoğunluğu ile seçilirler.

Kanun'un 11.maddesi seçimlerin ardından Meclis-i Hübregan'ın teşkil ve toplanma yeri olarak “Mukaddes Kum” şehrini belirlemiştir. Meclis-i Hübregan İran İslam Cumhuriyeti siyasi ve idari sistemi içinde başkent Tahran dışında teşkil edilmesi yönüyle de farklılık göstermektedir. Meclis-i Hübregan ilk celsede yemin ederek göreve başlar. Yemin metni şöyledir:

“Biz, Kuran-ı Mecid ve şerif İran milleti karşısında, yüklendiğimiz ağır vazifeyi yani ümmetin rehberliğinin en yüksek makamı için en iyi ferdi teşhis ve tanıtmayı ifada, Allah'ın huzurunda ve gayretli İran milletinin önünde kendimizi mesul biliyoruz ve en küçük bir müsamaha ve ihaneti reva görmeyeceğimize Yüce Allah'a yemin ediyoruz.”

Dikkat edileceği üzere yemin metni sadece Rehber'i belirleme vazifesini içermekte, Rehber'in azline dair bir ifadeye bu yeminde yer verilmemektedir.

6. Meclis-i Hübregan'ın vazife ve salahiyeti

Meclis-i Hübregan'ın vazife ve salahiyeti İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sının 107 ve 111.maddelerinde düzenlenmiştir. Anayasa'nın 107.maddesi şöyledir:

“Halkın kati ekseriyeti tarafından merci ve Rehber tanınıp kabul edilen yüce Merci-i taklîd ve İslam İnkılabı'nın büyük rehberi ve İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu Hazreti Âyetullahi'l Uzma İmam Humeynî'den sonra Rehber'in tayini halkın seçtiği Hübregan'ın uhdesindedir. Hübregan-ı Rehberi beşinci ve yüz dokuzuncu maddedeki şartları taşıyan bütün fukaha hakkında inceleme ve istişare yapar. Onlardan birisini ahkâm, mevzuat-ı fıkhi, siyasi ve içtimai meselelerde bilgili, halkın makbuliyetine sahip, yüz dokuzuncu maddede özel nitelikleri haiz olarak teşhis ettiğinde, onu Rehber seçer. Aksi halde onlardan birisini Rehber unvanıyla seçer ve tanıtır. Hübregan tarafından seçilen Rehber Velâyet-i emr ve ondan kaynaklanan tüm mesuliyeti yüklenecektir. Rehber kanunlar karşısında sair efrad ile müsavidir.”

Meclis-i Hübregan tarafından seçilen Rehber –ki bugün için Âyetullah Seyyid Ali Hâmeneî'dir- Anayasa'nın 110.maddesinde sayılan vazifelerini yerine getirmekten aciz kalır ise veya Anayasa'nın 109.maddesinde aranan şartları kaybederse yahut bu şartlardan birini başından beri taşımadığı sonradan anlaşılırsa bu durumda Meclis-i Hübregan'ın Rehber'i görevden alması söz konusu olacaktır. Meclis-i Hübregan'ın bu vazifesini düzenleyen Anayasa'nın 111.maddesi şu şekildedir:

“Rehber kanuni vazifelerini yerine getiremezse veya beşinci ve yüz dokuzuncu maddedeki şartlardan birini yitirirse veya bu şartlardan bazısına baştan sahip olmadığı anlaşılırsa görevinden alınacaktır. Bu hususun teşhisi yüz sekizinci maddede anılan Meclis-i Hübregan'ın uhdesindedir. Rehberin ölümü, makamından uzaklaşması veya azli halinde Hübregan en kısa zamanda yeni bir rehber tayin etme ve halka tanıtmakla vazifelidir. Rehber tanıtılana kadar Cumhurbaşkanı, Yargı erki başkanı, Şûra-yı Nigahban ve Nizamın Maslahatını Teşhis Konseyi'den birer fakihten oluşan şûra rehberlik vazifelerinin tümünü muvakkaten üstlenir. Bu süre içinde onlardan birisi, her hangi bir nedenle görevini yerine getiremez ise Konsey, şuradaki fakihlerin çoğunluğunun tasvibi ile başka bir başkasını görevlendirir (…).”

Görüldüğü üzere Meclis-i Hübregan'ın asli vazifesi İran İslam Cumhuriyeti nizamının en yetkili kişisi olan Rehber'i belirlemektir. Hübregan'ın Rehber'i belirleyip ilan etmesinin hukuki mahiyeti konusunda bir tartışmanın varlığı bilinmektedir. Anayasa'nın 107.maddesinde Meclis-i Hübregan'ın Rehber'i belirlemesine dair “tayin” “teşhis” ve “intihab” kavramlarına yer verilmiştir. “Tayin” belirleme anlamına gelmektedir. Rehber'i belirleme vazifesi Meclis-i Hübregan'ındır. Meclis-i Hübregan bir fakihin Rehber'de aranan şartları taşıdığını teşhis ederse onu Rehber olarak seçecek midir yoksa Meclis-i Hübregan zaten Masum İmam tarafından seçilmiş bir kişiyi teşhis mi etmiş olacaktır? Bu tartışma meşruiyetin kaynağına dair tartışmaların bir uzantısı olarak görülebilir. On İki İmam Şiiliği içinde Usuli ekol Allah, Hz. Peygamber ve kim oldukları isimleriyle bilinen Masum İmamların ardından genel özellikleri sayılan fakihin On İkinci İmam Muhammed Mehdî el-Muntazar'ın naibi olduğunu savunduğundan, gerçek seçimi yapanın İmam Muhammed Mehdî olduğu, Meclis-i Hübregan'ın ise sadece İmam Muhammed Mehdî'nin bu seçimini açığa çıkardığı ileri sürülen düşünceler arasındadır. Buna mukabil Meclis-i Hübregan'ın İmam Muhammed Mehdî'nin de razı olacağı bir fakihi seçtiği ve bunun bir teşhis değil tercihi ifade ettiği söylenmektedir (Habibnejad, 1394:63-67).

Meclis-i Hübregan-ı Rehberi'nin Seçimleri Kanunu'nun 19.maddesine göre Meclis-i Hübregan her yıl en az bir kez olmak üzere iki gün süreyle toplantı yapmak zorundadır. Yine olağanüstü hallerde Meclis-i Hübregan, reis veya on üyenin çağrısıyla toplanabilir. Kanun'un 12.maddesi Meclis-i Hübregan toplantılarının tüm üyelerinin üçte ikisinin hazır olması şartına bağlamıştır. 13.madde ise Meclis-i Hübregan'nın kararlarının geçerli olabilmesi için gerekli oy sayısına değinmektedir. Buna göre Meclis-i Hübregan'ın tasvibi için toplantıda hazır bulunanların yarısından bir fazlasının müspet oyu gerekmektedir. Bu genel kuralın istisnası Rehber'in seçimidir. Rehber'in seçimi için hazır bulunanların üçte ikisinin kabul oyu şarttır (İstandari-yi Buşehr, 1394:4). Bu durumda, Rehber'in seçilmesi Meclis-i Hübregan'ın 88 üyesinden asgari 59'unun hazır olmasına ve bunların 40'ının kabul yönünde oy vermesine bağlıdır, denilebilir. Kanun'un 15.maddesi Rehber'in seçildiği toplantıda hazır bulunan tüm üyelere celse zabıtlarını imzalanma yükümlülüğü getirmektedir. Sair celseler için böyle bir zorunluluk bulunmamaktadır.

Meclis-i Hübregan'ın işlerini yürütmek için kurulan sekretarya “Mukaddes Kum” şehrindedir. Bundan ayrı olarak, bir başkan, başkan yardımcısı ve sekreter ile özel bir iç yönetmeliğe sahip komisyonlar bulunmaktadır. Meclis-i Hübregan Rehber olacak fakihin vasıflarını inceleme ve ilan edilen Rehber'i denetleme vazifesini de bu komisyonlar eliyle icra etmektedir. Bu komisyonların ilki Meclis-i Hübregan'ın Anayasa'nın 107 ve 109.maddesinden kaynaklanan vazifelerini yerine getirmek üzere teşkil edilmiştir. 15 kişiden oluşan bu komisyon Rehber adayları hakkında inceleme yapar ve rapor hazırlayarak Meclis-i Hübregan'ın genel oturumunda sunar.

Meclis-i Hubregan'ın teşkil ettiği önemli bir diğer komisyon ise Anayasa'nın 111.maddesinde verilen Rehber'in azli vazifesine dair çalışma yürütmektedir. Gizli oyla 2 yıl süreyle seçilen 7 asil ve 4 yedek üyeden oluşan bu komisyon Rehber'in işlerini nasıl yürüttüğünü izler ve onunla müşavere eder. Anayasa'nın 111.maddesiyle bağlantılı her türlü bilgiyi alma hakkına sahip olan bu komisyon bu bilgilerin doğruluğunu da kontrol eder ve gerekirse bu hususta Rehber ile mülakat yapabilir. Rehber'in durumuna dair Meclis-i Hübregan'da yapılacak görüşmeler seri usulde ve gizlidir. Bu müzakereler Meclis-i Hübregan reisi veya 15 üyenin talebine binaen yapılacak oylamada hazır bulunanların üçte ikisinin tasvibi ile açıklanabilir. Bundan ayrı olarak, mezkûr komisyonun tahkikatına binaen hazırlanacak raporu komisyon başkanına sunar. Bu rapor başkaları ile paylaşılmaz ancak komisyon üyelerinin üçte ikisi ile komisyon başkanı bunda fayda olacağı hususunda ittifak ederse, söz konusu raporun tamamı veya bir kısmı Meclis-i Hübregan'ın resmi toplantısında sunulur. Bu toplantıda üyelerin üçte ikisi hazır olmalıdır ve raporu hazır olanların üçte ikisi tasvip etmelidir. Bu şekilde konu üzerinde yürütülecek müzakere Rehber'e yönelik isnatların ispat edilememesi ile neticelenebilir. Böyle bir durumda Rehber neticenin veya müzakerelerin tamamı yahut bir kısmının yayımlanmasını isteyebilir. Hazır bulunan üyelerin ekseriyeti buna muhalefet etmezse netice veya müzakereler yayımlanır. Şayet Meclis-i Hübregan üyelerinin üçte ikisi Anayasa'nın 111.maddesi çerçevesinde Rehber'in azli gerektiğine kanaat getirerek bu yönde oy kullanırlarsa Rehber azledilmiş olur (Habibnejad, 1394:91-96). Tüm bu süreçte Rehber'in kendisini müdafaa hakkı saklıdır.

Rehber'in azlinin inşai mi yoksa izhari bir işlem olduğu da bir tartışma konusudur. Bir başka ifadeyle, Rehber zaten Veliyy-i emr ve İmam-ı ümmet olma hak ve yetkisini kendiliğinden kaybetmiştir ve Meclis-i Hübregan bunu sadece ilan mı eder yoksa Meclis-i Hübregan'ın kararı ile birlikte Rehber bu hak ve yetkisini kaybetmiş mi olur? Âyetullah Muhammed Taki Misbah İslam Siyaset Düşüncesi isimli eserinde İran İslam Cumhuriyeti'nin dünyaya yeni bir model sunduğunu, bu modelin temelinde Veliyy-i fakihin Hz. Peygamber ve İmam Muhammed Mehdî el-Muntazar'ın halefi olduğu düşüncesinin yattığını, bu sebeple kendisini adalet sıfatından düşürecek herhangi bir fiilinin velâyet hak ve yetkisini kendiliğinden zail edeceğini, bunun için herhangi bir karara gerek olmadığını, böylesi bir durumda Meclis-i Hübregan'ın yaptığı şeyin Rehber'in velâyet hak ve yetkisini kaybettiğini ilan etmekten ibaret olduğunu, bu işlemin azil değil bir vakayı ilan sayılması gerektiğini ifade eder (Misbah, 2011:171-172; Biçen ve İskenderoğlu, 2022:147).

İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sında açık bir suretle yer almasa da tıpkı Meclis-i Şûra-yı İslami üyelerinin sahip olduğu gibi Meclis-i Hübregan'ın da Anayasa ile belirlenen vazifelerini ifa sırasında gerek çalışmaları gerekse beyan ve oyları sebebiyle itham edilemeyecekleri, bu anlamıyla dokunulmazlıkları bulunduğu kabul edilmektedir. Yine Meclis-i Hübregan üyelerinin ekseriyeti ulema sınıfından olduğundan, bir suç işlemeleri halinde yargılanmaları da ulema sınıfına has mahkeme önünde yapılacaktır.

7. Meclis-i Hübregan üyeliğinin sona ermesi

İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sı Meclis-i Hübregan üyelerinin azline dair bir hükmü havi değildir. Rehber de dâhil olmak üzere hiçbir erk bir Meclis-i Hübregan üyesini kati bir şekilde görevden ihraç edememektedir. Kural olarak Meclis-i Hübregan üyeliği Anayasa'da belirtilen 8 yıllık sürenin dolmasıyla nihayete ermektedir. Bununla birlikte, şayet üye yeni dönem için seçimlerde aday olmuş, Şûra-yı Nigahban adaylığını kabul etmiş ve halk da kendisini yeniden seçmiş ise böyle bir üyenin asaleti kesintisiz bir şekilde devam edebilecektir.

Sürenin hitamı dışında Meclis-i Hübregan üyeliğine son veren diğer durum ise üyelikten istifadır. Bir veya birden fazla üyenin vefatı veya istifası halinde, şayet Meclis-i Hübregan'ın görev süresinin sonuna bir yıldan fazla bir süre var ise İçişleri Bakanlığı Şûra-yı Nigahban'ın da tasvibi ile bir ara seçim düzenler. Bu yolla gelen üyelerin görev süresi Meclis-i Hübregan'ın kalan görev süresi kadardır (İstandari-yi Buşehr, 1394:26).

8. Sonuç

İran İslam Cumhuriyeti Anayasa'sı siyasi nizamı hukuki bir temel üzerinde inşa ederken halkın doğrudan ve dolaylı katılımını sağlayan mekanizmalara yer vermektedir. Bunlar arasında Meclis-i Hübregan nizamın en üst makamı olan Rehber'i belirlemesi ve görevine son vermesi açısından önem arz etmektedir. Meclis-i Hübregan'ı onu var eden tarihi, mezhebi, siyasi ve içtimai şartları da gözeterek ele aldığımız bu çalışmanın neticesinde bu kurumun nevi şahsına münhasır olduğunu söyleyebiliriz. Bizi bu kanaate götüren temel hususların ilki Rehber'in seçiminde halkın dolaylı katılımını sağlarken, kendisinden başka hiçbir kuruma hesap vermemesi ve ikincisi ise Meclis-i Şûra-yı İslami'nin sahip olduğu Yasama hakkına kendi mevzuatı açısından ve bu kapsamda haiz olmasıdır. Bir başka ifadeyle, Meclis-i Hubregan halkın seçiminden sonra kendi meşruiyetini oluşturup sürdürebilen bir kurumdur.

Meclis-i Hübregan'ın varlığı, muazzam yetkilerine rağmen Rehber'in de denetime tabi olduğunu ortaya koymaktadır. Sadece bu amaca özgülenmiş bir komisyon eliyle Meclis-i Hübregan Rehber'in Şeriat ve Anayasa dışına çıkmasının önünde bir bariyer olarak durmaktadır. Bununla birlikte, Rehber tarafından Şûra-yı Nigahban'a doğrudan atanan altı üye ile Rehber'in atadığı Yargı erki başkanının Meclis-i Şûra-yı İslami'ye önerdiği adaylar sebebiyle Meclis-i Hübregan'ın göstermelik bir kurum olduğuna dair tartışmaların halen sürdüğünü gözden kaçırmamak gerekmektedir.

Bu kurumun dakik bir şekilde incelenerek İran İslam Cumhuriyeti nizamının ekseni olan Velâyet-i fakih düşüncesine ve bu düşüncenin mücessem hali Veliyy-i fakihe olan müspet ve menfi etkilerinin belirlenmesi İran İslam Cumhuriyeti'nin siyasi ve bürokratik elitinin siyasi davranış biçimine yansıyan düşünce yapılarının çözümlenebilmesi için son derece önemlidir.

 

-----------------------------------------------------------------------------

Kaynaklar

Ahavi, Ş. (1990), İran'da Din ve Siyaset, (Çev.: S. Ayaz), İstanbul: Yöneliş Yayınları.

Akhavi, S. (1983), The Ideology and Praxis in Shi'ism in the Iranian Revolution, Comparative Studies in Society and History, 25(2), s.195-221.

Bayart, J.-F. (2015), Cumhuriyetçi İslam, (Çev.: E. Atuk), İstanbul: İletişim Yayınları.

Beşiriye, H. (2009), İran'da Devlet, Toplum ve Siyaset, (Çev.: M. Koç), İstanbul: Ağaç Yayınları.

Biçen, G. ve İskenderoğlu M. (2022), On İki İmam Şiîliği'nde Veliyy-i Fakihin Adâlet Sıfatı,  İran Çalışmaları Dergisi 6/1, s.135-156.                                                                                                                                  

Çelenk, M. (2013), 16. ve 17. Yüzyıllarda İran'da Şiiliğin Seyri,  Bursa: Emin Yayınları.

Chehabi, H. E. ve Schiraz, A. (2012), The Islamic Republic of Iran, Journal of Persianate Studies, (5), s.175-204. 

Demir, A. İ. (2009), İmâmiye Şia'sında İmâmın Yetkilerinin Fakihlerce Devralınma Süreci, e-Makalat Mezhep Araştırmaları  2(1), s.43-75.

Habibnejad, S. A. (1394), Meclis-i Hübregan: Meşruiyet, vezaif ve ihtiyarat, Tahran: Kanun-u Endişe-yi Cevan.

Hashmi, S. (1981), Iran's Second Revolution, Harvard International Review, 4(2), s.4-5,28-29.

Hiro, D. (1985), Iran under the Ayatollahs, London: Routledge and Kegan Paul.

Humeynî. (2010a), Sahîfe-yi İmâm, Cilt 6, 5.Basım, Tahran: Müessese-i Tanzim ve Neşr-i Asar-ı İmâm Humeynî.

Humeynî. (2010b), Sahîfe-yi İmâm, Cilt 7, 5.Basım, Tahran: Müessese-i Tanzim ve Neşr-i Asar-ı İmâm Humeynî.

Humeynî. (2010c), Sahîfe-yi İmâm, Cilt 9, 5.Basım, Tahran: Müessese-i Tanzim ve Neşr-i Asar-ı İmâm Humeynî.

İstandari-yi Buşehr. (1394), Kanun-u İntihabat-ı Meclis-i Hübregan-ı Rehberi, Buşehr: Defter-i Siyasi ve İntihabat.

Karadeniz, Y. (2013), Kaçarlar Döneminde İran 1795-1925, İstanbul: Selenge Yayınları.

Kartaloğlu, H. (2022), Safevîlerin İlk Döneminde İktidar-Ulemâ İlişkisi, Ankara: Fecr Yayınları.

Khangahi, F. D. (2011), İran'da Meşrutiyet Öncesi Aydınlar ve Düşünce Akımları, Yayımlanmamış    Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Kurtuluş, R. (2010), 1906-1911 İran Meşrutiyet Hareketinde Osmanlı Etkisi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul.

Metin, C. (2006), Türk Modernleşmesi ve İran, Kabul Edilmiş Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara,

Misbah, M. T. (2011). İslâm Siyaset Düşüncesi Cilt 1, (Çev.: M. Yalçın), İstanbul: Kevser Yayıncılık.

Moin, B. (2005), Son Devrimci Ayetullah Humeynî, (Çev.: O. C. Önertoy), Ankara: Elips Kitap.

Sadri, M. (2012).  İran Yenileşme Hareketlerinde Osmanlı Etki ve Katkısı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi.

Şûra-yı Nigahban. (1400), Mahşa-yı Kanun-u Esasi Cumhur-i İslami İran, Cilt 2, Tahran: Pejuheşkede-yi Şûra-yı Nigahban

Takeyh, R. (2021), The Last Shah, London: Yale University Press.

Uyar, M. (2008), İran'da Modernleşme ve Din Adamları, İstanbul: Emre Yayınları.

Kategorideki Diğer Haberler
Öne Çıkan Haberler
İktibaslar